• Sonuç bulunamadı

AHİLİĞİN TEMELİ OLARAK FÜTÜVVET: TARİH VE İDEOLOJİ

1.2.3. Nasır Li-Dinillah ve Fütüvvette Yeni Dönem

Abbasi hilafetinin önce Acem emirlerin isyanı sonra da Türk emirler ve sultanların ortaya çıkışı ile eski ihtişam ve gücünü kaybetmeye başladığı çok iyi bilinir. Artık Bağdat’taki halifenin herhangi bir siyasî-askerî gücü yoktu, sadece iktidarı ellerinde bulunduran sultanların dinî meşruiyet kaynağı olma niteliğini taşıyorlardı. Hal böyle olunca halifeler Bağdat’ta sık sık ortaya çıkan halk ayaklanmalarını yatıştırmaktan bile aciz kalıyorlardı. Tabii bu isyanların başında genel olarak Fityan ve ayyarlar bulunuyordu. Ancak Ebu’l-Abbas en-Nâsır Lidinillah Ahmed’in (hilafet 575-622/1180-1225) babası el-Müstazî Biemrillah’ın ölümü üzerine 34. Abbasi halifesi sıfatıyla halifelik makamına oturmasıyla durum değişmeye başladı.

Yaklaşık yarım asır süren dönemiyle Abbasi hanedanının en uzun süre hilafet makamında kalmış bir üyesi olan Nâsır, hilafetin eski itibarını geri kazanmak ve Bağdat’ın merkeziyetini temin etmek için etkin girişimlerde bulundu. Konumuzla da ilgili olan girişimlerden birisi önce Fütüvvet teşkilatına üye olmak ve devamında

181 Taeschner bunun tersini düşünmektedir. Bkz. Franz Taeschner, “İslam Ortaçağında Futuvva (Fütüvvet Teşkilatı), çev. Fikret Işıltan, İÜİFM, C. 15, Y. 1953-1954, S. 1-4, s. 9. Ayyarların daha eski oldukları ve askerî bir yapıya sahip oldukları dikkate alınırsa bu tespitin doğru olamayacağı aşikardır.

teşkilatın başına geçmekti. 13. yy’ın fakih ve tarihçilerinden Kadı Şihabüddin İbrahim b. Ebi’d-Dem el-Hamevî Tarih-i Muzafferi adlı eserinde olayı şöyle anlatıyor:

“578-1182 yılında İmam Nâsır Fütüvvet sahibi Şeyh Abdülcabbar’ı çağırıp Fütüvvet servalını (şalvarını) giydirmesini istedi. Dolayısıyla ona (Nâsır’a) kıyafet giydirdi ve Nâsır, Abdülcabbar elinden Fütüvvet suyu182

[Tuzlu su] içti ve ona beşyüz dinar hediye etti ve oğlu Şemsüddin Ali’ye de hil’at verdi ve bu Abdülcabbar iyi bir şeyhti ve çok sayıda müridi vardı. Devamında padişahlar ve ileri gelenler Nâsır’ı taklit ettiler ve bu iş halkı dayanışmaya, yardımlaşmaya, ahde vefaya, sır saklamaya, dürüst olmaya ve mahremlere göz yummaya sevk etti. Fütüvvet erbabı senetlerini müminlerin emiri olan Ali b. Ebu-Talib’e ulaştırır ve bunu kendilerine bir şeref, onur, büyüklük ve değer bilirler.”183

Halife Nâsır’ın Fütüvvete girişiyle birlikte hükümetin zayıf zamanlarında isyan çıkaran bir teşkilat artık onun yanında yer almış oldu.184 Halife Nâsır 599/1203 yılından itibaren meliklerin ve valilerin Fütüvvet teşkilatına girmelerine dair emirler verdi, böylece sadece üyelikle yetinmeyip teşkilatın liderliğini de ele geçirdi.185 Nasır 604/1207 yılında çıkardığı bir fermanla bütün Fütüvvet gruplarını iptal ederek kurumu yeniden teşkilatlandırdı. Bunun üzerine Fütüvvet senedini halife veya onun yetki verdiği kişilerden almayanlar yeniden Fütüvvete giriş yapmak zorunda kaldılar. Nasır’ın yayınladığı fermanın üç ana teması vardı:

a) Fütüvvetin kaynağı mümünlerin emiri olan Ali’dir. Ali ise bütün şer’î hükümler ve hadları icra eden birisiydi ve bu konuda hiç bir şekilde müsamaha göstermezdi. b) Halife Nâsır da bu konuda ona iktida etmiş ve onun izinden gitmektedir. c) Birisinin katline sebep olan herkesin kısası kaçınılmazdır.186

Halife Nâsır sadece Fütüvvet teşkilatına üye olup sonra da başına geçmekle yetinmedi, onun asıl giriştiği iş teorik olarak bir yapısal reformun gerçekleştirilmesiydi. Pek dinî

182

هوتفلا ءام 183

İbn Mimar el-Bağdadi, a.g.e., Mustafa Cevad girişi, s. 52. Zehebî Nâsır’ın Fütüvvete giriş yılını 583 kaydetmektedir. bkz. İsmet Kayaoğlu, “Halife en-Nasır’ın Fütüvvete Girişi ve Bir Fütüvvet Buyrultusu”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 25, Ankara 1981, s. 222. İbn Mimar da eserinde Nasır’ın Abdülcabbar b. Salih el-Bağdadî’yi Fütüvvette kendisine “kebîr” olarak seçtiğini kaydeder. İbn Mimar el-Bağdadi, a.g.e., s. 147.

184 Ahmet Yaşar Ocak, ‘’Fütüvvet’’, TDVİA, C. 13, İstanbul, s. 262.

185 Angelika Hartmann, “Nâsır-Lidinillah”, TDVİA, C. 32, İstanbul 2006, s. 400. 186

Şefii-i Kedkeni, Kalenderiye, s. 162. Fermanın Arapça metni için bkz. İbn Mimar, a.g.e., giriş, ss. 64-66. Türkçe çevirisi için bkz. Kayaoğlu, a.g.m., ss. 224-225.

kaygıları olmayan, dünyevi hayatları ve hedefleri peşinde koşan Irak Fityanını kendisine tâbi kılarken, onları dinî bir çizgiye çekmek ve şeriatçı kesimin eleştirilerine maruz kalmamak için, bize göre Horasan’da başarıyla gerçekleşen tasavvuf-fütüvvet sentezinin olumlu sonuçlarını dikkate alarak, büyük sufi şeyhlerin yardım ve teşebbüsü ile yeni bir nazarî kavramlar silsilesi yaratmaya çalıştı. Bu konuda en büyük desteği dönemin ünlü mutasavvıfı Şihabüddin Ebu-Hafs Ömer Sühreverdi’den (ö. 632/1234) aldı.

Taeschner’e göre mutasavvıf ve aynı zamanda Şafii bir Sünni olan Sühreverdi muhtemelen bir taraftan Fütüvvet ve tasavvuf arasında, diğer taraftan da Sünnilik ve mutedil Şiilik arasında bağlantı kurmaya çalıştı. O, ileri sürdüğü teoride hilafet, tasavvuf ve Fütüvveti bir araya getirmeyi başardı. Bu teoriye göre Fütüvvet tasavvufun bir parçası, tasavvuf ise hilafetin gözetimindedir. Bu tarz düşünce Şiiler, özellikle İmami Şiilerin düşünce tarzı ile örtüşmekteydi.187

Halife Nâsır konusunda tartışılan önemli bir konu ise onun Şiiliğe özellikle İmamiliğe eğilimli olmasıdır. Aslında zeki bir hükümdar olan Nasır’dan bu davranışı beklememek mümkün değildir. Hâkim olduğu şehir ve bölgenin büyük bir kısmının İmami Şii mezhebine bağlı olduğu, ayrıca siyasi-askerî hedeflerinde kullanmak istediği Fütüvvet teşkilatının piri Şiilerin İmam olarak kabul ettiği Hz. Ali olması, diğer taraftan da yayılmasını istediği ve bunun için azami çaba gösterdiği tasavvufun da en azından Ali ve ehl-i beyt sevgisi ile yoğrulmuş bulunması gibi gerekçeler onun, görünürde de olsa, Şii meyilli olması için vazgeçilmez sebepler olabilir.188

Nâsır Lidinillah’ın Fütüvvet teşkilatının başına geçmesi sebeplerini şu şekilde sıralayabiliriz:

187

Taeschner, “Gürûh-ı Fütüvvet-i…”, ss. 89-90. Sühreverdi’nin ölümü üzerine yerine yine Fütüvvet eğilimli olan bir mutasavvıfın geçmesi, yani Evhadüddin Kirmanî’nin şeyhu’l-Meşayih tayin edilmesi çok anlamlıdır. Bkz. Moharram Mostafavi, 13. Yüzyılın Büyük

Mutasavvıfı Evhadeddin-i Kirmani ve Anadolu Tasavvufundaki Yeri, Kitap Yayınevi, İstanbul

2016, s. 170 vd. 188

Bu konuda etraflı bir tartışma için bkz. Muhammed Tahir Yakubi, Şieyan-ı Bağdat, Vaziyet-i

Siyasi ve İctimai ez Vurud-ı Selçukiyan ta Sukut-ı Abbasiyan, Şia-şinasi yay., Kum 1385, ss.

d) Halife Nâsır’ın Fityanın yaptığı spor ile güvercin yetiştirmek ve atıcılık (bunduk atmak) gibi eğlenceli faaliyetlerine olan şahsi merakı.189

e) Fityandan yararlanarak Haçlılar ve diğer yabancı unsurların önünde bir set oluşturmak.

f) Fityanın sağladığı askerî güç sayesinde hilafetin temellerini sağlamlaştırmak. g) Çok eskiye dayanan Şii-Sünni ihtilaflarını gidermek.

h) Fityanın faaliyetlerini düzene sokarak onların zaman zaman çıkardığı kavga ve ayaklanmaları önlemek.

i) Fütüvvet anlayışına bağlı olan üretici ve zanaatkar kesimin potansiyelinden yararlanmak.190

Halife Nâsır’ın hilafeti süresince elinden birçok hükümdar ve sultan Fütüvvet libasını almış oldular, bunlardan şunları zikredebiliriz: Sultan Celaleddin Harezmşah, Nureddin Arslan Şah b. İmadeddin Zengî, Şam Araplarının emiri Ebu-Ali b. Ganâm, Gazne hükümdarı Şihabüddin Gûrî, Kiş adasının sahibi, Şiraz hükümdarı Atabey Sa’d, Halep hükümdarı el-Meliku’z-Zâhir b. Selahattin Eyyubî ve Sultan I. İzeddin Keykavus.191 Abbasi hilafetinin 656/1258 yılında Moğollar tarafından tarih sahnesinden silinmesiyle siyasi Fütüvvet (saray Fütüvveti) sarsılsa da tamamiyle yok olmadı. Mısır’da Memluk sultanı el-Melikü’z-Zâhir Baybars (658-676/ 1260-1277) ve halefleri tarafından ayakta tutulmaya çalışılan saray fütüvveti yavaş yavaş eski ihtişam ve ehemmiyetini yitirerek ortadan kalktı. Bununla beraber halk arasında yıllardan beri mevcut olan halk Fütüvveti varlığını devam ettirdi, ancak artık tamamiyle tasavvufla iç içe geçmiş ve birçok bakımdan onun etkisi altında kalmış bir hareketti.

189

İlginç şu ki bu gibi faaliyetlere İbn Mimar ve Harputî Fütüvvetnâmelerinde yer verilmemiş ve sadece tarihçiler bunları Fütüvvete giriş yapmanın gereksinimlerinden saymışlardır. Anlaşılan o ki bunlar Nâsır’ın bizzat Fütüvvete yerleştirdiği husular olmuştur. Şu da ilginç ki İbn Haldun Nâsır’ın bu gibi faaliyetlerde bulunmasını devletin bozulduğuna dair işaretler olduğunu düşünmektedir. Bkz. Franz Taeschner, “Halife-i Abbasi ve Ayin-i Fütüvvet”, çev. Muzaffr Bahtiyar, Vahid, S. 55, Tahran 1347, ss. 634-636.

190

Muctaba Geravend ve diğerleri, “Berresi ve Tahlil-i Goftman-ı Fütüvvet der Tarih-i İslam ez Sede-i Çaharum ta Sede- Heştum-i Hicri-i Kameri”, Mutalaat-ı Tarih-i İslam, Y. 4, S. 15, Tahran 1391, ss. 157-158.