• Sonuç bulunamadı

B. CEMİYET

1. ŞAHISLAR

1.1. Tarîhî ve Efsânevî Şahsiyetler

1.1.1. Nûşirevân

İran’ın Sâsâniyân sülâlesinden adaleti ile ün salmış bir hükümdardır. 531-579 yılları arasında yaşamıştır. Lakâbı “Nûşirevân-ı Âdil”dir. “Kisrâ” adı ilk kez onu verilmiştir. Asıl adı “Hüsrev”dir. “Nûşirevân” kelimesinin Pehlevîce “ölmez ruhlu” anlamına gelen “Anuşek-Revân” tamlamasından geldiğine inanılmaktadır. Burhan-ı Katı’da yer aldığı üzere, Araplar bu hükümdara “Ebû Şirvân” derlermiş. Rivayete göre kırk dokuz senelik idaresinin ilk yıllarında çok gaddar ve zâlim olan Nûşirevân bir av sırasında baykuşların konuşmasını tercüme eden hikmetli veziri Büzürcmihr’ten ibretlik bir ders aldıktan sonra, tamamen değişmiş, geri kalan saltanat hayatı boyunca kimseye zulüm etmemiş, adaleti ve doğruluğuyla meşhur olmuş. Nûşirevân’ın adaleti, yaptırdığı saraylar ve muhteşem kasırlar etrafında pek çok efsaneler uydurulmuş, bu efsaneler Divan şiirine zengin bir kaynak teşkil etmiştir. Bağdat yakınlarındaki Medâyin şehrinde yaptırdığı “Tâk-ı Kisrâ” ve “Eyvân-ı Kisrâ” adlı sarayla çok meşhur olmuştur. Muhteşem bir âbide olan “Tâk-ı Kisrâ”, Hz. Muhammed’in dünyaya geldiği gece çatlamış ve yıkılmıştır.

Divan edebiyatında “Nûşirevân” adaletin, onun yaptırdığı saraylar da güzelliğin, estetiğin sembolüdür. Eserde yalnız bir bendde anılan Nûşirevân’ın adil oluşu sebebiyle dünyada hak ettiği iyi şöhret örnek gösterilir:

‘Adl ü inãâf ile óüsn-i sîreti / Mülküne virir demâdem zîneti ‘Ömr-i åâni’ye daòi maôhar olur / Âòiretde devlet-i sermed bulur

1.1.2. Rüstem

İran’ın ünlü kahramanı. “Rüstem-i Zâl”, “Rüstem-i Dâsitân”, “Zâl-i Zer”, “Tehemten”, “Heft-hân-ı Acem” gibi sıfatlar onundur. “Tehemten” başbuğ, serasker, ubûdiyet, itaat gibi mânâlara gelir. M.Ö. 4. asırda, Keykâvus devrinde yaşadığı sanılmaktadır. Sam’ın torunu, Zâl’in oğlu. Sührab ve Feramuz’un babası. Bijen’in dedesi.

Şehnâme’de övgüyle anılır. Kahramanlık, acı kuvvet ve yenilmezlik sembolüdür. Daha

genç yaşında birçok devi öldürmüş ve olağanüstü kahramanlıklar göstermiştir. Turan hükümdarları ve “Efrasiyâb” ile olan savaşları yanında, “Siyâvuş”u öldürmesi ve “Güştâb”ı esâretten kurtarmasıyla ünlüdür. Rüstem’in yolu devler, garip yaratıklar, korkunç canavarlarla dolu, son derece tehlikeli Mâzenderân Seferi, Fars ve Türk edebiyatlarında çokça işlenen “Heft-hân” adlı mâcerayı doğurmuştur. Rüstem’in yiğitliği, kuvveti, kullandığı garip ve esrarlı teçhizat Şehnâme’de ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Rüstem yedi yüz yaşındayken “İsfendiyar” ile savaşıp onu öldürmüştür. Bundan otuz yıl sonra üvey kardeşi “Şegad” tarafından düzenlenen bir hileyle öldürülmüştür.20

Rüstem, bütün pâdişahların (bilhassa Keyhüsrev’in) alabildiğine övdüğü, onların tek kurtarıcısı ve İran’ın en büyük hâmisidir. Rüstem, edebiyatta daha ziyâde birisini övmek maksadıyla bir kıyas unsuru olarak kullanılır. Şâirler onun vasıtasıyla aşkın çeşitli maceralarını da anlatırlar. Bu eserde şâir “Dâsitân-ı âlem” sıfatıyla andığı “Rüstem”in güç ve kuvvetinin dahi Allah’ın gücü yanında bir anlam ifade etmediğini söyler, gurur ve gaflete kapılıp insanlara zulüm etmemeyi öğütler:

Dâsitân-ı ‘âlem olub úuvvetiñ / Olsa Rüstem gibi zor u úudretiñ Yere gelür ‘âúıbet arúañ seriñ / Úabr olur Behrâm mânendi yeriñ äayd iderken her óumâr-ı vaóşiyi / Öldürürken her yamân u yaòşiyi äayd ider bir günde ãayyâd-ı ecel / Her ne rütbe olsa da cismiñ ecel

Úoy àurûr u àafleti merdâna var / Ey oàul óûr-ı cinânı úıl şikâr (166.B.)

20

1.1.3. Behrâm

Sâsânîler soyundan gelen, Yezdgird’in oğlu olan İranlı bir hükümdar. M.S. 420’de tahta çıkıp yirmi yıl saltanat sürmüştür. Yaban eşeği avına merakından dolayı kendisine “Behrâm-ı Gûr” denilmiştir. “Gûr”, yaban eşeği ve mezar, çukur anlamlarına gelmektedir. “Behrâm” aynı zamanda mitolojide savaş tanrısı kabul edilen “Merih yıldızı” anlamına da gelmektedir. Rivâyete göre hüküm sürdüğü memleketlerde dört yıl boyunca kimse ölmemiştir. Onun zamanında eğlence o derece yaygınlaşmıştı ki, insanlar bütün vakitlerini zevk ve sefa içinde geçirirlermiş. “Behrâm”, antik çağları geride bırakan Acemlerin çizdiği yeni bir kahraman tipidir. “Behrâm” yaşadığı dönemde “Rüstem”e benzetilirmiş. “Behrâm” kahramanlığı, adaleti ve cesaretiyle meşhur bir pâdişahtı. “Behrâm” yine bir yaban eşeği avı sırasında bir çukura düşüp ölmüştür.21

Şâir, gücüne güvenip kibirlenen insanın da nihayet öleceğini ve kabre gireceğini söylerken, kahramanlıklarıyla ünlü “Rüstem” ve “Behrâm”ı ibret gösterir:

Dâsitân-ı ‘âlem olub úuvvetiñ / Olsa Rüstem gibi zor u úudretiñ

Yere gelür ‘âúıbet arúañ seriñ / Úabr olur Behrâm mânendi yeriñ (166.B.)

1.1.4. Keyhüsrev

İran’ın Keyâniyân sülâlesinden, Keykâvus’un torunu, Siyâvuş’un oğludur. Annesi Efrasiyâb’ın kızı Firengis’tir. Saltanatı altmış yıl sürmüştür. Mecâzen büyük pâdişahlar hakkında sıfat olarak kullanılır. “Key” büyük hükümdar, pâdişah anlamına gelen bir ünvandır. Keyhüsrev’in dedesi Keykâvus, tahtını bir imtihan sonunda torununa bırakıyor. Korkunç Cadılar Ülkesini olağanüstü özellikleri ile feth ediyor. Bütün İran topraklarında mutsuzluk olduğunu, sebebinin de Efrasiyâb olduğunu söyleyerek intikam başlatır. Bundan sonra Turan’la İran arasında uzun yıllar sürecek olan savaşlar tekrar başlar.

21

Şâir, güç ve uzun süre saltanat timsali olarak “Keyhüsrev”i hatırlatarak çok zaman âlemde pâyidâr olsa da insanın en sonunda yerinin “batn-ı gâr-ı kabr” olacağını belirtir:

Salùanat taòtında Keyòüsrev gibi / Olmuş olsañ şân ü şevket ãâóibi Çoú zamân ‘âlemde úalsañ pâyidâr / Biñ sene olsañ cihânda óükümdâr

Baùn-ı àâr-ı úabr olur âòir yeriñ / Òâk olur eñ ãoñra devletlü seriñ (167.B.)

1.1.5. Lokman

İsmi Divan şiirinde hikmet ve hekimliğin sembolü olarak geçen şahsiyetlerdendir. Araplar arasında da ünlü olan “Lokman”ın nebî veya velî olduğu husûsunda ihtilaflar vardır. Ancak çoğunluk onun sâlih bir kul olduğunda hemfikirdir. Ne zaman, nerede yaşadığı, hangi milletten olduğu kesin değildir. Taberî’ye göre Hz. Dâvud zamanında dünyaya gelmiş ve 3700 yıl yaşamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in 31.sûresi onun adını taşır. Lokman Sûresi’nin 12. âyetinde “Andolsun, biz Lokman’a ‘Allah’a şükret’ diye hikmet verdik…” denmesi onun hikmet sembolü olarak anılmasına yeter bir sebep teşkil etmiştir. Kur’ân’da oğluna öğütler verişi, onu tevhid ve âhiret konusunda uyarması yönleriyle adından bahsedilir. Gelenekte en çok hastalıklara devâ olması yönüyle adı anılır.

Eserde üç yerde ismi geçen “Lokman”ın bile ölüme çare olamayacağı belirtilerek “vakt-i ecel”in mutlak olduğu ve ölümden korkmanın fayda vermeyeceği ifade edilir. Bir beyitte de Lokman’ın çok konuşmadığı ve bir hikmet olarak sükûta sahip olduğu belirtilir:

‘Âdet olmuşdu çü Lokmân’a sükût / Óikmet oldu kâmil insâna sükût (76.B.)

1.1.6. Eflâtun (Felâtûn)

“Sokrat”ın öğrencisi ve “Aristo”nun hocası olan meşhur Yunanlı filozof. M.Ö. 430- 348 yılları arasında yaşamıştır. Asıl adı “Platon”dur. İslâm kültüründe “Eflâtun” diye anılır. Efsânevî bir kimliğe bürünüşü Helenistik dönemde başlamış birçok gizli ilim ve garip buluşlar kendisine mal edilmiş, İslâmî kaynaklarda da önemli ölçüde yer bulmuştur. Edebiyatta akıl, hikmet ve hükümdeki incelik ve isabet timsalidir. İslâm ulemâsından bazılarına göre Sokrat ile birlikte öğrencisi Eflâtun da bir nebî ya da en azından velîdir.

Sokrat’ın itikadının Lokman’a kadar uzandığına inanılır. Hatta bu hususta sahihliği kesin olmayan, “Eflâtun’a lânet etmeyin, muhakkak ki o peygamberlerdendi, fakat kavmi onu bilmediler” şeklinde bir hadisin mevcudiyetine dair kaynaklarda bilgi bulunmaktadır.22

Eserde iki yerde “Eflâtun” ve “Felâtûn” diye anılan Platon, âlimliğiyle ön plana çıkartılır. Şâir, bir kişinin “Eflâtun” gibi âlim de olsa, kendini câhil sayması gerektiğini, aklın akıldan üstün olduğunu, hepsinden de öte Allah’ın ilmi yanında insanınkinin hiçbir önemi olmadığını belirtir. İlmiyle “müddeî” olup câhillerle düşer kalkarsa, kişinin “zamanın Felâtûn’u” da olsa câhil sayılacağını ifade edilir:

İki òaãlet oldu câhilçün nişân / Kimde olsa bu iki òaãlet ‘ıyân Câhilândan ãâyılır ol bî-gümân / Olsa da ôâhir Felâùûn-ı zamân Tâze oàlanlarla ãoóbet eylemek / Óırãla nisvâna raàbet eylemek Ya‘ni anlarla düşer úalúar ise / Dâ’im anlarla güler oynar ise

Cehline eyler dalâlet bu işi / Olsa dâòi ‘âlim ü dânâ kişi (461.B.)

1.1.7. Kârûn

Hz. Mûsâ zamanında yaşamış İsrailoğullarından bir kişi. Zenginlik ve cimrilik sembolüdür. Kur’ân’-ı Kerîm’de adı Firâvun ve Hâmân ile birlikte anılır. Zenginliği, cimriliği, Allah’a isyanıyla meşhur olmuş, zekât vermeyi reddetmiş ve ardından Hz. Mûsâ’nın bedduasıyla malını ve mülkünü kaybedip helâk olmuş. Zenginliğini Hz. Mûsâ’nın kendisine öğrettiği “ilm-i kimyâ” sayesinde elde etmesine rağmen, servetiyle kibirlenmesi yüzünden kendi helâkine sebep olması edebiyatta bir ibret vesilesi olarak anlatılır. Servetinin büyüklüğünü ifade etmek için çeşitli efsaneler uydurulmuştur. Bunlardan biri hazinelerinin yalnızca anahtarlarını kırk iki kişinin taşıdığıdır. Eserde, kişinin Kârûn gibi varlıklı olsa dahi, şükür etmez, kanaatkâr olmaz, fakir ve muhtaçları umursamaz, cimrilik ederse, tepeteklek olacağı belirtilir:

Õü’l-minenden ger àınâ-yı devleti / Bir kişi isterse úılub ùâ‘ati Bulma mümkündür úanâ‘atde anı / Maòzen-i merøât-ı úısmetde anı

22

Bir tükenmez kenz-i lâ-yefnâdir ol / Devlete erer bulan aña vuãûl Kim erer ol devlete bulmaz zevâl / Õüll ü faúriñ yüzini görmek muóâl

Kimde kim olmaz úanâ‘atden nişân / Olsa da Úârûn çeker õüll ü hevân (269.B.)

1.1.8. Firâvun (Fir’avn)

“Azamet ve ceberût sahibi olmak” anlamına gelir. Eski Mısır kavimlerinden Amalika hükümdarlarına lakap olarak verilirdi.23 “Firâvun” kelimesinin aslı “Fir’avn”dır. Pek çok “Fir’avn”lar olmasına rağmen en meşhurları Hz. Mûsâ zamanında yaşamış olanıdır. Akıllı ve kendi gibi kötülükte mâhir olan Hâmân adlı bir veziri olduğu bilinir. Kur’ân-ı Kerîm’de Yûsuf Sûresi’nde anlatıldığına göre tanrılık iddiasında bulunan, kavmini de buna inandıran Fir’avn, Hz. Mûsâ’nın imâna davetini reddeder, mûcizelerine inanmaz ve imân edenlere zulm eder. Hz. Mûsâ’nın Kızıldeniz’i ikiye ayırdığı mûcizede denizde boğularak ölür.

“Fir’avn” edebiyatta daha çok Hz. Mûsâ ile olan ilişkisi yüzünden yer edinmiştir. Zalimliği, kahrolması ve boğulması yönleriyle bedduâya muhatap olur. Bir de Hz. Yûsuf’la birlikte anılan “Fir’avn” vardır ki, bu farklı bir kişidir.

Şâir, “pelîd” (rezil ve alçak kimse) ve helak olmuş anlamında “bed-demâr” diye andığı “Fir’avn”ı kibrin yanlışlığını anlatmak için ibret vesilesi olarak kullanır:

Tañrılıú da‘vâsın iden nâ-bekâr / Ya‘ni Fir‘avn-ı pelîd ü bed-demâr

Óaøret-i Mûsâ’yı inkâr eyledi / Óaúú’a düşmen oldu bedkâr eyledi (7.B.) Şâir, ayrıca Allah’ın insanlara cömertçe nimetini dağıttığını, mümine de kâfire de sonsuz rızık verdiğini söylerken, mümin ve kâfire örnek olarak iki zıt kuptu, Yûsuf Peygamber ve Firâvun’u gösterir:

Ol birine virir emvâl-i keåîr / Kim olursa olsun ey ‘abd-ı faúîr

Òâh müslim òâh kâfir dem-be-dem / Ni‘mete àarú idüb eyler muàtenem

Yûsuf’a virdiğüni Fir‘avn’a hem / Virdi bu ‘âlemde itdi muóteşem (14.B.)

23

1.1.9. Nemrûd

Kelimenin doğru okunuşu “Nimrûd”dur. Asıl adının “Süryüs” ya da “Nemrûd ibn-i Kenân” olması ihtimali vardır. M.Ö. 2600 yıllarında yaşadığı sanılmaktadır. İbrâhim Peygamber döneminde yaşayıp tanrılık iddia eden Bâbil ülkesinin kurucusu sayılan putperest ve zâlim hükümdar. Hz. İbrâhim’i ateşe attırması, Tanrıyı görmek ve onu okla öldürmek amacıyla göklere çıkmak için Bâbil Kulesi’ni yaptırması ve burnundan giren bir sinek tarafından beyninin kemirilerek öldürülmesi cihetleriyle meşhurdur. Tevrat’ta göre de Kral Nemrûd’un Babil kulesini inşa etmesinden önce insanlar tek bir dil konuşurmuş, ancak onun yıkımı ile birden herkes farklı bir dilde konuşmaya ve birbirini anlamamaya başlamıştır. “Nemrûd”un bir kişi adından ziyâde, bütün Bâbil krallarına verilen ünvân olduğu sanılmaktadır. Edebiyatta Hz. İbrâhim’i ateşe atması yüzünden zâlimliğin sembolü olarak anılır. Eserde Nemrûd ismi tek bir yerde geçer:

Diledi Nemrûd atsun âteşe / Ol mücellâ nûru úatsun âteşe (4.B.)

1.1.10. Hind

“Hind”, Hz. Muhammed’in amcası Hz. Hamza’yı öldüren Vahşi’nin azmettiricisidir. Peygamberimizin baş düşmanlarından (daha sonra Müslüman olan) Ebû Süfyân’ın karısıdır. Kocasının Müslüman olmasına öfkelenip Hz. Hamza’yı öldürmesi için Vahşi’nin aklını çelmiştir. Kötü kadın ve eş timsalidir. Şâir, “gaddâre-i Hind-i cihân” terkibi vesilesiyle andığı Hind karakterini, dünyanın zalimliğini ve hilekârlığını vurgulamak için kullanır. “Gaddâre” gaddar kadın anlamına gelmekle birlikte Arapların

cenbiyesine benzer pala cinsinden iki yanı keskin bıçak anlamı da taşır. Şâir Tevriye

sanatını kullandığı bir bendde Hind ile dünya vefâsızlığı bakımından benzetir, dünyanın aldatıcı olduğunu ve “vefâsız yâr”a muhabbet beslememek gerektiğini belirtir:

Çün úocasın uyumuş bulur hemân / áâfil ü maàrûr olmuş nâ-gehân Şübhesiz anıñ helâkin ol zamân / Düzer ol àaddâre-i Hind-i cihân Düzdüğü şey’e hemân ãûret virir / Her ne verse âdeme àaflet virir áâfil olma aç göziñ ey hûşyâr / Óîle òud‘a ãâóibine olma yâr

Bî-vefâ yâre muóabbet eyleme / Kendüñe ihlâki da‘vet eyleme (570.B.)

1.1.11. Sâm bin Nûh

Hz. Nûh’un üç oğlundan (Yafes, Hâm ve Sâm) biri olan ve kendisine Arap ve

İran’ın babası denilen “Sâm”, Sâmi ırkın atası sayılır. Allah tarafından Hz. İsâ aracılığıyla

tekrar diriltilmiştir. Hz. İsâ kendisine inanmayanlara bir mûcize göstermek için Sâm’ın kabri başına gelerek “Kum bi-iznillah” (Allah’ın izniyle kalk) demiş ve Sâm üstündeki toprakları silkelerek uyanmıştır. Sâm’ın, uyandığında Hz. Nûh’un gemisi hakkında insanlara bilgi verdiğine inanılır:

“Úum bi-iõnillah” dedi ‘İsâ hemân / Virdi ol Sam bin Nûò’a tâze cân (22.B.) Şehnâme’de adı geçen güç timsâli efsânevî kahramanların en önemlilerinden biri olan, Zâl’in babası, Rüstem’in dedesi Sâm ile Hz. Nûh’un oğlu Sâm’ın aynı kişi olup olmadığına dair ihtilaf vardır.

1.2. Şâirler

1.2.1. Nâbî (1642-1712)

Adı Yusuf Nâbî. Urfa’da doğmuştur. Bağdatlı Rûhî ile birlikte hikemî şiirin üstâdı sayılan Divan şâiri.24 Hacı Gaffarzâdeler diye bilinen ve âlimler yetiştiren soylu bir aileye mensuptur. Doğu dillerini ve İslâm ilimlerini çok iyi bilen, İslâm medeniyeti edebiyatına vâkıf, âlim ve fâzıl bir şâirdir. Genç yaşta şiir sahasında gösterdiği başarılar sayesinde ünlü şâir Nâilî’nin takdîrini kazandı. Vezir Mustafa Paşa ile dost olup IV. Mehmed’in mâiyeti arasına girdi. Lehistan seferinden sonra yazdığı “Fetihnâme-i Kamaniçe” ile

24

pâdişahın iltifatını kazandı. Bir dönem kethüdâlık, darphâne eminliği, başmukâbelecilik ve süvâri mukâbeleciliği yaptı. Kaynaklar musikîde üstâd olduğu, güzel besteler yaptığı belirtilir.

Fikri, çeşitli söz sanatları ile süslemeden, doğrudan ifade yolunu seçmiş, sâde bir dil kullanmış ve hikmetli beyitleri birer darb-ı mesel gibi günümüze dek söylenegelmiştir. Dili sâde, hikmetli sözler söyleyen mısralarıyla şiire bir yenilik getiren Nâbî, yaşadığı dönemde “Nâbî mektebi”nin oluşmasını sağlamış ve kendisinden sonra gelen pek çok şâiri etkilemiştir. Nâbî’de bir mürşid havası vardır. Devrine âdetâ bir ahlâk anlayışı empoze etmektedir. “Görmüşüz” redifli gazeli meşhurdur:

Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz Biz neşâtın da gamın da rûzgârın görmüşüz Çok ta mağrur olma kim meyhâne-i ikbâlde Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz

Nâilî Sâlih Efendi, eserde bir yerde adını övgüyle andığı Nâbî’yi hikmetli sözlerinden dolayı “Rûm”da eşsiz bir şâir olarak görür. Hikmetle ve vahiy ile bezenmemiş sözlerin süslü olmasının bir anlamı yoktur şâir için. Bu yüzden Nâbî’yi ve döneminde onun mektebine mensup olan şâirleri över:

Úalb olur tende sözi tekåîrden / Her kelâmı olsa da dürr-i ‘Aden Bî-tekellüf olsa ammâ söz güzel / Şâmil-i óikmetle vahiy-i ezel Óaøret-i Nâôım ü emåâli gibi / Rûm’da Nâbî ile âli gibi

Keåretinden òalúa vardır fâ’ide / Cevherîn-i elfâôa denmez zâide

Nâôımıñ maúãûd-ı vâlâsı hemân / Külfeti ceró eylemekdir bî-gümân (80.B.)

1.2.2. Nazîm (1650-1727)

Nazîm Yahyâ Efendi. Çoğu kaynak isminin Yahya olduğunu belirtirken, Mustafa olduğunu iddia edenler de mevcuttur. İstanbul’da, Kumkapı semtinde doğmuştur. Küçük

yaşta öğrenime başlayan Nazîm, Arapça ve Farsça öğrendi. Şiir ve mûsikîdeki kaabiliyeti sayesinde tanındı. Hz. Muhammed’e sevgisi ve yazdığı na’tlerle meşhur oldu. Kasîdede Nef’î’nin, gazelde Neşâtî’nin tesirindedir. Gazelleri tasavvufî, âşıkâne ve rindânedir. Şarkı türünü ilk deneyen divan şâiridir.25 IV. Mehmed devrinde İstanbul Pazarbaşılığı ile görevlendirildi. Mevlevî tarîkatına intisab etmiş olan şâir, gençliğinde birkaç yıl Galata Mevlevîhânesi şeyhi Arzî Dede’nin hizmetinde bulunmuş, daha sonra Edirne Mevlevîhânesi Neşâtî Dede’ye bağlanmıştır. Burada dört yıl boyunca postnişîn olmuştur. Tek eseri Divan-ı Belâgât-unvân-ı Nazîm adlı divanıdır.

Divanında Mevlevîlik hakkında şiirleri de bulunan Nazîm’in tasavvufa karşı alâkası olmakla birlikte şeriâte son derece bağlıdır. Nâilî Sâlih bu sebeple Urfalı Nâbî’yi Rûm’un, Nazîm’i de İstanbul’un örnek şâiri olarak görür. Şâiri “Hazret-i Nâzım” diye anar. Şâirin isminin “Nâzım” olarak geçmesi vezne uydurmak için yapılan bir zihaftır:

Óaøret-i Nâôım ü emåâli gibi / Rûm’da Nâbî ile âli gibi (80.B.)

2. KAVİMLER

2.1. Âd

Kur’ân-ı Kerîm’in birkaç yerinde adı anılan, Allah’a isyanıyla ve helâk oluşuyla meşhur putperest kavimlerden. “Rabbinin Ad (kavmin)e ne yaptığını görmedin mi? ‘Yüksek sütunlar’ sahibi İrem’e? Ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi” (Fecr Sûresi, 6-8) âyeti Kur’ân’da adının geçtiği âyetlerdendir. İrem Şehri ve Ubad olarak da bilinir. 1990’lı yılların başında arkeolojik çalışmalar sonucu Yemen ile Umman arasındaki geniş bir bölgede kalıntıları bulunmuştur. Tefsirlerde bu kavim hakkında ayrıntılı ve İsrâiliyyat kabilinden efsânevî bilgiler vardır. “Bağ-ı İrem” diye anılan, muhteşem sarayların süslediği bu büyük şehir, dillere destan olmuştur. Âd halkı zenginlikleri ve şehirlerinin güzellikleriyle kibirlenip isyan etmiştir. Şeddâd’ın hüküm sürdüğü Âd’a ilahi tebliğ için Hûd Peygamber uyarıcı olarak gönderilmesine rağmen, putlara tapan kavim isyana devam edince sekiz gün yedi gece süren şiddetli rüzgârla

25

cezalandırılıp helak edilmiştir. Kur’ân’da bu rüzgâr, “rîh-i akîm”, “sarsar”, “azâb-ı

elîm” ve “atiye” olarak bildirilmektedir.

Şâir, Âd kavmi’nden “kavm-i ‘ânid” diye bahseder ve bu kavmi yalancılık ve isyanda ısrar edenlere bir ibret vesilesi olması yönüyle hatırlatır:

Ol ki nuãret-baòşıdır her ‘âbidin / Hâlik ü Úahhârı úavm-ı ‘ânidin Rûzgâra úahrı emr itdi hemân / Úavm-ı ‘Âd’ın lâyıúın virdi yamân Úavm-ı ‘Âd itmişdi kiõbe inhimâk / Rîó-i ãarãar anları itdi helâk Tâ sekiz günle yedi gice tamâm / Anlara “lâ-yenúaùi’ ” esdi müdâm

áılôet-i ecsâma maàrûr oldular / Eñ-nihâye bâda maúhûr oldular (3.B)

Benzer Belgeler