• Sonuç bulunamadı

D. Modern Dönem/Modernizm Öncesi İslam Dünyası

3.1. Lugatta ve Istılahta İstiz’af

Mustaz’af kelimesi, (فعض) fiilinin istif’al bâbındandır, (ف ع ض) kökünden gelmektedir. Bu fiil, iki farklı anlama gelir: (1) Güç ve kuvvetin zıttı. (فيعض لجر) Zayıf/güçsüz adam, (ءافعض موق) güçsüz topluluk gibi. (2) Bir şeyin aslının arttırılması, böylece iki veya daha fazla kat olması. Nitekim bir şeye ilavede bulunduğunda, ( تفعضأ

افاعضإ ءيشلا) denir.788

(ف-ع-ض) fiilinden birçok fiil türemiştir. Bunlardan ( َفُعَض) gücün zıttı ve zayıf

olmak789, ( َفَّعَض/َفَعْضَأ) zayıflatmak, bir şeyi bir şeyin üzerine koymak, ilave etmek790,

( َفَعاَض) iki misli yapmak, iki katına çıkarmak791, ( َفَّعَضَت) zayıf bulmak, küçümsemek792, (فعضتسا) de fakirliğinden dolayı suçlamak, ezmek ve zayıf saymak anlamına gelir.793

Kimi dil bilginleri, kelimenin ilk harfinin fetha ve damme’li okunuşunu birbirinden ayırmışlardır: ( ُفعّضلا) akıl ve görüşte, ( ُفعّضلا) ise bedendedir.794

Her ikisinin, her açıdan aynı anlama geldiği de söylenmiştir.795 el-Ezherî,

Basralılara göre her ikisinin birbirinden farksız olduğunu, hem beden ve hem de görüş zayıflığında aynı kelimenin kullanıldığını söyler.796

788 İbn Faris, Mu’cemu mekâyîsi’l-luğa, 3: 362.

789 el-Cevherî, es-Sıhah, 4: 1390; el-İsfehânî, el-Müfredât, 506; Zemahşerî, Esâsu’l-belâğa, 1: 582; İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, 9: 203; ez-Zebîdî, Tâcu’l-arûs, 24: 48.

790 Zemahşerî, Esâsu’l-belâğa, 1: 583; İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, 9: 203. 791 İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, 9: 203; ez-Zebîdî, Tâcu’l-arûs, 24: 54. 792 Zemahşerî, Esâsu’l-belâğa, 1: 583; İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, 9: 203.

793 el-Cevherî, es-Sıhah, 4: 1390; İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, 9: 203; ez-Zebîdî, Tâcu’l-arûs, 24: 54. 794 Halil b. Ahmed, Kitabu’l-ayn, 1: 281; İbn Manzur, Lisanu’l-arab, 7: 343; Firuzâbâdî, Kamûsu’l-muhît, 1: 830; ez-Zebidî, Tâcu’l-arûs, 19: 453; el-İsfehanî, el-Müfredat, 507.

795 Halil b. Ahmed, Kitabu’l-ayn, 1: 281. 796 el-Ezherî, Tehzîbu’l-luğa, 1: 306.

İstiz’af kelimesi, (فعض) fiilinden türemiştir. Fiilin kök harflerine elif, sin ve te harflerinin ilave edilmesi, addetme anlamını verir ki, bu da istifal sigasının anlamlarından biridir.797

(فعضت) ve (فعضتسا) aynı anlamdadır. Bununla insanların zayıf kılındığı, dünyada fakirlik ve durumunun kötülüğünden dolayı zorbalığa maruz kalması kastedilir.798

Firuzabadî (ö. 817/1415) şöyle der: “(افيعضعت هفعض) onu zayıf kabul etti demektir. (هفعضتسا) ve (هفعضت) gibi.”799 (هتفعضتو هفعضتسا): Onu zayıf buldum ve kötü bir şekilde ona bindim, demektir.800 Allah şöyle buyurur: “Ancak gerçekten zayıf ve güçsüz olanlar

başka…”801 (هفعضت) fiili de aynı anlamdadır. Bu manada hadiste şöyle buyrulur802:

“Dikkat edin, size cennet ehlini haber vereceğim: Her güçsüz ve zayıf görülen insan ki, Allah’a karşı yemin etse Allah, onun yeminini yerine getirir.”803

Zemahşerî (ö. 538/1144) de, (فعضت) fiilinin (فعضتسا), yani bir kimsenin fakirlik veya durumunun kötülüğü nedeniyle zayıf kalması anlamına geldiğini söyler. Hadiste de, “İki zayıf kimse hakkında Allah’tan korkun” denilerek, kadın ve köleye işaret edilmiştir.804

Sözlükler, (فعض) kelimesinin anlamı üzerinde yoğunlaştıkları kadar, Kur’an-ı Kerim’de geçen istiz’af (فاعضتسا) kelimesi hakkında açıklamalar içermemektedir.

İstiz’af genel anlamda birey, grup veya toplumun bedenî zayıflık, zalim bir otorite veya düşman nedeniyle diledikleri bir şeyi yapamama hâlidir. Dinî bir terim

797 Ebu Hayyan, el-Bahru’l-Muhit, 1: 468.

798 Mecduddin Ebu’s-Seadat Mübarek b. Muhammed el-Cezerî İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî ğaribi’l-hadîs ve’l-eser, thk. Tahir Ahmed ez-Zâvî & Mahmud Muhammed et-Tanahî, (Beyrut: el-Mektebetu’l-İlmiyye,

1399/1979), 3: 88.

799 Firuzâbâdî, Kamûsu’l-muhît, 1: 830.

800 Halil b. Ahmed, Kitabu’l-ayn, 1: 282; el-İsfehanî, el-Müfredat, 507; İbn Manzur, Lisanu’l-arab, 7: 341; ez-Zebidî, Tacu’l-arûs, 19: 454.

801 en-Nisâ 4/98.

802 Buhârî, Eyman 83 (nr. 6657); Müslim, Cennet 50 (nr. 2855); Tirmizî, Sıfatu Cehennem 37 (nr. 2605); İbn Mace, Zühd 37 (nr. 4116).

803 Firuzabadi, Besâiru zevi’t-temyîz, 3: 476.

olarak ise, İslamiyetin çağrısı sırasında adaletsizlik, saldırganlık ve hakların el konulmasına dayanan, İslamî olmayan bir yaklaşımla çatışma bağlamında, müslümanların savunmasızlıktan kurtulma çabası gösterdiği dönemdir. Bu baskı ve zulüm sonucunda samimi müslümanlar, istiz’af hâlinden kudretli bir hâle geçememişlerdir.805

Diğer bir ifadeyle de istiz’af, müslüman birey veya topluluğun müslümanlıklarını gerçekleştiremedikleri, ibadetlerinin tamamını veya bir bölümünü, düşman ya da zalim bir otorite yüzünden yerine getiremedikleri durumdur.806

Buna göre ‘zayıf düşürülmüş, zayıf bırakılmış, ezilmiş, zayıf görülenler’ anlamına gelen mustaz’af, dinî bir kavram olarak zalimler tarafından zayıf düşürülmüş, ezilmiş, güçsüz görülen demektir. İnançları sebebiyle kâfirler ve zalimler tarafından ezilen, horlanan, zor ve baskı kullanılmak suretiyle hakları ellerinden alınan, bütün bunlara karşı ellerinden bir şey gelmeyen kişi ve topluluklardır. Baskı ve zulümlere karşı koyma gücü bulunduğu halde, ezilmeye rıza gösterenler ise mustaz’af değillerdir.807 Bunlar ancak mustaz’aflığa ya da zulme elverişli kimseler olarak

tanımlanabilir.

Mustaz’af, küçük görülen, horlanan, ezilen ve ezilip itilen/kakılan kişiler veya topluluklardır. Küçük gören, hor gören kimselere Kur’anî ifadeyle müstekbir denir808 ve

mustaz’af kelimesi, müstekbir kelimesinin karşıtı olarak kullanılır. Müstekbirin olduğu yerde mustaz’af, mustaz’afın olduğu yerde müstekbir vardır. Ayrıca mustaz’af, fakir, yoksul ya da beden itibariyle zayıf kimse değil, kimi zaman zengin olsa dahi inancından dolayı zulme uğrayan kimsedir. Bu nedenle onları bu duruma itenler ile toplumsal bir görev bilinciyle onları içine düştükleri bu durumdan kurtarmak için çaba göstermeyenler bundan sorumludur.

805 Ziyad Âbid el-Meşûhî, el-İstid’af ve ahkâmuhu fi’l-fıkhi’l-İslamî, (Riyad: Daru Künûzi İşbiliyya, 1433/2012), 22.

806 Mustafa Uveyşe, Mefhûmu’l-istikbâr ve’l-istid’âf fi’l-Kur’ani’l-Kerîm, (Kahire: Daru’s-Selâm, 1435/2014), 47.

807 Mehmet Canbulat, ‘Mustaz’af’, Dini Kavramlar Sözlüğü, (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2010), 505.

Mustaz’af ve müstekbir kelimeleri, kullanıldıkları kalıp itibariyle gerçeği değil, yanılsamayı ifade edebilir. Dolayısıyla nasıl ki müstekbir gerçek anlamda büyük değil, büyüklük duygusuna ve yanılgısına düşmüşse, mustaz’af da güçlü olduğu halde kendini güçsüz zanneden, özünde güçsüz olmadığı halde kendisine güçsüz olduğu telkin edilen, sahip olduğu imkânlar elinden alınıp zayıf sayılanları ifade eder. Çünkü gerçek anlamda büyük ve güçlü olan hak ve hakkın tarafında yer alan iken, zayıf olan da bâtıl ve bâtılın yanında yer alandır. Nitekim Kur’an, rızalarıyla müstekbirlere uyanları, boyun eğenleri de mustaz’af olarak anar ve bu kelimeyi en çok onlar için kullanır.

İslam’ın ortaya koyduğu toplum anlayışında ise, sınıfsal bir düzenleme ya da büyüklenenler (müstekbirler) ve zayıf görülenler (mustaz’aflar) yoktur. Kur’an, büyüklenme ve büyüklük, küçük düşürülme ve zayıf görmenin her türünü yasaklar. Herkes eşittir ve üstünlük ancak takva iledir.