• Sonuç bulunamadı

1.2. DİNÎ HAYATIN GELİŞİMİ

1.2.2. Nakşibendî Tarîkatı

İnancın siyasetle ilişkisi ve siyasallaşması sonucunda ortaya çıkan Nakşibendiye, kendi dünyasını, diğer bir deyişle siyasi, manevî ve kültürel hayatı belirlemeye başlamıştır. Bunu en çok belirlediği saha da Hokand ve Doğu Türkistan olmuştur. Türkistan, Sünniliğin kalesi olurken, öte yandan İran coğrafyası da heteredoksinin kalesi haline gelmiştir. Bu noktada iki tane çekim alanından bahsetmek gerekir. Bunlar Nakşibendiye ve Erdebil’dir. Nakşibendiye’nin başlangıçta kültürel anlamda bir Tacik hareketi olduğunu ifade etmek yanlış olmaz. İranî ve Türkî kültürlerin rekabetinin görüldüğü bu mücadelede zaman içinde Türklerin ağırlığının arttığına dikkat çekmek gerekir. Bu temelden hareket ederek tasavvuf cereyanları üzerinden manevî hayattaki gelişmeleri anlamak konumuz açısından önemlidir.

Nakşibendîye’nin kökeni, XIII. ve XVI. yüzyıllar arasında Orta Asya vahalarında gelişmiş ve Hâcegân diye anılan “Büyük Üstadların” tasavvufî geleneğinde yatmaktadır. Tarîkat, buradan batıda Anadolu’ya ve doğuda Doğu Türkistan’a, güneyde ise Hindistan kıtasına yayılmıştır.55 Tarîkat esasen Alevî silsileye sahip olmakla beraber Sünniliğe güçlü bir şekilde bağlıdır. Peygamber’den sonra Nakşibendî silsilesinin ilk halkası, Nakşibendîlere göre Peygamber’in ilk halifesi ve eşsiz manevî makam sahibi bir şahsiyet olan Ebû Bekir es-Sıddîk’tır. Nakşibendîler özellikle bu görüşü desteklemek için çok sayıda hadisi de örnek göstermişlerdir.56

Tarîkatın kurucusu kabul edilen Bahaüddin Nakşibend (öl. 1389) tarikatın ilk şeyhi olup 1318’de Buhara civarında Kasr-ı Arifan adı verilen bir köyde doğmuştur. Nakşibendî lakabının bu tarikatın bazı esaslarına dayanılarak, başkaları tarafından verilmiş olması muhtemeldir. Nitekim “nakışçı” manasına gelen bu kelime “nakş ve band” şekline icra edilerek, zikirden hasıl olan tesir nakşa, zikir de bu tesiri tespite yarayan bağa benzetilmektedir. Kelimenin ayrıca, bu tarikatın esaslarından biri olup, müridin şeyhine daima bir ruh bağlılığını sağlayan râbıta ile ilgisi olabileceği ihtimali bulunmaktadır.57 Bahaüddin Nakşibend’in kendisinden çok önce vefat etmiş olan Abdülhalik Gucduvanî (öl. 1220) tarafından yetiştirildiği kabul edilir. Bu tarz eğitime ise “Üveysiye” adı verilmektedir.58 Hakikatte, Hoca Bahaüddin Nakşibend’in manevî

55 ItzchakWeismann, Nakşibendîlik, (çev: İrfan Kelkitli), İstanbul 2015, s. 37. 56 Hamid Algar, Nakşibendîlik, İstanbul 2013, s. 16.

57 Tahsin Yazıcı, “Nakşbend”, İA, Cilt 9, İstanbul 1964, s. 52. 58 Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarîkatlar Tarihi, İstanbul 2013, s. 233.

terbiyesi Hoca Abdülhalik Gucduvanî’den olduğu için onu Hâcegân silsilesinden addetmek yanlış sayılmaz. Bu nedenle, Nakşibendîlik bir yandan Kasam Şeyh ve Halil Ata vasıtasıyla Yesevîliğin tesirinde kaldığı gibi, diğer yandan Hoca Abdülhalik Gucduvanî’nin, Ahmed Yesevî’den sonra Yusuf Hemedânî’nin halifesi olması itibariyle birçok bakımdan Yesevîlikle benzerlik göstermektedir. Hoca Bahaüddin’den sonra Nakşibendîlik, Mâverâünnehir ve Horosan Türkleri arasında çok yayılmış, Yesevîliğin nüfuz sahasını bir bakımdan daraltmıştır; lâkin Nakşibendîliğin genel hatları itibariyle Yesevîlikten pek farklı olmadığını ve Orta Asya’da az bir zaman zarfında yayılışını da evvelce onun zemin hazırlamasına borçlu bulunduğunu ilave etmek gerekmektedir.59

Türkler arasında yaygın olan Yesevîlik ile Nakşibendîlik, Allah korkusunu temel alan zühd anlayışı ile birlikte Allah aşkına da önem veren, geniş bir hoşgörüyle insanları seven, benlik duygularını kınayan Horasan Melâmetî anlayışından derin izler taşımaktadır. Nakşibendîliğin Orta Asya’daki Hanefi mezhebine bağlı temsilcileri, Horasan Melâmetî anlayışı ile Endülüs’ün varlığın birliğini ifade eden “vahdet-i vücûd” anlayışını Türk irfan geleneğiyle birleştirmişlerdir. Bu da tarîkatın tefekkür boyutuyla zengin bir yapı kazanmasını sağlamıştır. Bahaüddin Nakşibend’e kadar “Hâcegâniyye” olarak bilinen Nakşibendî tarîkatı, İmam-ı Rabbânî ile birlikte “Nakşibendî- Müceddidî”, Mevlâna Hâlid Bağdâdî’den itibaren “Nakşibendî-Hâlidî” şeklinde adlandırılmıştır.60

XII. ve XV. yüzyıllarda Mâverâünnehir’de faaliyet gösteren ve Orta Asya sûfiliğinin gelişmesinde önemli rol oynayan bir tarikat olan Hâcegân tarikatının, sonradan Nakşibendîliğin manevî yönünü tayin eden tasavvuf eğitiminin önde gelen ilkeleri on bir terimle ifade edilmiştir. Müridin günlük hayatta ve zikir esnasında riayet etmesi gereken ilkeler Nakşibendî literatüründe “kelimât-ı kudsiyye” olarak bilinmektedir. İlk sekizinin Abdülhalik Gucduvanî tarafından belirlendiği kabul edilen bu on bir ilke şunlardır: Her nefes alış verişte bilinçli olmak, yürürken öne bakmak, kötü huylardan iyi huylara doğru yolculuk, toplum içinde yalnız, halk içinde Hak ile olmak, Allah’ı zikretmek, nefesi tutarak icra edilen kelime-i tevhid zikrinde nefesi salarken, “İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî” demek, kalbi dünyevî düşüncelerden korumak, Allah’ı daima hatırlamak, içinde bulunulan halin bilincinde olmak, zikri belli

59 M. F. Köprülü, Türk Edebiyatında…, s. 180.

60 Mehmet Necmeddin Bardakçı, “Şâh-ı Nakşbend ve Türk Dünyasındaki Etkileri”, Türkler, Cilt 5,

sayıya riayet ederek icra etmek, zikir esnasında kalbe teveccüh edip zikrin mânasının bilincinde olmak.61

Hoca Ubeydullah Ahrâr gibi bazı Orta Asya Nakşibendî şeyhleri hâce lakabını kullanmaya devam etmişlerse de Hâcegân, Nakşibendîlikten ayrı bir tarîkat olarak Emîr Külâl’ın Bahaüddin Nakşibend dışındaki diğer halifeleriyle ancak iki üç nesil kadar varlığını sürdürebilmiş, daha sonra Nakşibendîliğin içinde erimiştir.62 Evvelce Türk tasavvufundan esinlenmiş olarak vücuda gelen Nakşibendîlik, hakiki Horasan sofuluğu şeklini almıştır. Sonra da Türk sofuluğunu Horasan tasavvufu ile bir araya getirmeye başlamıştır. Örneğin; Fergana’daki Türk şeyhlerinden Burhaneddin Kılıç’ın çocukları XVI. yüzyıl başında Nakşibendîliğe iltihak etmişlerdir. Zengi Ataya, Seyid Ataya mensup Türk şeyhleri de XVI-XVII. yüzyılda yavaş yavaş Nakşibendîliği özümsemişlerdir.63 Bu tarikat, Türk kültürüne, halk maârifine, Anadolu vahdetine büyük hizmetleri geçmiş bir tarikat olarak kabul edilmiştir.64