• Sonuç bulunamadı

4. EBU’L-HASAN EL-EŞ’ARÎ İLE EBÛ ALİ EL-CÜBBÂÎ’NİN HAYATI VE

4.2. Ebû Ali el-Cübbâî’nin Hayatı ve İlmî Kişiliği

1.1.1. Nebî Kavramı

Nebî kelimesi Kur’ân’da tekil ve çoğul olarak toplamda 75 yerde zikredilmektedir.211 Bu kelimenin nereden türediği konusunda Arap dili filologları genel olarak iki görüş üzerinde durmuşlardır. Türemiş olduğu kök hakkındaki ihtilaf sebebiyle iki türlü kıraat oluşmuştur. Bu iki kıratlardan biri, sonu hemzesiz olup

208 Şemsuddin Ebu’l-Avn Muhammed b. Ahmed el-Hanbelî, Levamiu’l-Envari’l-Behiyye, c. 1, s. 80. 209 Vecihi Sönmez, Nübüvvet Tartışmaları, İstanbul 2005, s. 229.

210 Kâdî, Muğnî, c. 14, s. 15, 17–18.

211 Abdülbaki, Mahmud Fuad, el-Mu’cemu’l-Müfehres li-Elfâzı’l-Kur’âni’l-Kerîm, Dâru’l-Hadis,

42

şeddeli ‘ya’ ile biten ‘‘

بينلأ

-en-Nebîyyü”, diğeri ise sonunda “ya” olmayıp hemzesiz biten “

ابنلأ

-en-Nebî-û” dur. Sibeveyhi, birinci kıraati tercih edip ikinci kıraati hoş görmemiştir. İkinci kıraat az kullanılmakta olan bir kıraattir. Zira Mekke ehli dışındaki Arapların tümü nebî kelimesini hemzesiz okumuştur.212

Bu itibarla Nebî kelimesi iştikak ettiği (türediği) kök itibariyle bizlere iki farklı anlam ifade etmektedir:

1- Nebî kelimesi, “İnsana büyük fayda sağlayan önemli haber” mânasına gelen “en-nebê” şeklinde hemzeli olarak okunan bir asıldan türemiştir. Ünlü arap dili filologlarından İbn Manzûr, Ferrâ ve Cevherî bu görüşü savunmaktadırlar.213

Arapçadaki kaideler çerçevesinde, bu kelime daha kolay telaffuz edilebilsin diye kelimenin sonundaki “

أيبنلا

-hemze”, “

بينلا

-ya” harfine dönüştürülmüştür.214 Bu açıdan yorumlandığında Nebî, “

ليعف

–fe‘il” siğasında ism-u fâil mânasında bir sıfat-ı müşebbehedir. Bu takdirde ‘‘

برخلما

-haberi getiren, onu tebliğ eden kişi” mânasına gelmektedir.215 Nebî kelimesi, yukarıda ifade ettiğimiz gibi ism-i fâil mânasında kullanılabildiği gibi hem de ismi-mef‘ûl mânasında dakullanılmaya müsaittir. Bu takdirde, “

برخلما

-kendisine haber verilen kişi” anlamını ifade etmektedir.216

2- “

ةوبنلا

-nebve” kökünden türemiştir. “

ةوبنلا

” kelimesi aslında ‘‘

عفترلماَناملما

- yüksek yer’’ mânasına gelmektedir. Daha sonra bu kelime, Nebîlerin insanlardan üstün konumda olmaları hasebiyle yüksekte olan kişi, büyüklük, üstünlük ve yücelik

212 Mehmet Soysaldı, Kur’an Semantiği Açısından İnançla İlgili Temel Kavramlar, Çağlayan

Yayınları, İzmir,1997, s. 140–141.

213 Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’ân, Beyrût 2002, Dârü’l-İhyâ, s. 503, İbn Manzûr,

Ebu’l-Fadl Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’l-Arab, Beyrût, 1990, c. 1, s. 161-162.

214 İsmâil b. Hammâd el-Cevherî, es-Sıhâh: Tâcü’l-luğa ve Sıhâhul-Arabiyye, Beyrût 1979, Dârü’l-

İlm, c. 6, s. 2500.

215 Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât, s. 503-504; Cevherî, es-Sıhâh, c. 6, s. 2500; Zebidî, Muhammed

Murtaza el-Huseynî, Tâcü’l-Arûs, y.y., 1988, c. 1, s. 444.

43

mânalarında kullanılmıştır. “Nebî” kelimesi, tekil bir isim olup çoğulu “enbiyâ”, “nübea” ve “Nebîyyün” şeklinde gelmektedir.217

Eş’arîde aynı şekilde Nebî kelimesinin, ya “

ةوبنلا

” nebvetten (yüksek yer, mekân) ya da “

أبنلما

” münebbê (Allah tarafından kendisine vahiy ile önemli haberler verilen seçkin kişi)manasına gelen “

أبنلا

” nebê’den türediğini ifade etmiştir.218

Selef âlimlerinden olan İbn Teymiye, birinci mananın ikinci manayı kapsadığınısöylemiştir. Zira Allah’tan bahsedip haber veren, onun adına tebliğde bulunup insanlara bir takım uyarılarda bulunan kişinin insanlar tarafından dinlenmesi için yüksek bir mertebeye sahip olması gerekir. Fakat ikinci mana, birinci manayı kapsamamaktadır. Çünkü makam ve mevkisi yüksek olan herkes Allah ile irtibat kuramaz. Onun adına tebliğ ve irşad vazifesini yerine getiremez.219

Mu’tezile’nin son dönem ulemasından Kâdı Abdülcebbâr’a göre “Nebî” kelimesi yukarıda zikrettiğimiz iki farklı kökten türeyip iki anlamıda ifade edebilir. İsmi-fâil mânasında kullanıldığı takdirde, yüksek makamlara sahip olan, yüce, ulu ve şerefli kişi gibi mânalara gelmektedir.220 Kur’ân’da Hz. Peygamber hakkında

ki,

ًَاّيِل نًَانا مَ مَُها نْع ف ر و

“Biz Onu üstün bir makama yücelttik”221 âyeti bu manayı teyid etmektedir.222 Çünkü Nebîler, Allah’ın yaratmış olduğu en üstün ve en değerli

217 Cevherî, es-Sıhâh, c. 1, s. 74; Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredat, s. 503; İbn Manzûr, Lisanü’l-arab.

c. 1, s. 162-163; Celâlüddin Abdurrahman es-Suyûtî, el-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân, Beyrût 1957, c. 1, s. 723; Kâdî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 567.

218 İbn Fûrek, Mücerredü’l-Makalat, s.180.

219 İbn Teymiyye, Kitâbü’n-Nübüvvât, Beyrût 1985, s. 223.

220 Kâdî, Şerhu’l-Usûli’l-Hamse, s. 567; Teftâzanî, Şerhu’l- Mekasıd, İstanbul 1305/1887, c. 2, s.

138.

221 Meryem,19/57.

44

varlıklardır. Zira onlar seçkin insanlardır.223 “Nebî” kelimesini, Peygamber

olmayanlar hakkında kullanmak caiz değildir.224

“Nebî” kelimesinin kullanışı az olmakla beraber bir diğer mânası da

قيرطلا

حضاولا

-açık, aydın ve düzgün yoldur.225 Zira Nebîler, Allah (c.c.) ile kulları arasında bir vasıta olup, kulları Allah’a ulaştıran sağlam hidayet yollarıdır. Fatiha sûresindeki,

َ يِق تسُلماَ طا رِّصلاَا نِدها

“Bizi sırat-ı müstakime (doğru yola) ilet”226 ayetindeki “yoldan” kastedilenin Hz. Peygamber olduğu ileri sürülmüştür. Meşhur Arap dili bilgini Kisâi de, Nebî kelimesinin yol anlamını ifade ettiğini savunmuştur.227 Bunların haricînde mekândan çıkış228 ve gizli ses229 gibi manaları da vardır.

Ebû Ali el-Cübbâî, yukarıda “Nebî” kelimesinin aslı hakkında verdiğimiz iki şıktan, ikincisini reddedip birinci görüşü tercih etmiştir. Zira O, kelimenin hemzeli bir asıldan geldiğini savunmuştur.230 Dayandığı delil ise şu rivayettir: Bir gün bir

adam Resûlullah (a.s.)’ın yanına yaklaşmış ve ona, “Ey Allah’ın Nebîisi (hemzeli)’’ diye hitap etmiştir. Hz. Peygamber adama yönelerek “Ben Allah’ın Nebîisi (hemzeli) değilim, ancak Allah’ın ‘Nebîyy’siyim (hemzesiz)” demiştir.231 Elimizdeki sağlam

kaynaklarda böyle bir rivayete rastlayamadık. Buna rağmen Cübbâî bu rivayet ile istidlal etmeyi tercih etmiştir. Ayrıca Cübbâî’ye göre, “Nebî” kelimesinin istılâhî manası, Allah’ın yaratmış oldukları insanlar arasında ki en seçkin, en şerefli ve en üstün varlıktır.

223 Cevherî, es-Sıhah, c. 6, s. 2499; Râgıb el-İsfehânî, Mu’cemu Müfredât-i Elfâzi’l-Kur’ân,

Beyrut, t.s., s. 509; Zebidî, Tâcü’l-Arûs, , c. 10, s. 354-355; Firuzabâdî, Muhammed b. Yakûb eş- Şirâzî, el-Kâmûsu’l-Muhît, Beyrût 1991, c. 4, s. 57.

224 Yavuz, Salih Sabri, İslâm Düşüncesinde Nübüvvet, İnsan Yay., İstanbul t.s. , s. 12 225 Firuzabâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, c. 1, s. 27.

226 Fatiha,1/5.

227 Zebîdî, Tâcü’l-Arûs c. 1, s. 122-123.

228 Fayumi, Ahmed bin Muhammed, Misbahu’l-Munir Fi Garibi’l-Şerhi’l-Kebir lil-Rafii, ikinci

baskı, Kum, neşri Hicret, 1414, c.2, s.591.

229 Cevherî, es-Sıhah, c.1, s.74.

230 Orhan Şener Koloğlu, Cübbâî’lerin Kelam Sistemi, Bursa 2005, s. 346. 231 Kadı, Muğnî, c. 15, s. 11-14.

45

Nebî’nin istılâh (terim) anlamında ise genel olarak bir ittifak mevcutur. Ancak ayrıntılara inildiğinde bir takım farklı görüşlerle karşılaşmak mümkündür. Genel olarak Ehl-i sünnet kelâmcıları Nebî’yi şöyle tarif etmişlerdir: “Nebî, Hz. Allah tarafından kullar arasından seçilip Cebrail aracılığıyla insanlara tebliğ etmesi için kendisine vahyedilen seçkin kişidir.”232 Diğer bir değimle, Allah’ın seçtiği

kullarına “ben seni şu kavme veya bütün insanlara elçi olarak gönderdim” yahut “benden onlara tebliğ et” vb. “seni gönderdim” ve “onlara haber ver” gibi bu anlamı ifade edecek sözleri söylediği kimsedir.233 İslâm filozoflarından Tusî ise Nebî

kavramını şöyle açıklamaktadır; “Nebî, Allah’ın kendisine ibadet etme, emirlerini yerine getirme ve yasaklarında uzak durma hususlarını kullarına bildirsin diye göndermiş olduğu insandır.”234

Ayrıca İslâm düşünce tarihinde, nübüvvet meselesini teolojik ve epistemolojik açıdan inceleyen İslâm felsefesinin ilk düşünür ve filozofu Kindî’dir. Kindi’ye göre nübüvvet, din ile felsefe arasında ulfet ve kaynaşmayı sağlayan önemli bir müessesedir. Kindi’den sonraki filozoflar, onu örnek alarak nübüvvet hususuna özel ve ayrı bir önem vermiştir.235 Bununla beraber Farabî’yi de unutmamak gerekir.

Zira nübüvvet meselesini ortaya atıp tartışılmasına vesile olan ve nübüvvet ile alakalı görüşleri felsefeyle uzlaştırmaya çalışan Farabî’dir. Hatta bundan dolayı birçok

232 Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, c. 4, s. 497-498; Cürcânî, et-Tarîfât, nşr. Muhammed

Abdurrahman, Beyrût 2003, s. 328; Seyfeddin el-Âmidî, el-Mübîn fî Şerh-i Elfâzi’l-Hükemâ

ve’l-Mütekellimîn, thk. Hasan Mahmud Şafii, Kahire 1983, s. 121-122; Hilli, Hasan bin Yusuf, el-Babu el-Hadi Aşer, Tahran, Müessesetü Mutalaati’l-İslamî, 1365, s. 34; Sadıkî, Hadi, Der Amedi ber Kelami Cedid, Kum, Kitab Taha ve Neşri Maarif, ikinci baskı, 1383, s. 184; Bahrani,

İbn Meysem, Kavaidu’l-Meram fi İlmi’l-Kelam, Kum, Ayetullah Necefi Mer’aşi Kütüphanesi, ikinci baskı, 1406, s. 122; Fazıl Mikdad, Muhammed bin Hasan, en-Nafi’u Yevme’l-Haşr,

Şerhu’l-Babu Hadi Aşer, Müessesetü Mutalaati’l-İslamî, Tahran 1365, s. 34; Peygamber olacak

kişi, sadece manevî haz ve lezzet alan kimse değil, aynı zamanda tebliğ vazifesi de bulunan özel bir şahsîyettir. Tanrı kendisini, kullarına ancak yaratmış olduğu şeyler ve peygamberlerine vahyettiği sözler ile anlatmıştır. Tanrı ile insan arasında başka bir aracı da düşünülmemiştir. ‘İnsanın kurtuluşu’ fikri ana gayedir. Zaten Peygamberler bu düşünceyi halklarına yaymak için uğraşmışlardır. Bknz.; Mısır’dan Çıkış: 4/28; Yaka, Eyüp, Kur’an’da Ehl-i Kitabın Kendi

Dinlerine Karşı Tutumu, S. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,

Konya, 1994, s. 42; Wach, Joachim, Dinler Tarihi, Bilimsel Bir Disiplin Olarak Kuruluşuna

Teorik Bir Giriş, Çeviren: Fuat Aydın, Ataç Yayınevi, İstanbul, 2004, s. 288.

233 Seyyid Şerif el-Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf, c. 3, s. 388.

234 Nasiruddin et-Tûsî, Keşfu’l-Fevaid fi Şerhi Kavaîdû’l-Âkaîd, thk. Hasan Mekkî, Daru’s-Safvet,

Beyrût 1993, s.269.

46

eleştiri ve tenkide maruz kalmıştır.236 Farabî’ye göre nübüvvet müessesesi, insan aklı

ile faâl akıl arasındaki iletişime aracılık etmektedir.237 Ancak şunu da belirtmeliyiz ki

Farabî, peygamberlerin bilgi seviyelerinin filozofların bilgi seviyesinin altında olduğunu ve peygamberlerin küllî hakikatlerde bilgi sahibi olmadığını iddia etmiştir. Bundan dolayı İzmirli İsmail Hakkı, Farabi’nin Aristo ve Eflatun’u peygamberlerden daha üstün tuttuğunu ifade etmiştir.238

Eş’arî’ye göre ise Nebî, “Allah’ın kendisini özel olarak bir topluluğa veya genel olarak tüm insanlığa göndermiş olduğu seçkin kişi”dir.239 Bazı Batılı

araştırmacılar, ‘Nebî’ kelimesinin İbranice deki “Nabeya” kavramından geldiğini iddia ederler. Ancak bu iddia pek yerinde değildir. Zira incelemeler kelimenin, gerek şekil gerekse kök bakımında Arapça bir kelime olduğunu göstermektedir.240 Her ne

kadar Eş’arî, eserlerinde nübüvvet meselesine çok fazla değinmese de onun nübüvvet meselesiyle alakalı görüş ve düşüncelerini İbn Fürek’in “Mücerredü Makalati’ş-Şeyh

Ebi’l-Hasen el- Eş’arî” adlı kitabında görmekteyiz. Zira Eş’arî, “Makalatu’l İslâmiyyîn” adlı eserinde ayrıntıya girmeyip sadece, Mu’tezile’den bazı grupların,

Mürcie ve Şiâ’nın nübüvvet ile alakalı görüşlerini aktarmaktadır. Yine aynı şekilde “el-Lüma”, “el-ibane”, “İstihsânu’l-Havd fi İlmil-Kelâm” ve “Risâle ilâ Ehli’s-Sağr” adlı eserlerinde nübüvvet hususuna değinmemektedir.241

Ancak Eş’arî, 290/910 veya 300/912 yıllarında ‘Babu’l-Ebvab’ halkına hitap ederek kaleme aldığı risalesinde nübüvvet meselesine ayrıntılı bir şekilde değinmiştir. Şöyle ki; “Allah-u Teâlâ Hz. Muhammed’i bütün insanlara gönderdiği zaman bu insanlar: kendi uydurduklarını da kitaplarına dâhil eden ehli kitap, aklı hâkim kılan felsefeciler Allah’ın Resûlünün bulunmasını inkâr eden Brahmanlar, bu dünyanın ebedi olduğunu iddia eden Dehriler, Mecusiler ve Putperestlerdir. Hz.

236 Hilmi Ziya Ülken, İslam Felsefesi, Kaynakları ve Tesirleri, Türkiye İş Bankası Kültür yay,

Ankara 1967, s. 53.

237 İlhan Kutluer, “Berahime’den İbn Sina’ya Nübüvvetin İnkâr ve İspatı”, Akıl ve İtikad İçinde,

İz yay, İstanbul 1998, s. 87; bknz. Yaşar Aydınlı, Farabi’de Tanrı İnsan-İlişkisi, İz yay, İstanbul 2000, s. 130-133.

238 Yusuf Şevki Yavuz, Eş’âri, DİA, c. 11, s. 109. 239 İbn Fûrek, Mücerredü’l-makalat, s. 175.

240 Mehmet Soysaldı, Kur’an Semantiği Açısından İnançla İlgili Temel Kavramlar, Çağlayan yay,

İzmir,1997, s. 141; Ömer Mahir Alper, İslam Felsefesinde Akıl-Vahiy, Felsefe-Din İlişkisi, Ayışığı Kitapları, İstanbul 2000, s. 118.

47

Peygamber bunları hakka davet etti. Bunlara deliller getirdi, sonra Hz. Peygamberin ashabına bildirdiklerine kimse muhalefet etmediğini, bilakis onun geçmiş ve gelecek hakkında verdiği bilgileri kabul edip anında onu tasdik ettiklerini, kendisinden sonra Nebî gelmeyeceğini delilleriyle açıklamıştır”242