• Sonuç bulunamadı

Muhasebe ve Raporlama, İç Kontrol, İç Denetim ve Kurumsal Yönetim

BÖLÜM IV : ÖZ DİSİPLİN UYGULAMASININ İRDELENMESİ ve TÜRKİYE

4.1. Öz Disiplinin Unsurlarının Yeterliliğine Yönelik Eleştiriler

4.1.2. Muhasebe ve Raporlama, İç Kontrol, İç Denetim ve Kurumsal Yönetim

Gerek ülkemizde yaşanan bankacılık iflasları, gerekse dünyada yaşanan çeşitli şirket ve banka iflasları öz disiplin mekanizmasının etkinliği hakkında şüpheler uyandırmıştır. Buna tepki olarak ise, kurum düzeyinde ve genel finansal başarısızlıklar yaşanan ülkelerde, öz disiplinin mekanizmasının piyasa disiplini ve resmi disiplin ile güçlendirilmesine yönelik tedbirler alınmıştır. Yukarıda, öz disiplin mekanizmasının etkinliğinin, söz konusu mekanizmayı oluşturan parçaların etkin çalışması ile ilgili olduğu tespit edilerek, öz disiplinin kritik bir unsuru olarak risk yönetiminin eksikleri incelenmiştir. Öz disiplin sürecinin bir bütün olarak etkinliği (veya sınırları) hakkında daha net bir yargıya varılabilmesi için, muhasebe ve raporlama sisteminin, iç kontrolün, iç denetimin ve kurumsal yönetimin de etkin olarak çalışıp çalışmadığının incelenmesi yerinde olacaktır.

Geleneksel muhasebe yaklaşımı genel olarak geriye dönük bir işleyişi temsil etmektedir. Geçmiş karlar veya zararlar hesaplanmakta ve analiz edilmekteyken, geleceğe ilişkin belirsizlikler tam olarak ölçülememektedir. Hisse senedi sahipleri ve finansal analistler finansal raporlara dayanarak banka performansının değerlendirilmesinde güçlük çekerken, aynı nedenle düzenleyici ve denetleyici otoriteler ve derecelendirme ve bağımsız denetim şirketleri de banka faaliyetlerinden doğan riskin değerlendirilmesinde güçlük çekmektedirler (Crouhy, Galai ve Mark, 2001: 29-30). Diğer yandan, Lin ve Wu (2006) muhasebe verilerinin tamamının

olgusal ve deneysel olarak gözlenebilir olmadığını, kötü borçlar ve zarar kayıp rezervleri gibi bazı kalemlerin finansal tahminlere ve olasılıklara dayandığını, ayrıca şerefiye ve bankanın likit varlıkları gibi bazı kalemlere ilişkin kaydi tutarların belirlenmesinin de öznel nitelikler taşıdığını belirtmektedir.

Muhasebe standartlarının bankalara seçimlik haklar sunması, yönetimlerin gerçek mali durumu manipüle etmesinin önünü de açabilmektedir. Muhasebe alt yapısında üretilen bilgilere dayalı olarak hazırlanan mali tabloların çeşitli muhasebe hilelerine her zaman açık olması, muhasebe sistemlerine duyulan güveni zedeleyebilmektedir. Muhasebe sisteminin ürettiği bilginin, iyiniyetli ve sorumlu bir davranış sonucu ortaya çıkacak bilgiden farklı olabilmesi “yaratıcı muhasebe” tartışmalarını gündeme getirmektedir. Oliveras ve Amat (2003: 3), muhasebecilerin finansal tablolarda yer alan rakamları manipüle etmek için muhasebe kurallarındaki çeşitli unsurlara dayandıklarının geniş ölçüde kabul gördüğünü ve bu sürecin İngiltere’de yaratıcı muhasebe ve ABD’de kazanç yönetimi olarak adlandırıldığının altını çizmektedir. Blake, Amat ve Dowds (1998: 5,7), yaratıcı muhasebenin ortaya çıkabileceği alanları aşağıdaki gibi belirlemiştir; alternatif muhasebe politikaları arasında tercihte bulunulması, muhasebe tahminlerinde sapma yaratılması, işlemlerin finansal tablolardaki sonuçları manipüle etmek üzere yapılandırılması ve muhasebeleştirmenin manipüle edilmesi amacıyla gerçek işlemlerin zamanlamasının planlanması. Yukarıda bahsedilen çerçevedeki, yaratıcı muhasebe hilelerinin yol açabileceği olumsuzluklar, ülkemizde, Avrupa’da ve ABD’de görülen şirket ve banka skandallarında ortaya çıkmıştır.

Muhasebe ve raporlama sistemindeki zaafiyetler iç kontrol, iç denetim, risk yönetimi ve kurumsal yönetim sistemlerinin etkinliğini de azaltmaktadır. Örneğin tahmine dayalı verilerden hareketle oluşturulan bilgilerin içerdiği sınır ve belirsizliklerin iç kontrol ve iç denetim süreçlerince aynı varsayımlara dayalı olarak doğrulanması, aslında iç kontrol ve iç denetim süreçlerinin etkinliğinin muhasebe ve raporlama sistemine bağımlı olduğunu göstermektedir. COSO (1992) iç kontrolün başarıyı ve kurtuluşu garanti etmediğini, sadece finansal raporların güvenilir ve kanun ve düzenlemelere uygun olduğunu belirttiğini ifade etmektedir. Buna göre, iç

kontrol ne kadar iyi tasarlanırsa tasarlansın yönetime ve yönetim kuruluna kesin değil makul bir güvence sunmaktadır, ancak, başarı şansı iç kontrol sistemlerinin içsel sınırlılıklarından etkilenmektedir.

Jensen (1994: 854), sermaye piyasalarından kaynaklanan değişikliklerin genel olarak hızlı olmasına karşılık, iç kontrolün geç tepki vermesi ve önemli bir değişikliğin gerçekleşmesinin uzun zaman alması gibi iki önemli eksiğinin bulunduğunu belirtmektedir. Lin ve Wu (2006) iç kontrol raporlarının Enron ve WorldCom gibi şirket skandallarını önlemedeki rolünün çeşitli nedenlerle yanlış olarak algılandığını vurgulamaktadır. Yazarlara göre, iç kontrol şirket hastalıklarının çaresi olarak tasarlanmamıştır. Denetim literatüründe geleneksel olarak iç kontrol ölçek olarak dardır ve uygulama sahası prosedüreldir. İç kontrolün dar ölçekli olmasının altında; muhasebe sistemi ile sınırlanmış bir kontrol çevresine sahip olması ve temelde muhasebe sistemini destekler mahiyette kurgulanmış olması yatmaktadır. İç kontrolün prosedürel olmasının altında, iç denetçilerin muhasebe sisteminin güvenilir olup olmadığını anlamasını teminen mekanik süreçleri takip etme eğiliminde olması bulunmaktadır. Genel olarak, iç denetçiler muhasebe ve raporlama sürecini aşan kontrol süreçleriyle ilgili değildirler. Bu çerçevede, tıpkı muhasebe ve raporlama sistemine yönelik beklentilere paralel olarak, iç kontrol sisteminden de bütün risklerin en etkin şekilde belirlemesini ve yönetilmesini ve kurumların batmasını engellemesini beklemek gerçekçi görülmemektedir. Nitekim, PCAOB (2004: 157), 2 nolu denetim standardında aşağıdaki hususlara yer vermektedir; finansal raporlar üzerindeki iç denetim finansal raporların amacına erişilmesinde kendi içsel sınırlılıkları nedeniyle kesin bir güvence sağlayamamaktadır. Finansal raporlara ilişkin iç kontrol sistemi personelin özenini ve uyumunu içermekte olup, iç kontrol sisteminde yapılacak hatalar yanlış değerlendirmeler yapılmasına neden olabilmektedir. Bu sınırlamalar nedeniyle, finansal raporlamalar üzerindeki iç kontrolün maddi hataları zamanlı olarak belirleyememesi veya engelleyememesi riski bulunmaktadır. Yukarıda bahsedilen, içsel sınırlamalara göre iç kontrol ve iç denetim süreçlerini tasarlamak mümkün olmakla birlikte, bu yapılar nedeniyle ortaya çıkabilecek ve temelde öz disiplin

sürecinin etkinliğini bozan içsel sınırlılıkları tam olarak bertaraf etmek mümkün değildir.

Kurumsal yönetim sistemindeki zaafiyetler de; genel olarak öz disiplin sisteminin etkinliğini azaltmaktadır. Kurumsal yönetimin etkili olabilmesi için öncelikle etkili bir hukuk çevresine ihtiyaç bulunmaktadır. Bu çevrede, bankacılık faaliyetlerine ilişkin temel düzenlemelerin eksiksiz olarak mevcudiyeti ve uygulanır olmasının yanında, yargı süreçlerindeki faaliyetlerin de düzenleme ve yaptırım süreçlerindeki etkinliği destekler nitelikte olması gereklidir. Tüm bu yapıya ilaveten kurumsal yönetim ilkelerini uygulayan şirketlerdeki ve bankalardaki “kurumsal kültür” uygulama kalitesini belirleyici niteliktedir.

Diğer yandan, etkin bir kurumsal yönetim çerçevesi için gerekli olan şartların biri de kurumsal yönetim sürecini teşvik ve disipline eden kişi ve kurumların etkinliğidir. Bu bağlamda menkul kıymet sahiplerinin, mevduat sahiplerinin, kredi verenlerin, bağımsız denetim kuruluşlarının, kredi derecelendirme kuruluşlarının, risk yönetimi danışmanlık firmalarının, analistlerin, avukatların vb. bankalara karşı görevlerini etkin olarak yapmaması ve menfaatlerini gereği gibi korumamaları da kurumsal yönetimin kalitesini azaltıcı bir rol oynayabilmektedir. Basel Komitesi (2006: 15), bankanın ortaklık yapısının şeffaf olmamasının, uygunsuz faaliyet alanlarında kuvvetler ayrılığının yetersiz kalmasının, içerden öğrenenlerin veya hakim hissedarların baskısının kurumsal yönetimin etkili biçimde uygulanmasını zorlaştırdığını belirtmektedir. Rajan (2005: 29), kurumsal yönetim sistemindeki zaafiyetlerin, yatırımcıların yöneticileri cezalandırma ve kontrol etme yeteneklerini düşürdüğünü ve böylelikle yöneticilerin de kısa vadeli çıkarlara yoğunlaştığını belirtmektedir. Diğer yandan, Jensen (1994: 852, 866) de, etkin olmayan yönetimin iç kontrol sürecindeki sorunun önemli bir parçasını oluşturduğunu ve bir kriz olmaması halinde sistemin sorunlara ender olarak yanıt verdiğini belirtmektedir.

Genel bir sonuç olarak, muhasebe ve raporlama sisteminin yanı sıra, iç kontrol, iç denetim ve kurumsal yönetim sistemlerinin bankacılık krizlerini ve banka iflaslarını önlemedeki etkinliğinin sınırlı olduğu dikkate alınmalıdır. Önceki bölümde

de belirtildiği üzere, risk yönetimi de benzer sorunlarla malüldür. Bu çerçevede, öz disiplin unsurlarının teorik açıdan yeterliliği genel olarak değerlendirildiğinde; sistemin içsel zafiyetlerinin bulunduğu ve bireysel ve sistemsel bankacılık sorunlarında “kurtarıcı” olamayabileceği sonucuna ulaşmamız mümkündür. İzleyen bölümde de görüleceği üzere, öz disiplin unurlarındaki zaafiyetler ülkemizdeki uygulamada da önemli finansal başarısızlıkların nedenini teşkil etmektedir.