• Sonuç bulunamadı

NAZAR DEĞMESİNİN GERÇEKLİLİĞİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Belgede Kuran ve sünnette nazar (sayfa 69-77)

Buraya kadar olan bölümlerde nazarın tanımını, mahiyetini ve nazarla alakalı ayet-

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

II. NAZAR DEĞMESİNİN GERÇEKLİLİĞİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Kelam ilminin gayesi; itikadi hükümleri kesin delillerle ispat ederek şüpheleri ortadan kaldırmak ve kişileri yakini imana ulaştırmaktır.202 Bu yönüyle itikadi esasların tespit ve tayini, dinin temel hükümlerin bilinip inanılması açısından son derece önemlidir. Allah Teala, Kur’an-ı Kerim’de çeşitli vesilelerle itikadi hükümleri saymış ve bunlara iman etmemenin küfrü gerektirdiğini beyan etmiştir.203 Ehl-i sünnet tarafından imana konu olan hususların “altı” olduğu kabul edilmiştir. Tabii ki bu sınırlandırma, iman esaslarının tamamının bunlardan ibaret olduğu anlamında değil, müminlerin inanacakları esasların kolayca formüle edilmesi anlamına gelmektedir.204

İslam dinin temel kaynakları Kur’an ve onu en güzel şekilde açıklayan Peygamber Efendimizin Sünneti’dir. İslam’ın bu iki kaynağı, onun insanlığa getirdiği bütün ilkelerin

199 Tabersi, eş-Şeyh Ebu Ali el-Fadl b. el-Hasan, Mecmeu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, Menşuratü Dari

Mektebeti’l-Hayat, Beyrut, trs., 13/90-91.

200 Tabersi, a.g.e.,13/90-91 201 Tabersi, a.g.e., 19/36 202 Gölcük, Toprak, a.g.e., s.22 203 Bakara, 2/177 ; Nisa, 4/136

204 Yücedoğru, Tevfik, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 19, İtikadi İlkelerin Tespiti, Bursa,

koyucusu ve devamının garantisidir. Özellikle itikadi ilkelerin oluşturulmasında başvurulan temel kaynaklar da bunlardır.

İtikadi ilkelerin tespitinde ilk önce başvurulacak kaynak hiç şüphesiz Allah’ın kelamı olan Kur’an-ı Kerim’dir. Çünkü bütün temel prensipler ondan çıkarılır. Kur’an, Peygamber Efendimizden günümüze kadar her türlü tebdil, tağyir ve tahriften korunmuştur. Bundan sonrada kıyamete kadar da korunacaktır. Nitekim “Kur’an’ı biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız,”205 ayetinden onun koruyucusunun bizzat Allah Teala olduğu anlaşılmaktadır.

Kur’an’ın itikadi ilke olarak değer kazanmasının en önemli yönü Allah Teala’dan vahiy yoluyla indirilmiş olmasının yanı sıra mütevatirliğidir. Kur’an’ın bu yönü kelam ilmi açısından çok önemlidir. Çünkü hiçbir telkin, yönlendirme ve zorlama olmaksızın büyük bir topluluğun hep bir ağızdan aynı lafzı aktarmaları ve bu aktarmada oldukça titiz davranmaları bilgi değer açısında itibar edilmesi gereken bir durumdur.

Kur’an’ın tamamına inanmak imanın bir gereği ve her müminin de görevidir. Fakat bu onda var olan her şeyin itikadi bir hüküm olduğu anlamına gelmez. Eğer böyle olmuş olsaydı içerik tartışmalarının tamamı küfür ve ilhad veya an azından bidat bir davranış olarak değer kazanırdı. Hâlbuki Kur’an üzerinde yapılan içerik tartışmalarının bu şekilde algılanmadığı hatta bu gibi çalışmaların teşvik edildiği bilinmektedir. Kur’an’da ki bir hususun itikadi değer kabul edile bilmesi için çeşitli şartlar vardır:206

1- Sübutu kat’i, manaya delaleti kat’i olmalıdır. Yani hem ortaya çıkışı hem de neye işaret ettiği konusunda hiçbir şüphe bulunmayan hususlardır. Allahın varlığına ve birliğine iman, peygamberlere, ilahi kitapların ve Kur’an’ın Allah (c.c.) tarafından gönderildiğine, ahiret gününün mutlaka gerçekleşeceğine, meleklerin varlığına iman gibi itikadi ilkelerin yanında namaz, oruç, hac ve zekât gibi İslam’ın temel ibadetlerinin ve ahlak kurallarının farz oluşunun birer inanç esası olarak kabul edilmesinin kaynağı bu ilkedir.

2- Sübutu kat’i, manaya delaleti zanni olan hususlar. Yani ortaya çıkışında hiçbir ihtilaf olmamakla birlikte delalet ettiği şey hakkında ihtilaf edilen hususlardır. Sübutu kat’i, manaya delaleti zanni olan Kur’an ayetlerinin önemli bir kısmını müteşabih diye isimlendirilen ayetler oluşturur. Bunların lafzına ve sübutunun kesinliğine inanmak vacip olup; inkârı ise küfrü gerektirir. Fakat ne manaya geldiğinin yorumunda, delaletinde ihtilaf bulunduğu için kimin veya hangi mezhebin yorumu benimsenmiş ise o kişiyi o yorum

205 Hicr, 15/9.

bağlar; diğer kişileri bağlamayacağından din-i müevvele uymak hiç kimseye vacip değildir.207

Bütün bu açıklamalar ışığında, nazarın hak olduğu konusunun Kur’an’da, itikadi ilkelerin dayandığı prensip uyarınca sübutu kat’i, delaleti kat’i bir şekilde yer almadığını görüyoruz. Bahsi geçen Yusuf suresinde ki “Dedi ki, (Yakup (as)): Oğullarım, hepiniz bir kapıdan girmeyin. Ayrı ayrı kapılardan girin. Bununla beraber, Allah katında size bir faydam olmaz. Hüküm ancak Allah’ındır. Ben, O’na tevekkül eltim. Tevekkül edenler de yalnız O’na tevekkül etsinler. Babalarının kendilerine emrettiği yerden girdiler. Bu, Allah katında onlara bir fayda sağlamazdı. Ancak Yakup içindeki dileği meydana çıkarmış oldu. O, şüphe yok ki, kendisine öğrettiğimiz için ilim sahibi idi. Ama insanların çoğu bitmezler.”208 Ayetlerin nazara delaleti kat’i değildir. Çünkü Yusuf (a.s.) oğullarına “hepiniz aynı kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin” derken bunu niçin söylediği ayette açıkça yer almamaktadır. Bunu nazar değmesinden korktuğu için söylediğine dair tefsirler ise yoruma dayanmaktadır. Yorum üzerine de itikadi hüküm bina etmek mümkün değildir. Kaldı ki bu yoruma itiraz eden âlimlerde vardır. Bu yönüyle ayetin manaya delaleti zannidir.

Yine kalem suresinde yer alan “Doğrusu o küfredenler, Kur’an’ı işittiklerinde, az kalsın seni gözleriyle devireceklerdi ve o, mutlaka bir delidir, diyorlardı. Hâlbuki o (Kur'an), âlemler için öğütten başka bir şey değildir.”209 Ayetleri de yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi, manaya delaleti zanni bir şekilde nazar konusuna işaret etmektedir. Çünkü “gözleriyle seni devireceklerdi” ibaresinin delalet ettiği mana açık olmayıp kâfirlerin nazar değdirmek için Peygamber Efendimize baktıkları tefsiri de yoruma dayanmaktadır. Nitekim yorum üzerine itikat bina edilemeyeceğini yukarıda ifade etmiştik.

Her iki surede yer alan ayetlerin nazar değmesine işaret ettiği yorumunun oluşmasında ilk dönem müfessirleri olarak da kabul edilen İbn Abbas, Mücahit, Katade, Dahhak, Muhammed b. Kab, Süddi ve İbn İshak’dan gelen rivayetler etkili olmuştur. Çünkü daha sonra gelen müfessirler de oluşan bu yorum çerçevesinde ayetleri tefsir etmişler ve görüşlerini konuyla alakalı hadis-i şerifleri zikrederek ispatlamaya gayret göstermişlerdir.

İtikadi ilkelerin tespitinde Kur’an’dan sonra başvurulan ikinci kaynak da hiç şüphesiz Kur’an’ın şerh ve izahı olan Peygamber Efendimizin sünnetidir. Çünkü Kur’an

207 Cüveyni, İmamu’l-Haremeyn, el-İrşad ile Kavatı’i’l-Edilleti fi Usuli’l-İ’tikad, Kahire, 1950, s. 418 . 208 Yusuf, 12/67-68.

Hz. Peygamber (s.a.v.)den gelen emir ve nehiylerin tartışmasız kabulünü emrederek: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladı ise ondan da sakının. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çok çetindir”210 buyurmaktadır. Bu ve benzeri ayetlerde gösterilen doğrultuda Hz. Peygamber (s.a.v.)in tebliğ ettiği şey, Kur’an ilkelerinin müminin hayatına eksiksiz aktarılmasını temin ve bu hususların doğru anlaşılmasını izahtır. Gönderilmiş olan ilkelerin açıklaması Hz. Peygamber’e bırakılmış ve onun yapmış olduğu izah ve açıklamaların din olarak değer kazanacağı bildirilmiştir. Ancak hadislerde, ameli-tatbiki konularda izah ve açıklamalar geniş yer tutmakla birlikte, itikadi konularda buna aynı derecede yer verilmediği görülmektedir. Gaybi alanı ilgilendiren bu saha, daha çok vahiy ile bildirmeyi gerekli kılmakta ve inanılması gerekli olan hususları içermektedir. Yinede birçok itikadi konuda nakledilmiş hadis mevcuttur. Bu hadislerin kelam ilmi açısından ifade ettiği anlamı değerlendirmek gereklidir.211

Hicri üçüncü asra, yani hadislerin kitaplara da toplanmaya başladığı döneme kadar hadis âlimlerinin yapmış olduğu tasnifler diğer ilim erbabınca da kabul görmüştür. Buna göre; hadisler rivayet yönünden üç ana başlık altında toplanır: Mütevatir, Meşhur ve Ahad.212

Mütevatir hadis, başlangıçtan itibaren bu üç asırda yalan üzerinde birleşmelerini aklın kabul etmediği çok sayıdaki topluluğun bir birinden rivayet ederek Hz. Peygamber’den (s.a.v.) naklettikleri hadislerdir. Mütevatir hadisler, Kur’an ölçüsünde olmamakla birlikte ilahi birer hikmettirler. İman ile küfür arasında bir ölçü sayılırlar, mucibice itikat ve amel gerekir. Mütevatir hadislerden şüphe ve tereddüt asla caiz değildir.213

Meşhur hadis, başlangıçta “ahad” hadis durumunda olduğu Hz. Peygamber’den bir veya birkaç kişi tarafından rivayet edildiği halde, daha sonra iki ve üçüncü asırlarda tevatür derecesine ulaşarak şöhret bulan hadislerdir. Meşhur hadisler, esasında bir veya birkaç kişinin rivayetine istinat ettiğinden zaruri ve kesin bilgi vermez.214 Zanni ilim oluşturdukları için meşhur hadisi inkâr eden tekfir edilmez, belki Hz. Peygamber’e saygısızlık olarak görülebilir. Bu tür hadisler, hidayet ve dalalet ölçüsü olarak alınabilir ama iman küfür ölçüsü olarak alınamaz.215

210 Haşr, 59/7.

211 Yücedoğru, a.g.m., s. 54.

212 Kandemir, M. Yaşar, DİA., “Hadis maddesi” 213 Gölcük, Toprak, a.g.e., s. 81-82.

214 Gölcük, Toprak, a.g.e., s. 82. 215 Yücedoğru, a.g.m., s. 59.

Ahad hadis, Hz. Peygamber’den bir veya birkaç kişi tarafından rivayet edilen ve ilk üç asırda hiçbir şekilde tevatür ve şöhret derecesine ulaşmayan hadislerdir.216 Ahad hadislerin gereğince amel edilip edilmeyeceği ameli mezhepler arasında tartışmalıdır. Bu hadislerin hangi şartlarla kabul edilmesi gerektiği, Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbelî mezheplerinin mezhep olma ayrıntılarını meydana getirir.217 Hadisçiler, güvenilir ve adil bir ravinin rivayet ettiği haber-i vahidi prensipte kabul etmekle beraber haberin Kur’an’ın muhkem nassına, mütevatir sünnete, icmaa, akla, tarihen sabit olmuş hadiselere, tecrübe ve müşahedeye aykırı olmaması gerektiğini belirtirler.218 Muhaddislerin çoğunluğuna göre, makbul olan ahad haberlere itibar ederek amel etmek gerekir, gereğince amel vaciptir. Ancak ahad hadislerin itikad belirleyemeyeceği konusu genel bir kanaattir. Eşariyye, Maturidiyye ve Mutezile haber-i vahidlerin ilim değil zan ifade ettiği görüşündedirler. Ahad hadisleri kabul etmeyen kişiler tekfir edilemez. Bu hadisler iman-küfür sınırı oluşturmadığı gibi hidayet-dalalet sınırı da oluşturmazlar.219

Çağdaş ilim adamlarından Muhammed el-Cabiri, “ilim ifade etmez, amel gereklidir” sözünü şöyle izah eder: Bu haberin nefsin mutmain olduğu bir kanaati gerektirmediği, sadece zan ifade ettiğidir. Bunun için bu tür haberlerden duyulan kuşku dini açıdan günah olarak kabul etmez. Fakat haber-i vahid amel ifade eder yani ibadet ve hukuki ilişkiler konusunda ifade ettiği fıkhi hükmün yerine getirilmesi zorunludur.220

Hadislerle ilgili yaptığımız bu genel değerlendirmeden sonra hadisleri itikadi açıdan delil olup olmaması yönüyle şu dört kısma ayırmak mümkündür:

1- Hem sübutu hem de manaya delaleti kat’i olanlar. Yani manaları açık olan mütevatir hadisler.

2- Sübutu kat’i, manaya delaleti zanni olan hadisler. Tevatür yoluyla nakledilmekle beraber manaya delaleti açık olmayıp, kastedilen manası üzerinde ihtilaf olan hadislerdir.

3- Sübutu zanni, manaya delaleti kat’i olan hadisler. Manaları açık olmakla beraber ortaya çıkışı, Hz. Peygamber’e aidiyetinin zan ifade ettiği hadisler. Haber-i vahidler bu sınıfın içerisinde yer alır.

4- Sübutu zanni, manaya delaleti zanni olan hadisler. Ne manaya geldiği açık olmayan haber-i vahidlerdir.

216 Gölcük, Toprak, a.g.e., s. 82; Yücedoğru, a.g.m., s. 60. 217 Yücedoğru, a.g.m., s. 60.

218 Ertürk, Mustafa, DİA, “haber-i vahid maddesi”, XIV/351. 219 Yücedoğru, a.g.m., s.61.

220 Cabiri, Muhammed, Arap-İslam Kültürünün Akıl Yapısı, çev. Burhan Köroğlu, Hasan Hacak, Ekrem

Bu açıklamalar ışığında burada şunu belirtmemiz gerekir ki; nazarın hak olduğunu ve nazar değmesinin nasıl tedavi edileceğini haber veren hadis-i şerifler tevatür seviyesine ulaşamamış ahad rivayetlerdir. Hadislerin itikadi açıdan delil olup olmaması yönüyle yukarıda yapılan sınıflandırmada nazarın hak olduğu konusu sübutu zanni manaya delaleti kat’i kısma girer. Çünkü ahad hadislerin Peygamber (s.a.v.)e aidiyeti hususunda şüphe söz konusudur.

Mütevatir hadislerin itikat belirlemede nakli bir delil olarak alınmasında her hangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Ancak kelam âlimleri arasında tevatür derecesine ulaşmamış ahad hadislerin itikadi bir değer ifade edip etmemesi konusu tartışmalıdır.

Selef âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre, ahad haberler ümmet tarafından sahih kabul edilip rivayet edilmişlerdir, bu yüzden manen mütevatir kabul edilirler ve itikadi sahada da kesin delil olarak alınırlar.221

Selefin öncüsü olan Ahmed b. Hanbel teslimiyetçi bir anlayışla ashab, tabiin ve tebeu’t-tabiin tarafından nakledilen ahad haberlerin, ister akaide ister fıkha ve ahlaka dair olsun kesin delil kabul edilmesi gerektiğini söylemiş, sahih yolla gelen bu haberleri dikkate almayan Cehmiyye ve Mu’tezile’yi şiddetle eleştirmiştir.222

Müteahhir Selef hareketinin en önemli temsilcisi sayılan İbn Teymiyye (v. 728/1328), muhaddislerin sahih kabul ettiği ahad haberlerin bütün âlimler nezdinde olmasa bile hadis uzmanları nezdinde en azından manaca mütevatir sayıldığını belirterek akaidin her meselesinde kesin delil teşkil ettiğini savunmuş ve hadis otoritelerinin değerlendirmelerini ahad haberlerin kesin bilgi kaynağı oluşunda önemli bir karine olarak görmüştür. Ona göre sahih bir yolla sabit olan hiçbir haber-i vahid akla aykırı değildir. Akaid konularında akla aykırı görülerek reddedilen haber-i vahid sahih yolla sabit olmuşsa akli bilginin doğruluğu tartışmalıdır. Bu sebeple “akl-ı vahide dayanarak sahih olan haber-i vahid reddedilemez.” Ancak apaçık akli ilkeye aykırı bilgiler ihtiva eden haberlerin uydurma olduğunda şüphe yoktur.223

Mutezili mezhebi, haber-i vahidin itikadi konularda delil olamayacağı, itikad oluşturmayacağı, zanni bilgi içerdiği, yanlış ve yalan ihtimali taşıdığı görüşünü benimsemişlerdir.224

Mutezile mezhebinin kurucusu kabul edilen Vasıl b. Ata (v. 131/748) haberin bilgi kaynağı olabilmesi için sübut ve mana yönünden incelenmesi gerektiğini söyleyen ilk

221 Yücedoğru, a.g.m., s. 64; Yavuz, Yusuf Şevki, DİA, “haber-i vahid maddesi”, XIV/354. 222 Yavuz, a.g.m., XIV/354.

223 Yavuz, a.g.m., XIV/354.

kişidir.225 Yine Mu’tezile’nin ikinci kurucusu sayılan Amr b. Ubeyd (v. 144/761) bilginin kaynağı olarak öncelikle akla daha sonra mütevatir habere güvenilmesi gerektiğini söylemiş, haber-i vahide bilgi kaynağı nazarıyla bakılamayacağını savunmuştur.226

Maturidi mezhebinin öncüsü İmam Ebu Hanife “Allah’ın Peygamberi, Allah’ın kitabına muhalefet etmez, Allah’ın kitabına muhalefet eden kimsede Allah’ın Peygamberi olamaz” düşüncesinden hareketle Kur’an’a aykırı bilgiler ve hükümler içeren ahad hadislerin kabul edilmemesi gerektiğini söylemiştir.227 Maturidi mezhebinin kurucusu olan Ebu Mansur el-Maturidi, haber-i ahadın Hz. Peygamber’e aidiyeti hususunda tereddüt bulunduğuna dikkat çekerek ravilerin durumlarının incelenmesi ve haberin açık naslarla karşılaştırılıp muhtevasının incelenmesi gerektiğini söyler.228 Ebu’l-Yusr el-Pezdevi (v. 494/1100) ise mütevatir haberin dışında kalan meşhur ve ahad haberlerin yalana ihtimali olması sebebiyle reddedilmesi gerektiğine hükmeder.229

Maturidi mezhebinin haber-i vahid karşısındaki genel tavrı, birkaç raviden nakledilmiş hadislerin üstüne itikad bina edilmemelidir. Bu ravi çok samimi ve çok sikada olabilir. Fakat insan denen varlık, yanlış ve yalandan korunmuş değildir, her zaman hata yapabileceği gibi bilerekte haberi çarpıta bilir. Bu durum, haber kaynağı olarak haber-i vahidin, Kur’an, mütevatir haber ve akılda sonraki bir yerde yer almasına sebep olmuştur.230

Ebu’l-Hasan el-Eş’ari(v. 324/936), haber-i vahidin ameli konularda kesin delil kabul edilmesi gerektiğini söylediği halde akaid alanındaki değerine temas etmemiştir. Bununla birlikte onun kelami görüşlerini ihtiva eden el-Lüma’ adlı eserinde itikadi meseleleri delillendirmediği görülmektedir.231 Ondan sonra mezhebin önde gelen âlimlerinden olan Bakıllani (v. 403/1013), bu tür haberlerin ilim değerinin olmadığını belirtir.232 Cüveyni (v. 478/1085), mütevatir seviyesine ulaşmamış her haberin bizzat ilim ifade etmeyeceğini söyler.233 Fahreddin er-Razi de akaid ve ulûhiyetle ilgili konularda

225 Yücedoğru, a.g.m., s. 64. 226 Yavuz, a.g.m., XIV/353.

227 Ebu Hanife, el-Alim ve’l-Müteallim, çev. Mustafa Öz (İmam-ı Azam’ın Beş Eseri) İstanbul, 1981, s.32. 228 Maturidi, İmam Muhammed b. Muhammed Ebu Mansur, Kitabu’t-Tevhid, İstanbul, 1979, s. 9. 229 Pezdevi, Sadru’l-İslam Ebu’l-Yusr Muhammed, Ehl-i Sünnet Akaidi, çev. Şerafeddin Gölcük, Kaynak

Yayınları, İstanbul, 1988, s. 14.

230 Yücedoğru, a.g.m., s. 67. 231 Yavuz, a.g.m., XIV/353.

232 Bakıllani, Kadı Ebu Bekir, Kitbu’t-Temhid, el-Mektebetü’ş-Şarkiyye, Beyrut, 1957, s. 386.

233 Cüveyni, İamu’l-Haremeyn Ebu’l-Me’ali, Kitabu’l-İrşad ila Kavatı’i’l-Edilleti fi Usuli’l-İtikat, Kahire,

haber-i vahidin kesin delil olamayacağını söyler ve bu görüşünü ikna edici delillerle izah eder.234

Görüldüğü üzere Eş’ari mezhebinin haber-i vahid karşısındaki tutumu, Maturidi mezhebinden farklı değildir. Sübutundaki zandan sebebiyle ahad haberlerin itikad belirlemede ve itikad listesine yeni bir ilke eklemede onların etkisinin olmaması gerektiği hususunda hem fikir oldukları görülmektedir.235

Bu değerlendirmeler çerçevesinde haber-i vahidin, itikadi esasların tespitinde tek başına delil olmayacağı konusunda selef mezhebinin dışında Mu’tezi, Eş’ari ve Maturidi mezhepleri arasında görüş birliği söz konusudur.

Haber-i vahid olarak rivayet edilen nazar değmesinin hak olduğu hususu itikadi bir hüküm olamaz. Bundan dolayı nazarı kabul etmeyenler tekfir edilemez. Zira konuyla alakalı âlimlerin değerlendirmelerine baktığımız zaman nazarı kabul etmeyenlerin tekfir edilmeğini fakat bidatçi olarak isimlendirdiğini görüyoruz.236

Nazar konusu iman- küfür sınırı oluşturmamakla beraber, Peygamber Efendimizin sünnetinde açıkça yer almasından ve bu rivayetlerin en sahih hadis kitaplarında sahih isnatlarla rivayet edilmesinden dolayı konuyla alakalı hadisleri toptan reddetmemek doğru değildir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v.)in söylemediği bir sözü söylemiş gibi aktarmak ne kadar tehlikeli ise söylediği bir sözü de söylemedi demek o kadar tehlikelidir.

Sahih hadislerde açıkça yer almasından dolayı nazar konusu Ehl-i Sünnet âlimleri arasında genel kabul görmüş bir husustur. Hatta İmamiyye şiası ve Mu’tezili ulemanın önde gelen isimlerinden Zemahşeri de söz konusu olan nazarın varlığını kabul etmektedir. Buda bizlere nazar değmesinin hak olduğuyla alakalı âlimler arasında ki genel kabulü göstermektedir.

Nazarın gerçekliği konusunda özet olarak şunları söyleye biliriz; Kur’an’ın temel ilkeleriyle çelişmediğinden, sahih rivayetlerle peygamber efendimizden rivayet edildiğinden ve aklen mümkün olup âlimlerin üzerinde genel bir ittifak oluşturmasından dolayı nazar değmesi vardır ve reddetmemek doğru değildir diye biliriz.

234 Fahreddin er-Razi, Esasü’t-Takdis, Beyrut, 1993, s. 189-190. 235 Yücedoğru, a.g.m., s. 69.

Belgede Kuran ve sünnette nazar (sayfa 69-77)