• Sonuç bulunamadı

Nakil: İbn Kayyım’ın Medaric’us Salikin ’de geçen sözü:

Ebu Ubeyde’nin Nisa: 65 ayetiyle alakalı naklettiği ikinci söz ise İbn Kayyım’a aittir. İbnû’l Kayyum (Rahmetullahi Aleyh)

Nisa suresi 65. Ayetin tefsirinde şöyle demiştir:

ْﻦ ِﻣ ْﻢ ِه ِــــﺳﻮ ُﻔُﻧ ْﻦِﻣ ُجَﺮَح ْ�ا َﻊِﻔَﺗْﺮَﻳ ىﱠ�َﺣَو ،ُﮫَﻟﻮ ُــــﺳَر اﻮُﻤِّﻜَﺤُﻳ ىﱠ�َﺣ َنﻮُﻨِﻣْﺆُﻳ َﻻ ْﻢُ�ﱠ�َأ :َﻢ َــــﺴْﻗَﺄَﻓ ، ِﮫ ِﻤ ْﻜُﺣ ِﮫ ِﻤ ْﻜُﺤِﺑ ﺎَﺿِّﺮﻟا ُﺔَﻘﻴِﻘَﺣ اَﺬَهَو .ﺎًﻤﻴِﻠ ْﺴَ� ِﮫِﻤْﻜُح ِ� اﻮُﻤِّﻠ َﺴُ� ىﱠ�َﺣَو .

َو . ِم ﻼ ْ َ ــــــــــــﺳِ ْ

ﻹا ِمﺎ َﻘَﻣ �ِ� :ُﻢﻴِﻜْﺤﱠﺘﻟﺎَﻓ ِمﺎ َﻘَﻣ �ِ� :ُﻢﻴِﻠ ْــــــــــــﺴﱠتﻟاَو . ِنﺎَﻤﻳِ ْﻹا ِمﺎَﻘَﻣ �ِ� : ِجَﺮَحْ�ا ُءﺎَﻔِﺘْﻧا

ِنﺎ َﺴ ْﺣِ ﻹا ْ

“Yemin etti ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda re-sulüne muhakeme olmadan iman etmiş olamazlar. Aynı şekilde nefislerindeki sıkıntıyı kaldırmadan ve öyle ki hükmüne tam teslim olmadıkça iman edemeyeceklerine yemin etti. İşte bu hükmüne razı olmanın hakikatidir. Mu-hakeme olmak İslam makamıdır. Sıkıntının kalmaması iman makamıdır. Tam teslimiyet ise ihsan makamıdır.”38 Bu söz de aynı şekilde Rasûl’ün hükmüne müracaat etme-nin ve teslim olmanın imanın aslıyla değil kemaliyle bağlantılı olduğu şeklinde anlaşılabilir. Çünkü teslimiyetin –birçok kişi-nin erişemeyeceği- ihsan makamında olduğunu söylemiştir ilh. Bu sözü de anlayabilmek için yine sözün sahibine müracaat etmek gerekir.

Esasında dikkatli okunduğunda Medaric’us Salikin’de geçen bu sözün baş tarafında Rasûlü hakem tayin et-meyenlerden iman sıfatının kaldırıldığını açıkça görülecektir.

38 Medaric’us Salikin, 2/189

İbn Kayyım (Rahmetullahi Aleyh) başka yerlerde de bu ayete göre Rasûlü hakem tayin etmeyenlerin imanının olmadığını açıkça beyan etmektedir:

ﮫﺑ ﻢـــــــــــﺴﻘﻣ ﻞﺟﺄﺑ ﮫﻧﺎﺤﺒـــــــــــﺳ ﻢـــــــــــﺴﻗﺄﻓ -

ﻞﺟو ﺰﻋ ﮫـــــــــــﺴﻔﻧ ﻮهو -

ﻢهﻟ ﺖبﺜﻳ ﻻ ﮫﻧأ ��ﻋ

ﻊﻴﻤﺟ �� ﻢﻠــــــــﺳو ﮫﻴﻠﻋ ﷲ ��ــــــــﺻ ﷲ لﻮــــــــﺳر اﻮﻤﻜﺤﻳ ى�ﺣ ،ﮫﻠهأ ﻦﻣ نﻮﻧﻮ�ﻳ ﻻو ،نﺎﻤﻳﻹا ﻳﺪﻟا باﻮﺑا ﻊﻴﻤﺟ �� عا�نﻟا دراﻮﻣ ﻦ

“Noksanlıklardan münezzeh olan Allah, kendisiyle ye-min edilenlerin en üstününe yeye-min ediyor ki bu kendi nef-sidir; onlar dinin bütün meselelerinde Rasûlullah Sal-lallâhu Aleyhi ve Sellem’i hakem tayin etmedikçe onlar için iman sabit olmaz ve onlar iman ehlinden sayılmazlar”39

Şu halde âlimlerin açıklamalarından hareketle bu ayetin iki yönü olduğu ortaya çıkmaktadır. Birincisi imanın aslına bakan yönü, ikincisi ise imanın kemaline bakan yönü. İslam şeriatına iman eden, ona iltizam eden yani boyun eğen, ondan başka şe-riatları reddeden herkes esasında Rasûlü hakem tayin etmiş ve ona teslim olmuş demektir. Bunların olmadığı yerde ise iman yoktur. İbn Kesir (Rahmetullahi Aleyh)’in ve diğer âlimlerinde ifade ettiği gibi nesh edilmiş şeriatlara, Yesak gibi beşeri kanun ve anayasalara yani tağuta muhakeme olanlar bu statüdedirler yani kafirdirler. Bu şartları sağlayan ve İbn Teymiyye’nin de bahsettiği gibi şeriata mültezim (bağlı) olan bir fert ise ayette bahsedilen şartların kemali noktasında bir eksiklik yaptığı za-man bundan dolayı tekfir edilmez. Zira bütün ihtilaflarda Rasûlü hakem tayin etmek, onun verdiği hükme teslim olmak ve bu hususta hiçbir sıkıntı duymamak şartlarını kemal anla-mıyla ancak gerçek ihlaslı müminler yerine getirebilir. Mesela bakılması haram olan bir şeyle karşılaştığında bu durumu der-hal –nefsine ve hevasına değil- Rasûle arz edip, Rasûl’ün bunu

39 Risale-i Tebukiye, 25

64 Ebu Ubeyde’nin Mahkeme Konusunda Yaptığı Tedlîs ve Hilelerin İzahı

haram saydığını hatırladığı anda gözünü o haramdan çeviren ve bu hususta da asla bir tereddüt ve pişmanlık yaşamayan, bi-lakis kalb huzuru duyan kimse kamil bir mümindir. Ancak bunu yerine getirmeyen kimseler o haramı helal yapmadıkları müddetçe kâfir sayılmazlar. Bundan dolayı Buhari şarihi İbn Battal (Rahmetullahi Aleyh) Nisa: 65 ayetiyle alakalı şöyle demiş-tir:

:ءﺎـــــــــــــــﺴنﻟا] (. .كﻮﻤﻜﺤﻳ ى�ﺣ نﻮﻨﻣﺆﻳ ﻻ ﻚـــ�رو ﻼﻓ) :ﮫـــﻟﻮﻗ ﻮهو 65

ﻻ :ى�ﻌ� .ﺔـــﻳﻵا [

ﺎ�� غﺰﻧو نﺎﻄﻴﺸﻟا ﺎهﺮﻄﺧأ ةﺮﻄﺨﺑ نﺎﻤﻳﻹا ﻦﻣ جﺮﺨﻳ ﻻ ﮫﻧﻷ ؛ﻼﻣﺎ� ﺎًﻧﺎﻤﻳإ نﻮﻨﻣﺆﻳ .

“Seni hakem tayin etmedikçe iman etmiş olmazlar, ayeti ‘Kamil anlamda iman etmiş olmazlar’ manasına ge-lir. Çünkü kişi, şeytanın kalbine attığı düşünce ve vesvese-lerden dolayı imandan çıkmaz.”40

Bunun tağuta muhakeme olmak gibi şirk fiilleriyle bir ala-kası yoktur. Allaha hükmünde ortak koşmak anlamına gelen bu tür fiillerde helal sayma ve inkâr şartını aramak ancak sap-mış Mürcii ve Cehmi zihniyete mensup kişilerin harcıdır. Val-lahu a’lem.

Netice:

Ebu Ubeyde’nin “Muhakemenin Tekfirinde İhtilaf” başlıklı ve 13.07.2014 tarihli yazısında savunduğu temel tezi ve buna verdiğimiz cevab özetle şöyledir:

Ebu Ubeyde, tağuta muhakeme konusunda alimlerin icmâ ettikleri ve de ihtilaf ettikleri hususlar olduğunu iddia etmiş ve tağuta muhakemeyi helal sayarak ve tağutun hükmünü Rasûl’ün hükmünden üstün tutarak tağuta başvuranın kafir ol-duğu hususunda icmâ olol-duğunu; bu şekildeki bir itikad olma-dan mücerred muhakeme olma fiilinin küfür mü yoksa haram

40 Şerhu Sahih’il Buhari, 8/100

mı olduğu noktasında ise ihtilaf olduğunu ileri sürmüştür.

Kendisi tağuta muhakeme fiiline küfür dediğini ve bunun ameli bir küfür olduğunu söylemiş ki bundan ne kastettiği ise tartışmalıdır. Çünkü ameli küfür tabiri genelde dinden çıkart-mayan küçük küfürle alakalı kullanılır ki Ebu Ubeyde’nin kendi görüşüne dayanak yaptığı Şeyh Süleyman bin Sehman ameli küfrü bu anlamda kullanmıştır. Ebu Ubeyde ya Şeyh’in sözlerini anlamamıştır yahut da tağuta muhakemeye dinden çıkartmayan küçük küfür dediği halde takiyye yapmaktadır.

Doğrusunu Allah bilir.

Biz bütün bu iddialara cevaben şöyle diyoruz: İbn Kesir (Rahmetullahi Aleyh) Yesak gibi beşeri kanunlara muhakeme olanın küfrü hususunda icmâ nakletmiştir. İcmâ’nın da öte-sinde Kitap ve Sünnetten açık delillerle sabit olmuş ve bizzat rasûllerin ortak daveti tevhidin aslına dâhil olan bu meselenin yani Allahtan başkasının hüküm ve teşri yetkisini kabul etme manasına gelen tağuta muhakemenin küfrün altında bir haram olduğuna dair hiçbir delil olmadığı gibi, âlimlerden de bu doğ-rultuda hiçbir açık söz nakledilemez. Ebu Ubeyde, bu hükme ancak âlimlerin bazı sözlerini yorumlayarak ulaşabilmiştir.

Naklettikleri sözlerin hepsi ihtimalli sözler olup malum olduğu üzere ihtimalli sözlerle hiçbir hükme varılamaz. Âlimlerin söz-leri tağuta muhakemenin aslı olan İslam şeriatı dışındaki bir kanuna muhakeme olmakla alakalı değildir, bilakis bu söz-lerde bahsedilen şey bir nevi tağuta muhakemeye benzeyen fakat tağuta muhakemenin bizzat kendisi olmayan, onun aşa-ğısındaki bazı fiillerdir. Mesela kişinin hevasına, cahiliyeden kalma adet ve alışkanlıklarına tabi olması, mezhep taassubu yapması, kendi görüş ve mezhebine aykırı gelen nasslara zor-lama teviller getirmesi vb. fiillerdir. Elbette ki bu bahsettikle-rimiz dinin zaruri olarak bilinen açık hükümlerini reddetme hususunda değil, hafi (kapalı) meselelerde cereyan eden şey-lerdir. Veyahut da açık hükümlerde olsa bile kişinin sergilediği

66 Ebu Ubeyde’nin Mahkeme Konusunda Yaptığı Tedlîs ve Hilelerin İzahı

itaatsizlik, hükmü reddetme seviyesine ulaşmaz; kişi şeriata il-tizam etmeye, bağlılık göstermeye devam ettiği halde bazı hü-kümleri terk ederek hevasına tabi olur. Tıpkı İslam şeriatına bağlı olduğu halde bazı hususlarda nefsine uyarak Allah’ın hükmünü uygulamayı terk eden İslam kadısı ve onun verdiği caiz olmayan hükümlere rıza gösteren kişiler gibi. Bütün bun-lar âlimler tarafından tağliz (sakındırma) babından ve bir ben-zetme olarak tağuta muhakeme, cahiliye hükmünü isteme gibi isimlerle adlandırılmıştır ancak bu dinden çıkartan tağuta iba-det anlamında değildir. Zira bizim tağuta muhakeme dediği-miz mesele esas itibariyle tağuta ibadet yani ona hüküm koyma yetkisini vermektir ki bunun şirk olduğu hususunda iki Müslüman dahi ihtilaf etmez ve iki Müslüman dahi bunu helal sayma veya inkâr şartına bağlamaz. Söz konusu yazıdaki iddi-alarla alakalı bizim toparlayabildiklerimiz bunlardır.

Ebu Ubeyde’nin bunları gündeme getirme sebebine ge-lince; Ebu Ubeyde bütün bunları yukarda da işaret ettiğimiz gibi güya Ebu Hanzala ve benzerlerini neden tekfir etmediği sorusuna cevap olarak yazmıştır. Fakat görüldüğü üzere ne as-tığı nakillerde ne de yazdığı diğer şeylerde bu soruya cevap olacak bir şey yoktur. Çünkü Ebu Hanzala ve Makdisi gibileri –yukarda da belirttiğimiz gibi- tağuta muhakeme küfürdür de-yip ardından küfre istisna getirerek bunun Daru’l harpte belli şartlarla caiz olacağını iddia etmektedir. Bu yazısında ise Ebu Ubeyde tağuta muhakemenin küfür mü haram mı olduğu nok-tasında ihtilaf olduğunu iddia etmektedir. Bütün bunların Ebu Hanzala, Makdisi ve benzerlerinin görüşü ile ne alakası vardır?

Ebu Ubeyde hocası Ebu Hanzala’yı tekfir etmemekte haklı (!) olduğunu isbat etmek istiyorsa Darul harpte tağuta muhake-menin caiz olduğunu veya en azından bu konuda âlimlerin ih-tilaf ettiğini açıkça ifade eden nakiller getirmesi gerekiyordu.

İlerde de inşallah geleceği üzere onlar bu hususta da Serahsi vb. âlimlerden ihtimalli bir takım sözleri getirip kendilerine

göre yorumlamaktan öte bir şey yapamazlar. Âlimlerden ta-ğuta muhakemeye cevaz veren bir şey getirmeleri muhal oldu-ğuna göre gerek onun gerekse onun gibi düşünen herkesin önünde bu iddiadan ve benzeri küfürlerinden tevbe etmesi ha-ricinde bir seçenek yoktur. Ona tabi olanlara da düşen kendi-lerine her denileni tasdik etmek ve ardından çay içip dağılmak yerine bu getirdiği nakillerin konuyla ne alakası olduğunu ve neye nasıl delil olduğunu sorgulamaktır. Çünkü bunlar, üze-rinde dikkatle durulması gereken iman küfür meseleleridir ve bu konularda ne içtihad, ne de taklid caiz değildir. Bu husus-larda isabet edemeyen herkesi öfkesinden neredeyse çatlaya-cak olan cehennem azabı beklemektedir. Bundan Allah’a sığı-nırız.