• Sonuç bulunamadı

1.3. HOCALAR DEVRİ

1.3.1. Hocaların Menşei ve Ortaya Çıkışı

Türkistan coğrafyasına bakıldığında eski İran geleneklerini bünyesinde barındıran Horasan’ın, İslâmiyetten sonra tasavvuf cereyanının başlıca merkezlerinden biri ve hatta birincisi konumunda olduğu dikkat çeker. Bu yüzden Mâverâünnehir İslâmlaştıktan sonra, bu cereyanın İslâmiyetin evvelce takip ettiği yollardan Türkistan’a gireceği pek tabii idi. Herat, Nişabur, Merv XIII. yüzyılda mutasavvıflarla nasıl dolmaya başladıysa, XIV. yüzyılda Buhara ve Fergana’da şeyhlere tesadüf edilmeye başlandı. Hatta Fergana’da Türkler kendi şeyhlerine Bâb, yani Baba adını veriyorlardı. Horasan’a muhtelif münasebetlerle gelen Türkler arasından da mutasavvıflar yetişiyordu. Esaslarını Hz. Ebubekir veya Hz. Ali vasıtasıyla Hz. Peygamber’e kadar ulaştıran sûfiliğin yayılması, tekkelerin siyasi kuvvetler tarafından adeta resmen tanınması, birçok önde gelen devlet adamları ve sultanların şeyhlere riayeti, onlara yüksek bir manevî nüfuz veriyordu.75

Daha sonra gelen Nakşibendî müellifleri, Hz. Ebubekir ile başlattıkları Nakşibendî silsilesinin Bâyezîd-i Bistâmî’nin zamanına kadar Bekriyye, Hâce Yusuf el- Hemedânî’nin zamanına kadar Bâyezîd’in Tayfûr lakabına nisbetle Tayfûriyye, Hemedânî’den Hâce Bahaüddin Nakşibend’in zamanına kadar Hâcegân tarîkatı ve ondan itibaren de Nakşibendîyye adını aldığını kaydederler. Silsilenin bu şekilde dönemlere bölünmesi doğru kabul edilirse Merv’deki hankâhı* “Horosan Kâbesi” olarak tanınan Yusuf el-Hemedânî’yi Hâcegân’ın ilki saymak gerekir. Nitekim silsilede “hâce” lakabını taşıyan ilk sûfî de odur. Daha yaygın bir görüşe göre Hâcegân tarîkatının gerçek kurucusu, Yusuf el-Hemedânî’nin tayin ettiği dört halifenin dördüncüsü olan ve “ser-silsile-i Hâcegân” lakabıyla anılan Abdülhâlik-ı Gucdüvânî’dir. Yusuf el- Hemedânî’nin üçüncü halifesi ve Yeseviyye’nin kurucusu Hâce Ahmed Yesevî’nin halifeleriyle kurduğu tarîkata mensup olanların “hâce” yerine “ata” lakabını taşıdıklarına bakarak bunların Hâcegân silsilesinden ayrıldıklarını söylemek mümkündür. Yeseviliğin daha ziyade Orta Asya göçebe Türk kavimleri arasında, Hâcegân’ın ise Mâverâünnehir’in Buhara gibi eski kültür merkezlerinde Farsça konuşan şehirliler arasında yaygınlık kazandığı söylenebilir. Hâcegân tarikatının, sonradan

75 M. F. Köprülü, Türk Edebiyatında…,s. 65-66. * Hankâh: Büyük Tekke

Nakşibendîliğin manevî yönünü de tayin eden sekiz prensibi Gucdüvânî tarafından ortaya konulmuştur. Hoca Ubeydullah Ahrâr gibi bazı Orta Asya Nakşibendî şeyhleri “Hâce” lakabını kullanmaya devam etmişlerse de Hâcegân, Nakşibendîlik’ten ayrı bir tarîkat olarak Emîr Külâl’in Bahâüddin Nakşibend dışındaki diğer halifeleriyle ancak iki üç nesil kadar mevcudiyetini sürdürebilmiş, daha sonraları ise Nakşibendîliğin içinde erimiştir.76

Esas adı Ahmed bin Seyyid Celâleddin Hoca-yı Kâsânî olan Nakşibendî tarîkatının pîri Hoca Mahdûm-ı Âzam, devrin Çağatay hükümdarı Reşidî Han (1533- 1559) tarafından Kaşgar’a davet edildiği zaman büyük ilgi görmüştür. Reşidî Han’ın öncülük etmesi yoluyla Satuk Buğra Han neslinden geldiği bilinen Bibi Ciya Hanım ile evlenmiş ve bu evlilikten Hoca İshak adında bir oğlu olmuştur. Bu din adamları ve evlatlarının Türkistan’a gelerek Budist ve Maniheist tesirlerinin görüldüğü ülkede İslâmiyeti hâkim kılma çabaları dikkate değerdir. Hocaların Doğu Türkistan’a davet edilişleri ve gelişleri şu iki sebebe dayanmaktadır; birincisi, ülkede İslâmı hâkim kılmak, ikincisi ise muhtelif düşman gruplara bölünmüş halkın birlik ve beraberliğini sağlamaktı. Abdülkerim Han zamanında Mahdûm-ı Âzam’ın oğullarından İshak Velî Doğu Türkistan’a davet edilmişti. Doğu Türkistan’da birlik ve beraberliği sağlamaya çalışan İshak Velî, Yarkend, Kaşgar, Hoten ve Aksu’da İslâm’ın kuvvetlenmesi için çalışmalarına başlamıştır. Daha sonraları Abdüllatif Han, Mahdûm-ı Âzam’ın ilk hanımından doğan oğlu Hoca Kalan (Muhammed Emin)’ı 1615 yılında Doğu Türkistan’a davet etmiştir. Bu durum Hoca İshak Velî’nin yerine geçen oğlu Hoca Şadi ile aralarında bir rekabetin doğmasına sebebiyet vermiştir. Yarkend şehri, Hoca Kalan ile yeğeni Hoca Şadi arasında bir rekabet merkezine dönüşmüş ve bir süre sonra halk bu hocaların taraftarları olarak ikiye ayrılmıştır.77

Mahdum-ı Âzam’ın ölümünden sonra oğulları’ndan İşan Kalan, “İşkiya” tarîkatını; Hoca İshak Velî de, “İs’akiye” tarîkatını kurmuşlardır. Bu tarîkatlerin talebe ve mensupları, tarîkat kurucularının yolunda yürüyerek, İşkiyalıların dahil olduğu Aktağlık ve İs’akiyelilerin bağlı bulunduğu Karatağlık gruplarına ayrıldılar. Ak Tağlık’ın merkezi Kaşgar, Kara Tağlık’ınki de Yarkend olmuştur.78 XVII. ve XVIII. yüzyıl boyunca iki hoca soyu, yani Mahdûm-ı Âzam’ın iki çocuğunun soyundan gelen

76 Hamid Algar, “Hâcegân”, TDVİA, Cilt 14, İstanbul 1996, s. 431. 77 M. Saray, Doğu Türkistan…, s. 91-94.

Aktağlık ve Karadağlık hocaları güçlerini genişletmiş ve kukla yerel yöneticilerle birlikte bir dizi şehir devletini yönetmişlerdir.79

Altışehir’in 1678 yılında Kalmuklar tarafından istilası ile başlayan ve bütün Doğu Türkistan’ın 1755’de Çin tarafından istilası ile sona eren 77 yıllık bu döneme “Hocalar Devri” adı verilmektedir. Doğu Türkistan’ın özellikle bu son devirlerinde görülen siyasi istikrarsızlık, ayrı şehir ve eyâlet hâkimleri arasındaki devam eden mücadele ve bunun sebep olduğu ekonomik vaziyet, halkı idare işlerine ilgisiz kalmaya ve kurtuluşu ruhanî zümreler üzerinde aramaya sevk etmiş ve bu grupların halk arasındaki şöhretleri hâkimleri tehdit edecek ve korku uyandıracak bir seviyeye gelmişti.80 1678’de Aktağlık hocalardan Afak Hoca ile başlayan yeni devir, esasen dolaylı bir Cungar hakimiyetidir. Bu hakimiyet, Mançular bölgeyi ele geçirene kadar zaman zaman doğrudan, zaman zaman da dolaylı olarak devam edecektir.81 Hocalar devri adını verdiğimiz bu dönemi, Cungar Hanları’nın saltanatı dönemi içinde dört ana başlık altında toplamak mümkündür:

I. Galdan Dönemi (1678-1697)

II. Çivan Araptan Dönemi (1697-1727) III. Galdan Sirin Dönemi (1727-1745) IV. Davaçi Dönemi (1745-1755)