• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 3: HAK DİNİ KUR’ÂN DİLİ’NDE KUR’ÂN İLİMLERİ

3.2. Ulûmu’l-Kur’ân’ın Temel Konuları

3.2.3. Muhkem ve Müteşâbih

Muhkem âyetler, manalarının anlaşılması için açıklamaya ihtiyaç duyulmayan, herkesin anlayabildiği âyetlerdir. Helal, haram, namaz, oruç, zekat ve hac hakkındaki âyetler muhkem olarak kabul edilmiştir. Müteşabih âyetler ise, birçok manalara gelebilen, açıklanmaya ihtiyaç duyulan ya da anlamı akıl veya nakille bilinemeyecek

336 Elmalılı, I/614.

olan âyetlerdir. Kıyamet ve ahvali, bazı surelerin başında bulunan huruf-ı mukattaa müteşabihattan kabul edilmiştir.338

Âlimlerin çoğunluğuna göre müteşabih âyetlerin te’vilini Allah’tan başkası bilemez. Peygamber efendimiz ve sahabenin uygulaması da müteşabihten kabul edilen konuların çok fazla kurcalanmamasını istemişlerdir.339 Özellikle kelâmcıların çoğunluğunu teşkil ettiği bir kısım ulema ise müteşabihlerin de tıpkı muhkemler gibi te’vil edilebileceği yönünde görüş belirtmiştir.340

Genel olarak usûl âlimleri, müteşabih kabul edilen âyetleri muhkemlere irca edilerek manaları anlaşılabilen ve manaları hiçbir şekilde bilenemeyecek âyetler olarak sınıflandırmışlardır. Bu taksime göre muhkem âyetler, iman edilip, amel edilmesi gereken konulardan oluşurken; müteşabih âyetler, iman ve amelle ilgisi olmayan konulardan oluşmaktadır şeklinde kabul edilmiştir.341

Yazır muhkem ve müteşabih kavramları hakkındaki açıklamalarını Âli İmran sûresindeki “Odur indiren sana bu muazzam kitabı: Bunun bir kısım âyatı vardır muhkemat: onlar «ümmülkitab» ana kitab, diğer bir takımları da müteşabihattır, amma kalblerinde bir yamıklık bulunanlar sade onun müteşabih olanlarının ardına düşerler: fitne aramak, te’vilini aramak için, halbuki onun te’vilini ancak Allah bilir, ilimde rüsuhu olanlar da derler ki: amenna hepsi rabbımızdan, maamafih özü temiz olanlardan başkası düşünemez.”342 âyetini tefsir ederken yapmıştır.

Elmalılı muhkem’in lügat manasını, “bozulmaktan uzak, gerçek ve sağlam demektir ki, hikmet kelimesi de bununla ilgilidir.”343 şeklinde açıklamıştır. Müteşabih kelimesini ise, “İki şeyin birbirine karşılıklı olarak ve eşit olarak benzemelerine de teşabüh,

338 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arap, XII/140-144; XIII/503-505; Zerkeşî, Burhân, II/68-71; Zerkânî,

el-Menâhîl, II/270-272.

339 Suyûtî, el-İtkân, II/6; Suphi Salih; el-Mebâhîs, 322-325 .

340 Zerkânî, el-Menâhîl, II/282-286; Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 128-130; Turgut, Tefsir Usûlü ve

Kaynakları, 148-151; Demirci, Tefsir Usûlü ve Tarihi, 127-128.

341 Konu hakkında geniş bilgi için bkz., Zerkeşî, el-Burhân, 2/68-69; Suyûtî, el-İtkân, II/2-13; Zerkânî,

el-Menâhîl, II/270; Suphi Salih, el-Mebâhîs, 321-328; Mennau’l-Kattân, el-Mebâhîs, 214-220;

Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, 128-130; Turgut, Tefsir Usûlü ve Kaynakları, 148-151; Demirci, Tefsir

Usûlü ve Tarihi, 127-128; Şimşek, Kur’ân’ın Anlaşılmasında İki Mesele, 17-49; Aydın, Muhammed, Kur’ân-ı Kerîm’de Lafzî Müteşâbihler, Nun Yayıncılık, İstanbul 1998, 13; Çetin, Kur’ân İlimleri ve Kur’ân- Kerîm Tarihi, 261-263.

342 Âli İmrân, 3/7.

benzeyenlerden her birine de müteşabih denilir ki, birbirinden seçilemez, insan zihni onları birbirinden ayırd etmekten aciz kalır.”344 şeklinde açıklamaktadır.

Muhkemi, “murad edilen manaya delaletinde şüphe olmayan ve farklı mana ihtimali de bulunmayan kelimeler” şeklinde açıklayan Elmalılı, bu âyetleri asıl uyulması gereken âyetler olarak kabul ederek, muhkem olmayan âyetlerin de bu âyetlere irca edilmek sûretiyle anlaşılabileceğini ifade etmiştir.345 Muhkem âyetlerin her birinin muhkemlik özelliğinin bulunmasıyla birlikte, diğer muhkem âyetlerle mukayese edilerek manalarının ve çıkarılacak hükümlerin tayin edilmesi gerektiğini ifade etmektedir.346 Yani muhkem âyetler de kendi aralarında ıtlak-takyit, umum-husus, istisna-tahsis ve nesh gibi konularda birbirini alakadar etmektedir. Bu bakımdan muhkem âyetlerin de kendi aralarında dereceleri vardır. Muhkem âyetlerin zahir, nass, müfesser, manayı has gibi dereceleri olduğunu ve bunların anlaşılmasının Kur’ân’a bütüncül bir yaklaşımla mümkün olacağını ifade etmektedir.347

Müteşabih hakkında ise, “her biri murad olunabilecek gibi görünmekte birbirine benzer farklı manalara muhtemeldir ki bu manaların hepsi mi yoksa birisi mi murad olundu zahir bir sûrette seçilmez”348 şeklinde tanımlamıştır. Bunları söyledikten sonra Elmalılı, “aslında söyleyene ve gerçeğe göre, hiçbir şüphe ve tereddüt olmadığı halde dinleyene göre bizzat anlaşılması kapalı (hafi) veya müşkil veya mücmel veya mümteni’ (imkansız) bulunur. Bu âyetlerin bu kapalılıkları veya birçok anlama gelme olasılıkları muhkemat ile mukayeseleri sayesinde giderilebilir.”349 şeklinde açıklama yapmaktadır. Elmalının bu konuda değindiği önemli noktalardan biri de şudur:

“Kur’ân’da anlamsız ve boş bir lafız mevcut değildir. Sûre evvellerindeki huruf-i mukatta’ada bile çeşitli anlayışlar ve sezişler söz konusudur. Mesele anlaşılanın sınırını belirlemede, esas itibarıyla murad edilmiş olan mânânın tayin ve tesbitindedir. Hitabın faydası ise bu tesbite bağımlı değildir. Yine yukarıda kabul ettiğimiz şekilde sonsuz araştırmalara müsait konuların bulunduğunu sezdirmek, insan bilgisinin değerini tayin ettirmek, insanların bilgi derecelerine göre çeşitli anlayışlar, zevkler ve faydalar bahşetmek ve nihâyet rasih âlimleri derin derin düşündürmeye yöneltmek gibi daha birçok fayda söz konusudur.”350

344 Elmalılı, II/1037. 345 Elmalılı, II/1035. 346 Elmalılı, II/1036. 347 Elmalılı, II/1036. 348 Elmalılı, II/1036. 349 Elmalılı, II/1036. 350 Elmalılı, II/1047.

Bu ifadeler, Elmalılı’nın müteşâbihâta yaklaşımı hakkında bize bilgi vermektedir. Buna göre Kur’ân’da müteşabih âyetlerin bulunma nedenlerinden biri insanların Kur’ân üzerine düşünmelerini sağlamak ve onları araştırmaya teşvik etmektir.

Müteşabihin anlaşılması mümkün olmayan, tamamıyla kapalı ifade olmadığını, manalarının çokluğundan dolayı maksadın net olarak tayin edilemediği daha doğrusu ifade ettiği kapsamlı hakikatlerin insan zihninin yüklenememesinden dolayı kapalı görünen bir anlatış olarak kabul etmektedir.351

Elmalılı müteşabihin daha iyi anlaşılabilmesi için “şibh” kökünden gelen diğer kelimeleri açıklayarak şunları söylemiştir:

“İki şeyin birbirine karşılıklı olarak ve eşit olarak benzemelerine de teşabüh, benzeyenlerden her birine de müteşabih denilir ki, birbirinden seçilemez, insan zihni onları birbirinden ayırd etmekten aciz kalır. Teşbih ve müşabehet, (yani benzetme ve benzeme) tabirlerinde bir taraf eksik ve ikinci derecede, diğer taraf tam ve esas olur. Teşabühte ise her iki taraf aynı kuvvette ve eşit benzerlikte olur, benzer yönleri ayrıntıları ortadan kaldırır da birbirinden seçilemez olurlar. َﺮَﻘَﺒﻟا ﱠنِإ ﺎَﻨْﻴَﻠَﻋ َﻪَﺑﺎَﺸَﺗ “Muhakkak ki, o inek bize teşabühlü oldu.”,352 ْﻢُﻬُﺑﻮُﻠُﻗ ْﺖَﻬَﺑﺎَﺸَﺗ “Kalbleri teşabühlü oldu.”353, ًﺎﻬِﺑﺎَﺸَﺘُﻣ ِﻪِﺑ ْاﻮُﺗُأَو “Ve onun müteşabihi kendilerine verilecek.”354 âyetlerinde geçtiği gibi. Demek ki teşabüh seçilememeye sebep olan benzerliktir. Seçilememek bunun gerektirdiği bir mânâdır. Bu bakımdan insanın doğrudan doğruya ayırdetmeye yol bulamadığı bir şeye dahi müteşabih denebilir ki, kapalı ve müşkil demek gibidir. Bu şekilde söylemek var ile yok arasında eşit ihtimal bulunduğu durumlar için de geçerlidir. Bu şekilde Kur’ân’ın ve Kur’ân âyetlerinin muhkemliği ve müteşabihliği sırf kelimeleri, dokusu, güzelliği, mânâları ve ahkamı gibi çeşitli yönleriyle ele alınabilir. Âyetlerinin fasılaları, uyumları ve daha başka birbirine benzer tekrarları ve edebî sanatları açısından teşabüh ve sıralama muhkemliğe karşı değildir, belki aynı şekilde muhkemliktir. Bu yönden bakıldığında ُﻪُﺗﺎَﻳﺁ ْﺖَﻤِﻜْﺣُأ ٌبﺎَﺘِآ “Onun âyetleri muhkem kılınmıştır.”355 âyeti ile ًﺎﺑﺎَﺘِآ ًﺎﻬِﺑﺎَﺸَﺘﱡﻣ “müteşabih kitap”356 birbirinin karşıtı değil, belki birbirinin açıklamasıdır.”357

Elmalılı, Kur’ân’da müteşabih bulunmamalı şeklindeki görüşün yanlış olduğunu, bunların Kur’ân’da yer almasının bir takım hikmetleri bulunduğunu bildirmektedir. Elmalılıya göre bu görüş, Allah Teâlâ’nın ilmi ezelisini sınırlandırmakla aynı anlama

351 Elmalılı, I/159. 352 Bakara, 2/70. 353 Bakara, 2/118. 354 Bakara, 2/25. 355 Hûd, 11/1 356 Zümer, 39/23. 357 Elmalılı, II/1037.

gelmektedir.358 Kur’ân’da müteşabihlerin bulunmamasının insanlar açısından sakıncasına ise şu şekilde değinmiştir:

“Zira böyle bir düşünce varlığın dondurulmasını ve bir noktada durdurulmasını veya tekdüze halinde sürüp gitmesini ve Allah’ın bilgisinin sona erdiğini farzetmek, ya da bütün sonsuzluğuyla ve bütün canlılığıyla ilâhî bilgilerin, muhkem bir şekilde beşere öğretilmesi ve Allah Teâlâ’ya bir anlamda ortak ve eşdeğer bir varlık ortaya koymanın mümkün olduğu vehmine kapılmak veyahut Allah Teâlâ’nın beşer ilmini, belli ve değişmez bir noktada durdurup bilinenlerden bilinmeyenlere, noksandan olgunluğa ve kemale doğru, ebedî bir hayata yönlendirerek ilerlemesine engel olması geleceğini iddia etmek, hasılı ilâhî feyizde cimrilik istemek demek olurdu.”359

Ayrıca Elmalılı müteşabihlerle insanın merak duygusu arasında irtibat kurarak, ilmin başının hayret olduğunu, müteşabihlerin de insanların hayretlerini celbettiğini belirtmiştir.360

Elmalılı’nın Kur’ân’daki müteşabihleri genel olarak sınıflandırması ise şöyledir:

“Lafız cihetinden müteşabih, mânâ cihetinden müteşabih, her iki cihetten müteşabih. Lafız cihetinden müteşabih ya tek başına kelimede veya cümlenin yapısındadır. Tek kelimedeki müteşabih mesela, “ebb, yeziffun” gibi kelimenin garipliği veya “yed ve ayn” gibi müşterek anlamlı olmaktan ileri gelir. Cümlenin yapısından doğan müteşabih ya çok kısa söylemekten, yani özetlemekten veya sözü uzatıp mânâyı dağıtmaktan ve anlaşılmaz hale getirmekten veyahut şiirde vezin ve nazım zaruretlerinden dolayı olmak üzere üç kısımdır. Mânâ bakımından müteşabih olanlar Allah’ın sıfatlarıyla ahiret hayatına ait olan âyetlerde olduğu gibi, duygularımız ve düşüncelerimizle onların benzerlerini algılamaya imkanımız olmadığından dolayı, tasavvurlarımızla dahi kavramaya yetişemeyeceğimiz mânâlardır. Her iki bakımdan müteşabih olan başlıca beş kısımdır: Umum ve husus gibi nicelik bakımından, vücup ve nedb gibi nitelik bakımından, nasih ve mensuh gibi zaman bakımından, mekan ve âyetin nâzil olduğu toplumdaki âdet ve gelenekler bakımından ki ﺎَهِرﻮُﻬُﻇ ﻦِﻣ َتﻮُﻴُﺒْﻟا ْاْﻮُﺗْﺄَﺗ ْنَﺄِﺑ ﱡﺮِﺒْﻟا َﺲْﻴَﻟَ “Evlere arka duvarlarından atlayıp girmeniz Allah katında iyilik ve sevap değildir.”361 âyetinde olduğu gibi. Bir de fiilin sıhhat ve fesadındaki şartlar bakımından.”362

Son olarak müteşabihler karşısında ilimde derinleşenlerin rolüne de değinen Elmalılı bu konuda şunları söylemektedir:

“Bu konuda te’vil ve ictihat başkalarının değil, muhkematın mertebeleri ile müteşabihatın mertebelerini seçebilen, te’vili caiz olup olmayanları ayırabilen, fitneden, kendisini ve herkesi baştan çıkarmaktan sakınan, haddini bilen, ilâhî bilgiye havale edilmesi gerekenleri O’na havale eden, kâmil iman sahibi, ilim

358 Yıldırım, Suat, “Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın Müteşabih Ayetleri Anlamaya Katkısı”, Yeni Ümit, Sayı:78, Yıl:18, Ekim-Kasım-Aralık 2007, 7.

359 Elmalılı, II/1042-1043.

360 Elmalılı, I/59.

361 Bakara, 2/189.

yolunda kuvvetli, temiz ve ince akıllı, doğru düşünmesini bilen ve seven, hasılı hikmete mazhar olmuş rasih âlimlerin hakkı vardır, bu işe ancak öyleleri yetkilidir.”363

Yazır’ın bu ifadelerinden, yukarıda zikrettiğimiz âyette364 ُﻪّﻠﻟا ﱠﻻِإ ُﻪَﻠﻳِوْﺄَﺗ ُﻢَﻠْﻌَﻳ ﺎَﻣَو kısmında vakfı mutlak bulunduğunu ifade etse de bundan sonra gelecek olan “vav” harfini âyetin bu kısmına atıf olarak kabul ettiği, ve mütaşabihlerin bir kısmının tevillerinin Allah ile beraber rüsuh sahibi âlimlerin de bilebileceği kanaatinde olduğunu çıkarmak mümkündür.365