• Sonuç bulunamadı

D. Modern Dönem/Modernizm Öncesi İslam Dünyası

2.2. Cahiliye Döneminde Şûra

Şura, ilk olarak İslam’ın ortaya koymuş olduğu bir kavram ve uygulama değildir. Şura kavramı ve uygulaması, Arabistan’da İslam öncesi döneme kadar uzanabilir. Arap toplumundaki şûranın izlerine, ‘mele’ kavramı ile ulaşılabilir.

İslam’dan önce Mekke ve Medine gibi şehirlerde, kabile şeyhine, meclisine ve üyelerine bağlı bir idari sistem görülürdü. Bu sistemde şûra teriminin, Mekke’nin liderleri tarafından Daru’n-Nedve olarak adlandırılan Kusayy b. Kilab’ın evinde ‘danışma’ anlamı ile kullanıldığı bilinmektedir.535

Daru’n-Nedve, Mekke’deki ‘mele’nin buluşma yeriydi. Mele, Mekkeliler adına karar veren önemli şahsiyetleri ve sağlam görüşlere sahip olanları, ‘kabile nüfuzluları meclisini’ ifade ederdi. Kusayy b. Kilab’dan sonra, halkın işlerine tek başına karar veren bir hükümdar, kral ya da kabile lideri yoktu. O da, dâhilî ve haricî problemler, ticarî konular ve toplumsal sorunların çözüm yeri olarak Daru’n-Nedve’yi inşa etti. Kâbe’nin kuzey tarafında yer alan Daru’n-Nedve’nin kapısı, kutsallığını göstermek için Kâbe’ye doğru yapılmıştı. Bu yapının inşa edilmesindeki amaç ise, Mekke’nin idare merkezi olması idi. Bu merkezde toplanan kabile liderlerinin oluşturduğu meclis tarafından işler karara bağlanırdı.536 Bu konsey ya da meclis, eski Atina’da bulunan

534 Avvâ, Fi’n-nizâmi’s-siyasî li’d-devleti’l-İslamî, 176.

535 Muhammed b. Cerir b. Yezid Ebu Ca’fer et-Taberî, Tarîhu’r-rusul ve’l-mulûk, (Beyrut: Dâru’t-Turâs, h.1387), 2: 258; Ebu’l-Hasen Ali b. Ebi’l-Kerem İzzuddin İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-tarih, (Beyrut: Daru’l-Kitabi’l-Arabî, 1417/1997), 1: 623.

536 Halid el-Aselî, “eş-Şûra fi’l-urfi’l-kabelî”, eş-Şûra fi’l-İslam, (Amman: el-Mecmeu’l-Melik li buhusi’l-hadâra, 1983): 1: 31.

Ekklesia’daki kongre üyeleri gibiydi. Ancak Daru’n-Nedve modern bir parlamento gibi değildi.537

Bu mecliste yer alan kabilenin şeyhine ‘seyyid’ adı verilirdi ve o, kabiledeki en üst makamı işgal ederdi. Seyyid’in cesur, cömert, zengin ve diğer kabilelerle iyi bir ilişki içinde bulunup ikna gücüne sahip olmasına dikkat edilirdi.538 Seyyid’in dostlarına

yardım etmesi, kendisine sığınanları koruması, vakar ve heybet sahibi olup yaşlı olması gerekirdi.539 Ancak bütün bu özelliklerin onda bulunması şart değildi. Çoğu zaman bu özelliklerden birine veya birkaçına sahip olması seyyid olması için yeterliydi.540

Kabilenin birliği, demokratik ruhun hâkimiyeti ve şûra, kabilenin işlerini gören ve kabilenin meclisini yöneten seyyide bağlıydı. Seyyid adlı bu kimseye kimi zaman emîr, rab ve reis adı da verilirdi. Bu seyyidin seçimi, veraset yoluyla değil erkek bireylerin özgür seçimleriyle gerçekleşirdi.541

Kabilenin, seyyidini seçmesine rağmen, bu kimsenin yetkisi sınırlıydı. Kabile ona saygı gösterir, nasihatlarına kulak verirdi. Ancak o, emirlerinin mutlak manada gerçekleştirilmesini emredemezdi. Çünkü bu konuda hüküm, kabilenin meclisine aitti. Savaşılacak ayı belirleme, barış görüşmeleri ya da seyahat konularında bu meclisin onayını almadan karar veremezdi.542 Seyyid, bu meclisi ile istişare edip oturumları

yönetirdi. Davalara bakar ve ganimetleri paylaştırırdı. Bunun yanında savaşlara önderlik eder, heyetleri karşılar ve anlaşmaları bizzat o yapardı.543

Mekkelileri temsil eden mele, karar vermek için önemli bir konu olduğunda Daru’n-Nedve’de bir araya gelir ve konuyu inceledikten sonra bir karara ulaşırdı. Herhangi bir görüş anlaşmazlığı varsa, mele üyeleri oybirliği pozisyonuna ulaşmak için kendi aralarında müzakere ederler, böylece Mekke'nin güvenliğini tehlikeye atabilecek

537 Souran Mardini, Fundamental Religio-Political Concepts in the Sources of Islam, (University of Edinburgh Islamic and Middle Eastern Studies, Master Thesis, 1984), 220.

538 Seyyid Mahmud Şükrî el-Alûsî, Buluğu’l-ereb fî ma’rifeti’l-ahvali’l-arab, thk. Muhammed Behcet el- Eserî, (Kahire: Daru’l-Kitabi’l-Mısrî, trs.), 2: 187.

539 Muhammed b. Yezid Ebu’l-Abbas el-Müberrid, el-Kâmil fi’l-luğa ve’l-edeb, thk. Muhammed Ebu’l- Fadl İbrahim, (Kahire: Daru’l-Fikri’l-Arabî, 1417/1997), 1: 210.

540 Alûsi, Bulûğu’l-ereb, 2: 187; Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. Rami Ayas-Azmi Yüksel, (Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Yayınları, 1986), 29.

541 el-Aselî, ‘eş-Şûra fi’l-urfi’l-kabelî’, 17. 542 el-Aselî, ‘eş-Şûra fi’l-urfi’l-kabelî’, 21. 543 Cevad Ali, el-Mufassal, 4: 48.

herhangi bir durumdan kaçınırlardı.544 Bu kimseler görüşlerini açıklama ve muhalefet

etme özgürlüğüne sahipti. Bunun yanında Daru’n-Nedve, ailevî problemleri çözmekle uğraşmazdı. Daha çok bütün Mekkelileri ilgilendiren barış, savaş ve ticaret konularıyla ilgilenirlerdi.545

Bu meclis, yasama ve yargı yetkisine sahip olmasına rağmen, yürütme yetkisine sahip değildi. Mele’nin aldığı kararın infazı ve uygulanması, her biri kendi lideri veya aile reisi tarafından denetlenen kabilelere ve ailelere bırakılırdı. Böyle bir siyasi sistemin gücü ve otoritesi, karşılıklı istişare yoluyla bütün işleri yöneten kabilelerin ve ailelerin liderleri ve başkanları tarafından paylaşılırdı.546 Mekke’de kabile liderleri ve

ileri gelenlerden oluşan mele’nin oluşturduğu bu sistem, bir nevi meclisti. Her kabile genel anlamda bağımsız ve dilediğini yapabilirdi. Ancak etkili kararlar ancak oy birliği ile alınırdı.547

Mekke’de, seyyidin başkanlık ettiği ‘el-Mele’ ve ‘Daru’n-Nedve’ adlı bu yer, Mekkelilerin buluşma yeriydi. Önemli işlerini tartışmak için orada buluşurlardı. Örneğin Hz. Peygamber’in öldürülmesi hakkındaki kararı da orada almışlardı.548

Bununla birlikte özellikle bedevî Araplar özgürdü. Kendilerini diğer bireylerle haklar, görevler konusunda eşit görürlerdi. Ancak çoğu zaman bu bireysellik, toplulukla uyum içinde olurdu. Zalim ya da mazlum olsun kendi kardeşlerine yardım etmeleri bunun bir örneğiydi. Bedevîlerin bu demokratik karakteri ve eşitlik duyguları, problemlerini şûra yolu ile çözmelerine neden oluyordu ve kabile meclisindeki tartışmalar, Daru’n-Nedve’de gerçekleşiyordu. Kabile bireylerinden herhangi biri oraya gelip dilediği zaman konuşuyordu ve bu toplantılar için belirli bir vakit de yoktu.549

Hz. Peygamber’in Mekke’de faaliyet gösteren bu konseyleri görmüş ve onların güçlü köklerini Arap geleneğinde gözlemlemiş olmalıdır. Dolayısıyla bi’setten sonra, bazı düzenlemelerle birlikte bu şûra geleneğini benimsemiş ve zaten Arap toplumunun

544 Mardini, Fundamental Religio-Political Concepts, 221. 545 el-Aselî, ‘eş-Şûra fi’l-urfi’l-kabelî’, 32.

546 Mardini, Fundamental Religio-Political Concepts, 221. 547 Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, 15.

548 Muhammad Shafiq, “The Role and Place of Shura in the Islamic Polity”, Islamic Studies 23/4 (1984) 433-434.

zihninde yer alan bu uygulamaya devam etmiştir. Cahiliye dönemi Arapları bile karşılıklı anlayış ve müzakere yolu ile kabile devletlerini yönetirken, ahlâk ve erdem sahibi müslümanların karşılıklı istişare ve şûra sisteminden uzak kalmaları elbetteki mümkün değildir. Öte yandan Hz. Peygamber’in iddia edildiğinin aksine Kur’an’daki şura emrinden önce Bedir savaşı konusunda ashabıyla istişare etmiş olması, bu insanî davranışın Hz. Peygamber tarafından önceden bilindiğini gösterir.