• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3. SELÇUKLULAR, NİZAMÜ’L-MÜLK VE SİYASAL DİN

3.5. Siyasetname’ye Yakından Bakış

3.5.1. Nizamü’l-Mülk’ün Teorik Mirası

Nizamü’l-Mülk’ün, devlet örgütlenmesinde ise esas olarak İran deneyimlerinden ve siyaset geleneğinden etkilendiği anlaşılıyor. Gazneliler ve Samanilerin de devlet sistemlerini inceleyerek idari, adli, mali, sosyal ve kültürel alanlardaki düzenlemelerde bu birikimden büyük ölçüde yararlandığı görülüyor. Bu anlamda Nizamü’l-Mülk, Selçuklu devlet yapılanmasında önemli yenilikler sağlıyor. Bu dönemde kurulan sistem ve yapılan yeni düzenlemeler, bazı kırılmalar ve küçük değişikliklere uğrasa da, başta Osmanlılar olmak üzere daha sonraki Türk ve İslam devletlerince de izleniyor.

Bu nedenle, devletin ve iktidarın kaynağının Tanrı ve din olduğunun altını çizen Nizamü’l-Mülk’ün, Selçuklu İmparatorluğu’nun Pers devlet geleneğine göre şekillendirilmesinde de önemli bir rol oynadığı kuşkusuzdur. Ancak, Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucu unsurunun (kavimin) ve sultanın Türk olduğunu dikkate alan Nizamü’l-Mülk, tarihsel ve kan bağı bakımından Melikşah’ın köklü bir soydan geldiğini, daha doğuştan asil olduğunu ve sınıfsal olarak toplumun üst tabakasına mensup bulunduğunu da özellikle vurgular. Böylece iktidarın kaynağının Tanrısal/dinsel olduğunun altını çizmekle birlikte, ona bir soy temeli, dolayısıyla tarihsel ve sınıfsal bir gerekçe de sunar. Nizamü’l-Mülk, Melikşah’ı soy olarak, büyük İranlı şair Firdevsî’nin dünya edebiyatına kazandırdığı büyük eseri Şahname’deki soy tasnifinde bir asalet kaynağı olarak işaret ettiği Afrasyab’a bağlar. Afrasyab, Türk tarihinde, mitolojik bir kurucu kahraman ve savaşçı olan Alp Er Tunga olarak da bilinir. Milattan Önce 7. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen Alp Er Tunga, Orta Asya Türk kavimlerini birleştirerek İran, Irak, Suriye, Doğu Anadolu ve Mısır’ı da fetheden, büyük Saka Devleti’nin kurucusu, efsanevi bir liderdir. Türk hükümdar soyunun atası olarak kabul edilir. Böylece, Türklüğe de gönderme yaparak, asalet ve soy-sop bağını da kuran Nizamü’l-

110 Mülk, Siyasetname kitabında şöyle der;

“Allahü Teala, tarihin bu döneminin de kadim çağlarda yaşamış şahların zamanı gibi olması ve halka saadet ve huzur bahşetmesi için nesli atadan ataya ta büyük Afrasyab’a dayanan ulu padişahımızı daha önce hiçbir padişaha bahşedilmemiş olan yücelik ve kerametlerle bezedi” (Nizamü’l-Mülk, 2014: s.13).

Şahname, Firdevsi’nin İran efsaneleri üzerine kurulu manzum bir destanıdır. Sadece İran edebiyatının değil, dünya edebiyatının da en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilir. Şahname 977 ila 1010 arasında yazılmış ve Gazneliler Devleti’nin en güçlü hüküdarı olan Sultan Mahmud’a (Gazneli Mahmud) 1014 yılında sunulmuştur. Yaklaşık 60.000 beyitten oluşan eser, tek şair tarafından yazılan en uzun epik şiirlerdendir. Şahname’ye göre Cemşid’in oğlu Feridun tahta geçtikten sonra, yer yüzünü üç parçaya ayırıp üç oğlu arasında bölüştürür. Tur’a Doğu’yu yani Türkistan ile Çin’i, İrec’e merkezdeki İran’ı, Selim’e ise Rum ülkesini ve Batı’yı verir. Türklerin ata vatanını ifade eden yarı mitolojik “Turan” adı bundan, yani Cemşid’in oğlu Tur’a izafeten gelmekte ve esas olarak Türklerin yaşadığı “Tur’un ülkesi” anlamına gelen bir kavram olarak ilk kez İran-Fars kaynaklarında geçmektedir. Turan adı zamanla, Anadolu’dan Doğu Çin’e, Kuzey İran ve Azerbaycan’dan Kazakistan’a kadar uzanan geniş coğrafyayı içine alacak şekilde Büyük Türkistan anlamında kullanılmıştır (Firdevsi, 2016: s.2016).

Böylece, Selçuklu Devleti’ne mitolojik bir rol de veren Nizamü’l-Mülk, hükümdarlığın soy bağını, tarihsel ve sınıfsal köklerini de tayin etmiştir.

Devletin kurucu unsurunun Türkler olduğunu, sultanın da bu soydan geldiğini hep akılda tutan Nizamü’l-Mülk, katı bir Şâfiî olmasına karşın bir Türk geleneği olan içkili eğlencelere karşı çıkmayıp, tam tersine bunun bir hanedan ve devlet geleneği olduğunu belirterek nasıl düzenlenmesi gerektiği konusuyla, ayrıntılara girerek ilgileniyor. Başvezir, kitabının, “Şarap Meclisinin Tertibindeki Bütün İnceliklere Dair” adlı Otuzuncu Fasıl’ı, bütünüyle bu konuya ayırıyor. Öyle ki, bu bölümde, şarap meclislerine kimlerin davet edileceği, kişilerin bu davetlere nasıl katılacağı, nasıl giyinecekleri, gelenlerin nasıl karşılanacağı, davetlilerin nasıl davranacakları, padişahın davete katılanlarla nasıl ilgileneceği, gelen kişilerin konumuna göre samimiyet derecesinin düzeyinin nasıl olacağına kadar ayrıntılara iniyor. Hatta şarabın kalitesi hakkında bile uyarılarda bulunuyor (Nizamü’l-Mülk, 2014: s.171).

Nizamü’l-Mülk başka bazı bölümlerde, sadece, padişah ve üst düzey devlet görevlilerinin sarhoşken devletin yönetimine ilişkin ciddi konularda emir vermemesi

111

gerektiğini belirtiyor. On Altıncı Fasıl’da saray harcamalarına, “nezaret edecek bir vekilin” görevlendirilmesi gerektiğini anlatırken, dergâhta “şaraphane ve has içkiler” bulunduğunu da olağan bir durum olarak anlatıyor. Özetle; Nizamü’l-Mülk, İslam dini şarabı yasakladığı ya da egemen yorum bu yönde olduğu halde, içkili şölenleri kabul etmekle kalmıyor, onları bir devlet töreni halinde de resmileştiriyor. Prof. Dr. Mehmet Altan Köymen, bu durumu şöyle anlatıyor:

“Başta bulunan hükümdarın Türk olduğunu göz önünde bulunduran Nizamü’l- Mülk, eserinde, ister istemez Türk adetlerine ve devlet geleneklerine de yer vermek zorunda kalmıştır. O’nun, İslam’ın yasak etmesine rağmen içkili şölenleri, bir devlet töreni halinde resmileştirmesi, buna misal olarak verilebilir. Ayrıca sarayın kapısının herkese açık olmasının tavsiye edilmesi de eskiden beri devam edegelen Türk devlet geleneğine uygundur” (Köymen, 1999: s.20).

Öyle ki, Siyasetname’nin On Beşinci Fasıl’ının başlığı, “Ayıklık ve Sarhoşluk Halindeyken Verilen Emirlerde Dikkatli Davranılmasına Dair” başlığını taşıyor. Bu fasılda, sultanın sarhoş olduğu zamanlarda vereceği fermanlar için ne yapılacağı, nasıl bir yol izleneceğini de anlatan Nizamü’l-Mülk’ün, içki içilmesini hiçbir şekilde sorgulamadığı görülüyor. Tam tersine bu durumu (sarhoşluk) sadece sultana ait bir ayrıcalık olarak değil, -sık olmamak kaydıyla- devlet adamları için de normal karşıladığı anlaşılıyor. Fermanlardan bazılarının “sarhoşluk esnasında verilme” olasılığına dikkat çeken Nizamü’l-Mülk, “Bu muazzam derecede mühim bir mevzu olduğundan ötürü üzerinde pür dikkat durulsa gerektir,” diyor. Böyle emir ve fermanların, daha sonra, “zat- ı alilerinin huzurunda imza edilmedikçe icra edilmemeleri” gerektiğini vurguluyor. On Yedinci Fasıl’da ise padişahın, devlet ileri gelenleri, muhafızlar, Sipah-salarlar (kumandanlar, kafile reisleri) ile fazla samimi olmasını, “onlarla düşüp kalkmasını” yanlış bulan Nizamü’l-Mülk, bu durumun adı geçen kişi ve kesimleri saygısız ve “pervasız kılacağını” ve onun “hükümranlığına halel getireceğini” belirtiyor. Önlem olarak da, böyle ihtiyaçlarını karşılamak için “liyakatlı nedimler (soylu birine eşlik eden sohbet-meclis arkadaşı) edinip onlarla güler yüzlü ve samimi olmaktan başka yolu yoktur,” diyor. Nedimlerin, bilgili, görgülü, kitap okuyan, hikâye anlatabilen, satranç bilen, dünyayı tanıyan, zeki, mizahi, şık giyimli ve asil kişilerden seçilmesi gerektiğini belirten Nizamü’l-Mülk, bu Fasıl’a, “Sultan’ın içkiye, temaşaya, eğlence meclisine, şaraba, ava, çevgen oynamaya, güreşe ve buna benzer her şeye nedimlerle birlikte tedbir almaları yerindedir; zira bu husus için hazırlanmışlardır,” diye devam ediyor. Ancak,

112

devlet işlerinin, siyasetin ve askeri sorunların nedimlerle görüşülmemesi ve onlarla karar alınmaması konusunda da padişahları uyarıyor (Nizamü’l-Mülk, 2014: s.124).