• Sonuç bulunamadı

1.3. Şeyh Müfîd’in Usûlî Düşünceye Katkıları

1.3.2. İmâmın Bilgisi

Şiî kelâmının en girift meselelerinden biri olan ilmü’l-imâm anlayışı, ilk dönemden günümüze kadar öneminden hiçbir şey kaybetmeden tartışıla gelen temel meselelerden biri olmuştur. Şiî İmâmî anlayışa göre siyasî, dinî ve ictimaî fonksiyonları icra eden imâmda bulunması gereken temel niteliklerden biri de ilim sıfatıdır. Esasen bu sıfat imâmda bulunması gereken diğer sıfatların tabii bir sonucudur. Nass ile tayin edilmiş bir imâmın, üstlenmiş olduğu dinî ve dünyevî sorumluluklarını doğru bir şekilde yerine getirebilmesi ve verdiği kararlarda her hangi bir hatanın söz konusu olmaması için diğer insanlardan farklı bir bilgiye/ilme sahip olması gerekmektedir.119 İmâmî âlimler arasında imâmda bulunması gereken bir sıfat olarak ilmin gerekliliği konusunda fikir birliği olmakla beraber asıl tartışılan nokta ilmü’l-imâm’ın kapsamı konusunda

b) Haber: “Her kim zamanının imamını tanımadan ölürse cahiliyye ölümüyle ölmüştür.” (Küleynî,

Usûlü’l-kâfî, I, s. 231; Şeyh Sadûk, Kemâlü’d-dîn, II, s. 412)

c) İcma: Dinin farz olarak ortaya koyduğu hususların yerine getirilmesi zorunlu olduğu gibi Müslümanların imamı tanımalarının vacip olduğu noktasında Ehl-i İslam arasında ihtilaf yoktur. Bkz. Şeyh Müfîd, el-İfsâh, s. 29.

118 Şeyh Müfîd, el-İfsâh, s. 29. Ayrıca bkz., Bulut, Farklılaşma Süreci, s. 260-266.

119 Halil İbrahim, Bulut, “Şii Usuli Gelenekte Hz. Ali ve İmametinin Dayanakları: Şeyh Müfid

33

yoğunlaşmıştır. Bu itibarla tarihi seyir içerisinde iki ana görüş taraftar bulmuştur.120 Bunlardan birincisi, imâmların bilgisinin her şeyi kuşattığı şeklinde olan inançtır. Nitekim temsilcileri arasında Küleynî (ö. 329/941)121 ve Şeyh Sadûk (ö. 381/991)122 gibi âlimlerin yer aldığı Ahbârî düşünce, genel itibariyle bu görüşü kabul etmektedirler. Nitekim Ahbârî geleneğe göre, imâmlar ahkâm-ı ilâhiyenin tamamını ve bütün ilim ve sanatlara ait bilgileri Hz. Peygamber’den Hz. Ali’nin, ardından da her imâm bir önceki imâmdan tevârüs yoluyla vehbî olarak elde ettiklerini iddia etmektedirler.123 Diğeri ise Usûlî anlayışa mensup âlimlerin benimsedikleri “sınırlı ilim” anlayışıdır.124 Bu anlayışı kabul eden âlimler de imâmlar için ilim sıfatının varlığını kabul etmiş olmakla beraber imâmların gaybı bilemeyeceklerini ve ilimlerinin muayyen bir zamanda dinî ahkâmı bilmekle sınırlı olduğunu savunmuşlardır.125

Tespit edebildiğimiz kadarıyla Şeyh Müfîd öncesi dönemde bu fikrin yani imâmların bilgisinin her şeyi kapsamadığını söyleyen Fadl b. Şâzân en-Nisâbûrî’dir (ö. 260/874). Nitekim ona göre Hz. Peygamber dinin tamamını getirmiş, Allah Teâlâ’nın kendisine emrettiği şeyleri ulaştırmış, hak zâhir oluncaya kadar bu yolda mücadele etmiş ve kendisinden sonra yerine geçecek bir kişi tayin etmiştir. Söz konusu kişiye de Allah’ın kendisine vahy ettiği ilmi öğretmiştir, böylelikle bu zat bu ilimle helâli haramı, hukukî meseleleri ve Kur’an’ın te’vilini (açıklamasını) bilmektedir. Bu hususları bilen birileri her zaman bulunmalıdır. Bu ilim, tevarüs yoluyla bir sonraki imâma intikal eder ve dinî

120 Halil İbrahim Bulut, Özkan Gül, “İmâmiyye Şîa’sında İlmu’l-İmâm İnancı”, Marife, yıl, 5, sy., 1, 2005, s. 82.

121 Küleynî, Usûlü’l-kâfî, I, s. 153-170.

122 Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ali İbn Bâbaveyh el-Kummî Şeyh Sadûk, el-İ‘tikâdât, nşr., İsâm Abdusseyyid, (Silsiletü müellefâti’ş-Şeyh el-Müfîd içinde) Beyrut: Dârü’l-Müfîd, 1993/1414, s. 94; krş., Ebû Ca‘fer Muhammed b. Ali İbn Bâbaveyh el-Kummî Şeyh Sadûk, Risâletu’l-İ‘tikadâti’l-İmâmiyye

(Şii-İmâmiyyenin İnanç Esasları), çev., Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi,

1978, s. 109.

123 Küleynî, Usûlü’l-kâfî, I, s. 153-170.

124 Muhammed Hasen Nâdim, “İlm-i İmâm der dîdğâh-ı Şeyh Müfîd ve şâgirdân-ı vey”, (İlm-i İmâm Mecmû‘a-i Makâlât içinde), Kum: Dânişgâh-ı Edyân ve Mezâhib, 1388, s. 656.

34

konulardaki her hangi bir meseleyi imâmlardan biri ancak Hz. Peygamberden tevarüs eden ilimle bilebilir.126 Bununla birlikte Şeyh Müfîd ile birlikte ilmü’l-imâm konusunun kapsamı meselesi bir sistem bütünlüğü içerisinde yeniden gündeme gelmiş ve Usûlî anlayışın Ahbârî gelenekten farklılaşmasını yansıtan önemli bir mesele olmuştur. Şeyh Müfîd, imâmlarda ilim sıfatının varlığını kabul etmesine ve imâmların bilgisinin kaynağının imâmlar silsilesi yoluyla Hz. Peygamber olduğunu söylemesine rağmen, imâmların bilgisinin her şeyi kuşatmasının söz konusu olmadığını iddia etmektedir. 127 Ayrıca imâmların insanların gönüllerinden geçeni ve gelecekte olacak bazı şeyleri bilmelerinin imâmet için şart ve vâcip olmadığını söyleyerek imâmların bilgisinin her şeyi kapsamasının akıl ve mantık açısından gerekli olmadığını belirtmiştir. Nitekim o, bazı aşırı gruplar hariç bütün İmâmiyye’nin benimsediğini söylediği kendi görüşünü şu şekilde açıklamaktadır: “Hz. Muhammed soyundan gelen imâmların, insanların gönüllerinden geçeni ve olacak şeyleri bildiklerini söylemek onların imâmetleri için vâcip veya şart değildir. Ancak Allah, itaatleri sebebiyle bunu onlara lütfetmiş olabilir. Bu durum sem‘î açıdan gerekli olmakla birlikte aklî açıdan gerekli değildir.”128

İmâmların gaybı bildiklerine dâir görüşe karşı çıkan Şeyh Müfîd, gaybın bilgisinin sadece Allah’a ait olduğundan imâmların gaybı bildikleri şeklindeki söz ve haberlerin apaçık hata olduğunu söylemektedir. Ayrıca o, imâmların bütün sanat ve lisanlara vakıf olduğunu ifade eden birtakım haberlerin de geldiğini söylemekte ve bunun akıl ve kıyas yönünden zorunlu olmadığını ifade ederek oldukça temkinli bir tutum sergilemektedir.

Evâilü’l-makâlât adlı eserinde bu konuda Âl-i Muhammed’den olan imâmlardan

imâmların bunları bildiğine dâir haberler geldiğini söyledikten sonra bunun akıl ve kıyas yönüyle vâcip olmadığını söylemekte ve bu tür haberlerle ilgili tereddüdünü şu şekilde açıklamaktadır: “Bu rivâyetler sahihse imâmlar bu bilgiye sahiptirler. Ancak ben

126 Ebû Ca‘fer Muhammed b. Hasan et-Tûsî, İhtiyâru ma‘rifeti’r-ricâl el-ma‘rûf bi ricâli’l-Keşşî, thk., Cevâd el-Kayyûmî el-İsfehânî, Kum: Müessesetü’n-Neşri’l-İslâmî, 1427, s. 447.

127 Şeyh Müfîd, el-Emâlî, (Silsiletü müellefâti’ş-Şeyh el-Müfîd içinde), nşr., Hüseyin Üstâdûlî-Ali Ekber el-Gaffârî, Beyrut: Dârü’l-Müfîd, 1993/1414, s. 122, 236; a.mlf, el-İhtisâs, thk., Ali Ekber Gıfârî, Beyrut: Müessetü’l-A‘lemî li’l-Matbu‘ât, 2009/1430, s. 269-71.

35

söz konusu rivâyetlerin sahihliği konusunda emin değilim”.129Bunların yanı sıra o, imâmların insanların sırrına vakıf olabileceklerini kabul etmediğini ifade ederek imâmların fıkhî ve dünyevî konularda da şahitlerin ifadeleri doğrultusunda hüküm verebileceklerini söylemektedir. 130 O, imâmların hüküm verme konusundaki görüşünü şu şekilde izah etmektedir: “İmâmlar, şahitlerin ifadeleri doğrultusunda hüküm verebilecekleri gibi, kendi bilgileriyle de hüküm verebilirler. İmâm, şahidin şahitlikte bulunduğu hususun aksine bir durum olduğunu anlarsa, bu şahitliği iptal edebilir ve Allah’ın bildirdiğiyle hüküm verebilir. Buna göre imâma, olayların bâtinî hallerinin gizli kalması ve zâhirî hallerine göre hüküm vermesi –Allah katındaki hakikatin hilâfına da olsa- câizdir. Diğer taraftan, doğru şahit ile yalancıların farkını Allah’ın imâma göstermesi ve böylece onun işin hakikatine vakıf olması da mümkündür. Sonuçta bu işler, her halükarda sadece Allah’ın bilebileceği maslahat ve lütufla alakalıdır.”131 Anlaşıldığı üzere Şeyh Müfîd, Ahbârî anlayışı temsil eden kuşatıcı bilgi anlayışını eleştirmiş ve konu ile alakalı Âl-i Muhammed’den nakledilen haberlerin sıhhati konusunda oldukça temkinli ve kuşkulu davranmıştır. İmâmların gaybı bildiğini ifade eden haberler konusunda da net ifadeler kullanarak bunun sadece Allah’a ait olduğunu söylemiştir. İmâmların bilgisinin sınırlı olduğu görüşünü dillendirerek kuşatıcı bir ilim anlayışının imâmet için şart ve vâcip olmadığını savunmuştur.132 Ayrıca imâmların fıkhî ve dünyevî konularda kaynağı sadece gizemli özel imâm bilgisiyle değil bunun dışında objektif şahitlerin şehadetleri doğrultusunda hüküm verebileceklerini söylemesi oldukça önemli olan bir diğer husustur.