• Sonuç bulunamadı

C. MÜCÂHEDENİN AMAÇLARI

1. Kulluğa Dair Amaçlar

Hiçbir varlık alelâde ve amaçsızca yaratılmamıştır. Her şeyin varlığı ilahî bir gayeye matuftur. Bu sebeple eşref-i mahlûkat olan insanın varlığı da elbette yaradılışındaki güzelliğe nisbetle büyük bir gaye için vardır. Allah mahlûkatı

140 Ali Ayten-Sevde Düzgüner, Tasavvuf Psikolojisine Giriş-Bireysel Arınma ve Güzel Ahlak, Sûfî

Kitap, İstanbul 2017, s. 54-55.

141 Hucvirî, Keşfu’l-Mahcûb, s. 269.

142 Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki'n-Nüfûs, s. 278. 143 Gazzâlî, İhyâ-u Ulûm’id-Dîn, C.III s. 163.

kendisine kulluk etmesi için yaratmıştır.144 Ve insanı hakiki kulluğa erişebilecek

istidatta donatmıştır. Bu istidadı inkişaf ettirmek insanın en mühim vazifesidir. İnsan, bir anda kâmil suretle Allah’a kul olup en güzeli ile kulluğunu ifa edemez. Bunun için çeşitli merhaleleri kat ederek makam ve mertebeleri geçmesi gereklidir. Bu ise mücâhede ve riyâzet yolu ile mümkündür. Bu anlamda mücâhedenin en esaslı amacı olarak, insanı hakiki kul kıvamına eriştirmektir denilebilir.

Nefis; peygamber, veli vs. her insana yerleştirilmiştir. Bütün insanlar için bu nefsi eğitmek temel bir görevdir. Bunun için Allah insana hakkı ile mücâhede etmeyi emretmiş ve insanı bu konuda teşvik ederek mücâhede yapan kulların iyiler, muhsinler zümresinde olacağını ve onları kendi yollarına ulaştıracağını, onlarla birlikte olacağını müjdelemiştir.145 Allah’ın kendisiyle beraber olduğu kimse,

muzaffer olmuş kimsedir. Bu kimse yaptığı mücâhedeye mukabil dünyada Allah’ın kendisini yoluna ileteceği ödülü ile buluşmuştur ve ahiretteki ödüller buna nisbeten kıyas dahi edilemez.146

Mücâhedenin temel amacı kulluk yapmaktır. Bununla birlikte temel gayeden bağımsız olmayıp, o gayeye hizmet eden tali amaçları da vardır. Bu bakımdan “mücâhedenin üç gayesi vardır. İlki, takva sahibi olmaktır. Bu mücâhede, şeriatın emirlerine tam olarak riayet etmek ve kalbi temiz tutmak için nefsi disiplin altına alma esasına dayanır. Buna verâ adı da verilir. İkincisi, istikamet üzere olmak ve itidal yolunda yürümektir. Fatiha’daki ‘sırat-ı müstakime ilet bizi.’ ifadesi bize bu hususu ifade eder. Üçüncüsü, keşf ve ilham sahibi olmaktır. İslam bu maksatla nefsi mücâhede yapmaya teşvik etmez.”147 Mücâhede; muttaki insan olma, mustakîm

olma, keşf ve ilhama ulaşmak gibi gayelerle yapılsa da hepsinin temelinde mücâhedenin Allah rızası için olması gerekir. Çünkü Allah’a vasıl olmak için yapılan her şey bir araçtır.148

Nefsi azgınlaştıran ve isteklerinde ısrarcı olmasını sağlayan en büyük sebep dünya ve içindekilerdir. Dünya bütün cazibesi ile nefsi sınırlarından taşırmak ister.

144 Bkz. Zariyat, 51/56. 145 Bkz. Ankebût, 29/69 146 Tirmizî, Kalbini Bul, s. 90.

147 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 259; Daha geniş bilgi için bkz. Uludağ, “Mücâhede”, C.

XXXI, s. 441.

43 Kendisini kazanmak için uğraşan insanın daha fazla madden ve manen yorulması için peşinde koşturup onu bu suretle meşgul ederken, diğer taraftan kendisine yönelmeyen insanların kendisini istemesi, alışması ve dünyanın tadını alması için en güzel nimetlerini ayaklarına sererek onu meşgul etmeyi ister. Dünya kulun, kulluk iddiasını en derinden sınayan bir imtihandır. Allah’tan gayrı olan her şeyi ifade için kullandığımız masiva kavramına ilerleyen bölümde daha geniş açıdan yer verileceği için burada kısa bilgi ile bırakıyoruz. Mücâhedenin amacı kapsamı bağlamında, “Nefsi terbiye etme ve kontrol altına alma adına yerine getirilen tüm uygulamalar mâsivâ ile mücâdele, ondan uzaklaşma ve onu terk etme amacına matuftur.”149

Dünyanın terki ile maddi ve zahiri perdeleri kaldırarak, esas hedefi berrak bir surette görebilmek mücâhedenin amacıdır. Çünkü esas hedef marifetullaha erişerek kemâlâtı tecrübe etmektir. “O marifet-i ilahiyye hazinesi olan kalple tevhid-i ilahi hazinesi olan sır âleminin uyanması için insanın gece gündüz kendini kontrol altında tutup boşa nefes harcamaması ve hakiki tevhitten mahrum kalmaması için kendini ıslah eylemeye çalışması icab eder ki bu, namaz gibi farz-ı ayındır. Çünkü asıl insanlık ve asıl Müslümanlık o vakit tahakkuk edecektir. Bu nefes sahiplerini bulup nefeslerinde nefes almak pek büyük bir lütf-ı ilahiyeye mazhariyettir.”150Tasavvufun temel gayesi olan marifetullaha erişmek, ancak kalbin arınması ve ilahi nurlarla aydınlanması neticesinde olur ki bunlar da içimizde gizli aşikâr bulunan nefsin ıslahı ile mümkündür. Bu anlamda nefsin terbiye edilmesi insanı, nihai gayesi olan marifetullaha eriştirir. Marifetullaha erişen kulun bulacağı makam ise müşâhede makamıdır. Bu durumda mücâhede marifetullah ve müşâhede makamlarına kulu ulaştırmayı amaçlar. “Sûfîler şöyle derler; Allah bir şeyi teklif ettikten sonra, teklif edilen hususu ifa etmek ve teşvik edilen işleri yapmak için bütün gücünü harcamak kulun vazifesi olur. Kul isteneni yapar ve görevini yerine getirirse, müşâhede halleri vukua gelir. Nitekim bir hadiste: ‘Bir kimse bildiği ile amel ederse, Allah onu bilmediğine varis kılar, bilmediği şeyleri ona öğretir.’ buyrulmuştur. Allah bu konuda şöyle buyurur: ‘Rızamızı kazanmak için mücâhede edenleri yollarımıza hidayet ederiz.’151 (Zahirdeki amel ve mücâhede kuldan, batındaki hidayet,

149 Gürer, Gönül Gözüyle Kur'an İbn Ata Tefsiri, s. 296. 150 Kotku, Nefsin Terbiyesi, s. 41,331.

müşâhede ve marifet Allah’tandır.) ‘Ey iman edenler, Allah’tan korkun. O’nun nezdinde vesile olacak şeyler arayın ve O’nun yolunda mücâhede edin. Ümit edilir ki kurtuluşa erersiniz.’152153

Mücâhede kulu arındırarak, kula saf ve hakikati gören bir kalp kazandırmak suretiyle Allah’a yaklaştırma amacına da sahiptir. Terbiyenin amacı, nefsin Allah’a bir yol tutmasını sağlamaktır.154 Amacını kendi dünyasında bu şekilde belirleyen, bu

amaca yönelen kulun artık iç âlemine dönmesi ve batınını temizlemesi gerekir. Hakim Tirmizî, Hatmu’l-Evliya eserinde Allah’a kul olma hedefini belirleyen insanın iç dünyasının tahlilini vermiştir. Zahiri ile birlikte batınını da temizlemeye gayret eden kul, mübah veya yasak olsun bütün nefsanî şehvetlerinden yüz çevirmeye karar verir. Allah, kulunun nefisten yüz çevirmedeki kararlılığını ve böyle davranmakla neyi amaçladığını bilir. Arınmayla Allah’a ulaşmak, kıyamet gününde halis kullukla O’na mülaki olmak için nefse direnişinde Allah’a karşı samimi olanlar vardır. Allah bu kullarına yollarını açar.155

Mutlak kurtuluş için, gelip geçici olmayan saadet için reçete Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Peygamberin sîreti ve sünneti ve veliyullahın hayatları ile tespit edilmiştir. “Dedim: İlk olarak başlamamı emrettiğin şey nedir? Dedi: Eğitilmekte olan bir kul olduğunu bilmendir. Senin için kurtuluş, ancak efendin Allah’a karşı sakınman ve korunmanla mümkündür. Takva olduğu sürece yitip gitmek, zeval bulmak yoktur. Öyleyse, niçin yaratıldığını dur da bir düşün, an. Bu geçici yurda niçin getirildin? Şunu bil! Sen boşuna yaratılmadın. Başıboş bırakılacak da değilsin. Bu yurda ancak, Allah’a itaat veya isyan edip de sonunda bu yurttan, ebedi azaba ya da ebedi nimete sevk edilesin diye denenmek ve yoklanmak için yaratılıp konuldun.”156

Rabbinin gazabından kurtularak, rızasını kazanma gayesine matuf olan mücâhedenin amaçlarını, Muhasibî, kulluk yapan kulun durumunu kral metaforu üzerinden izah eder. Rabbin için korunan kul; her türlü isteğine ulaşma imkânı olduğu halde bedenini bir rahatsızlığın sarması ile doktorlarla dost olan krala benzetir. Her istediğini yapmazsa ve bunun sıkıntısına dayanırsa hastalığı yenecek 152 Bkz. Maide, 5/35.

153 Kelâbâzî, Ta’arruf, s. 95.

154 Demirli, “Özgürlük Nefsin Arzularına Karşı Durabilmektir”, s. 24-25. 155 Tirmizî, Hatmu’l-Evliyâ,s. 56-57.

45 olan bu kral her türlü perhizi yapmıştır. Ve nihayetinde ödülünü alır hastalıktan kurtulmanın sevinci ve rahatı içerisinde bir ömür sürer. Ahireti arzu eden muttaki mümin de böyledir: Nefsinin her arzusunda, Rabb’inden korkar. Allah’ın rızasını kazanacağını, azabından emin olacağını, hiçbir korku yaşamadan cennet nimetlerinden faydalanacağını, Rabb’inin rızasını elde edeceğini, düşünerek nefsine perhizler uygular ve bu konuda Allah’tan yardım ister. Allah dilese kulu mücâhedesiz de bu makamlara eriştirir fakat O, kulunun mücâhedeye olan sabrı ile sıdkını görmeyi istemiştir. Mücâhedesinde sebatkâr olan kula, Allah yardımı ile yönelir. İstediği helal olmayan şeylerin terkini kolaylaştırır, takvayı sevdirir, sıkıntılarını hafifletir. Bu kul için nefse tahakküm artık bu şekilde kolaylaşır. Çünkü kul, ilk etapta sıkıntılara katlanmış ve her şeye rağmen devam ederek iddiasını ispatlamış ve Allah’ın yardımını hak etmiştir. 157