• Sonuç bulunamadı

İnsan ahsen-i takvim72 üzere yaratılmıştır. Yaradılışından gelen donanımları

kullandığı takdirde meleklerden üstün bir mertebeye gelebilir. Bu minvalde Allah insanı, kendisine halife kılmıştır. Melekler, kendisine ibadet ettiğini ifade etse de Allah Âlim sıfatını meleklerine hatırlatarak, bilmedikleri başka bir yöne işaret etmiştir. “Bir zamanlar Rabb'in meleklere: ‘Ben, yeryüzünde bir halife atayacağım.’ demişti de onlar şöyle konuşmuşlardı: ‘Orada bozgunculuk etmekte olan, kan döken birini mi atayacaksın? Oysaki bizler, seni hamd ile tespih ediyoruz; seni kutsayıp yüceltiyoruz.’ Allah şöyle dedi: ‘Şu bir gerçek ki ben, sizin bilmediklerinizi bilmekteyim.’.”73 Allah birçok ayette insanı nefis kavramı ile anmıştır. İnsan, sadece

beden olarak bir değeri haiz değildir. Nefis ile bir anlam ifade etmektedir. Nefis ise; akıl, ruh ve kalp ile ilişki içindedir. Buna mukabil, nefis bu üstün vasıflarla muttasıf olsa da, arındırıldığında insana fayda sağlarken, kirletildiğinde insanı zelil duruma düşürebilir.

İnsan yaratılışı ve yaratılış amacı ile diğer varlıklardan farklıdır. Allah’a vasıl olacak bir donanım ile yaratılmıştır. Dolayısıyla insanın nihai amacı Allah’ı tanımak, bilmek ve O’na ulaşmaktır. Allah insanı kendi suretinde yaratmış, kendi boyasına boyanmasını istemiştir.74 Ameller O’nun rızasına mutabık olduğu ölçüde bir değer

ifade eder. Bu sebeple insan O’nun muradı üzere olmalıdır ve O’nun ahlakı ile ahlaklanmalıdır. Bu durumu ise marifet ile izah edebiliriz. Allah’ın rızasına ermek için Allah’ı bilmek tanımak gerekir. Bu durum, Allah ile insan arasında önemli bir köprü kurar. Sûfîler buradan hareketle Allah’ı tanımanın kendini bilmekten geçtiğini sık sık ifade etmişlerdir. Kendini bilmek, ben kimim sorusu etrafında cevap aramak insanı daha evrensel boyutlara taşır ve bireysellikten öte ‘insan’ genel kavramı üzerinde yoğunlaşır. Bu biliş karşılıklı olur. İnsan kendini bildikçe Rabbini de o nisbette tanır. Kişi nefsini tanıdıkça Allah’ın ahlakı ile ahlaklanma konusunda nefsinin engellerini fark eder ve onlarla mücâdeleye başlar. Bu nitelikli mücâdele, bir müddet sonra evrensel ahlakı kazanma neticesiyle insan-ı kâmil insan kıvamına getirir.

72 Bkz. Tin, 95/4. 73 Bkz. Bakara, 2/30. 74 Bkz. Bakara, 2/138.

“Kendini bilmek, canı bilmek; insanın nefsini, kendini tanıması, kabiliyet ve zaaflarının farkında olmasıdır. Kabiliyetlerini ortaya çıkarıp geliştirmesi, zaaflarını ıslah ile eğitmesidir. Nefsini bilen, tanıyan ve koruyan Hakk’a varır ve cihâd-ı ekbere erer.”75 İnsanın içinde yerleşik vaziyette bulunan nefis, çok defa kendimizden ayrı

düşünülmediği için insan, ya geç bir zamanda kendisini tanımaya yönelmesi gerektiğini fark eder, ya da lütf-u ilahi ile kendini, nefsini tanımaya sevk edilir. Ancak insanların çoğunluğu nefsinden bîhaber yaşamaktadır. Hâlbuki insan iç âlemini keşfetmeli ve zayıf ve kötü yönlerini bu vesile ile iyiye tebdil ettirmelidir. Nefsin hilelerinin kaynağını bilebilmek için nefsin özelliklerine dair malumat sahibi olmak gerekir. “Nefis kendini beğenir, kendine tapar, kendine hayrandır, bencildir, şımarıktır, kibirlidir. Topraktan yaratılmış olduğundan zayıf, çamurdan olması sebebiyle cimri, balçıktan olduğu için şehvetli, pişmiş topraktan olduğu için de cahildir. Zaaf, cimrilik, şehvet ve cehalet onun esas özellikleridir. Nefsin tabiatında yırtıcılık/vahşilik, hayvanlık, şeytanlık ve tanrılık vardır. Nefisteki düşmanlığın, saldırganlığın kaynağı yırtıcılık, oburluğun ve hırsın kaynağı hayvanlık, hilekârlığın ve kurnazlığın kaynağı şeytanlık, büyüklenme ve her şeye tek başına hükmetme arzusunun kaynağı tanrılıktır. Bu dört nitelik sırasıyla köpeğe, domuza, şeytana ve bilge kişiye tekabül eder. Nefis, içinde bunların tamamını barındırır.”76

Tasavvuf temelde kendini arayış sürecidir. Bu arayıştaki ana unsur insanda ilahi bir nefhanın bulunduğu inancıdır. Bunun için sûfîler, kendini bilenin Rabbini de bileceği tezini sürekli dillendirmişlerdir. Bu ilahi nefha ile kendini arama sürecinde imansız elde edilen her malumat çarpıktır. Kutsala, yaratıcıya ulaştığını iddia eden pek çok asılsız ve sapkın görüş mevcuttur. İnsanı gerçek idrake ulaştıracak yegâne bakış açısı iman ile yakalanır.77

Kendimizi tanıma, kendimizi dönüştürmemiz adına atılan en önemli adımdır. “Bu konuda bilgi sahibi olmak, Hakk’a talip olan herkesin üzerine farzdır. Çünkü nefsi hakkında bir şey bilmeyen, başkası hakkında hiçbir şey bilemez. Ulu ve yüce Allah’ı tanımakla mükellef olan kulun nefsini de tanıması lazımdır. Bu suretle hudûsunun sıhhati ile aziz ve celil olan Allah’ın kıdemini öğrenmiş olur. Kendisinin 75 Hasan Kâmil Yılmaz, “Nefis ile Mücâdele Cihâd-ı Ekber”, Diyanet Dergisi, S. 324, Ankara Aralık-

2017, s. 11.

76 Uludağ, “Nefis”, C. XXXII, s. 527.

25 fani bir varlık oluşuna istinat ederek Allah’ın baki olduğunu bilmiş olur. Kur’ân’daki nass bu hususu açıkça ifade eder. Nitekim Hakk Teâlâ buyurur: ‘Nefsi hakkında sefih olan müstesna, İbrahim’in dininden kim yüz çevirir.’78 Burada ‘nefsi hakkında sefih

olan’, ‘nefsi hakkında cahil olan ve kendisini bilmeyen’ demektir. Şeyhlerden biri demiştir ki: ‘Nefsi hakkında cahil olan, başkası hakkında çok daha fazla cahil olur. Peygamber (s.a.v.) ‘Nefsini tanıyan Rabbini da tanımış olur.’ buyurmuşlardır. Yani nefsinin fani olduğunu bilen, Rabbinin baki olduğunu bilmiş olur. Nefsini zilletle tanıyan, Rabbini izzetle tanımış olur. Nefsini ubudiyetle tanıyan, Rabbini rububiyetle tanımış olur da denilmiştir. İmdi bir kimse kendini bilmezse, diğer tüm varlıkları bilme ve tanıma imkânından külliyen mahrum olur.”79

İnsanın Allah’a ulaşmasında en önemli vasıta olan nefsin varlığının, mahiyetinin ve sıfatlarının bilinmesi, kişinin Allah’a olan yolculuğunda vakıf olması gereken en mühim meseledir. Nefsin her ciheti ile bilinmesinin önemi varoluşun temel sancısıdır. İnsanlık var olduğundan beridir, her insan kendini tanımaya yönelik varoluşsal sancılar yaşamıştır. Bu minvalde seyr-u sülûk yolunda önemli bir yere sahip olan nefsi tanımak, nefsin terbiyesi, dönüşümü açısından çok büyük bir adımdır. İnsan nefsini tanıyınca nefsinin durumuna göre muamele eder, onun hilelerinden emin olur, istek ve yönlendirmelerine kanmaz, onun kölesi olmaz, bilakis ona efendilik yapar.

Muhasibî, nefisten gelecek zararları önlemek için, nefis ve onun hilelerinin, hallerinin, özelliklerinin bilinmesi üzerinde durur. Eserinde insanın kendisini, benliğini, nefsini tanımasını sık sık salık vermiştir. İnsan kendini, kalpteki akıl nuru ve tecrübesi ile elde ettiği marifet yoluyla bilir. Bu bilme, biliş, marifet ise kulun nefsi üzerindeki mücâhede ve muhasebesi oranında Allah tarafından verilir.80

Buradan hareketle, kul Rabbini hakkıyla tanıyabilmek için ilk adımı atmak ile mesuldür. Öncelikle kul mücâhede ve muhasebe yapar ve sonrasında Allah’ın yardımı ile marifete ulaşır. Allah’ın yardımı olmaksızın marifet hep nakıs kalır. Kelâbâzî, kulun Allah’ı bilmesi noktasında Cüneyd’e isnad edilen sözü kullanarak iki ayrımda bulunmaktadır. Kelâbâzî’ye göre; marifetin husule gelmesinin hiçbir sebebi

78 Bkz. Bakara, 2/130.

79 Hucvirî, Keşfu’l-Mahcûb, s. 260-261. 80 Muhâsibî, er-Riâye, s. 120, 426-427.

yoktur. Sebep sadece Allah’ın kendisini arife tarif etmiş olması, arifin de O’nu bu tarif ile bilmiş ve tanımış olmasıdır. Bu iki ayrım; ta’arruf (tanınma) yolu ile hâsıl olan marifet ve tarif (tanıtma) yolu ile hâsıl olan marifettir. Ta’arrufun manası şudur; ulu ve yüce Allah kullarına kendisini bizzat tanıtır. Bu nevi marifet hakkında İbrahim (as): ‘Üful edenleri, zevale erip yok olanları sevmem’ demişti. Tarifin manası da şudur; Allah kullarına kudretinin eserlerini afakta ve enfüste, maddi ve manevi âlemlerde gösterir. Bu lütuf sayesinde eşya, kendisinin bir Sani’i bulunduğunu insanlara gösterir. Avamdan olan müminlerin marifeti budur. İlki ise havasın marifetidir. Hakikatte hepsi O’nu O’nunla tanımışlardır.81

Nefsin insanın seyr-u sülûkünde en önemli engel olduğundan ve çeşitli metotlarla yönlendirilerek terbiye edilmesi ve Allah’a vasıl olabileceği bir kıvama getirilmesi gerektiğinden bahsettik. Nefsin kötü huylarının kaybolması ona karşı ciddi bir karşı duruş ve engelleme olması gerektiğine değindik. Nefsi terbiye edebilmek için önce onu tanımak, nasıl bir yapıya sahip olduğunu bilmek gerekir ki etkili bir eğitim olsun. Bu durumda nefis eğitilirken aynı zamanda haklarının korunması da gerekmektedir. Bu ince çizgi, nefsin terbiyesi ve hakkının verilmesi için nefis üzerine ciddi bir eğilimi gerektirmektedir. İnsan ne ile fazlaca meşgul olursa onun hakkında mütehassıs bir hale gelir. Nefsin istekleri konusunda, istenilen şeyin nefsin hazzı mı hakkı mı olduğuna, ancak onu çok iyi tanıyanlar karar verebilir. Zahiri işlerde nefsin hakları açısından hüküm bellidir. Fakat batıni bir meselede kalbe gelen düşünce veya isteğin nefsin hazzı mı hakkı mı olduğuna karar verilemezse samimiyetle Allah’tan bu konuda yardım istenir. Bazı insanlar için nefsin sadece hakkının verilmesi gerekir, hazzını aldığı zaman kişi günaha girer. Sağlam manevi ilme sahip olanlar ise, nefse hazzını da verebilir ve onu kontrol eder. Bu ayrımı yapabilmek için kişinin nefsinin kıvamını, mertebesini ve ahlakını iyi tanıması ve bilmesi gerekmektedir. Aksi halde dini ve manevi işlerinde sıkıntılar yaşar ve fitneye düşer.82

Nefsi tanıma süreci farklı zorluk ve meşakkatleri olan bir süreçtir. Çünkü insanın kendi içindeki iyi ve kötü yönlerini tespit edip karşılaştırarak, tek tek bütün özelliklerini tanıyarak doğru olanı tercih ederek bunu nefse kabul ettirmek kolay bir 81 Kelâbâzî, Ta’arruf,s. 98-99.

27 faaliyet değildir. Nefis, daha önceden verdiğimiz üzere arzu ve isteklerine sıkı sıkıya bağlı, hilesi çok ve güçlü olan bir yapıdadır. İnsanı hakikatlerden alıkoyan nefse karşı yapılan bu eylemler elbette kolaylıkla olmayacaktır.83

‘Yaratılmış olduğu halde nefsini tanımanın yolunu bulamayan kimse, yaratıcı olan Allah’ı tanımaya hiç yol bulamaz. Bir kimse beşeri sıfatlardaki afetleri görmezse, rubûbiyetin sıfatlarındaki latifeleri ve incelikleri nerden bilecekti.’ cümleleri ile nefsi tanımanın önemini ifade eden Tirmizî, insana lazım olan ilk bilginin kendi öz nefsini tanıması olduğunu söyleyen Ragıp el-Isfehânî (v. V./XI. yüzyılın ilk çeyreği) ve kişinin kendisini bilmesi gibi irfan olmaz sözleri ile marifetü’n-nefse işaret eden Yunus Emre (v. 720/1320) temelde aynı noktayı göstermişlerdir.84

Kısacası, insan kendisini tanımak ile mesuldür. Çünkü öncelikle eksik ve fazlalıklarını bilmesi, kendisini dönüştürebilme noktasında en mühim adımdır. Dahası seyr-u sülûk yolunda Allah’a vasıl olmak için bu bilmenin olması zaruridir, zira kendisini dahi tanımaktan aciz olan bir varlık âlemlerin yaratıcısını bilme noktasında yeterli gayret ve performansı gösteremeyecektir. İlaveten klasik tasavvuf kaynaklarımızda uzun bir şekilde bahis olarak işlenen insan ve onun kurtuluşu; hep nefis, nefsin tanımı, mahiyeti, sıfatları, mertebeleri, istekleri, hazzı ve hakkı, terbiyesi, hileleri konu başlıkları ile izah edilmiştir. Bu anlamda kendisinden bu kadar önemle bahsedilen nefsi tanımak her bireyin huzur, saadet ve kurtuluşu için vazgeçilmez bir eylemdir.

83 Safi Arpaguş, “Kötülüğü Emreden Nefisten İtminana Eren Nefse Nefsin Mertebeleri”, Diyanet Dergisi, S. 324, Ankara, Aralık-2017, s. 13.

84 Hür Mahmut Yücer, “Nefsini bilen Rabbini Bildi”, Diyanet Dergisi, S. 324, Ankara, Aralık-2017, s.

I. BÖLÜM KLASİK TASAVVUF KAYNAKLARINDA MÜCÂHEDE