III. BÖLÜM-MUSTAFA PAŞA’NIN MISIR’A GELİŞİ HAKKINDA İKİ ÇAĞDAŞ KAYNAK:
3.2 Mukayese: İbn İyas ve Diyarbekrî
Abdussamed b. Seyyid Ali b.Davud Diyarbekrî’nin Mısır tarihi üzerine hazırlamış olduğu Tercümetü’l-nüzhe es-seniyye fi-zikr el- hulefâ ve’l-mülük el-Mısriyye adlı eseri ve müellifin hayatına dair ilk kapsamlı çalışma Benjamin Lellouch’un doktora tezinde yer almaktadır. Benjamin Lellouch, eserin Londra nüshasının transliterasyonunu ve Fransızca çevirisini yaptığı tezinde, eserin muhtelif nüshalarından ve hangi çağdaş kaynaklardan beslendiğine dair analizlerde bulunmuştur. Lellouch, bu analizleri yaptığı bir bölümde Seyyid Muhammed es- Seyyid Mahmud’un tezi261 ve Mıchael Winter’in
maruf çalışmasından262 iktibasla 14 Ramazan 923/ 30 Eylül 1517 tarihinden Hicri 928/
1522 yılının sonuna kadar meydana gelen “vakıaların” kaynak belirtilmeden Mısır tarihi üzerine hazırlanmış ünlü Memlük Tarihçisi İbn İyas’ın Bedâyi‘ü’z-zühûr fî- Vekâyi‘i’d- duhûr adlı eserinin “Türkçe uyarlaması” olduğunu ifade etmektedir. İlaveten bu görüşünü
260 Şeşen, Bedâyi‘ü’z-zühûr fî- Vekâyi‘i’d-duhûr: Yavuz’un Mısır’ı Fethi ve Mısır’da Osmanlı İdaresi, s.427-442.
261 Seyyid Mahmud, “XVI. Asırda Mısır Eyaleti”. s.19.
262 Michael Winter, Egyptian society under Ottoman rule : 1517-1798 (Londra: Routledge and Kegan Paul,1992).
82
temellendirmek adına 923 (1517) yılı öncesinde meydana gelen “vâkı‘aların” İbn İyas’ta çok daha detaylı ele alındığı, Diyarbekrî’nin ise 14 Ramazan 923/ 30 Eylül 1517 tarihinden itibaren detaylara yer verdiği, hadiseleri yıl ve ay esasına göre “vâkı‘at” şeklinde tasnif ettiğini, hatta iki metnin satır sayılarına bakılarak dahi bakılarak bu gerçekliğin anlaşabileceği fikrini öne sürmüştür.263 Fakat bu tezde kullanılan
Diyarbekrî’ye ait eserin “Nevâdirü’t- tevârih” başlıklı İstanbul nüshasına bakıldığında Hicri 14 Ramazan 923 Yılından itibaren hadiselerin “vâkı‘at” şeklinde ay ve gün esasına göre tasnif edilmediği, hadiselerin meydana gelme tarihlerinin anlatı içerisinde verildiği görülmüştür. İlaveten 923 yılına ait hadiselerin zikredildiği bölümde, ay ve gün belirtilmeden “zikrü’l- vâki‘ ve’l- havâdis” şeklinde İbn İyas’tan iktibas edildiği varsayılan “vâkı‘at” esasına yakın bir tarihlemenin sadece bir kez yapıldığı ve Hicri 925 senesi Muharrem ayına kadar İbn İyas’ın “vâkı‘at” formatındaki gün ve ay esaslı bir tasnifin yapılmadığı görülmüştür.
Bu tespitlerden hareketle yukarıda bu tezin odak noktasını oluşturması bakımından Mısır Beylerbeyi Hayır Bey’in vefatı, Mustafa Paşa’nın Mısır Beylerbeyliği’ne tayin edilme süreçlerini kapsayan 1 Zilkade 928/ 22 Eylül 1522 – 29 Zilhicce/ 19 Kasım 1522 tarihleri iki metin üzerinden tarihlere göre mukayese edilmiştir. Yukarıda zikredilen tarih aralığı gibi kısa bir dönem dahi dikkatlice tahlil edildiğinde Lellouch’ın “Türkçe uyarlama” ve Seyyid Muhammed es- Seyyid Mahmud’un “Türk nokta-i nazarına göre yapılmış tercümesinden ibaret”264 şeklindeki yorumlarının meseleyi kapsayacak derinlikte olmadığı ve bu nedenle ihtiyatlı yaklaşılması gerektiği söylenebilir. Nitekim her iki metinde de zikredilen bazı hadiselerin aynı tarihlerde gerçekleşmesi bu genellemeyi beraberinde getirmiş olabilir. Bu bölümde yukarıda zikredilmiş olan tarih aralığındaki hadiselerin, İbn İyas ve Diyarbekrî anlatısı üzerinden yapılmış mukayesesi gün gün konu konu tahlil edilecektir.
Diyarbekrî, 928 yılı Zilkade ayı hadiselerini ayın sekizinci gününde Mısır Beylerbeyi Hayır Bey’in çok hasta olup divanı toplayamaması, doktorların onu muayene etmeye dahi cesaret edememesi ile anlatmaya başlar. Diyarbekrî bu kısımda anlatıyı diyaloglar halinde kurgular ve detaylandırır. Devamında Hayır Bey’in yanında bulunan
263 Lellouch, Les Ottomans en Egypte, s.143.
83
adamlarının doktoralara “niçin böyle idersiz bu devletliye el vermezsiz”265 şeklindeki canhıraş tutumlarına karşılık doktorların, Hayır Bey’in hastalıklarını def edecek “kuvvet ve kudretlerinin” olmadığı, her ne kadar tedavi uygulasalar da aynı anda birçok rahatsızlığın meydana gelmesi sebebiyle “fâ’ide” vermeyeceğini ifade ettiklerinden bahseder. Ardından Diyarbekrî doktorların ağzından Hayır Bey’in rahatsızlıklarını; makatında iltihaplı bir çiban çıktığı ve bir çeşit felç geçirip bütün azalarının şişmiş olması sebebiyle idrar yolunun tıkanmış olduğu, bu nedenle tuvalet ihtiyacını gideremediği şeklinde sıralamaktadır. Anlatı, Hayır Bey’in bir anda bu kadar ağır bir hastalık geçirmesinin doktorlar tarafından “zehirlenme” teşhisi ile izah edilmesi, bunun üzerine Kahire’de ne kadar mektep varsa öğrencilerine para yardımı yapıldığı, mezarlıklarda kurbanlar kesildiği ve hapsettiği bazı mübaşirlerin salındığı şeklinde devam etmektedir. Diyarbekrî bundan sonra Zilkade ayının on birinci gününe gelir ve Kahire’de, Hayır Bey’in vücudunun bir tarafının şiştiği, tuvalet ihtiyacını gideremeyip ayağa kalkamadığı haberinin yayılmasından bahseder. Beylerbeyinin rahatsızlığını duyan azledilmiş Kadılkudatların Hayır Bey’i ziyaret ettiğini, Hayır Bey’in ise hiç kimseyi tanımadığını ziyaretçilerin ise sadece dua edip gittiği haberini verip anlatıya devam eder.
İbn İyas ise aynı meseleyi daha farklı bir perspektif ve gününü net olarak belirtmediği bir tarih üzerinden ele almaktadır. Anlatı, 928 yılı Zilkade aynın sekizinci gününde Asil el- Kalaiyye isimli hafif meşrep şarkılar söyleyen şarkıcı bir kadının ölümünü haber vermekle başlar.266 Akabinde gün belirtmeden bu ayda Hayır Bey’in
hastalandığını, artık divana çıkamadığı haberinin ilan edildiğinden bahseder. İbn İyas, Diyarbekrî’nin aksine Hayır Bey’in rahatsızlığını rivayetler üzerinden anlatmayı tercih eder. Hayır Bey’in azalarının tutmadığı, felç geçirdiği ve tuvalet ihtiyacını giderememesi gibi üç çeşit hastalığının olduğuna dair söylentilerin olduğuna işaret eder. İbn İyas buraya kadar ki meseleyi Diyarbekrî kadar tafsilatlı anlatmamış olup bir noktada Diyabekrî’den ayrılmaktadır. Diyabekrî yukarıda da zikredildiği gibi Hayır Bey’in rahatsızlandığına dair haberin Kahire’de yayıldığını, bu nedenle kendisini ziyaret gelenlerin olduğunu ifade etmesine karşılık İbn İyas Hayır Bey’i soran insanlara “anbarlara gideliden beri meşgul” şeklinde verilen bir cevaptan bahseder. İlaveten Diyarbekrî’nin bahsetmediği “şifa
265 Nevâdir,vr.356b.
266 Şeşen, Bedâyi‘ü’z-zühûr fî- Vekâyi‘i’d-duhûr: Yavuz’un Mısır’ı Fethi ve Mısır’da Osmanlı İdaresi, s.427.
84
bulması için” niyetiyle Kahire mekteplerindeki her çocuğa ve fakihlere dağıtılan paranın miktarını “her çocuğun eline 0.5 nısf para veriyordu. Fakihlerden her birine ise büyük 5’er nısf, ariflere [muidlere] 3’er büyük nısf veriyorlardı” detayına yer verir. Yani İbn İyas Hayır Bey’in hastalığının gerekmedikçe herkese söylenmediği ve hatta saklandığına işaret etmektedir.267
Diyarbekrî, 11 Zilkade ile 13 Zilkade arasındaki hadiseleri Hayır Bey’in iç huzura erme telaşı bağlamında ele alır ve devam eder. Nitekim “bildi kim özi bu zahmetten halâs olmaz” ifadeleriyle Hayır Bey’in iyileşemeyeceğini artık kendisinin de fark ettiği ve bu nedenle emri altında bulunan kullarını, cariyelerini azad ettiği hatta bir miktar parayı infak ederek Ezher Camii civarındaki fakir fukaraya dağıtılmasını emrettiği haberini verir.268 Ardından, vakti zamanında ahalinin vakıfnamelerini ve mal sahibi olduklarının belgeleyen temessüklerin Yusuf bin Ebu’l- Ferec’in ellerinden aldığı, bu nedenle Hayır Bey’in Fahrettin bin İvaz ve Yusuf bin Ebu’l-Ferec elinden zulüm ile mallarını ve arazilerini almış olup şimdi yine sahiplerine geri verilmesini istediğinden bahseder. Artık Hayır Bey’in isteği üzerine Fahrettin bin İvaz, Yusuf bin Ebu’l- Ferec ve hapishanelerde davaları sürdüğü için tutuklu olan kanlı ve haramiler dışındaki herkes serbesttir.
İbn İyas ise aynı hadisenin 9 Zilkade günü gerçekleştiğini söyler ve sebeplerine dair hiçbir ipucu vermeden detaylandırır. İbn İyas’a göre, 4 ay Arkane’de hapsedilmiş, türlü eziyetler görmüş ve ismini Şerafeddin bin İvaz olarak telaffuz ettiği kadının çıkarılmasına Kahire halkı ve ailesi çok mutlu olur. Akabinde “Hükümdarların çoğu ancak zor günlerinde Allah’ı hatırlıyor. Başlarına bir bela gelince insanlara cömertlik yapıyor, iyi işler işliyor” yorumu ile Diyarbekrî’nin Hayır Bey’in iç huzura erme telaşı üzerinden kurgulamış olduğu kısımlar vermiş olduğu mesaj bakımından benzerlik göstermektedir.269
Her iki metin de 13 Zilkade günü Hayır Bey’in rahatsızlığının gittikçe arttığı ve sekerat halinde olup can çekişmeyi başladığı haberini verir. Diyarbekrî, Hayır Bey’in cümle adamlarını yanına çağırdığını, Allah u Teala’nın Ümmet-i Muhammedi imandan ayırmasın şeklinde dua edip her biriyle helalleşerek vasiyetini açıkladığını söyler.
267 Şeşen, Bedâyi‘ü’z-zühûr fî- Vekâyi‘i’d-duhûr: Yavuz’un Mısır’ı Fethi ve Mısır’da Osmanlı İdaresi, s.428.
268 Nevâdir,vr.357a.
269 Şeşen, Bedâyi‘ü’z-zühûr fî- Vekâyi‘i’d-duhûr: Yavuz’un Mısır’ı Fethi ve Mısır’da Osmanlı İdaresi, s.430.
85
Diyarbekrî ‘ye göre; “Hayır Bey hazinesindeki mallarının ne kadar olduğu haberini verip bu rahatsızlık sebebi ile vefat ederse etrafındaki hiç kimseye mal kaygısı ile zarar ve zulüm edilmemesi ve yakınları ile kavgaya girilmemesini” vasiyet etmiştir. İbn İyas ise Diyarbekrî’nin bahsetmediği iki ilginç detaya temas eder. İlki Hayır Bey can çekişmeye başladığı sırada yanına Osmanlılardan Emir Sinan’ı çağırıp vakti zamanında Sultan Selim’in kendisine vermiş olduğu saltanat mührünü Emir Sinan’ın önüne atarak Mısır hazinesindeki malların miktarını söyleyip “Benden sonra sen Mısır naibi ol” sözleriyle varisini ilan etmesidir. İkincisi ise Sinan Bey yanından ayrılınca Hayır Bey’in “Mal, mülk nerede!” diye feryat etme halidir.270
Her iki metinden de anlaşıldığı üzere, Hayır Bey sekerat haline girdikten bir gün sonra 14 Zilkade günü öğlen vakti baygınlık geçirir. Tekrar ifâkat halinde kendine gelmeye başlayıp doktorlar yanına gelinceye kadar aynı günün ikindi vakti vefat eder. Yine her iki metinden de takip edildiği üzere vefat ettiği günün gecesi naaşı kalede tutulur. Ertesi 15 Zilkade günü yıkama ve kefenlenme işlemleri gerçekleştirilip her iki metinde müşterek olarak adı verilen Şeyh İbrahim Acemî (İbrahim Gülşenî) olarak bilinen bir zat tarafından namazı kıldırılır. Diyarbekrî, Şeyh İbrahim Acemî’nin bir Rum mevalisi olması ve itikadının Mısır halkına uymadığı gerekçesiyle ahalinin kılınan namazın kabul olmadığına inandığı ve tekrar kılınmasını talep ettiklerinden bahsederken, ikinci kez kılınan namazın kim tarafından nerede kıldırıldığına dair cevap İbn İyas’tan gelir. İbn İyas’a göre Ayıtmış medresesi yanında Şafii Başkadısı Kemaleddin el-Tavil ikinci kez cenaze namazını kıldırdı ve ardından Hayır Bey medreseye götürülüp kardeşlerinin yanına defnedildi. İbn İyas’a göre Hayır Bey vefat ettiğinde 60, Diyarbekrî’ye göre 67 yaşındaydı. Buna karşılık her iki metinden hareketle Hayır Bey’in Beylerbeyliğinin 5 yıl, 3 ay 17 gün sürdüğünü kesin olarak bilinmektedir. Hatta İbn İyas Diyarbekrî’nin zikretmediği bir detayla Hayır Bey’in 13 Şaban 923 yılı Salı günü Sultan Selim tarafından Mısır Beylerbeyliği’ne tayin edildiği tarihi de vermektedir.
Bundan sonraki anlatı her iki metinde konu itibariyle aynı olsa da Hayır Bey’in şahsiyeti ve dış görünüşüne dair farklı anekdotlarla devam eder. İbn İyas, Hayır Bey’in idarecilik yönünden bahsederken: “Büyük, azametli, saltanata layık bir hükümdardı.
270 Şeşen, Bedâyi‘ü’z-zühûr fî- Vekâyi‘i’d-duhûr: Yavuz’un Mısır’ı Fethi ve Mısır’da Osmanlı İdaresi, s.431.
86
Ülkenin durumunu iyi bilirdi. Zamanındaki zulümler olmasa Mısır hükümdarlarının seçkinlerinden olurdu.” şeklinde ifade ederken diğer taraftan dış görünüşü ve karakterine dair ise “Beyaz tenli, çember sakallı, sakalı biraz ağarmış, uzun boylu, zayıf bedenli Arapçayı iyi konuşan, yakışıklı, Arap çehreli, ince tabiatlı içki içmeye, musiki dinlemeye düşkün bir kişiydi.” yorumunu yapmaktadır. Ardından Hayır Bey’in olumsuz yönlerine dair çarpıcı ve oldukça net ifadeler kullanmaktadır:
Cebbar, inatçı, zalim, kan dökücüydü. Çok sayıda insanı boğdu, kazığa oturttu. Onlara envai çeşit işkence yaptı. Onların kaburgalarına mızrak vurdurur, bu işi patlıcanı yarmak derdi. Mısır’da, Halep’te 10.000 den fazla insanı öldürdü. Çoğu suçsuzdu.271
Ayrıca fakihlerden ve ilim ile iştigal eden insanlardan nefret ettiğini dört başkadı ve bütün naibleri azlettiğini, Çerkes köleleri de hiç sevmeyip maaşlarını uzun süre ödemediğinden bahseder. Bütün bu yorumlarının yanı sıra Mısır’ın Sultan Selim tarafından fethedilmesinin müsebbibi olarak Hayır Bey’i gösterir. Mısır’ın en kolay şekilde nasıl fethedileceğini Sultan Selim’e onun anlattığını iddia eder ve düzenbazlıkla Sultan Tomanbay’ı Züveyle Kapısına astırdığını söyler. Burada tipik bir “hıyânet” söyleminin var olduğu hemen anlaşılır ve İbn Iyas’ın hissi tutumunu bu bilgiler bir kere daha ortaya koyar. Diyarbekrî ise İbn İyas’ın Hayır Bey hakkındaki olumlu yorumlarını, herkesin hatırını hoş eyleyip ondan bir şey talep edildiğinde geri çevirmediği ve “hayrı şerrine gālib kimseydi” diyerek tasdikler.272 İlaveten Diyarbekrî, Hayır Bey’in ailesi hakkında
da ipuçları verir. Diyarbekrî’ye göre Hayır Bey ailesi ile birlikte Çerkes diyarından Mısır’a gelirken Samsun’da dünyaya gelir. Babasının ismi Milayi’dir ve ailesi Çerkeslerin Abaza cinsindendir. Hayır Bey kendisi ile birlikte beş erkek kardeş olup babası tarafından kardeşleriyle birlikte Sultan Kayıtbay’a taktim edilmiştir. Diyarbekri, İbn İyas gibi suçlayıcı ibarelere hiç yer vermez, o Osmanlı nokta-i nazarını yansıtmaya çalışır görünür
Buraya kadar İbn İyas ve Diyarbekrî Hayır Bey’in hastalık süreci, vefatı ve bu süreçte Mısır’ın konjonktürüne dair yer yer birbiriyle çelişen kimi zaman ise birbirini
271 Şeşen, Bedâyi‘ü’z-zühûr fî- Vekâyi‘i’d-duhûr: Yavuz’un Mısır’ı Fethi ve Mısır’da Osmanlı İdaresi, s.432-434.
87
tamamlar nitelikte ip uçları vermektedir. Bundan sonra her iki metinde de anlatı, Hayır Bey’in vefatı sonrası Mısır’ın yeni Beylerbeyi’nin kim olacağı ve Mustafa Paşa’nın Mısır Beylerbeyi olma süreci, Mustafa Paşa’nın Beylerbeyliği sırasında Mısır’ın siyasi ve politik durumunu ele almaktadır.
Diyarbekrî, Hayır Bey’in vefatı kesinleşince Kahire’de bir kargaşanın meydana geldiğini, insanların korkuya kapıldıklarını ve bu nedenle çarşıya, pazara çıkmayıp dükkanlarını açmadıkları haberini sebebini belirtmeden vermektedir. İbn İyas ise Kahire’deki bu kargaşanın sebebini “Türkmenlerin çarşıları yağmalayacakları” şeklindeki dedikodunun yayılmasına bağlamaktadır.273 Ardından her iki anlatının da
ittifakıyla, Kahire’de günlük hayatı inkıtaya uğratan bu kargaşa halinin Emir Sinan’ın kalede Hayır Bey’in yerine oturup yönetimi ele almasıyla sona erdiği bilinmektedir. İbn İyas’a göre Sinan Bey, yeniçerilerin kumandasını Kale naibi Hayreddin Bey’e Diyarbekrî’ye göre ise Yeniçeri Ağası ve Hızır Bey’e vermişti. İlaveten her iki anlatıda da yer aldığı gibi Çerkes birliklerini komuta etmek için Uruzmekî Kaşif gelmişti. İbn İyas, daha sonra Sinan Bey’in kaledeki eşyaları mühürlediğini, Kadı Berekat bin Musa ile kaleden inerek Kahire’de emniyet ve sükunun hakim olduğunu, halkın rahatça alış veriş yapabileceğini ve Sultan Süleyman’ın zaferi için dua edilmesini ilan ettiler. “Bahsedilen ilan Pazar ve Pazartesi günleri tekrarlandı.”274 Devamında neler olduğu Diyarbekrî’den dinlenecek olursa halkın tehlikeden emin olduğu, çarşıda dükkanların tekrar açılıp günlük hayatından devam ettiği ve Sinan Bey’in Âsitane-i Devlet’e Hayır Bey’in vefatını bildirmek üzere bir mektup yazdığı öğrenilmektedir.
Her iki müellifin işaret ettiği üzere Sultan Süleyman Hayır Bey’in vefat haberini 3 Zilhicce Perşembe günü Rodos’ta almıştır. İbn İyas’a göre, gelen haberin hemen ardından Mustafa Paşa 5 Zilhicce Cumartesi günü resmî olarak Mısır Beylerbeyliği’ne tayin edilmişti. İlaveten İbn İyas, Mustafa Paşa’nın Mısır’a tayin edildiği Perşembe gününü uğursuz saymakla Mustafa Paşa idaresi hakkındaki görüşlerine dair mesaj vermeyi de ihmal etmez. Ardından Mustafa Paşa, İbn İyas gibi Diyarbekrî’nin de söylediği üzere gemi ile hemen yola çıkmış olup 4 gün içerisinde İskenderiye limanına
273 Şeşen, Bedâyi‘ü’z-zühûr fî- Vekâyi‘i’d-duhûr: Yavuz’un Mısır’ı Fethi ve Mısır’da Osmanlı İdaresi, s.435.
274 Şeşen, Bedâyi‘ü’z-zühûr fî- Vekâyi‘i’d-duhûr: Yavuz’un Mısır’ı Fethi ve Mısır’da Osmanlı İdaresi, s.435.
88
yaklaşmıştı. 17 Zilhicce Perşembe günü Mustafa Paşa’nın Mısır’a tayin olunduğu haberi şehirde ilan edilince Hayır Bey ve cümle Osmanlı askerleri Mustafa Paşa ile Hayır Bey’in kethüdası Cânım Hamzavî’yi karşılamaya gitti. Yine her iki müellifin ittifakıyla görülüyor ki Mustafa Paşa kesin olarak 23 Zilhicce Çarşamba günü Bulak sahiline gelmiştir. İbn İyas, Diyarbekrî gibi Mustafa Paşa’nın Rodos’tan Mısır’a geliş sürecini gün gün yazmış olsa da küçük bir matematiksel hataya düşmüş olmalıdır. Mustafa Paşa’nın 5 Zilhicce Perşembe günü resmî olarak Mısır’a tayin edilmesi ile Rodos’tan Mısır’a girip makamına oturma tarihi 23 Zilhicce Çarşamba gününün arasını 23 gün olarak hesaplamıştır. Nitekim Diyarbekrî’nin de ifade ettiği gibi Rodos’tan Mısır’a 19 günde gelmiştir. Mustafa Paşa, makamına oturana kadar Sinan Bey de 38 gün naiblik yapmıştı.275
Bu karşılamaya dair detay vermeyen Diyarbekrî’nin aksine İbn İyas, canlı bir anlatı ile tüm detaylara yer vermektedir. Ona göre Emir Sinan Bey, Hayreddin Bey, Emir Hızır, Emir Uruzmekî ile birlikte Osmanlı ve Çerkes askerleri Mustafa Paşa’yı karşılamak için Bulak’a giderler, yanlarında Mustafa Paşa ve askerleri için hazırladıkları 400 kadar at da vardır. Mustafa Paşa ve adamları Sinan Bey mahiyetinde getirilmiş olan atlara bindiler, önlerinde tüfekli yeniçeriler, gönüllüler, sipahiler, emirler vardı. Bir alay edasıyla Bab el-Bahr’dan şehre girdiler. Şehre girdiklerinde Mustafa Paşa’nın üzerinde altın işlemeli timsah derisinden yapılma bir kaftan vardı. Mustafa Paşa’nın sağında Sinan Bey, solunda Cânım el- Hamzavî olup Kale naibi Hayreddin Bey ve Hızır Bey de önlerindeydi. Devamında İbn İyas, Mustafa Paşa’nın altın işlemeli timsah dersinden yapılmış kaftanından tekrar bahseder ve kendisinde bir hayranlık uyandırmış olma etkisiyle Mustafa Paşa’nın dış görünüşü hakkında “Mustafa Paşa beyaz renkli, Arap yüzlü, sakalı tıraşlı, iki küçük sarı bıyıklı, orta boylu, ihtişamlı, biraz utangaç biriydi” yorumunu da yapmaktan geri durmaz.276 Aynı hayranlık uyandıran ifadelerle Mustafa Paşa’nın yanında gümüş alemli bir sancak, arkasında iki davul, iki Osmanlı zurnası ve uzun kırmızı külah giyen ve altın kemer takan köle askerlerin olduğunu anlatır. Hatta şehre bir debdebe ile giren Mustafa Paşa ve askerlerinin bu halinden etkilenen Kahire halkının yüksek sesle dua ettiğini, kadınların pencerelerden zılgıt çektiklerini, bazı kalem
275 Nevâdir,vr.360a.
276 Şeşen, Bedâyi‘ü’z-zühûr fî- Vekâyi‘i’d-duhûr: Yavuz’un Mısır’ı Fethi ve Mısır’da Osmanlı İdaresi, s.438.
89
ehli kişilerin Mustafa Paşa idaresinin Mısır halkı için hayırlı olacağına dair yazmış olduğu şiirlerden dahi bahseder. İbn İyas, bu uzun ve detaylı tasvirden sonra bu muhteşem alayla Remle’yi geçip Meydan’a indiklerini akabinde kaleye çıktıklarını ve kalede neler olduğunu anlatmakla devam etmektedir. Anlatının nasıl devam ettiğine geçmeden önce İbn İyas’ın Mustafa Paşa’dan bahsederken Veziriazam sıfatını kullandığı dikkatlerden kaçmamıştır.Nitekim Mustafa Paşa’nın Veziriazam olmadığı tarihi bir gerçekliktir. Sonra metnin ilerleyen kısımlarında İbn İyas bir cümle ile bu durumu “Bazıları onun en büyük Osmanlı veziri olduğunu vezir el-vüzera ünvanı aldığını söylediler” şeklinde açıklamaya çalışır.277
Mustafa Paşa ve askerlerinin kaleye çıkmasından devam edilecek olursa İbn İyas, Sinan Bey’in Mustafa Paşa’ya geldiği gün mükellef bir ziyafet hazırlatmış olup hazinenin anahtarlarını ve Hayır Bey’in mührünü kendisine teslim ettiğini ve Sinan Bey’in ziyafetten sonra İbn el-Baba semtindeki evine döndüğünü söyler. Mustafa Paşa’nın Kahire’ye gelişi ve Emir Sinan komutasındaki askerler tarafından nasıl karşılandığına dair detayların hiç biri Diyarbekrî de yer almaz. Diyarbekrî doğrudan Mustafa Paşa’nın gelişi ile birlikte gerçekleşen siyasi ve içtimai hadiselerle ilgilenir. İbn İyas yukarıda bahsedilen detaylı karşılama anlatısının ardından siyasi ve içtimai meseleleri tıpkı Diyarbekrî gibi gün gün anlatmaya devam eder.278
Her iki anlatıdan da takip edildiği üzere 24 Zilhicce Perşembe günü Mustafa Paşa kaleden meydana inip bütün beyler, ağalar ve askerlerle divanı toplar. Mustafa Paşa, Sultan Süleyman’ın göndermiş olduğu hükm-i şerifi okutur. Hükm-i şerifte Mustafa Paşa’ya Mısır için yılda 100.000 dinar verildiği, askerlere aynı İstanbul’daki yeniçeriler gibi ulufe dağıtımı yapılacağı ve Hayır Bey döneminde askerlere verilen yüksek miktardaki ulufe uygulamasının artık geçerli olmadığı zikredilmiştir. İbn İyas, Hayır Bey döneminde sipahilere günde 2 Eşrefî, yeniçerilerden de günlük 20, 10 ve 8 nısf alanların