• Sonuç bulunamadı

1. BÜYÜME TEORİLERİ, KAVRAMSAL VE KURAMSAL ARKA PLAN

1.2. NEO-KLASİKLER ÖNCESİ BÜYÜMEYE İLİŞKİN YAKLAŞIMLAR

dönüştürmüş, diğer aileler ile ticaret yapma imkânı sağlamış ve yerleşik düzene geçmede araç olmuştur. İnsan toplulukları 1750’li yıllara kadar ancak hayatta kalma ve yok olmama mücadelesi vermiştir. Maddesel anlamda büyüme yeni bir kavramdır ve başlangıcı 18. Yüzyılın sonuna denk gelmektedir. Bu tarihten itibaren büyüme kavramı iktisatçıların dikkatini çekmiş ve kişi başına gelirdeki hızlı artışlar ilk çalışma konuları olmuştur (Yeldan, 2011: 10).

Ekonomik büyüme kavramının teorik açıdan ele alınmasında temel nokta Merkantilizm ve Fizyokrasi akımlarının hâkim olduğu dönemlerdir. Bu kısımda bu akımların büyüme ile ilgili görüşlerine yer verilecek olup, bir önceki başlıkta kısaca değinilen diğer büyüme teorileri ayrıntılı bir biçimde incelenecektir.

1.2.1. Merkantilizm

Merkantilizm terimi ilk defa Adam Smith ile ekonomik literatürde anlam kazanmıştır. Smith’e göre, farklı uluslarda ve farklı dönemlerde, zenginliğin çeşitli derecelerde elde edilmesi politik ekonominin iki sistemi sayesinde gerçekleşmiştir.

Bunlardan biri tarım sistemi diğeri ise ticaret ya da merkantal sistemdir (Blaug, 1996:

10). Merkantal sistemde servet; para, altın veya gümüşten oluşmaktadır. Paranın ticaret aracı ve değer ölçüsü olarak çift taraflı fonksiyonu bulunmaktadır. Bu sistemde zengin ülke, zengin bir adama benzetilebilir. Herhangi bir ülkede altın ve gümüş biriktirmek onu zenginleştirmenin en kolay yoludur. Dolayısıyla büyümenin kaynağı bir anlamda ticaret dengesine bağlıdır (Smith, 1776: 396).

Merkantilist düşüncenin nihai hedefi, ihracatı olabildiğince artırmak suretiyle uluslararası rezervlerin ülkede depolanmasını sağlamaktır (Aizenman ve Lee, 2007:

196). Bu açıdan bakıldığında zenginleşme ve dolayısıyla büyümenin kaynağı ithalatı azaltarak ve ihracatı artırarak dış ticaret fazlası yaratmaktır.

Merkantilizm 16 yy. – 17 yy. arasında yaygınlık kazanmış, feodalitenin yerine ulusal devletlerin kurulmakta olduğu bir dönemde hâkim olmuştur. Aynı zamanda ulusal devletlerin oluşma sürecinde kralların otoritesini artırma ve ulusal birliği destekleme amacına hizmet etmiştir. O dönemde dünya ekonomisinin merkezini oluşturan Batı Avrupa ve özellikle İngiltere Merkantilist düşüncenin güçlendiği bölgelerdir (Seyidoğlu, 1999: 12). Bu doktrine göre zenginliğin kaynağı sahip olunan kıymetli madenler olup, ülkelerin gücü bu madenlerin miktarına bağlıdır. Ancak dünya altın ve gümüş stoku sabit kabul edildiğinden dış ticaret yapan ülkeler arasında sürekli bir çelişkinin var olduğu ileri sürülmüştür. Bir ülke zenginleşirken diğer ülke aynı ölçüde fakirleşmektedir (Dikkaya ve Üzümcü, 2016: 23-24). Bunun anlamı eğer bir ülke ekonomik olarak büyüyorsa, diğer bir ülke mutlaka zarara uğramaktadır.

Merkantilizmin bu bakış açısı, sömürgecilik anlayışının yerleşmesi açısından son derece önemlidir. Sömürgelerden elde edilen kıymetli maden, işgücü ve hammadde vb. kaynaklar sanayi sektörünü güçlendirirken aynı zamanda ekonomik büyümenin temel unsurlarında artış sağlamaktadır.

Merkantilist dönemin en önemli özelliklerinden biri ticaretin hızlı bir şekilde gelişmesine zemin yaratacak ortamı sunmasıdır. Orta çağ aristokrasisi ticaretle uğraşanları para mübadelesinin batağına düşmüş ikinci sınıf vatandaş olarak görmüştür. Merkantilist akım, tüccarların faaliyetleri devlet tarafından doğru yönlendirilirse hem kendileri hem de krallığın zenginleşeceği fikrini öne sürerek tüccarlara saygınlık kazandırmıştır. Merkantilistler, ticaret genişlerken para arzının artarak fiyatları yükselttiğini ve bunun sonucunda karların da etkilendiğini belirtmiştir.

Artan kâr oranlarının üretim artışını destekleyerek ekonomik büyümeye olumlu katkıda bulunduğunu ileri sürülmüştür.

Merkantilist düşünürler uluslararası ticaret üzerinde yaptıkları çalışmalar ile iktisat bilimine uzun soluklu bir katkıda bulunmuştur. T. Mun (1571-1641) bir ülke ile diğer ülkeler arasında gerçekleşen ödemeleri kontrol altında tutan ödemeler bilançosu kavramını geliştirmiştir. Günümüzde iktisadın önemli bir parçası olan istatistik alanında öncü çalışmalar yapan W. Petty (1623-1687), emek-değer teorisi, rant teorisi iş bölümü gibi kavramlar üzerinde çalışmalar yaparak klasik iktisatçılara esin kaynağı olan fikirler öne sürmüştür (Bocutoğlu, 2012: 21-25).

1.2.2. Fizyokrasi

Fizyokrasi, merkantilistlerin sadece sanayi ve ticareti öne çıkaran görüşlerine bir tepki olarak Fransa’da ortaya çıkmış bir akımdır. Fizyokratlara göre ticaret sadece üretilmiş olan malların el değiştirmesine olanak sağlayan bir faaliyettir. Zenginlik mübadele ile değil, tarım sektörü öncülüğünde gerçekleşen üretime bağlıdır.

François Quesnay’ın (1694-1774) Versailles Sarayında çalışmalarını anlattığı bir röportajla üne kavuşan bu düşünce akımı daha sonra bir okul halini almıştır.

Fizyokrasinin kuramsal sisteminin öne çıkan varsayımı, ekonomide artı değerin tek başına tarımla sağlandığıdır. Buna göre ekonominin genel seviyesi tarımsal üretim miktarı ve yaratılan net ürüne bağlı kalmaktadır. Net ürün, toprak işleme sürecinde harcanan emeğin maliyetinin, topraktan elde edilen hasıladan çıkarılması sonucu ortaya çıkan net gelirdir. Net ürün yıldan yıla artarsa, tarımsal üretim düzeyi ve dolayısıyla genel ekonomik aktivite seviyesi yükselecektir. Tarımsal faaliyetler sadece toprak sahibine artı bir değer yarattığından sadece toprak sahipleri vergilendirilmelidir. Tüccarlar ve sermaye sahipleri düşük kazanç sağlayan sınıflardır dolayısıyla vergi dışı bırakılmalıdır (Meek, 1962: 20). Fizyokratların, ticaret ve sanayi sektörünün ekonomiye hiçbir artı değer katmadıkları gibi bir olumsuz argümana sahip olması, ekonomik büyümenin tek kaynağının tarım sektörü olduğu düşüncesini ortaya çıkarmaktadır.

Fizyokrasi okulunun diğer önemli görüşlerinden ikisi Doğal Düzen ve Laissez Faire\Laissez Passer ilkeleridir. Buna göre bütün ekonomik faaliyetler doğal kanunlarla uyumlu hale getirilmeli ve devlet mülkiyetin korunması-sözleşme özgürlüğünün sağlanması için gerekli adımlar dışında iktisadi hayata müdahale etmemelidir. Kapitalist iktisadi büyümenin önündeki bütün engeller ortadan kaldırılmalıdır. Fizyokratlar, ekonomik büyümenin tarımsal üretim artışı ile birlikte kendiliğinden gerçekleşen bir olay olduğunu ileri sürmüşlerdir.

François Quesnay’ın “Ekonomik Tablo” adlı çalışması iktisat biliminin ilk modeli olarak kabul edilmektedir. Çalışmada, zenginliğin tek kaynağı olan tarımsal artı değerin doğuşu ve bu değerin çeşitli toplumsal sınıflar arasında dolaşımı gösterilmiştir. Böylece ekonomideki sektörler arasında makroekonomik bağlantılar ortaya koyularak ilk kez iktisadi olayların analizine bir model olarak bakılmıştır. Bir

diğer ünlü Fizyokrat Jacques Turgot (1727-1781), sermaye gibi değişken bir faktörün, toprak gibi sabit bir faktöre ilave birimleri arttıkça, başlangıçtaki artan verimlerin giderek azalan verimlere dönüşeceğini ve toplam ürünün azalarak artacağını ileri sürerek Azalan Verimler Kanunundan bahseden ilk bilim adamı olmuştur (Bocutoğlu, 2012: 31-35).

Fizyokrasi Okulu; doğal düzen, ekonomik döngü, toprak rantı, tek vergi, azalan verimler vb. çalışmaları ile iktisat tarihinde dönüm noktaları oluştursa da sadece tarımsal etkinlikleri verimli üretim alanı olarak görmeleri, sanayi ve ticareti katma değer yaratan bir alan olarak ele almamaları eleştiri konusu olmuştur. Ekonomik büyümenin temel belirleyicisinin sadece emek talebi ile ilgili olduğu düşüncesi eleştiri nedenlerinden bir diğeridir. Bu görüşler ile Fizyokrat akım sadece 1763-1770 ve 1774-1776 yılları arasında popüler olmuş, Adam Smith’in 1774-1776 yılında kaleme aldığı Ulusların Zenginliği eseri ile tamamen gözden düşmüştür (Charbit, 2002: 872-873).