• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: ŞERÎF el-MURTAZÂ’NIN USÛLÎ DÜŞÜNCEYE KATKILARI

3.1. Şerîf el-Murtazâ’nın Şiî-İmâmiyye İmâmet Nazariyesine Etkisi

3.1.2. İmâmın Temel Nitelikleri

3.1.2.1. Nass ile Tâyin

Şiî-İmâmî düşüncede imâmet inancını temellendirmek için öne sürülen delillerin en ayırt edici ve belirleyicisi “nass ile tâyin” düşüncesidir. Bu düşünce en faziletli, en bilgili, en cesaretli ve yanılmalardan arınmış olmak gibi üstün niteliklere sahip masûm bir kişinin doğrudan Allah tarafından atanması iddiasına dayanmaktadır.458 Şiî-İmâmiyye arasında böyle bir fikrin ilk defa kim tarafından ortaya atıldığını tespit etmek zor olsa da Ca‘fer es-Sâdık’ın (ö. 148/765) vefatına kadar henüz tam anlamıyla “nass ile

457 Şerîf el-Murtazâ, eş-Şâfî, I, s. 179-180; a.mlf, ez-Zehîra, s. 424.

105

tâyin” fikrinin gelişmediğini söylemek mümkündür. Hatta onun vefatının ardından ortaya çıkan durum göz önüne alındığında o dönemde bile bu fikrin benimsendiğini söylemek oldukça güçtür.459 Ca‘fer es-Sâdık’tan (ö. 148/765) sonra onun imâmetini kabul edenler arasında küçük bir grup hariç imâmetin büyük oğlu Abdullah b. Ca‘fer el-Eftah’ın (ö. 149/766) hakkı olduğunu kabul etmişlerdir.460 Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus, Abdullah’ın imâmeti için öne sürülen gerekçedir. Çünkü Abdullah, Ca‘fer es-Sâdık’ın yaşayan çocukları arasında yaşça en büyük olması sebebiyle imâm kabul edilmiştir. Dolayısıyla onun imâmete tayininde belirleyici kıstas, nass ile tayin fikrinden ziyâde “ekberiyet/yaşça büyük” olanın babasının yerini alması gerektiği” fikridir. 461 Buradan hareketle denilebilir ki muhtemelen efdaliyyet düşüncesinin tabii bir sonucu olan nass ile tayin fikri, bir anlamda Ca‘fer es-Sadık’tan sonra ortaya çıkan imâmete kimin geçeceği karmaşasını düzenlemek, imâmetin diğer kardeşlere geçmeyeceğinin teorik alt yapısını hazırlamak ve böylece de Mûsâ el-Kâzım’ın (ö. 183/799) imâmetini ispata yöneliktir.462 Bu açıdan en erken ikinci asrın son çeyreğinde şekillenmeye başlamış olması düşünülen nass ile tayin düşüncesi463, en geç üçüncü asrın ortalarına kadar olan süreçte İmâmî toplum içerisinde yaygınlık kazanmış464 ve benimsenmiş olmalıdır.465

459 Ca’fer es-Sâdık’ın imâmet ve diğer konulardaki görüşleri için bkz., Atalan, Şiîliğin Farklılaşma

Süreci, s., 92-118.

460 Kummî-Nevbahtî, Şiî Fırkalar, s. 210.

461 Kummî-Nevbahtî, Şiî Fırkalar, s. 209-210.

462 Bozan, İmâmet Nazariyesi, s. 119.

463 İmâmiyye’nin öncüleri arasında nass ile tayin fikrini ilk önce kimin savunduğunu kesin olarak tesbit etmek mümkün değildir. Ancak mevcut kaynaklarda bu fikri ilk beyân eden kişinin Mûsâ Kâzım’ın ashabından olan Hişâm b. Hakem (ö. 179/795) olduğu söylenmektedir. (Bkz.Ebü’l-Hüseyin Muhammed b. Ahmed b. Abdurrahman el-Malatî, et-Tenbîh ve’r-redd alâ ehli’l-ehvâ ve’l-bidâ, thk., Muhammed Zâhid el-Kevserî, Kahire: el-Mektebetü’l-Ezheriyye li’l-Türâs, 1997, s. 25; Şeyh Tûsî, el-İktisâd, Kum: Matbaatü’t-Hayyâm, 1400, s. 205)

464 İmamların nass ile tayin edildiklerine dâir Küleynî’nin yer verdiği haberler için bkz., Küleynî,

Usûlü’l-kâfî, I, s. 170-202

106

Şiî-İmâmî toplum tarafından zamanlama açısından hicri üçüncü asrın ortaları itibariyle imâmın nass ile tayin edilmiş olması gerektiği fikrinin ardından cevabı aranmaya çalışılan bir diğer mesele de nass ile tayin olan imâmın kimliği konusudur. Hz. Peygamber’den sonra imâmetin Ali, Hasan, Hüseyin ve Hüseyin’in çocuklarında devam ederek sayılarının on iki olduğunu söyleyen Şeyh Müfîd,466 bir anlamda nass ile tayin edilen imâmların bunlar olduğunu söylemektedir. O, Hz. Peygamber’in hayatta iken Hz. Ali’yi (ö. 40/661) kendi yerine halef tayin ettiğini ve vefatından sonra Ali’nin imâm olduğuna dâir nass olduğunu söylemektedir. Ayrıca Şeyh Müfîd, İmâm Ali (ö. 40/661) gibi Hasan b. Ali (ö. 49/669), Hüseyin b. Ali (ö. 61/680) ve Ali b. Hüseyin Zeynelâbidîn’in (ö. 94/713) de Hz. Peygamber tarafından nass ile tayin edildikleri hususunda İmâmiyye’nin ittifak ettiğini belirtmektedir.467 Burada dikkat çeken husus, Şeyh Müfîd’in Hz. Peygamber tarafından nass ile tayin edilenleri sayarken özellikle Ali b. Hüseyin’i de zikretmiş olmasıdır. Muhtemelen bunun nedeni, imâmetin Hasan’ın çocuklarında da devam edebileceği anlayışının önüne geçmek olmalıdır.

Esasen Şerîf el-Murtazâ, imâmın belirlenmesi ve tayini konusundaki tartışmalarda Şeyh Müfîd’in görüşlerini kabul etmekte, konu ile ilgili tartışmalarını, Kâdî Abdülcebbâr’ın (ö. 415/1025) imâmın seçimle olabileceği468 fikrine karşı çıkmak suretiyle imâmın niçin nass ile tayin edilmesi gerekliliği üzerinde yoğunlaştırmaktadır. Nitekim Şerîf el-Murtazâ imâmın tayin edilmesinde nassın gerekli olduğuna dâir delilin temelden geçersiz olduğuna dâir Kâdî Abdülcebbâr’ın hiçbir delil ileri süremediğini iddia etmekte469 ve imâmın nass ile tayin olması gerektiğini aklî olarak şöyle açıklamaktadır: Akıl yönünden imâmın nass ile belirlenmesi gerektiğine delil, imâmın ismet sıfatına sahip olması gerekliliği, bunun da duyular yoluyla bilinip idrak edilememesidir. Delillere bakarak bir kişinin bu sıfata sahip olup olmadığına dâir bir bilgi edilemez. Bu durum sâbit olunca imâmın bizatihi tespiti için bir nassın gerekliliği veya imâmın nass

466 Şeyh Müfîd, Evâilü’l-makâlât, s. 40.

467 Şeyh Müfîd, Evâilü’l-makâlât, s. 39-41.

468 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, XX/I, s. 17-20 ve diğer yerler.

107

makamına geçecek bir mucize getirmesi kaçınılmazdır. Bu iki yöntemden her hangi birinin doğru olması muhalifimizin yani Kâdî Abdülcebbâr’ın fikri olan seçim işini bâtıl kılmaktadır.470 Diğer taraftan imâmın seçimle belirlenebileceği düşüncesinin geçersiz olduğu ve imâmın nass ile tayin edilmesi konularında söylediklerinin yeterli olduğunu dile getiren müellif, şunu da ilave etmektedir: “Seçim sisteminin geçersiz olduğuna dâir itimat ettiğimiz delil, imâmın sahip olması gereken sıfatlarıdır. İmâmın sıfatları konusunda hakikate, akıl yürütme ile ulaşılması mümkün değildir. İsmet, sevap yönünden faziletli ve ilim açısından bütün ümmetin en bilgilisi olması gibi sıfatların kimde var olduğu sadece gaybları bilen Allah’a aittir. Bu sıfatların seçim yöntemiyle tespit edilemeyeceğinde şüphe yoktur ve bunlara sadece nass ile vukûf mümkündür.”471 Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere Şerîf el-Murtazâ’ya göre ismet, efdaliyyet, âlim ve cesur olmak vb. sıfatları hâiz olanı seçimle tespit etmek ve onu imâmete tayin etmek mümkün olmadığından imâmetin nass ile tayin edilmesi daha uygun yöntemdir. Ayrıca imâmetin insanlara bırakılması, imâm olacak kişinin nitelikleri akıl ile açık bir şekilde bilinemeyeceğinden ve bu durumda insanlar güç yetiremeyecekleri bir işle mükellef tutulmuş olacaklarından kötü bir fiildir.472