• Sonuç bulunamadı

D. Modern Dönem/Modernizm Öncesi İslam Dünyası

3.3. Kur’an’da Mustaz’af Kavramı

1- “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa

çıkmıyorsunuz?”854

852 Sebe 34/31-33.

853 Faruk Özdemir, Kur’an’da Mustaz’af ve Müstekbir Kavramlarının Semantik Analizi, (Ankara: Kitap ve Cafe Yayınları, 2015), 350-352.

Bu âyet, hicret etme imkânı ve gücü bulamayan erkek, kadın ve çocuklardan oluşan Mekke’deki mustaz’afların, kendilerine büyük eziyetlerde bulunan müşriklerin ellerinden kurtulmaları için savaşılmasına işaret ederek onları dikkat çekici bir konuma oturturken855, diğer yandan imanlarının gereğini ve ibadetlerini rahatlıkla yerine getiren müslümanlara da, onları kurtarmaları için emir vermektedir. Farklı yerlerde olsalar bile, eziyet ve işkence gören müslümanları kurtarmanın dinî bir sorumluluk olduğu belirtilmiş, ümmet bilincinin ancak bu şekilde oluşabileceği düşüncesi de verilmiştir.

Hemen hemen bütün müfessirler, âyette geçen mustaz’aflar ile kastedilenlerin, erkek, kadın ve çocuklardan oluşan, Mekkeli müşriklerden eziyet gören, hicret etmelerine engel olunan ve kurtarılmayı bekleyen müminler olduğu üzerinde ittifak etmiştir.856 Müşriklere ait topraklarda kalmak zorunda olduklarından dolayı, Buharî’nin

(ö. 256/870) ifadesiyle ‘Allah, emrettiği hususları yerine getiremediklerinden dolayı bu mustaz’af kimselerin mazeretlerini kabul etmiştir.’ Çünkü kendisine emredileni zorlandığından dolayı yerine getiremeyen ancak mustaz’af olur.857

Nitekim İbn Abbas’tan rivayet edildiğine göre âyette geçen mustaz’aflar, hicret etmek için Mekke’yi terk edemeyen müslümanlardır ve Allah onların mazeretlerini kabul etmiştir.858 Nitekim İbn Abbas’ın şu sözü de bu anlamı destekler: “Ben ve annem, mustaz’aflardan idik. Çocuklardan ben, kadınlardan da annem mustaz’af idi.”859 Yine

İbn Abbas, âyette geçen mustaz’afların Mekke’den hicret etmeyen değil, hicret etme yolu bulamayan kadın ve çocuklar olduğunu söyler.860 Sa’lebî ise bu kimselerin,

Mekkeli müşriklerden eziyet gören kimseler olduğunu belirtir.861

Ancak sözkonusu kimseler mazeretlerinin arkasına gizlenmemiş, “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından

855 Beğâvî, Meâlimu’t-tenzîl, 1: 663.

856 Beğavi, Meâlimu’t-tenzîl, 1: 663; Zemahşerî, el-Keşşâf, 1: 534; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-mesîr, 1: 432; er- Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 10: 141; Beydâvî, Envaru’t-tenzîl, 2: 84; Nesefî, Medâriku’t-tenzîl, 1: 374; İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azîm, 2: 315.

857 Buhârî, İkrâh 89.

858 Taberî, Câmiu’l-beyân, 7/228; İbn Ebu Hatim, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azîm, 3/1002; Râzî, Mefâtihu’l- ğayb, 10: 142; Kurtûbî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’an, 5: 279

859 İbn Ebu Hatim, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azîm, 3/1002; Ebu’l-Kasım Huseyn b. Muhammed el-İsfehani, Tefsiru’r-Rağıb el-İsfehani, (Riyad, Daru’l-Vatan, 1420/1999), 3: 1324.

860 İbn Ebu Hâtim, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azîm, 3: 1002. 861 Sa’lebî, el-Keşf ve’l-beyân, 3: 344.

bir yardımcı ver” diyerek bu konuda ne kadar samimi olduklarını da göstermişlerdir. Onların bu dualarına karşılık Hz. Peygamber de, “Allah’ım! Seleme b. Hişâm, Ayyâş b. Ebu Rebia ve mustaz’af müminleri kurtar!” diye karşılık vermiştir.862

Mücâhid (ö. 103/721), bu âyetin Mekke’deki mustaz’af müminler için savaşılmasını emrettiğini söyler.863 Maturidî (ö. 333/944), Fahreddin er-Râzî (ö.

606/1210) ve Kurtûbî de (ö. 671/1273), âyetten yola çıkarak kâfirlerin elinde bulunan müslümanların mal, savaş ya da farklı yollarla olsun kurtarılmasının diğer müslümanlar üzerinde farz olduğu hükmünü çıkarır.864 Çünkü söz konusu mustaz’af müminlerin

herhangi bir gücü yoktur.865

Bu âyetle birlikte Allah, Medine’de huzur ve güven içinde yaşayan müminlerin, hicret imkânı bulamayan müslümanlar için mücadele etmelerini, kendi yolunda cihad olarak kabul etmektedir.866

Dahhâk (ö. 105/723), âyetin Kureyş’in esir aldığı ve işkence ettiği yedi müslüman hakkında nazil olduğunu söyler.867 Ancak Taberî, bu âyetin Mekke’de

hicretten geri kalan tüm müslümanlar hakkında olduğu görüşünü taşır. Ona göre erkekler Mekke’de iken iman etmişler ancak kabileleri onlara baskı kurup eziyet ve işkencede bulunmuş, onları dinlerinden döndürmüşlerdi. Allah da, müşriklerin elindeki o müminlerin kurtarılması için diğer müminleri teşvik etmiştir.868 Dolayısıyla âyetin

özel bir nüzul sebebi yoktur. Allah bu âyetle, Medine’deki müslümanların, Mekke’deki mustaz’aflar uğrunda savaşmasını emretmiştir.

862 Kurtûbî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’an, 5: 279; İbn Atiyye, el-Muharraru’l-vecîz, 2: 78; Şevkânî, Fethu’l-kadîr, 1: 562.

863 İbn Ebu Hatim, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azîm, 3/1002.

864 Maturidî, Te’vilatu ehli’s-sünne, 3: 257; er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, 10: 141; Kurtûbî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’an, 5: 279. Ayrıca bkz. Hâzin, Lübâbu’t-te’vîl, 1: 399; Ebu Hayyân, Bahru’l-muhît, 3: 710.

Çağdaş düşünürlerden Yusuf el-Karadâvî de aynı görüşü taşır: “Allah yolunda erkek, kadın ve çocuklardan mustaz’af olanları yani ezilenleri kurtarma uğrunda savaşmak ve cihad etmek farzdır.” (Yusuf el-Karadâvî, Çağdaş Meselelere Fetvalar, I-VI, çev. Heyet, (İstanbul: Mirac Yayınları, 2006), 5: 394.

865 Taberî, Câmiu’l-beyân, 7/228.

866 Bkz. İbn Atiyye, el-Muharraru’l-vecîz, 2: 78; Kurtûbî, el-Câmi li ahkâmi’l-Kur’an, 5: 279. 867 Semerkandî, Bahru’l-ulûm, 1: 343.

Âyette geçen gerçek mustaz’aflar, kimi çevrelerin bildiğinin aksine sadece zulüm ve eziyet gören halk kitleleri değil, dinlerini yaşayacak bir toprak hayali kuran, herhangi bir mazeretin arkasına sığınmadan, dinleri yüzünden eziyet gören müslümanlardır. Nitekim Allah’ın, onların duasından bahsetmiş olması da, bu müslümanların sadece ‘zulme uğrayan veya sömürülen’ topluluklar olmadığını göstermektedir.

Sonra aynı sûrede, gerçek mustaz’aflar ile mustaz’af olduklarını iddia edenler birbirinden ayrılır. Melekler hicret etmeyen, müşriklerle birlikte Bedir savaşına katılan ve müslümanların kılıcıyla öldürülen bu kimselerin canlarını aldıkları zaman niçin hicret etmediklerini sorar. Onlar da, Mekke’de iken zayıf ve güçsüz bir durumda olduklarını söylerler. Bunun üzerine melekler, Allah’ın arzının geniş olduğu şeklinde onlara karşılık verir. Âyetin siyak ve sibakından, onların aslında hicret etmeye güç yetirebilen kimseler oldukları anlaşılır. Ancak onları bu hicretten alıkoyan bir takım nedenler vardır ki, bu da onların gerçek anlamda mustaz’af olmadığını gösterir. Çünkü onlar, müşriklerle beraber Bedir savaşına çıkabilecek bir gücü kendilerinde bulabilmişlerdi. Dolayısıyla kaçabilir ve bu rezil hayattan kurtulabilirlerdi.

2-3- “Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir. Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olan, çaresiz

kalan ve hicret etmeye yol bulamayan erkekler, kadınlar ve çocuklar başkadır.”869

Bu iki âyet, Allah’a ve Rasûlü’ne iman eden ancak Hz. Peygamber (sav) hicret ettiğinde onunla birlikte hicret etmeyen, dinden çıkarılma fitnesi ile karşılaştıklarında imtihanı geçemeyen, müslümanlara karşı müşriklerle birlikte savaşa katılan Mekkeli bir topluluk hakkında nazil olmuştur. Gerçek anlamda güç ve imkân bulamayan mustaz’afların aksine, Allah bu kimselerin ileri sürmüş olduğu mazeretleri kabul etmemiştir.870

869 en-Nisa 4/97-98.

Bu kimseler, müşriklere karşı koyamayacak derecede zayıf olduklarını “Biz

yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” sözüyle dile getirmişlerdir.871 “Yani bizler

Mekke’de baskı altındaydık ve âcizdik. Müşrikler de bizi zorla yola çıkardılar.872

Sayılarının çokluğu ve güçleri nedeniyle topraklarımızda müşriklere karşı zayıf bir durumdaydık” derler. Oysa onların bu sözleri temelsiz ve zayıf bir iddiadır.873

Âyetlerin sebeb-i nüzulü hakkında birçok rivayet vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:

İbn Abbas şöyle der: “Hz. Peygamber zamanında müslümanlardan (Mekke’de kalıp hicret etmeyen) birtakım insanlar, müşriklerle beraber olarak onların sayısını çoğaltıyorlardı. Bedir harbi sırasında düşman safları arasında bulunan bu kişilere ok atılıyor ve atılan ok, varıp bunlardan birisine isabet ediyor ve onu öldürüyordu ya da kılıçla vurulup öldürülüyordu. Bunun üzerine Allah: “Kendilerine yazık eden kimselere

melekler, canlarını alırken…” âyetini indirdi.”874

İkrime (ö. 105/723), âyetin Kays b. Fâkih b. Muğire, Haris b. Zem’a b. el-Esved, Kays b. Velid b. Muğire, Ebu’l-As b. Münebbih b. Haccac ve Ali b. Ümeyye b. Halef hakkında nazil olduğunu söyler. Kureyşli müşrikler ve onlara katılanlar, Ebu Süfyan b. Harb’ı ve Kureyş kervanını Abdullah b. Cahş’ın seriyyesinden kurtarmak için yola çıkınca, onlarla birlikte daha önce müslüman olmuş bazı gençleri de istemedikleri halde yanlarında getirmiş, ansızın iki topluluk Bedir’de karşılaşınca, yapılan savaş sonrası bu gençler orada kâfir olarak öldürülmüşlerdi.875

İbn Abbas’ın şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Onlar, Mekke’de müslüman olan bir topluluktu. Müslüman olduklarını gizlemişler, müşrikler de onları beraberlerinde Bedir savaşına götürmüşlerdi. Onlardan bazıları öldürüldüler. Bunun üzerine müslümanlar: “Öldürülen şu arkadaşlarınız müslüman idiler. Onlar buraya zorla

871 Vahidî, et-Tefsiru’l-vasît, 1: 105; Beğâvî, Meâlimu’t-tenzîl, 1: 685; Hâzin, Lubâbu’t-te’vil, 1: 416. 872 Sa’lebî, el-Keşf ve’l-beyân, 3: 372.

873 Taberî, Câmiu’l-beyân, 9: 379.

874 Buhârî, “Tefsiru’l-Kur’an”, 65 (no. 4596); Taberî, Câmiu’l-beyân, 7: 382; İbn Ebu Hâtim, Tefsiru’l- Kur’ani’l-azîm, 3: 1045.

875 Taberî, Câmiu’l-beyân, 7: 383; İbn Ebu Hâtim, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azîm, 3: 1046; Tabersî, Mecmeu’l- beyân, 3: 141-142.

getirildiler. Siz onlar için af dileyin” deyince, bu âyet nazil oldu.876 Yine İbn Abbas,

sözkonusu kimselerin Hz. Peygamber hicret ettiğinde hicret etmek istemeyen ve korkan kimseler olduklarını ifade eder.877

İkrime’nin rivayetine göre Abbas b. Abdulmuttalib, Akîl b. Ebu Talib ve Nevfel b. Hâris b. Abdulmuttalib Bedir savaşında esir düşünce, Hz. Peygamber, Abbas’a: “Fidyeni ve yeğeninin fidyesini öde!” buyurdu. Abbas: “Ey Allah’ın Rasûlü, biz senin kıblene karşı namaz kılıp senin getirdiğin şehâdeti getirmedik mi?” deyince, Hz. Peygamber: “Ey Abbas! Siz savaştınız ve yenildiniz” buyurdu, ardından bu âyeti okudu.878

Katâde (ö. 117/735), “Kendilerine yazık eden kimselere melekler…” âyeti hakkında: “Bu âyet, Mekkelilerden müslüman olduklarını söyleyen kimseler hakkında nâzil oldu. Onlar, Allah’ın düşmanı Ebu Cehil ile birlikte savaşa çıktılar, Bedir günü öldürüldüler. Mazeretleri olmadığı halde mazeret ileri sürdüler. Allah, onların bu mazeretini reddetti”879 derken, Dahhâk ve İbn Abbas ise bu âyetin münafıklardan bir

grup hakkında nâzil olduğunu söyler.880

Nüzûl sebebi ne olursa olsun, kendilerini mustaz’af olarak değerlendiren bu kimselerin ileri sürdüğü delile bakıldığında, gerçek mustaz’aflarla aynı şartlarda bulundukları görülür. Ancak gerçek mustaz’aflar herhangi bir güce ve imkâna sahip olmadıkları halde, kurtarılmaları için Allah’a dua ederken, kendilerini mustaz’af zanneden kimselerin ise bu temelsiz iddia ve hileli yollarla melekleri kandırmaya çalıştıkları görülür. Onlar sadece ileri sürdükleri boş mazeretlerinin arkasına sığınıp, zilletlerinin ve korkaklıklarının adını çaresizlik koyarak mustazaf olduklarını iddia eden kimselerdir.

Oysa hicret emri, müslüman olan ve müslüman kalmak isteyenler için önemlidir. Nitekim rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber bu âyeti Mekke’deki müslümanlara

876 Taberî, Câmiu’l-beyân, 7: 381.

877 Suyûtî, Abdurrahman b. Ebu Bekr, ed-Dürru’l-mensûr fi’t-te’vili bi’l-me’sûr, (Beyrut: Daru’l-Fikr, Beyrut, trs.), 2: 647.

878 Taberî, Câmiu’l-beyân, 7: 384; İbn Ebu Hâtim, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azîm, 3: 1047; İbn Atiyye, el- Muharraru’l-vecîz, 2: 99.

879 Taberî, Câmiu’l-beyân, 7: 386; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-mesîr, 1: 456.

880 Taberî, Câmiu’l-beyân, 7: 386; İbn Ebu Hâtim, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azîm, 3: 1046; Maturidî, Te’vilatu ehli’s-sünne, 3: 334; İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-mesîr, 1: 456.

göndermiş, Leysoğullarından Damra b. el-Îs adında yaşlı ve hasta bir adam bunu işitince: “Vallahi, bu gece Mekke’de kalamam! Beni hemen yola çıkarın” demiş ancak Ten’im’e ulaştığında son nefesini vermiştir.881

Hz. Peygamber de gerçek mustaz’aflar ile kendisini mustaz’af zannedenleri birbirinden ayırt etmiş, Mekke’de kalıp hicret edemeyen Mahzum kabilesinden üç mustaz’afın adını anarak gıyablarında dua etmiştir.882

Meleklerin, “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” ve “Allah’ın arzı geniş değil miydi, orada hicret etseydiniz ya!” şeklindeki azarlama ve kınama içeren sözlerine karşılık mustaz’af olduğunu söyleyen kimselerin iddiaları doğru değildir. Çünkü meleklerin onlara bu soruyu yöneltmiş olmaları, aslında hicret edebilecek güce sahip olduklarını gösterir.883 Sözkonusu kimseler, Mekke’yi terk edebilecek imkâna

sahiptirler.

Yine meleklerin bu sorusu, kendilerini zayıf ve güçsüz olarak nitelendiren kimselerin en azından Ashab-ı Kehf’in inanmış gençleri gibi bir taktik değiştirmelerinin gerekliliğini, sadece müstekbirlerin hücrelerinde, hapishanelerinde ve sürgün yerlerinde esir olan mustaz’afların sorumsuzluklarını iddia edebileceklerini ortaya koymaktadır.

İbn Atiyye (ö. 541/1147), meleklerin bu soruları onların ruhlarını almadan önce sorduklarını, dolayısıyla onların müslüman olarak öldüklerine işaret ettiğini söyler. Ona göre eğer kâfir olarak ölmüş olsalardı, melekler bu konuda onlara herhangi bir şey demezdi.884 Buradan hareketle, farziyetini bilmesine rağmen hicreti terk eden müminin kâfir değil âsi hükmünde olduğunu söyler. Ona göre, “Kendilerine zulmetmekteler iken

meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya…”885 âyeti, kâfirlerle birlikte savaşan

kimseler hakkındadır. Hz. Peygamber onlar hakkında: “Ben, müşriklerle oturan ve onların arasında ölen kimselerden beriyim. İkisi de (müşrik ve müslüman) birbirlerinin ateşini (ışığını) göremezler” buyurmuştur.886

881 Taberî, Câmiu’l-beyân, 7: 393; Mekkî b. Ebî Talib, el-Hidâye ilâ bulûği’n-nihâye, 2: 1445; Zemahşeri, el-Keşşâf, 1: 555; Râzî, Mefâtihu’l-ğayb, 11: 197.

882 Ahmed, Müsned, 15: 241 (nr. 9413); Buhârî, İstiskâ 15 (nr. 1006); Müslim, Mesâcid 5 (nr. 675). 883 İbnu’l-Cevzî, Zâdu’l-mesîr, 1: 457; Razî, Mefâtihu’l-ğayb, 11: 196.

884 İbn Atiyye, el-Muharraru’l-vecîz, 2: 100. 885 en-Nisa 4/97.

Bu açıdan bakıldığında ilk âyette887, “Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu

memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver” diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocuklar, samimi bir niyet taşıdıkları halde İslam yurduna gitmeye güç yetiremediklerinden dolayı mümin kabul edilir iken, ‘kendilerine zulmetmiş olmakla’ nitelenen ve meleklerin itabına maruz kalan, kendilerini ‘Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik’ sözleriyle savunmalarına rağmen ‘Allah’ın arzı geniş değil miydi? Orada hicret etseydiniz ya!’ sorusuyla susturulan bu ‘mustaz’aflığı benimseyen’ kimselerin ise, âyette geçtiği üzere ‘gidecekleri yer cehennemdir.’ Ancak istisnada bulunularak, gerçek anlamda zayıf, güçsüz, çaresiz ve hicret etme imkânı bulamayan erkek-kadın ve çocukların farklı olduğu ifade edilmiştir.888

Yine ilk âyetle889, mustaz’aflardan bahseden diğer âyetleri890

karşılaştırdığımızda şunları görürüz: İlk âyetteki topluluk, yaşadıkları toplum dinlerini yaşamalarına engel olduğu için onları ‘zalim’ olarak nitelendirilmekte iken, ikinci ve üçüncü âyette anılan kimseler, ‘kendilerine zulmetmiş’ olmakla nitelendirilmiştir. İlk âyette dinleri konusunda eziyet gören kimseler Allah tarafından mustaz’af olarak isimlendirilirken, ikinci ve üçüncü âyette geçen kimseler kendilerini ‘mustaz’af’ olarak tanıtmaktadır. Bu da, ilk âyette geçen müminlerin onurlu ancak zayıf müminler ve gerçek mustaz’aflar olduğunu gösterir.

Böylece Nisa sûresinde 75 ve 98. âyette geçen mustaz’aflar ile 97. âyette geçen mustaz’af grubun farklı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu kimselerin neden hicret edemediği konusunda Râzî (ö. 606/1210) şöyle der: “Mustaz’af (aciz), bir çeşit zorluk olsa da, o şeyi yapmaya bazen güç yetirebilir. Hâlbuki bulunması halinde ruhsatın söz konusu olduğu acizliği, böyle olmayan acizlikten ayırmak zor ve karışık bir meseledir. Nitekim insan çoğu kez kendisinin hicret etmekten aciz olduğunu zanneder.”891

Kur’an’ın en çok üzerinde durduğu ve müstekbirlerle aynı sonu paylaşan bu mustaz’aflar, aslında güçlü oldukları halde güçlerini kullanmaya yanaşmayan, şirke

887 en-Nisa 4/75.

888 Maturidî, Te’vilatu ehli’s-sünne, 3: 257. 889 en-Nisa 4/75.

890 en-Nisa 4/97-98.

boyun eğen ve bu istikbarın, zulmün devamını sağlayan kimselerdir. Bunların zayıflıkları maddî ve bedensel değil, psikolojik ve zihinseldir. Müslüman kimsenin izzetini ve onurunu koruması gerekirken, onların zulme boyun eğip zulmün parçası haline gelmeleri kabul edilemez. Maddî gücü ne olursa olsun kişiyi mustaz’af kılan, zihnindeki düşüncelerdir ve onun müstekbirlere boyun eğmesini sağlayan da budur. Dolayısıyla müslümanın, dinini yaşayamayacağı bir yerde pasif kalıp baskılara karşılık vermemesi ya da bir arayışa kalkışmaması düşünülemez.

Bilinçli ve bilinçsiz olarak da tasnif edebileceğimiz mustaz’aflardan bilinçli olanların, tüm yolların kapatılması durumunda hicret edip mütekbirlere karşı yeni bir üs oluşturması ve mücadelelerini oradan sürdürmeleri gerekir. Hicret etmeyip orada kalmaları ve müstekbirlerin zulümlerine boyun eğmeleri kabul edilemez. Hicret yolu mustaz’aflar için kapalı ise veya hicret etmeleriyle müstekbirlere karşı bir şey yapamayacaklarının farkına varırlarsa ancak o zaman mazur görülebilirler.

Bu anlamda hicret bir zorunluluktur. Çünkü İslam’ın hâkim olmadığı bölgelerde yaşayanların örneği, ‘hicret sonrası Mekke’dir. İslamî bir hayatın yaşanılmasına izin verilmeyen topraklarda iken İslam’ı kabul eden bir kimse, imkâna sahip olması durumunda İslam’ı özgürce yaşayabileceği yere hicret etmek zorundadır. Aynı zamanda bu hicret, İslam’ın hâkim olmadığı beldeleri dinin özgürce yaşanabileceği yollara çevirmenin yolu olan cihadı destekler. Diğer taraftan İslam’ın baskıya maruz kaldığı ve yaşanamadığı yerlerde kalmak, İslam düşmanlarını güçlendirmek anlamına gelir. Dolayısıyla bir takım imkânsızlıklardan dolayı bir kimse mustaz’af olarak kalabilir, ancak imkân bulduğu an hicret etmek zorundadır.892 Dolayısıyla bu ‘sözde mustaz’aflar’ın ileri sürdüğü mazeretler, geçerli değildir. Çünkü kötü bir tercihte bulunmak, kötü bir şekilde azaba uğramayı ortadan kaldırmaz.

4- “Kadınlar hakkında senden fetva istiyorlar. De ki: “Onlar hakkında size fetvayı Allah veriyor.” Kitapta, kendilerine (verilmesi) farz kılınan (miras)ı vermediğiniz ve evlenmek istediğiniz yetim kızlara, zavallı çocuklara ve yetimlere âdil

892 Muhammad Khalid Masud, “Gayr-i Müslim Bir Devlette Müslüman Olmak: Üç Alternatif Model”, 203.

davranmanıza dair, size okunmakta olan âyetler de bunu açıklıyor. Ne hayır

yaparsanız, şüphesiz Allah onu bilir.”893

Cahiliye dönemi Arapları, kadınları ve çocukları varis olarak görmez, ölenin malını sadece erkeklere ve ergenlik çağına girmiş çocuklara verirlerdi. Miraslarını koruyacak bir güce sahip olmadıklarından ya da savaşacak güçte olmadıklarından dolayı, kabileci düşüncenin etkisiyle kadınları ve çocukları mirastan yoksun bırakırlardı. Çünkü kabile anlayışında her şey savaşçılarındır ve zayıfların hiçbir şeyi olmaz.894

İslam’ın ilk dönemlerinde müslümanların da zayıf gördüğü ve kabul ettiği bu anlayış, kadın ve çocuklara âdil davranılmasını, evlendirilmeyerek miras hakkından mahrum bırakılan yetim kızların haklarının verilmesini emrederek ortadan kaldırmıştır.895

Bu âyet, kadınların ve çocukların da hakkını koruyarak büyük ya da küçük olsun bütün kardeşlere mirastan pay verilmesini ve bu konuda âdil davranılmasını emretmiştir. Burada ‘mustaz’af’ kelimesi ile ergenlik çağına ulaşmadıkça miras alamayan çocuklar kastedilmiştir.896 Ya da yaşça kendilerinden büyük ve daha güçlü

kimselerden haklarını alabilecek bir güç ve imkâna sahip olamadıklarından dolayı âyette geçen çocukların ‘mustaz’af’ diye nitelendirildiğini söyleyebiliriz. Dolayısıyla âyet, cahiliye Arapları tarafından ezilen ve miras hakları ellerinden alınan çocukları ‘mustaz’af’ olmaktan kurtarıp mağduriyetlerini gidermiş, onlar için de İslam adaletini geçerli kılmıştır.

5- “O vakti hatırlayın ki siz yeryüzünde güçsüz ve zayıf idiniz. İnsanların sizi kapıp götürmesinden korkuyordunuz. Derken Allah sizi barındırdı, yardımıyla

destekledi ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı ki şükredesiniz.”897

Bu âyet, Bedir savaşından sonra nazil olmuştur ve hitap müminleredir. ‘İnsanlar’ ile kastedilen, Kureyş müşrikleridir. Çünkü müslümanlar, hicretten önce de sadece

893 en-Nisa 4/127.

894 Taberî, Câmiu’l-beyân, 6: 353; Maverdî, en-Nüketu ve’l-uyûn, 1: 532; Beğâvî, Meâlimu’t-tenzîl, 1: 707; Zemahşerî, el-Keşşâf, 1: 569.

895 Taberî, Câmiu’l-beyân, 7: 544-546; Maturidî, Te’vilatu ehli’s-sünne, 2: 120; Sa’lebî, el-Keşf ve’l- beyân, 3: 394.

896 Bkz. Mekkî b. Ebu Talib, el-Hidâye ilâ bülûğu’n-nihâye, 2: 1484. 897 el-Enfal 8/26.

onlardan korkuyorlardı ve onlar kendilerine çok yakındılar. Bedir günü de, müşriklerin sayısı fazla, müslümanların sayısı ise azdı.898 Âyet, Mekke’de iken müşriklerin

kendilerini zayıf görmeleri, onları dinlerinden çevirmeye çalışmaları ve kötü şeyler yapmalarına karşı Bedir savaşındaki galibiyetle Allah’ın müminlere verdiği üstünlüğe dair bir hatırlatmada bulunmaktadır.899

Bu âyet, müminlerin Mekke’de iken mustaz’af olduklarını ancak dinlerini yaşama uğrunda samimi hicretlerinin neticesinde ve Allah’ın onları barındırması,