• Sonuç bulunamadı

D. Modern Dönem/Modernizm Öncesi İslam Dünyası

3.2. Kur’an’da İstiz’af-Mustaz’af ve Türevleri

İbn Cevzî, istiz’af ve mustaz’af kelimelerinin kökünü oluşturan (ف-ع-ض) kelimesinin Kur’an’da yedi anlamda kullanıldığını söyler809:

(1) Zayıflık, acziyet: “Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.”810 “Sizde muhakkak bir

zaaf olduğunu bildi.”811 âyetlerinde bu anlamdadır.

(2) Sabrın azlığı/sabırsızlık: “Çünkü insan zayıf (yani sabırsız) yaratılmıştır.”812

(3) Körlük: “Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz.”813 Said b. Cübeyr ve

Katâde, âyette bahsi geçen Şuayb’ın kör olduğunu söylemişlerdir.814

(4) İmkânsızlık: “…güçsüz zayıflara, hastalara ve infak etmek için bir şey

bulamayanlara bir sorumluluk (günah) yoktur.”815

809 İbn Cevzî, Nüzhetu’l-a’yûn, 405-406. 810 en-Nisa 4/76. 811 el-Enfal 8/66. 812 en-Nisa 4/28. 813 Hûd 11/91.

814 Kurtûbî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’an, 9: 91. 815 et-Tevbe 9/91.

(5) Ezilen: “Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta

bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım.”816

(6) Sefil, alçak kimseler: “Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük

taslayanlara…”817 Âyette bahsi geçenler bedenen değil, büyüklük taslayanlara tabi

olmaları ve kıt görüşlü olmalarından dolayı zayıf kabul edilmektedirler. (7) Nutfe: “Allah, sizi güçsüz olarak yaratan…”818

Mustaz’af kelimesi, Kur’an’da beş yerde isim olarak geçer. Üç yerde (ينفعضتسلما) şeklinde marife819; iki yerde de ( ينفعضتسم )820 ve (نوفعضتسم)821 şeklinde nekre olarak geçer.

Kur’an’da mustaz’af kelimesi, dört yerde altı kez ism-i meful822, iki yerde sıfat olarak geçer.823 Sekiz yerde ise fiil sigasında geçer.824 İstizaf kelimesi, daha çok fiil

olarak geçer. Birçok yerde, zayıf bırakılmış ve zayıf görüldüklerinden dolayı, fiil meçhul sigada kullanılmıştır.

İstiz’af kelimesi ile ilişkili Kur’an’da geçen kelimelerden biri de, (عبتلا) kelimesidir. Kur’an’da bu kelime şu şekillerde geçer: “İnsanların hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler büyüklük taslayanlara diyecek ki: “Şüphesiz bizler size uymuştuk; şimdi siz az bir şey olsun, Allah’ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?” Onlar da, “Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur” derler.”825 “Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük

816 el-Kasas 28/5. 817 Sebe 34/33. 818 er-Rûm 30/54. 819 en-Nisa 4/75, 98, 127. 820 en-Nisa 4/97. 821 el-Enfal 8/26. 822 el-Enfal 8/26; en-Nisa 4/95, 97, 98. 823 İbrahim 14/21; el-Mümin 40/47.

824 el-A’raf 7/75, 137, 150; el-Kasas 28/4-5, Sebe 34/31-33. 825 İbrahim 14/21.

taslayanlara, “Biz size uymuş kimselerdik. Şimdi şu ateşin bir kısmını üzerimizden kaldırabilir misiniz?” derler.”826

‘Tabi olmak ve takip etmek’ anlamlarına gelen bu kelime827, peygamberlerin

Allah katından getirdiklerine tabi olmak828 ile hevanın ve şeytanın isteklerine tabi

olmak829 şeklinde iki anlamda kullanılmıştır. Âyette geçen “Şüphesiz bizler size uymuştuk; şimdi siz az bir şey olsun, Allah’ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?” sözü, zayıfların kendilerine tabi olup izledikleri önderlerine yönelik bir hitaptır. Onlar bu ifadeleriyle kendi görüşlerine değil onların görüşlerine tabi olduklarını itiraf etmektedirler. Bunun için Allah da onları, kendi görüşlerine göre davranmadıkları, liderlerinin hareketiyle hareket ettikleri için zayıf olarak nitelendirmiştir.830

İstiz’af kelimesi ile ilişkili bir diğer kelime de, (مُهيرْخُأ) kelimesidir. A’raf sûresinde geçen bu kelime, kendilerine öncülük edenlerin peşinden giden topluluk anlamındadır. “Allah, şöyle der: “Sizden önce gelip geçmiş cin ve insan toplulukları ile birlikte ateşe girin.” Her topluluk (arkasından gidip sapıklığa düştüğü) yoldaşına lânet eder. Nihayet hepsi orada toplandığı zaman peşlerinden gidenler, kendilerine öncülük edenler için, “Ey Rabbimiz! Şunlar bizi saptırdılar. Onlara bir kat daha ateş azabı ver” derler. Allah, der ki: “Her biriniz için bir kat daha fazla azap vardır. Fakat bilmiyorsunuz.”

(ف-ع-ض) kökünden türeyen 52; (فعضتسا) bâbından 14 kelime vardır. Bu on dört

kelimenin 10’u Mekkî831, 4’ü ise Medenî sûrelerde geçer. Aynı kökten gelen (اوفعضتسا)

fiili, konumuzun doğrudan modern dönemde anlam genişlemesine uğrayan kavramlar olması nedeniyle çalışmamızda yer almayacaktır. Nitekim bu kökün Kur’an’daki yaygın kullanımına rağmen anlamların değil özellikle dilde kavramların anlam genişlemesine uğraması bizi bu noktaya sevketmiştir.

826 el-Mumin 40/47.

827 İbn Faris, Mekâyisi’’l-luğa, 1: 362; er-Razî, Muhtaru’s-Sıhah, 83; İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, 8: 27. 828 Yasin 36/20-21.

829 el-Bakara 2/168; Sad 38/26; el-Casiye 45/18. 830 Alûsî, Ruhu’l-meânî, 13: 206.

831 Nüzûl sırasına göre: el-A’raf 7/75, 137, 150; el-Kasas 28/4-5; Sebe 34/31-33; İbrahim 14/21; el- Mümin 40/47.

Mekkî sûrelerdeki bu kelimelerden ilki, Allah’ın huzurunda, dirilişten önce mustaz’aflar ile müstekbirler arasında geçen diyaloglarda geçer.832 Mustaz’aflar,

müstekbirler gibi olmadıklarını, hatta onlardan uzak olduklarını ifade ederler.833 Diğer

üçü, İsrailoğullarının Hz. Harun’u güçsüz bulmasından834, onların Firavun tarafında yer

almasından835 ve Allah’ın, mustaz’afları yeryüzüne varis kılacağından bahseden âyette

geçer.836

Medenî sûrelerde mustaz’af kelimesinin geçtiği âyetlerden üçü Nisa sûresinde, dördüncüsü ise Enfal sûresinde yer alır. İlk âyet, davetin başlangıcında Mekke’de mustaz’aflara ve Allah’ın dinine yardım etmek için savaşmanın gerekliliğini açıklar.837

İkinci âyet, hicret etme ve İslam’a yardım etme imkânı olmasına rağmen bunu yapmayan kimseleri meleklerin kınamasından bahseder.838 Üçüncü âyette Allah,

gerçekten mustaz’af olanları; bir takım haklı nedenlerle hicret edemeyen mazeret sahibi kimselerin kimler olduğunu açıklar.839 Dördüncü âyet ise, Allah’ın müslümanlara,

hicretten önce yeryüzünde güçsüz ve zayıf olarak yaşadıklarına dair bir hatırlatmadır.840

Kur’an’da ‘istiz’af’, zayıf bırakılanlar üzerinde gerçekleşen bir fiile işaret eder. İstiz’af, bir kenara ayırıp seçmek ve dininden ayırmak için zayıf kimselere zor kullanma talebinde bulunmaktır. İstiz’af, iki taraftan oluşan bir fiildir: Zayıf bırakanlar ve zayıf bırakılanlar. Güçlü ve hâkim bir topluluğun, haklarını gaspederek zayıf bir topluluğa hâkim olması, onlara zulmetmesi ve zor kullanmasının sonucunda oluşan durumdur. Bu açıdan fiil, ikinci gruptan yani mustazaflardan kaynaklanan bir olgu değil, bilakis ilk gruptan; müstekbirler tarafından gerçekleştirilen bir uygulamadır.841

Allah, kâfirleri, ‘kibirlenen ileri gelenler’, müminleri de ‘zayıf düşürülenler’ diye vasıflandırır. Kâfirlerin büyüklenmeleri, kınanmalarını gerektiren bir fiilden

832 el-A’raf 7/75.

833 İbrahim 14/21; Sebe 34/31-33; el-Mümin 40/47. 834 el-A’raf 7/150. 835 el-Kasas 28/4. 836 el-A’raf 7/137; el-Kasas 28/5. 837 en-Nisa 4/75. 838 en-Nisa 4/97. 839 en-Nisa 4/98. 840 el-Enfal 8/26.

dolayıdır. Diğer yandan müminlerin mustaz’af olmalarının anlamı ise, başkalarının onları küçümseyip zayıf görmesi demektir. Aslında bu durum, onlardan kaynaklanan bir fiil olmayıp, başkalarından kaynaklanan bir fiildir. Dolayısıyla bu, sözkonusu müminler hakkında, kınanmayı ifade eden bir sıfat olamaz. Bu kınama ve zemm, onları aşağılayıp zayıf kabul eden kimselere aittir.842

Mustaz’af kelimesi, cahiliye döneminde Araplar arasında da yaygın olarak kullanılırdı. Toplum hür, mevlâ (azad edilmiş köleler) ve kölelerden oluşurdu. Hürlerin arasında kendilerine Melik, Şerif, Rabb, Kerim, Fadıl gibi isimler verilen toplumun şereflileri kabul edilen kabile liderleri, zenginler, kâhinler ve şairler özel bir konuma sahiptiler. Toplumun fakir ve güçsüzlerine de ‘mustaz’af’ denilirdi.843

Bunun yanında ‘mustaz’af’ kelimesi İslam’dan önce Mekke’de yaşayan bir grup insan için de kullanılırdı. Mustaz’af, Mekke’de aşireti olmayan, herhangi bir koruyucuları ya da güçleri olmayan, Bilal b. Rebah, Ammar b. Yasir gibi kimseler için de kullanılırdı.844 Daha sonra bu kelime, Velid b. Velid ve Seleme b. Hişam gibi

hicretten sonra Mekke’de kalan kimseler için kullanıldı.845 Hudeybiye anlaşmasından

sonra da bir araya gelip Kureyş’in ticaretine zarar veren Ebu Basir ve Ebu Cendel gibi kimseler için de kullanılır oldu.846 Kimi rivayetlerde, Hz. Peygamber’in (sav) vefatından

sonra Ehl-i Beyt’inin mustaz’af olacağını bildiren rivayetler de vardır.847 Risaletten önce katliam ve esaretle karşı karşıya kalmış Yahudiler için de aynı kelime kullanılmıştır.848

842 Râzî, Mefâtihu’l-ğayb, 10: 490

843 Cevad Ali, el-Mufassal, 4: 313, 561-563. Ayrıca bkz.Sami Kılınçlı, Mekki Surelerde Mümin Kimliğinin Oluşumu ve Gayrimüslimlerle İlişkileri, (Ankara: Araştırma Yayınları, 2013), 19.

844 Ebu’l-Kasım Ali b. Huseyn b. Hibetullah İbn Asâkir, Tarih-u Dımeşk, (Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1415/1995), 43/367.

845 Buhârî, İstiskâ 15 (nr. 1006); Cihad ve’s-Siyer 56 (nr. 2932); Müslim, Mesâcid 5 (nr. 675).

846 İbn Hişâm, es-Sîratu’n-nebeviyye, 2: 318; Ebu’l-Kasım Abdurrahman b. Abdillah b. es-Suheylî, er- Ravdu’l-Unuf fî Şerhi’s-sîrati’n-nebeviyye li İbn Hişam, thk. Ömer Abdusselam es-Selâmî, (Beyrut: Dâru

İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî, 1421/2000), 7: 70, 77.

847 Ahmed, Müsned, 44: 448 (nr. 26876); Taberânî, el-Mu’cemu’l-kebîr, 25: 23 (nr. 32). 848 İbn Asâkir, Tarih-u Dımeşk, 68: 67.

Mustaz’af kelimesi, Hz. Ali’nin dilinde daha farklı bir anlam taşır. O, Nehcu’l- Belâğa’da: “Kendisine hüccet ulaşıp bunu işiten ve idrak eden kimseye mustaz’af denilmez” der.849

Genel anlamda ‘zayıf bırakılan, ezilen, küçümsenen’ anlamını taşıyan mustaz’af kelimesi, risaletle birlikte dinî bir anlam kazanmıştır. Kur’an’ın indiği dönemde çok önemli bir yere sahip olan bu kavram, güç itibariyle zayıf müslümanları temsil eder hâle gelmiştir. Mekke’de İslam’ı kabul eden müslümanlardan bazıları, güçsüz olduklarından ya da kendilerini destekleyecek ailelere sahip olmadıklarından dolayı çeşitli işkence ve eziyetlerle karşılaşıyordu. Bu durumdan kurtulmak için müslümanlar önce Habeşistan’a, ardından da Medine’ye hicret etmişlerdir. Bu duruma âyetlerde de işaret edilmiş, hicretin kişinin imanı ve samimiyeti ile ilgili olduğu ortaya konulmuştur. Daha sonra Medine’ye hicretle birlikte bir rahatlama söz konusu olunca, bundan sonra bu kavram daha çok Mekke’de kalıp hicret edemeyen kimseler için kullanılır olmuştur.850

Mustaz’af kavramı, zulme uğrayanlar ve zayıf kimseler anlamında olsa da, her zaman için müminleri ifade etmez. Nitekim Kur’an’da mustaz’aflar Özdemir’in de ifade ettiği üzere üç farklı şekilde tanıtılır:

Birincisi, müstekbirlerin baskısı ve zulmü altında bulunan, ancak bulundukları yerden hicret etmek için çaba gösterenler ve çıkış yolu arayanlardır. Bu kimseler, kendilerine sahip çıkacak ve koruyacak birilerini bulamadıklarından dolayı hicret etme imkânı bulamamışlardır. Bu arayışları nedeniyle de müstekbirlerin her türlü zulmüne ve eziyetine maruz kalmışlardır. Allah, vahyine uydukları ve zalimlere karşı bir direnç gösterdiklerinden dolayı bu mustaz’aflara, onları yeryüzünün varisleri ve imamları yapacağı müjdesini verir: “Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım.”851

İkinci grup mustaz’af, zalim bir idarenin tahakkümü altında bulunup orayı terk etme imkânına sahip olduğu ya da o zalim idareye karşı çıkma gücü bulunduğu halde mal, çoluk-çocuk ya da bir takım dünyevî çıkarlar ve zaaflar yüzünden ses çıkarmayıp

849 İzzuddin Abdulhamid b. Hibetullah b. Muhammed, Şerhu nehci’l-belâğa, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl, (Kahire: Daru İhyai’l-Kütübi’l-Arabiyye, trs.), 101.

850 Abdurrahman Altuntaş, “Kur’an-ı Kerim’de Mustaz’af Kavramı”, Turkish Studies, 11/5, (Ankara, 2016), 538.

müstekbirlerin işkenceleri ve eziyetlerine karşı korku taşıyan ve onların yeryüzünde fesat ve zulüm göstermelerine rıza gösterenlerdir. Onlar sahip oldukları imkâna rağmen bulundukları yerden hicret etmezler. Bunlar için herhangi bir vaat sözkonusu olmayıp azap vardır. Müstekbirler tarafından nasıl yeryüzünde işkenceye uğratıldılarsa, kendilerine ses çıkarmadıkları için âhirette de müstekbirlerle birlikte azaba uğrayacaklardır. Nitekim Kur’an’da buna dair bir sahne şöyle anlatılır: “Zalimler, Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hâllerini bir görsen! Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Siz olmasaydınız, biz mutlaka iman eden kimseler olurduk" derler. Büyüklük taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, “Size hidayet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz” derler. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah'ı inkâr etmemizi ve O'na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.”852

Üçüncü grubu ise çocuklar, zayıf ve çaresiz kadınlar ile erkekler oluşturur. Bunların da ya beden ve akıl sağlıkları yerinde değildir ya da sağlıklı ve akıllı oldukları halde müstekbirlerle mücadele edecek güçleri ve malları yoktur. Bu kapsamda yer alan mustaz’afları ise Allah’ın affetmesi ve bağışlaması umulur.853

Zayıf ve güçsüz olsa da Kur’an, mustaz’aflara sorumluluklar yükler. Bu da ya kendilerini zulüm yapan kimselere karşı direnç göstermeleri ya da bulundukları yerden kurtulmalarına vesile olacak kimselerin arayışıdır.