• Sonuç bulunamadı

3.2. KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN TARİHSEL GELİŞİMİ VE EKONOMİK

3.2.3. Neoliberal Yaklaşımlar ve Kentsel Dönüşüm

Küreselleşme olarak adlandırılan dönem, piyasa serbestliği ile yeniden yapılanmanın yeni bir ekonomik ideolojinin temellerinin atıldığı dönemi işaret eder. Bu dönemin belirleyici dinamiği, 1970’lerde içine düştüğü bunalımdan çıkamayan Keynesyen ve ithal ikameci gelişme anlayışının emek gücünü destekleyen stratejilerinin yerini, sermayenin desteklenmesine yönelik stratejilerin ön plana çıktığı neoliberal ekonomi politikalarının almasıdır. Sermaye ise yaşamakta olduğu krizden çıkmak için üretici rolünden uzaklaşarak spekülatif alanlara kaymıştır. Bu alanların başında ise kuşkusuz finans sektörü ve rant yaratma potansiyelleri dolayısıyla kentler gelmektedir (Kahraman, 2013: 33). Bu dönem içerisinde kentler, neoliberal politikaların uygulandığı önemli küresel merkezler halini almaya başlamıştır.

Neoliberalizm her şeyden önce bir politik-ekonomik pratikler teorisi olarak tanımlanmaktadır. Bu teori, insan refahını arttırmanın en iyi yolunun güçlü özel mülkiyet hakları, serbest piyasalar ve serbest ticaretin temel alındığı bir kurumsal çerçeve içinde bireysel girişim beceri ve hürriyetlerini serbest bırakmak olduğunu iddia eder. Bu süreçte devletin rolü ise bu pratiklere uygun bir kurumsal çerçeve yaratıp, sonra o çerçeveyi korumaktır (Harvey, 2015: 10). Bu anlayış çerçevesinde 1970’li yıllarda uygulanmaya başlanan neoliberal politikalar, Berlin Duvarı’nın yıkılması ve SSCB’nin dağılmasıyla sonuçlanmış, gündemin ilk sırasını küresel dünya düzeni ve küresel kentler almıştır (Bayraktar, 2006: 42). 1970’li yıllardan itibaren uygulanmaya başlanan neoliberal politikalar kentleşmeye ve kentsel dönüşüme farklı bir yaklaşım getirmiştir.

1970’lerden itibaren neoliberal kentleşme politikaları ile dünyanın pek çok bölgesinde metropoliten alanları, radikal biçimde dönüştürecek kapsamlı kentsel yatırım projeleri uygulamaya koyulmuştur. Bu dönemde devlet, üretim alanlarından olduğu gibi sosyal hizmetler alanından da çekilmiş, sermaye, mal ve hizmetlerin küresel akışını hızlandırıcı düzenlemeleri yapmak üzere bürokratik olarak yeniden ölçeklenmiştir. Böylece 1970’lerden itibaren, neoliberal ekonomi politikaları Avrupa ve ABD’de olduğu kadar, gelişmekte olan ülkelerin kentsel alanlarında da önemli dönüşümler yaratmaya başlamıştır (Kurtuluş, 2013: 190). Gelişmekte olan ülkelerde 1970’lerin sonundan itibaren düşük gelir grubunun konut sorununun çözümüne ilişkin geliştirilen

43

politikaların belirlenmesinde en önemli unsur, hem uluslararası kuruluşlar hem de ülkelerin çoğu tarafından benimsenen neoliberal politikalar ve bu politikalarla uyumlu kentleşme modeli olmuştur (Ünsal ve Türkün, 2014: 28). Devletin kentleşme ve yatırımlardan elini çekip piyasayı özel sektöre bırakması ile birlikte, kentlerde sosyal konut projeler yerine kazanç odaklı inşaat projeleri ve küresel kent olma yönündeki projeler hız kazanmaya başlamıştır. Bu projeler uluslararası kuruluşların finansörlüğünde gerçekleştirilmiştir.

1980’lerden itibaren özellikle neoliberal doktrini hızla benimseyen Batılı ülkelerde büyük ölçüde dar gelirlilerin yaşam alanı olan sosyal konutların satılması ya da özelleştirilmesine gidilmiş, yeni inşa edilen sosyal konut sayısı sınırlı kalırken ülkelerin sosyal konut rezervlerinde hızlı bir erime ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın birçok kentinde, özellikle eski sanayi alanları ve liman alanlarında gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projelerinin kentlerin fiziksel ve ekonomik gelişmesi için katalizör görevi üstlenmesi ve kentlerin imajını iyileştirerek bütün toplumsal kesimlere katkılar sağlanması beklenmiştir. Ancak bu beklentinin gerçekleştiği örnek sayısı yok denecek kadar azdır (Ünsal ve Türkün, 2014: 24-25).

Bu gelişmeler ile birlikte kentsel dönüşüm uygulamaları başlamıştır. 1980’lerde gerçekleştirilen öncü kentsel dönüşüm projelerinin genel ortak özelliği, ekonomik kriz sonrasında yerele sermaye akışını sağlayacak rekabet gücünü oluşturabilecek alanlar oluşturmaktır. Dönüştürülen alanları turistikleştirmek, yeni bir kimlik ve marka yaratma çabasına girmek belirgindir. Dönüşüm kentlerin pazarlanması ile birlikte anılmaktadır. Bu projelerin çoğunda kamu-özel sektör ortaklıkları ve kamunun öncülüğünde kurulan özel örgütlenmeler ve ajanslar görev almıştır. Kamu, arazi ve altyapı sağlama, özel sektör de üstyapı ve işletmeyi üstlenmiştir. Özellikle 1980 sonrasında ortaya çıkan ekonomik dar boğazlar sonrasında sanayisizleşen kentlerin liman bölgelerinin dönüşümü göze çarpmaktadır. Dolayısıyla 1980’lerin Batılı ülkelerde kentsel dönüşüme yüklenen anlamın dönüşümü açısından bir kırılma noktası olduğu söylenebilir (Şahin, 2015: 59). Gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projeleri küresel merkezler haline gelen kentlere sermaye akışı sağlamayı ve kentlerin rekabet gücünü arttırmayı hedeflemiştir. Ancak özel sektöre ve şirketlere bırakılan kentlerde piyasa ekonomisi kuralları işlemeye başlamıştır.

44

Neoliberal politikalar ile bir önceki dönemin toplumsal yapısında ciddi farklılaşmalar olmuştur. Refah uygulamaları büyük ölçüde ortadan kaldırılmış, toplumun birçok alanı piyasanın işleyiş mekanizmasına terk edilmiştir. Yaşamın kamusal olan birçok uygulamasından devlet çekilmiş, serbest piyasa ekonomisi toplumsal yaşamda hâkim konuma ulaşmıştır (Ayık, 2014: 37). Neoliberal politikalar, piyasa mekanizmasının kentleri kâr içgüdüsüyle dönüştürmesini benimsemiştir. Kentsel alanları, değişim değeri üzerinden ele alan bu yaklaşım kentsel dönüşüme, çöküntü alanlarının yenilenmesiyle oluşacak rant artışı üzerinden yaklaşmaktadır (Akkoyun, 2005: 32).

Bu dönem içerisinde, kentlerin sermaye birikim alanları olarak görüldüğü ve dönüşüm uygulamalarına rant odaklı yaklaşan neoliberal ekonomi politikaları ve neoliberal kentsel düzen özellikle Batı yazınında çokça eleştirilmeye başlanmıştır. Bu durumu Soja şöyle ifade etmektedir: Kentsel ölçekte Marksist mekânsal analiz, 1970’lerde çeşitli disipliner vurguları, kentleşmenin siyasal iktisadı üzerine çevrilmiş ortak bir odağa yerleştiren daha kapsamlı bir gelişmeyle bağlantılı olarak gelişmiştir. Tekelci sermayenin artan önemi, küresel ölçeğe yayılması, perde arkasından yönetilmeye ve planlanmaya giderek daha çok bel bağlaması, çağdaş kapitalist toplumsal oluşumlara ve dolayısıyla sınıf mücadelesi politikasına yeni tarihsel ve mekânsal koşullar getirilmesi olarak yorumlandı. Şehir, sadece sanayi üretiminin ve birikimin merkezi olma rolüyle değil, kapitalist toplumun iş gücü, mübadele ve tüketim alışkanlıkları üzerinden yeniden üretildiği bir kontrol noktası olarak da görülmeye başlandı. Kentsel planlama, sermaye birikimi ve kriz yönetimi yararına kentsel mekânı hakim sınıflar için örgütleyen ve yeniden örgütleyen bir devlet aygıtı olarak şehir, eleştirel bir şekilde incelendi (Soja, 2017: 129-130).

II. Dünya Savaşı’ndan sonra yıkılan kentlerin fiziksel olarak yenilenmesi şeklinde ortaya çıkan kentsel yenileme çalışmaları, 1970’li yıllardan itibaren uygulanan neoliberal politikalar ile kazanç odaklı projeler halini almıştır. Eleştirel yaklaşım ve toplumsal talebin bu yönde değişmesi ile birlikte 2000’li yıllardan itibaren Avrupa’da giderek daha fazla toplum odaklı yenileme uygulamalarına dönüşmüştür. Ayrıca tarihi yapıların korunması ve kent dokusuna zarar vermeyen yenileme çalışmaları önem kazanmıştır. Ancak dönüşüm uygulamalarında özel sektörün rolünün artmaya devam

45

etmesi ve küresel sermayenin baskıları, tarihi kentler ve tarihi dokularda olumsuz etkiler yaratmaya devam etmektedir (Özden, 2016: 62).