• Sonuç bulunamadı

C. MÜCÂHEDENİN AMAÇLARI

2. Bireysel Amaçlar

Kendilik algısı yerinde olan bir birey, bunun için nefsinde bulunan istenmeyen kötü vasıfları iyiye tebdil ettirmek ister. Bu ise nefis tezkiyesi ve mücâhede ile olur. Nefsi tezkiye etmekten gaye manevi arınmadır, kötü olan her şeyden kurtularak iyiye yönelmektir.158 Bu yönü ile mücâhede, insanın karakter

eğitimini, mevcut halden istenilen hale doğru verilmesi gereken mücâdeleyi amaçlar.159

İslam dini ve özelde tasavvuf ilminin insana dönük nihai amacı; ‘kendilik algısı gelişmiş, özünü bulan/bilen, çevresine karşı edilgen tavır sergileyen, hayatı anlamlandıran; hülasa, ‘insan-ı kâmil’ olarak muttasıf bir kişilik modeli’ oluşturarak nefsin insanı sürükleyeceği helaktan insanı korumaktır. Bu noktada Hz. Peygamber (s.a.v.) nefsi aşağılamak gerektiğini, onun yükselme gayretlerine engel olunması gerektiğini öz olarak tavsiye etmiştir. Mevlana’nın ifadesi ile geminin içindeki su

157 Muhâsibî, er-Riâye, s. 418-419.

158 Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarîkatlar, s. 43.

gemiyi batırır. Geminin selameti için su geminin içinde değil altında olmalıdır. Nefis, içten insanı yıkacak en büyük güçtür.160

İnsan iyi ve kötü olarak iki zıttı içinde barındırır. Takva ve fücur, isyan ve itaat birlikte yüklenmiştir. Bunu Allah ayette şöyle ifade eder: ‘Nefse ve ona bir takım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülükleri ilham edene yemin olsun ki, nefsini tezkiye eden kurtuluşa ermiş, kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.’161 İnsan bu

zıtlıklar içerisinde iyiye kanalize olarak nefsini eğitmeli ve oldun insan olmayı amaçlamalıdır:162

Nefsin karanlık istekleri ve insanı çektiği büyük handikaplardan kurtararak, ebedi bir saadet vermeyi amaçlayan mücâhede, başı acı sonu saadet ve mutluluk olan bir olgudur. Kuşeyrî Sülemi’den şu sözü nakleder: “Nasrabazî, ‘Nefsin zindanındır. Ondan çıktın mı ebediyen rahat yaşarsın.”163 “Müminin ruhu, onu cennete davet

eder. Çünkü cennetin dünyadaki örneği ruhtur. Nefsi ise onu cehenneme çağırır. Zira cehennemin dünyadaki numunesi nefistir. İlkinin bir müdebbiri ve idarecisi vardır ki, bu tam olan akıldır. İkincisinin de bir güdücüsü ve sevk edeni vardır ki bu da eksik olan hevadır. Ruhu akıl, nefsi arzu idare eder. Birincisinin idare edilmesi doğrudur. İkincisinin idare edilmesi hatalıdır. İmdi bu dergâha talip olanlara lazım olan, daimi surette nefse muhalefet etme yolunda yürümektir. Nefse muhalefet etmekle, ruhu ve aklı desteklemiş olurlar. Yüceliği yüce olan Allah’ın sırrının mahalli de burasıdır. Yani ruh ve akıldır… Zünnun Mısrî (r.a.)(v. 245/1859), ‘Kul için en zor hicap nefsi görmek ve onun idaresine tabi olmaktır.’ demiştir. Zira nefse uymak Hakk’ın rızasına muhalefet etmektir. Hakk’a muhalefet ise bütün hicapların sırrı ve başıdır.”164 Şer

gördüklerimiz, bizler için hayr olabilir. Mücâhede pratikleri bu bakımdan kula zor ve bu sebeple şer gibi görünebilir. Fakat aslında kendi kendine zindan olan nefsin karanlık ve kalın perdelerinden kurtularak cennete ulaşmanın yegâne sebebidir. Çünkü hiçbir güzel sonuca, uğrunda fedakârlık verilmeden ulaşılmadığı, açık, genelgeçer ve tecrübe ile sabit bir bilgidir.

160 Murat Kalıç, “İnsandaki Enfüsi Ve Afakî Boyutuyla Nefis”, Diyanet Dergisi, S. 324, Ankara,

Aralık-2017, s. 23.

161 Bkz. Şems, 91/7-10.

162 Vahit Göktaş, “Tasavvufi Terbiyenin Günümüz Din Eğitim-Öğretimine Sunabileceği İmkânlar”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 52, S. 2, Ankara 2011, s. 138.

163 Kuşeyrî, Kuşeyrî Risalesi, s. 196. 164 Hucvirî, Keşfu’l-Mahcûb, s. 262-263.

47 Gazzâlî’nin mizaçların değişimi hususunda yukarda aktardığımız üzere, mücâhedeyi zor bularak, mücâhede yaptırımlarına yeltenemeyen insanlarda düşünsel anlamda da sorunlar ortaya çıkmıştır. Zira bir işin amel boyutuna geçmeden önce zihinsel olgunlaşma süreci vardır. Zihinde kabullenilmeyip olgunlaşamayan düşünceler, ideolojiler vs. fiiliyatta görünmezler. Mücâhedeyi zihinde halledemeyen insanların düşünsel anlamdaki açmazlarından biri de niyetlerinin kavî olamaması sorunsalıdır. “-Bir müridin ‘niyet edemiyorum.’ sözünün anlamı nedir, diye sordum. Dedi ki: -Bu söz iki manaya gelebilir: Birincisi; belki birisi bunu söyleyen kişiden, bir ihtiyacını karşılamasını istemiştir veya yaptığında sevap alacağı bir şeyi yapmağa davet etmiştir de istenen şeyi veya davet edildiği şeyi yapmağa üşenmiş, yapma arzusu duymamıştır. Bu sebeple kendine kızıyordur. Cimrilik edip de Allah için mal vermek istememesi, kendisinden istenen bir ihtiyacı karşılamağa üşenmesi veya nefsinin, oruç için yemeyi içmeyi bırakıp açlık ve susuzluğa dayanmak istememesi gibi bir durumda, ‘niyet edemiyorum’ yani ‘nefsim arzu ettiğim şeyleri ve yemeyi içmeyi bırakıp açlık ve susuzluğa katlanmamı istemiyor, nefsim henüz bu kıvama gelmedi’ demek ister… İnsanlar nefisleriyle mücâhede etmekle emrolunmuş; nefislerindeki şehvete çağıran içgüdüyü tamamen yok etmekle, şeytanın vesveselerinden tamamen kurtulmakla emrolunmamışlardır. Onlara akıl gibi (değerli) bir yeti verilmiştir. Allah, insanlara akıllarıyla var olan ma’rifet ve ilim nimetlerini vermiştir. (Bu sebeple) insanlar, kendilerinde bulunan içgüdü ve kabiliyetlerle imtihan edileceklerdir. Şeytan da, bu içgüdü ve kabiliyetlere sahip nefse, sevdiği şeyleri hatırlatarak tahrik edicilik yapar. Böylece insanlar akıllarıyla, kendilerine verilen ma’rifet ve ilimle; nefislerini kabartacak şeylerle, şeytanın aldatmacalarıyla ve onun, nefsin arzularına uygun şeyleri daha da süslü göstermek için uğraşmasıyla savaşmak zorundadırlar.”165 Muhasibî’nin de ifade ettiği üzere,

nefsini alt edemeyerek kendisine zor gelen yaptırımlar için, henüz kendisinin o kıvama erişemediğini iddia edip niyet edemediğini söyleyen gürûha karşı, mücâhedenin bu duygu ve düşüncelerin kaybolmasını beklemek olmadığını, bilakis bunlara karşı da mücâdele verilmesi gerektiğini görüyoruz. Dolayısıyla, mücâhede

için, düşünsel anlamda da bir temizleme, düzenleme ve arındırma gayelerinin olduğundan bahsetmek mümkündür.