• Sonuç bulunamadı

D. Modern Dönem/Modernizm Öncesi İslam Dünyası

2.7. Şûra Kavramının Kısa Bir Tarihi

İslam’da devlet yönetim şekli ve siyaset anlayışı, Kur’an’da net ifadelerle belirtilmemiştir. Ancak Kur’an ve Sünnette İslam toplumunun yönetim şeklinden ziyade, adalet, ehliyet ve şûra gibi bir takım prensipler vurgulanmıştır.

Kur’an ve sünnette iman, ibadet ve ahlâk konuları ayrıntılı şekilde yer alırken, evrensel ilkelerin dışında siyasî konulara doğrudan bir işarette bulunulmaz. Medine’deki İslam Devletinin Hz. Peygamber’den sonra kim tarafından ve hangi yönetim şekli ile idare edileceği, bu idarecinin taşıması gereken şartlar, ne kadar süreyle idarede bulunacağı gibi konular net olarak açıklanmaz. Ancak insanlara adaletle hükmedilmesi639, emanetlerin ehline verilmesi640, müslümanların işlerini aralarında

istişare/şûra yoluyla çözmesi641, insanlar arasındaki üstünlüğün ancak takva ile

olduğu642 ve idarecilere itaat edilmesi643 gibi temel ilkeler Kur’an’da vurgulanır.

Dolayısıyla kültürün ve zamanın sürekli değişmesi nedeniyle Kur’an, net olarak siyasî

638 Ardoğan, “Teorik Temeller ve Tarihsel Gerilimler Arasında İslam Kültüründe Siyasal Muhalefet”, 184.

639 en-Nisa 4/48. 640 en-Nisa 4/58.

641 Âl-i İmran 3/159; eş-Şûra 42/38. 642 el-Hucurat 49/13.

bir sistem ortaya koymaz, tam aksine toplumun ve devletin temel alması gereken sosyal ve ahlâkî ilkeler üzerinde durur.644

Nitekim Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir’in seçimi ve onun da hilafeti Hz. Ömer’e bırakmasında hiçbir sahabe, başlangıçta bir takım ihtilaflar yaşanmış olsa da siyasî bir sistemin temelini Kur’an’da aramaya kalkışmamıştır.

Nitekim İslam tarihinin ilk dönemlerinde de şûra denilince, ümmetin liderliğiyle ilgili kararlar alırken yapılan istişare akla gelirdi. Özellikle bu terim, Hz. Ömer’in ölüm döşeğinde iken kendisinden sonra ümmete kimin halifelik edeceği konusunda izlediği yol olarak karşımıza çıkar. Hz. Ali’nin halifeliği konusundaki tartışmalarda, ona karşı çıkanlar görevlendirilmesinde şûranın olmadığına işaret ederler. Hz. Hasan ve Muaviye arasındaki anlaşmanın delili kabul edilen belgeler ise, Muaviye’nin şûrayı ancak ölümünden sonra benimseyebileceği bir tutum olarak gösterir.645 Yine Yezid göreve

geldiğinde, ona karşı çıkanlar bu makama şûra tarafından karar verilmediğine işaret ederler.646 Dolayısıyla bu anlamda şûra, daima halifeyi seçmek için kurulan bir yapı olarak görülmüştür.

Ancak Emevîlerle birlikte yönetim anlayışı hilafetten saltanata dönüşür. Bu aşamada da başa geçen sultanlar, kendilerinden sonra veliaht tayin ettikleri kişilerde ehliyet ve liyakatten daha çok akrabalık ilişkilerine önem verirler. Böylece toplumda bir yandan asabiyet artarken, bu da fitnelere ve kargaşaya neden olur. Böylece İslam kültüründe yer almasına rağmen şûraya önem verilmemesi, yetersiz kimselerin devlet başkanlığına geçmesine neden olur.647

Dolayısıyla şûra, ancak Raşid halifeler döneminden Emevîlerin idaresine kadar bir süre uygulanmıştır. Emevîlerle birlikte, rejimi destekleyen grupların varlığı, yönetim konusunda herhangi bir istişareye gerek bırakmamıştır. Bu yönüyle şûra aslında hiçbir zaman uygulanabilen bir kurum hâline gelemedi. Belki yönetim konusunda bu

644 Sönmez Kutlu, “Ehl-i Sünnet Siyaset Anlayışının Dini Temellerinin Sorgulanması”, e-Makalat Mezhep Araştırmaları, 1/1 (Bahar 2008), 10.

645 Mutahhar b. Tâhir el-Makdisi, el-Bed ve’t-Tarih, (Port Said: Mektebetu’s-Sekâfeti’d-Diniyye, trs.,) 5: 236; Muhammed Ahmed İbn A’sem, Kitabu’l-Futûh, (Beyrut: Daru’l-Advâ, 1991), 2: 293.

646 Ebu Hanife Ahmed b. Davud ed-Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, thk. Abdulmun’im Âmir, (Kahire: Daru İhyâi’l-Kutubi’l-Arabî, 1960), 227-228; İbn A’sem, Kitabu’l-Futûh, 2: 345-346.

647 Taberî, Târihu’r-rusul ve’l-mulûk, 4: 228; Fazlurrahman, “İslam ve Siyasi Hareket: Dinin Emrindeki Siyaset”, çev. İbrahim Maraş, Journal of Islamic Research, 7/2, (Spring 1994), 195-196.

uygulama benimsenip kurum haline getirilebilseydi, müslümanların her sultan ya da halifenin değişiminde yaşadıkları siyasî krizler oluşmayacaktı. Ancak bunun yerine şûra, ‘Ehlu’l-Hall ve’l-Akd’ adıyla gelişti.648

Tarihî rivayetlerin naklettiğine göre şûra kurumu, en sağlam ve düzenli şeklini kuruluşundan itibaren Endülüs Emevî devletinde göstermiştir. Burada en büyük rol, Endülüs Emevî Devletinin kurucusu Abdurrahman (bin Muaviye) ed-Dahil’e (ö. 172/788) aittir. Abdurrahman’ın kendisine ait bir ‘meşveret meclisi’ vardı. Bu meclise önde gelen devlet adamları katılır, devlet meselelerinin yanında kimi zaman şiirler ve geçmiş kahramanlıklardan da bahsedilirdi.649 Valilerin atamasından kadıların atamasına

kadar, vezirleri ve şûraya dahil etmiş olduğu kişilerin görüşlerini aldığı ve buna uygun hareket ettiği nakledilir.650 Oğlu Hişam b. Abdurrahman (ö. 180/796) da babasının

uygulamalarını takip etmiş, valilerinin durumlarını öğrenmeleri ve onların hakkında görüş beyan etmeleri için ara ara heyetler gönderip fikirlerini almıştır.651 Hatta o

dönemde şûrada yer alan vezirler, fakihler ve önde gelenler, halifelerle sadece istişarede bulunmakla kalmamış, Hakem b. Hişam’ın kadı olarak seçilmesinde etken rol almışlardır.652

Babasından sonra Endülüs emirliğine geçen Abdurrahman b. Hakem (ö. 206/822) döneminde şûra, sınırları ve ilkeleri olan bir kuruma dönüşmüştür. Endülüs Emevîleri, sahip oldukları bu kurumla diğer İslam topraklarındaki yapılardan düşünce ve sistem olarak ayrılmıştır. Bu dönemde şûra; emirlik şûra heyeti ve yargı şûra heyeti olmak üzere iki şekilde temsil edilmiştir. Emirlik şûra heyetinde on altı vezir bulunurdu ve onlara ‘Beytu’l-vuzerâ’ adlı bir köşk tahsis edilmişti.653 Bu şûrada hilm ve bilgi

sahibi, zeki kimseler bir araya gelirdi. İbn Hayyan, ondan önce ya da sonra gelen

648 Fazlurrahman, “İslam ve Siyasi Hareket: Dinin Emrindeki Siyaset”, 195.

649 İbnu’l-Ebbâr, Muhammed b. Abdullah b. Ebu Bekr el-Kudai, el-Hulletu’s-Seyrâ, thk. Dr. Huseyn Mu’nis, (Kahire: Daru’l-Meârif, 1985), 42.

650 İbnu’l-Kûtiyye, Tarih-u iftitahi’l-Endelûs, thk. İbrahim el-Ebyaî, (Beyrut: Daru’l-Kitabi’l-Lubnani, 1989), 63-64.

651 İbn İzari el-Merakeşî, Ebu Abdullah Muhammed b. Muhammed, el-Beyânu’l-Mağrib fi ahbari’l- Endelus ve’l-Mağrib, thk. J. C. Kulan, (Lübnan: Daru’s-Sekâfe, 1983), 2: 66.

652 Kadı İyad, Ebu’l-Fadl b. Musa el-Yuhsabî, Tertibu’l-medârik ve takrîbu’l-mesâlik, (Mağrib: Matbaat-u Fudâle, 1965-1983), 3: 329.

halifelerden hiçbirinin bu tür bir topluluğu bir araya getiremediğini belirtmiştir.654 Tarihi

vesikalarda bu istişare meclislerine katılan vezirlerden biri olan Hişam b. Abdulaziz, emir ile bir araya geldiklerinde herkesin kendi görüşünü rahatlıkla ifade ettiğini, emirin kabul etmesi durumunda ortaya çıkan görüşü uygulamaya kalkıştığını, kimi zaman onun fikrini ikna edici şekilde savunması durumunda bunu kabul ettiklerini söylemiştir.655

Hatta h. 275-300 yılları arasında hüküm süren Emir Abdullah’ın, ilim ve fıkıh ehline danışmadan hiçbir kararı almadığı nakledilir.656 Yine örneğin Abdurrahman b. Muaviye,

hangi oğlunun veliaht olmasının daha uygun olacağı konusunda vezirleri ile istişarede bulunmuştu.657

Bununla birlikte yeri geldiği zaman emir şûra heyetinde yer alan tüm vezirlerin veya kişilerin görevine son verip onları azledebiliyordu. Daha sonraları Mülûku’t- Tavâif (h. 408-484) döneminde şûra meclisleri zayıf bir konum almış, her emir veya vilayet kendisine uygun bir yapı kurmuştur. Âlimlerin ve fakihlerin bu şûra meclislerinde çok büyük bir rolü olmamıştır; çoğu zaman onlar, emirler tarafından meşruiyetlerini geçerli kılmak için kendilerinden faydalanılan kişiler olmuştur.658

Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılmasının ardından, Ebu’l-Hazm Cehver (ö. h. 435), 1031-1070 yılları arasında Kurtuba ve yakınlarında hüküm süren Cehverî hanedanını kurdu. Ebu’l-Hazm, hanedanlığın yönetiminde tamamen şûraya dayalı bir sistem kurmuştu. Her işte ve kararda, vezirlerden ve fakihlerden oluşturmuş olduğu bu şura heyetine danışmıştır. Onun ve oğlu Ebu’l-Velid b. Cehver’in şûraya dayalı bu sistemi, sonraki veliahtlar tarafından aynı şekilde korunamamıştır.659

Tarihî belgelerin aktardığına göre Ebu’l-Hazm Cehver, komutanlardan ve önde gelenlerden oluşturduğu şûrasına ‘cemaat’ adını vermiştir. Meseleleri onlara götürür, kararları onların adıyla alırdı. Kendisinden herhangi bir mal ya da bir şey istendiğinde, “İhsanda bulunamam, bunu da engelleyemem. Bu sadece bir cemaattir ve ben de

654 İbn Hayyan, Ebu Mervan b. Halef el-Emevî, el-Muktebis fi ahbari beledi’l-Endelus, thk. Mahmud Ali Mekkî, (Kahire: 1971), 29, 169.

655 İbn Hayyan, el-Muktebis, 134. 656 İbn Hayyan, el-Muktebis, 74. 657 İbn Hayyan, el-Muktebis, 107.

658 Abdulaziz el-Hayyat, Ve emruhum şûra, (Amman: el-Mecmeu’l-Meliki li Buhusi’l-Hadarati’l- İslamiyye, 1993), 65.

eminiyim” diye cevap verdiği söylenir. Büyük bir olayla karşılaştığı zaman onları çağırır, onların verdiği kararı kendi adıyla değil cemaatın adıyla yayınlardı. İslam tarihinin sayfalarında yer alan bu hükümet, ‘hukûmetu’l-cemaa’ adıyla da bilinir. Onun, birliği sağlamak ya da güçlü liderlerin rekabetinden sakınmak olsun bu şekilde şûrayı ön plana çıkarması, o sıralarda mutlak hükümranlığın ve monarşinin hüküm sürdüğü dönemde kuşkusuz şûra kurumunun hükmünün eşsiz bir örneğidir.660

Ebu’l-Hazm b. Cehver’in ortaya koymuş olduğu bu ‘cemaat’ hanedanlığı ya da aristokratik azınlık devleti, daha sonra İtalya’nın Cenova şehrindeki kimi komün hükümetler ve Medici hanedanını Floransa’da kurduğu Sinyorya hükümeti tarafından da hayata geçirilmiştir.661

Tarihî süreç içinde yaşanan 13. yüzyıldaki Moğol istilası, İslam topraklarında görülen Şia’nın imamet düşüncesi ve istibdat gibi bir takım olumsuz olaylar ve fikrî cereyanlar, bu alanda bir sistemin gerekliliğini ortaya koyunca Ehl-i Sünnet bu alanda müslümanların genel kabul göreceği bir sistem ortaya koymak istemiştir. Ancak konuyu hilafet ve imamet üzerinden kelamî bir alana taşımış, Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin döneminde yaşanan tecrübelerden dinî-siyasî bir doktrin çıkarmaya kalkışmıştır. Bu doktrini ortaya koyma çabasını gösterirken, nasslarda yer almadığı halde bir takım kelamî deliller üretmiş, yer yer Kur’an ve sünnette geçen bir takım ifadeleri de delil olarak kullanmıştır. Ancak bu konuda ortaya konan çabalar herhangi bir sonuç vermemiş, bir siyaset geleneği ya da yönetim şekli oturmamıştır. Sadece İmamiyye’ye karşı bir takım ideolojik argümanlar üretilmiştir.

Daha önceleri -istibdatın hâkim olduğu zamanlar dışında- yönetim şeklinin ne olduğuna bakmaksızın âdil olması durumunda herhangi bir rahatsızlık hissetmeyen ya da bir siyasî doktrin oluşturma konusunda cılız çaba gösteren müslümanlar, Batı karşısında İslam dünyasının büyük bir yenilgi alması, sömürülmesi ve hatta İslam birliğinin bozulması karşısında genelin kabul edeceği bir yönetim şekli ve siyaset anlayışını alelacele ortaya koymaya kalkışmıştır. Bu andan itibaren üzerinde yer aldıkları geleneği ağır bir şekilde eleştirmeye başlamış, faturayı yine Kur’an’daki siyasî kavramların anlaşılamaması ya da uygulanamamasına bağlamışlardır. Oysa fetihlerin

660 Muhammed Abdullah Anan, Devletu’l-İslam fi’l-Endelus, (Kahire: Mektebetu’l-Hanci, 1997), s. 22. 661 Muhammed Abdullah Anan, Devletu’l-İslam fi’l-Endelus, s. 23.

devam ettiği, ganimetlerin elde edildiği ve adaletin hâkim olduğu zamanlarda ne halifenin taşıması gereken şartlar ve ne de şûra gündem oluşturmamıştı.

Sonuçta Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. Ebu Bekir’in halife olarak seçilmesiyle ilk siyasî krizi atlatan ümmet, modern dönemde Batı’nın kendisine yaşattığı siyasî krizin çözümünü de, Kur’anî bir terim olan şûranın anlamını genişletmekte bulmuştur. Ancak temel olarak, şûrayı vahiy sonrası dönemler için ilk olarak siyasî bir kurum olarak kabul eden ve buna uygun şekilde âyetlerdeki anlamı genişletenler, Şia ve Ehl-i Sünnet olmuştur.662 Modern döneme gelindiğinde ise şûra

kavramı, bir kez daha anlam genişlemesine uğrayarak tarih sahnesinde meclis ve parlamento, hatta demokrasi olarak yer almıştır.