• Sonuç bulunamadı

Ebu’l-Hasan El-Eş’arî’ye Göre Nübüvvetin Gerekliliği

4. EBU’L-HASAN EL-EŞ’ARÎ İLE EBÛ ALİ EL-CÜBBÂÎ’NİN HAYATI VE

1.2. NÜBÜVVET İLE İLGİLİ DOLAYLI KAVRAMLAR

2.1.1. Nübüvvetin Hükmü, İmkân ve Gerekliliği

2.1.1.3. Ebu’l-Hasan El-Eş’arî’ye Göre Nübüvvetin Gerekliliği

Peygamberlerin gönderilmesinin gerekli olup olmaması toplumun ve bireylerin Peygamberlere ihtiyaç duyup duymamasına bağlıdır. Şayet böyle bir ihtiyaç var ise bunun hangi alanlarda olduğuna ve nasıl giderilmesi gerektiğine dair bu mesele enine boyuna ele alınmıştır. Beşerin Peygamberlerin gönderilmesine muhtaç olduklarını savunan İslâm âlimleri, insanların gerek piskolojik açıdan gerekse sosyal açıdan zayıf olduklarını ve bu zaafları sebebiyle Peygamberlerin yol

657 Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf, c. 3, s. 414. 658 Cürcânî, Şerhu’l-Mevakıf, c. 3, s. 414. 659 Kadı, Muğnî, c. 15, s. 38.

132

göstericiliğine ihtiyaç duyduğunu belirtmiştirler. Zira insanın vahiyden yoksun bir şekilde tek başına akıl ile Allah’a ulaşabilmesi mümkün gözükmemektedir.

Bu hususta Kur’an bizlere, Hz. İbrahimin kıssası üzerinde mesajı vermiştir. Nitekim Hz. İbrahim, aklı ile Allah’ı bulmaya çalışmış, yıldızlara ve güneşe yönelip bir takım tasvirlerde bulunmuştur. Ruh dünyasında yapmış olduğu tüm bu münakaşa neticesinde Cenab-ı Hakk’ı, kalbine beliren kudsî işaretlerle bulabilmiştir.660

Cenab-ı Hakk’ın Peygamberler göndermesinin bir diğer önemli sebebi de beşerin ahlâken yetersiz ve irade bakımından zayıf olmasıdır. Zira insanoğlunun, kâinat ile uyum halinde, olgun ve vakur bir yapıya sahip olması gerekmektedir. Bu gelişmelerin gerçekleşebilmesi için ruh âlemine uygun bir çevre zemininin olması gerekmektedir. Fakat Kur’an’ın “bâtıl” olarak nitelendirdiği birtakım sapmalar ister istemez bu tabî gelişimi olumsuz bir şekilde etkilemiştir.

İlk insan ve ilk peygamber olduğuna inanılan Hz. Âdem’in Peygamber olarak görevlendirilmesindeki temel gaye, insanlara yol gösterip eksikliklerini gidermek ve onları kemal mertebesine ermeleri için desteklemek ve yardımcı olmaktır. Şunun altını çizmek gerekir ki, Cenab-ı Hakk’ın Peygamberler göndermesi daha çok beşerin sapıp azgınlaştığı dönemlerde olmuştur. Hz. Âdem’den sonraki zamanlarda da devam eden bu kötü gidişat, telafisi mümkün olmayan bir hal alınca, Peygamberler zincirine yeni halkalar eklenmiştir. Hz. Âdem ile başlayan bu nübüvvet zincirine Hz. Muhammed’de eklendikten sonra nübüvvet son bulmuştur.661

Özellikle günümüz insanlarının bir kesimi Cenab-ı Hakk’ın varlığını kabul etmekle beraber Peygamberler hakkında şüpheye düşüp inkâra gitmişlerdir. Zira Cenab-ı Hakk’ın varlığının delilleri, Peygamberlerin nübüvveti ispat konusundaki delillerinden daha kuvvetlidir. Bu nedenle filozofların bir kısmı Cenab-ı Hakk’a iman etmekle beraber Peygamberlerin varlığını reddetmiştir.662 Filozofların bu

konuda öne sürdükleri delillerden biri de insan aklının iyiyi kötüyü birbirinden ayırtetme noktasında Peygamberlere ihtiyaç bırakmayacak derecede yeterli

660 Enam, 75-83.

661 Ahzâb 33/40.

133

olmasıdır. Böyle bir durumda Peygamberlerin gönderilmesinin abes olacağı ve bunun Cenab-ı Hakk’ın hikmetine ters düşeceği iddiasıyla nübüvveti inkâr etmişlerdir.663

Bunlar şöyle bir mantık yürütürler; Peygamberlerin beşere getireceği vahyi, akıl ya idrak edebilir ya da edemez. Akıl bunları kavrayabilecek olursa, Peygamberlerin gönderilmesine ihtiyaç kalmaz. Şayet akıl kavrayamayacaksa o zaman da Peygamberlerin bu bilgileri getirmesini abes olur. Her halükarda zayıf yaratılmış olan insanın sadece akıl ile Cenab-ı Hakk’ın muradını algılayabilmesi ve bu muradın gereği olan emir ve yasakları hayatına geçirmesi imkânsızdır. Çünkü umuru-uhrevî gaybîdir. Gaybî bilgiler ise ancak Peygamberin haberdar olabileceği şeylerdir.664 Duyular ve akıl, Cenab-ı Hakk’ı algılayabilmede yetersiz olup ilgili

konularda varacakları yer sınırlıdır.665 Bununla beraber Peygamber olduğunu iddia

eden kişilerin uygulamaları akl-ı selim dediğimiz Kur’anî akla uygun olmalıdır. Zira vahyin muhatabı akıldır. Aklı ortadan kaldırdığımız takdirde otomotik olarak vahiy de ortadan kalkmış olur.

Eş’arî, aklı iyilik ve kötülüklerinin tespitinde belirleyici kabul etmemiştir. Zira insan aklı, her ne kadar akıl ile taalluku olan hükümlerin bir kısmını ve dünya işleriyle alakalı diğer bir takım şeyleri kavrayabiliyorsa da şeriatın koymuş olduğu kanun ve kuralları bir Peygamber tarafından kendisine tebliğ edilmeden anlamaktan aciz kalmıştır. Dolayısıyla bir şeyin iyi veya kötü olması ancak vahyin bildirmesiyle gerçekleşir.666 Bu sebeple insanoğlu, ancak kendisine bir Peygamber gönderildiğinde

ve bu peygamber gereken tebliğ vazifesini yerine getirdiğinde şeriatın değerlendirmesine tabi tutulur.667

663 Bâkıllânî, Kitâbü’t-Temhid, s. 104. 664 Mâtürîdî, Kitâbü’t-Tevhîd, s. 226, 229. 665 Râzî, Kitâbü’l-Erbaîn fî Usûlid-din, s. 98.

666 Cüveynî, Kitâbü’l-irşad ilâ kavâtıi’ledilleti fi usûli’l-i’tikâd, thk. Esad Temim, Müessesetü’l-

Kütübi’s-Sekafiye, Beyrût 1985, s. 233.

667 İbrahim Özdemir, “Eş’arîler’de Kelâmî Ta’lîl”, Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,

134

Yüce Allah, insanlara lütuf ve ikramda bulunarak bir hikmete binaen onlara Peygamberler göndermiştir.668 Bu eylem kendisine aklen zorunlu olmayıp imkânsız

da değildir.669 Çünkü Peygamber göndermek O’nun fiillerinden biridir. Diğer fiilleri

hangi hükme tabi ise nübüvvette ona tabidir. Dolayısıyla O’nun diğer fiillerinin mümkün olduğu hususunda herhangi bir ihtilaf söz konusu olmadığına göre nübüvvette imkân dairesinde olup mümkinattandır. Vacip veya mustahil değildir.670

İbn Sina, peygamberin gerekliliği hususunu sosyo-politik sebeplere bağlamaktadır. İnsan yaratılışı gereği sosyal bir varlıktır. Fakat böyle olması onun, insanlarla bir araya gelip birbiriyle kaynaşması için yeterli değildir. Zira sosyo- politik düzenin kurulması için bazı kurallar vardır. Bunlar yerine getirilmediği zaman haksızlık ve zulmün önünü almak mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla toplumda adalet-zulüm, doğru-yanlış, iyi-kötü değerlerini objektif ve sistematik bir şekilde hayata uygulayacak kural koyucu bir peygambere ihtiyaç vardır.671