• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: ŞERÎF el-MURTAZÂ’NIN USÛLÎ DÜŞÜNCEYE KATKILARI

3.2. Diğer Konulara Etkisi

3.2.2. Rec‘at

Kelime olarak ‘dönmek, geriye gelmek’ anlamlarına gelen rec‘at, İmâmiyye’ye göre terim olarak Kâim’in zuhûrundan önce imâmın taraftarlarından ve onlara zulmedenlerden bir kısmının yeniden dünyaya gönderilmesi ve böylece gerçeklerin ortaya çıkarılması ve zâlimlerin haksız olduklarının bizzat kendileri tarafından da tasdik edilmesidir.613 Bazı Şiî gruplarına göre ölen veya gaybette olan bir liderin/imâmın tekrardan geri dönmesi şeklinde anlaşılan rec‘at fikri,614 esas itibariyle başarısızlıkla sonuçlanan durumlarda taraftarlara ümit verme ve karşılaştıkları veya karşılaşmaları muhtemel baskılara tehammül etmede önemli bir savunma aracı olmuştur.615 Nitekim rec‘at fikrinin hususen “kurtarıcı” mehdi anlayışıyla bağlantılı olması durumun bu boyutu olduğunu ortaya koymaktadır.

Rec‘at düşüncesinin ilk şeklinin Müslümanlar arasında tezahür etmeye başlaması

610 Şeyh Müfîd, el-Mesâilü’l-ukberiyye, s. 100.

611 Şerîf el-Murtazâ, Mesâ’ilü’r-râziyye, s. 116-117.

612 Abdulsater, The Climax of Speculative Theology, s. 365.

613 Şerîf el-Murtazâ, Mesâ’ilü’l-meyyâfârikıyyât, s. 303; Öz, İslâm Mezhepleri Tarihi, s. 252; İlyas Üzüm, “Rec‘at”, DİA, XXXIV, s. 504.

614Örneğin bkz., Kummî-Nevbahtî, Şiî Fırkalar, s. 111-112; el-Eş‘arî, Makâlâtü’l-islâmiyyîn, s. 35; Şehristânî, el-Milel ve’n-nihal, s. 170.

615 W. Montgomery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, çev., Ethem Ruhi Fığlalı, 2. Baskı, İstanbul: Birleşik Yayıncılık, 1998, s. 57;

138

Muhammed b. el-Hanefiyye’nin (ö. 81/700) ölümünden sonra olmuştur.616 Mezhepler tarihi kaynaklarının verdiği bilgilere göre Muhammed el-Hanefiyye’nin ölümünden sonra, onun ölmediğini; şuanda gizlendiğini ve yakında dönüp yeryüzüne hâkim olacağını kabul eden taraftarları vardır. 617Rec‘at düşüncesi İmâmiyye fırkasının müstakil bir fırka olarak teşekkül etmeye başlamasıyla ayrı bir önem kazanmış ve on ikinci imâmın zuhûru ile irtibatlandırılmıştır. Bu fikrin İmâmiyye mezhebi mensupları tarafından ne zaman benimsenmeye başladığı kesin olarak bilinmemekle birlikte döneminin önde gelen Şiî âlimlerinden olan Fazl b. Şâzân, (ö. 260/874)618 doktrinle ilgili kendilerine yöneltilen eleştirilere cevap vererek konuyla ilgili görüşlerini açık bir şekilde ortaya koymuş ve eserinde doktrinin bir savunusunu yapmıştır.619 Bununla birlikte Küleynî (ö. 329/941) el-Kâfî adlı eserinde muhtemelen fazla önem atfetmediğinden veya gâib imâmın dönüşünün pek yakında olacağı/olabileceği ihtimalinden hareketle eserinde rec‘at doktrinine ilişkin rivayetlere yer vermemiştir.620 Şeyh Sadûk (ö. 381/991) ise tenasüh anlayışı ile ilgili olmadığını ifade ettiği rec‘at inancını, Kur’ân-ı Kerim’den bazı âyetleri621 delil getirmek suretiyle on ikinci imâmın zuhûruyla irtibatlandırarak kelâm konularının içerisine yeniden dâhil etmiştir.622

Öte yandan Şeyh Sadûk’u birçok konuda eleştirmiş olmasına rağmen onun rec‘at konusundaki görüşlerini kabul eden Şeyh Müfîd (ö. 413/1022), mezhep içerisinde rec‘atin manaları konusunda ihtilâflar söz konusu olsa da kıyametten önce ölülerden birçoğunun dünyaya tekrar dönmesinin gerekliliği noktasında ittifak ettiklerini

616 Onat, Emeviler Devri Şiî Hareketleri, s. 115.

617 Kummî-Nevbahtî, Şiî Fırkalar, s. 111-112; Eş‘arî, Makâlâtü’l-islâmiyyîn, s. 35; Bağdâdî,

el-Fark, s. 47; Şehristânî, el-Milel ve’n-nihal, s. 170.

618 Necâşî, Ricâl, s. 295; Şeyh Tûsî, el-Fihrist, s. 197-199.

619 Fazl b. Şâzân en-Nîsâbûrî, el-Îzâh fi’r-redd alâ sâiri’l-fırak, thk., es-Seyyid Celâlüddîn el-Hüseynî el-Urmevî, Beyrut: Müessetütü’t-Tarîhi’l-Arabî, 2009, s. 381-432

620 Howard, “Şî’î Kelâm”, s. 219.

621 el-Bakara, 2/ 56, 259; Nahl, 16/39.

139

söylemektedir.623 Şeyh Müfîd’e göre Allah Teâlâ, ölenlerden bir topluluğu aynı surette dünyaya geri döndürecek, Allah onlardan bir grubu aziz kılarken diğerlerini ise zelil kılacaktır. Bu olay Hz. Muhammed soyundan gelecek olan Mehdî’nin kıyamı sırasında vukû bulacaktır. Dünyaya döndürülecek olanlar ise iki gruptur. Bunlar imanda yüksek, amelleri sâlih ve büyük günahlardan korunmuş olanlar ile fesat ve inat noktasında uç noktalara ulaşmış, aşırı derecede günah işleyen ve Allah dostlarına çok zulmetmiş kimselerdir. Sonrasında bu iki grup öldürülür kıyametin kopmasıyla diriltilir, nimet veya azabın devamı hususunda hak ettikleri şeye nâil olurlar. Kur’ân bu durumun sıhhatiyle alakalı âyetler ihtivâ etmektedir.624 Örneğin “O gün her ümmet içinden

âyetlerimizi yalan sayanlardan bir cemaat toplarız da onlar toplu olarak (hesap yerine) sevk edilirler”,625 “Onlar: Rabbimiz bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de

günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha (bu ateşten) çıkmaya yol var mıdır? derler”626

âyetleri rec‘at inancının delilleridir.627 Dolayısıyla Şiî rec‘at anlayışının savunusu açık bir şekilde Fazl b. Şâzân tarafından ortaya konulmuş ve İmâmiyye mezhebinin teşekkülünün ardından on ikinci imâmın zuhuruyla irtibatlandırılarak, İmâmiyye Şîası tarafından da mezhebin esaslarından biri olarak benimsenmiştir.

Usûlî düşünce ile bağdaştırılması mümkün olmasa da, ortaya çıktığı tarihsel, toplumsal ve siyasal düzlemde anlaşılabilir olmasına rağmen aklen izahı mümkün olmayan rec‘at doktrinini, Şerîf el-Murtazâ da kabul etmektedir. Nitekim ona göre de Allah Teâlâ, Kâim’in zuhûru zamanında birisi Kâim’in devletine şahitlik etmek için taraftarlarından diğeri de Kâim’in kendilerinden intikam alması için düşmanlarından olmak üzere iki grubu tekrardan dünyaya döndürecektir. Ona göre muhaliflerin rec‘at konusunda hayrete düşmelerinin ve bunun olanaksız olduğunu düşünmelerinin hiçbir anlamı yoktur. Allah Teâlâ yok olduktan sonra cevherleri îcâd etmeye kadir olduğundan

623 Şeyh Müfîd, Evâilü’l-makâlât, s. 46.

624 Şeyh Müfîd, Evâilü’l-makâlât, s. 77–78. a.mlf, el-Mesâilü’s-sereviyye, s. 32-35..

625 Neml, 27/ 83.

626 Mü’min, 40/11.

140

dilediği zaman da onu tekrar var etmesi mümkündür.Dolayısıyla Allah Teâlâ ölüleri diriltmeye kadirdir ve bu imkânsız olan bir durum değildir.628

Rec‘atin vukû bulacağının delili noktasında Şerîf el-Murtazâ, rec‘ati kelâm konularının içerisine dâhil eden Şeyh Sadûk’tan (ö. 381/991) ve hocası Şeyh Müfîd’ten ayrılmaktadır. Rec‘atin vâki olacağına dâir Şeyh Sadûk ve Şeyh Müfîd629 Kur’ân-ı Kerim’den630 delil getirirlerken Şerîf el-Murtazâ, bunun delili olarak nasslardan değil İmâmiyye’nin bu konuda icmâ etmesini delil getirmektedir. Ona göre imâm, ümmetin bir parçası, müminlerin en şereflisi ve âlimlerin en bilgilisi631 olduğundan masûm imâmın icmâ edenler arasında bulunması gereklidir. Zaten bu durum icmânın hüccet olmasındaki illeti içerdiğinden icmâ hüccettir632 Dolayısıyla ona göre bu konudaki İmâmiyye’nin icmâsı gerçektir ve rec‘at vukû bulacaktır. Bu son açıklamasıyla Şerif el-Murtazâ aynı zamanda icmâ’nın delil değeri taşımasının kriterini de ortaya koymaktadır. Nitekim ona göre icmâ edenler arasında imâmın kendisi veya kavli olmadığı takdirde icmâ edenlerin sayısı ne kadar fazla olursa olsun bir kıymeti yoktur ve varılan fikir birliğinin delil değeri yoktur. Bu aynı zamanda onun icmâ ehli olarak kimleri kastettiğini de ortaya koymaktadır.

Şerîf el-Murtazâ’nın konuyla irtibatlı olarak ısrarlı bir şekilde üzerinde durduğu bir diğer konu da geriye dönenlerin teklife tabi olup olmayacakları meselesidir. O rec‘atin teklifi ortadan kaldırmadığını söylemekte ve teklifin geri gönderilen kâfirleri de kapsayıp kapsamadığı şeklinde akla gelebilecek bir soruya iki şekilde cevap vermektedir. Birincisine göre düşmanlardan cezalandırmak için geri döndürülenlere

628 Şerîf el-Murtazâ, Ecvibetü min mesâilin müteferrika, s. 135-136; a.mlf, Mesâ’ilü’r-râziyye, s. 125; a.mlf, Mesâ’ilü’l-meyyâfârikıyyât, s. 302-303.;

629 Şeyh Sadûk, el-İ‘tikâdât, s. 60–63; Şeyh Müfîd, el-Mesâilü’s-sereviyye, s. 36.

630 Bkz., el-Bakara 2/56, 259; Maide 5/110; Enam, 6/26-27; Kehf 18/18, 25; en-Neml, 27/83.

631 Şerîf el-Murtazâ, ez-Zerî‘a, II, s. 129.

632Şerîf Murtazâ, ez-Zerî‘a, II, s.154; a.mlf, Cevâbâtü’l-mesâ’ili’t-tebâniyyât, (Resâilü’ş-Şerîf el-Murtazâ I içinde), Kum: Dârü’l-Kur’âni’l-Kerîm, 1405, s. 19; a.mlf, Mesâ’ilü’r-râziyye, s. 125-126; a.mlf, Münazarâtü’l-husûm ve keyfiyyâtü’l-istidlâl ‘aleyhim, (Resâilü’ş-Şerîf el-Murtazâ, II içinde) s. 117; a.mlf, Mes’ele fi’l-icmâ‘, (Resâilü’ş-Şerîf el-Murtazâ, III içinde) s. 202.

141

teklif söz konusu değildir. Teklif ancak yardım, destek ve koruma sebebiyle Kâim’in taraftarları olan dostları için söz konusudur. Diğer cevaba göre ise rec‘at, vâcip fiile sığınma ve kabîh fiilden uzaklaşma anlamına gelmediğinden teklif zâlimlerden diriltilen grup için söz konusu olursa dahi, düşmanların tövbe etmeleri söz konusu olamaz.633 3.2.3. Sehvü’n-Nebî

Nübüvvet-İmâmet ilişkisi ile bağlantılı olan sehvü’n-nebî meselesi, Usûlî âlimlerin üzerinde önemle durdukları meselelerin başında gelmektedir. Bu bağlamda hocası Şeyh Müfîd’in konuya yaklaşımını devam ettiren Şerîf el-Murtaza, hocasından daha fazla meseleye önem vermektedir. Nitekim Şeyh Müfîd, “Zü’l-yedeyn” lakabıyla bilinen kişiden gelen bir rivâyeti değerlendirdiği bir risâle634 kaleme alırken Şerîf el-Murtazâ ise peygamberlerin ve aynı zamanda imâmların sağîre veya kebîre her hangi bir günaha bulaşmaktan masûm olduklarını ortaya koymaya yönelik Tenzîhü’l-enbiyâ ve’l-eimme adında müstakil bir eser kaleme almıştır. Bu eserinde peygamberlerin ve imâmların masûmiyeti prensibinden hareketle bazı peygamberlerin günah işledikleri vehmini uyandıran âyetleri ve imâmların fiillerini tenzîh anlayışı ekseninde tevil etmektedir.635 Şerîf el-Murtaza’ya göre aklî deliller açısından risâlet öncesi ve sonrasında peygamberden hiç bir şekilde her hangi bir günah, hata ve zelle sâdır olması söz konusu değildir.636 Kendisine tabi olmamız ve kendisini tasdik etmemiz gereken kişide kendisinden nefret ettiren sıfatların olması uygun değildir.637 Bu sebeple Kur’ân’da peygamberlerin hata işledikleri intibâını veren âyetleri zâhirî anlamları dışına çıkarak aklî deliller çerçevesinde tevil etmek gerekir. Mütekellim sözü zâhiri anlamının dışında da kullanabildiğinden bir kelâmın hakikat veya mecâz olma ihtimali vardır. Oysa aklî delillerde ise böyle bir durum söz konusu değildir. Bir âyet ile ilgili yapılan tevilde

633 Şerîf el-Murtazâ, Ecvibetü min mesâilin müteferrika, s. 135; a.mlf, Mesâ’ilü’r-râziyye, s. 126.

634 Şeyh Müfîd, ‘Ademü sehvi’n-nebî, s. 1-32.

635 Şerîf el-Murtazâ, Tenzîh, s. 14-23.

636 Şerîf el-Murtazâ, Mesâ’ilü’r-râziyye, s. 121.

142

âyetin zâhiri manasının dışına çıkılması gerekiyorsa bu anlamın dışına çıkılması gerekir. Aklî ilkelere bağlı kalarak yapılan yorumlarda âyetin teviline tam olarak ulaşılmasa da bunun bir zararı olmaz.638

Peygamberlerin ismeti meselesinin genel çerçevesini bu şekilde belirleyen Şerîf el-Murtazâ, daha sonra masûmiyet ilkesinden hareketle peygamberlerin hatâ/günah işledikleri vehmini uyandıran âyetleri birden fazla ihtimali dikkate alarak tevil etmekte ve ayrıca gerekli yerlerde lüğavî açıklamalara da başvurarak âyetleri açıklamaktadır. Örneğin “Eğer sana indirdiğimizden kuşkuda isen senden önce Kitâb’ı okuyanlara sor.

And olsun ki Rabbinden sana hak gelmiştir. Sakın şüphecilerden olma”639 âyeti bağlamında Hz. Peygamber’in kendisine indirilen Kur’ân hakkında şüpheye düşme ihtimâli üzerinde durmaktadır. O, bu âyetle ilgili verdiği birinci yorumda âyetin zâhirine göre ilk muhatap Hz. Peygamber’in kendisi olsa da asıl muhatap onun dışındakilerdir. Nitekim Talak Sûresinin birinci âyetinde de640 aynı durum söz konusudur. Buna göre söz konusu âyette (Yunus 10/94) kast edilen anlam “Ey Kur’ân’ı dinleyen kişi Resûlümüze indirdiğimiz kitap konusunda şüphe içine düşersen Kitab’ı okuyanlara sor” şeklindedir.

Diğer yoruma göre ise söz konusu âyette hitap, doğrudan Hz. Peygamber’e yapılmakla birlikte bu, “eğer şüphe edersen şöyle yap” şeklinde anlaşılmamalıdır. Hz. Peygamberin kendisine indirilen Kur’ân hakkında şüpheye düşmesi kesinlikle mümkün değildir. Bu, tıpkı peygamberlerin şirke düşmeleri muhal olduğu halde âyette “Eğer (Allah’a) şirk

koşarsan amellerin boşa gider”641 âyetindeki hitâba benzemektedir.642 Dolayısıyla

638 Şerîf el-Murtazâ, Emâli’l-Murtazâ, II, s. 399.

639 Yûnus, 10/94.

640 “Ey Peygamber! Kadınları boşamak istediğinizde onları iddetlerini dikkate alarak (temizlik halinde) boşayın ve iddeti sayın. Rabbiniz olan Allah’a karşı gelmekten sakının. Apaçık bir hayasızlık yapmaları dışında onları (bekleme süresince) evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendilerine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, sonra yeni bir durum ortaya çıkarır.” Talak, 65/1.

143

örnek olarak verdiğimiz bu âyette olduğu gibi el-Murtazâ peygamberlerin zâhiren hatâ/zelle işledikleri vehmini uyandıran âyetleri aklî deliller çerçevesinde izah etmeye çalışmaktadır. Kanaatimize göre hocası Şeyh Müfîd’de olduğu gibi onun da bu konu üzerinde ısrarlı bir şekilde durmasının altındaki en önemli sâik, başta da belirttiğimiz üzere nübüvvet-imâmet ilişkisi ve imâmların da tıpkı peygamberler gibi masûm olduğunu kabul etmesidir. Nitekim o, Tenzîhü’l-enbiyâ ve’l-eimme adlı eserinin başında bu hususa dikkat çekmektedir.643 Eserin önemli bir kısmını peygamberlerin ismeti konusuna ayırmış olmasına rağmen konuyla bağlantılı olarak imâmların da peygamberler gibi masûm olduklarına dâir aklî ilkeyle çelişir intibaını veren imâmların günah gibi görünen birtakım fiillerini masûmiyet anlayışı doğrultuşunda tevil etmektedir. Örneğin, nass ile tayin edildiği kabul edilen İmâm Ali’nin masûmiyet anlayışı ile çelişir gibi görünen ilk üç halifenin meclislerinde bulunmasını, masûmiyet ilkesi çerçevesinde tevil etmeye çalışmaktadır. Nitekim ona göre toplantıların çoğu mescitte ve insanların birlikte olduğu zamanda oluyordu ve o meclis bizatihi onlara mahsûs bir meclis değildi. Yani İmâm Ali’nin katılmış olduğu o meclisler bizatihi ilk üç halifenin meclisleri olmadığından orada bulunmasında bir sakınca yoktur. Eğer durum böyle değil de orada meydana gelebilecek her hangi münker bir fiili nehy etmek maksadıyla meclislerine katılmışsa bu câizdir ve insanlar birçok işlerinde ona müracaat ettiklerinden dinî açıdan da katılması sahihtir. Ayrıca burada İmâm Ali’nin onların görüş alış-verişleri/meşveret meclislerine katılma meselesine de değinen el-Murtazâ, İmâm Ali’nin ancak yol göstermek ve bazı yanlış fikirlerine karşı onları uyarmak için meşveret meclislerine katıldığını ve bu şartlarda da katılmanın vâcip olduğunu söylemektedir.644