• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM II : BANKALARIN RİSKLERİ

2.2. Bankanın Karşı Karşıya Olduğu Önemli Riskler

2.2.4. Likidite Riski

1997 yılındaki Asya krizi, 1998 yılındaki Rus Rublesi ile LTCM’nin çöküşü ve en son 2001 yılındaki ikiz kule saldırıları likidite riskinin muhtemel etkilerini göstermiştir. Etkilerin ulusal sınırları aşması ve dünya finansal piyasalarını doğrudan etkilemesi ise, alınacak tedbirlerin ulus ötesi ölçekte olması zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Diğer yandan, bankacılık ve sigortacılık ile kıyaslandığında, aracı kurumlar sektörü likidite riskine en fazla maruz kalabilecek kesimi teşkil etmekle birlikte, bankacılık sektöründeki ödeme sorunlarının sistemin bütününe yönelik olumsuzlukları daha yoğun olarak içermesi, konuyu bankacılık açısından da önemli hale getirmektedir (IOSCO, 2002: 3).

2.2.4.1. Likidite Riskinin Tanımı

Bankaların faaliyetleri sırasında yükümlülüklerini zamanında ve tam olarak karşılamasını sağlayacak ölçüde likiditeye ihtiyaçları bulunmaktadır.

Genel bir kavram olarak, piyasa likiditesi riski, bazı ürünlerdeki sığ veya bölümlenmis piyasa yapısı ve/veya piyasalara giris engelleri nedeniyle bankanın pozisyonlarını uygun bir fiyatta, yeterli tutarlarda ve hızlı olarak kapatamaması durumunda ortaya çıkan zarar ihtimali riski olarak tanımlanabilir (BDDK, 2006: 119). Likidite riski bilançonun aktifinde beklenenin altında likidite olması halinde ortaya çıkabilmektedir. Piyasa riski ve kredi riski kadar netlikle ölçülemeyen likidite riski, genel olarak kredi riski ve operasyonel risklerle birleşme eğilimindedir. Likidite darlığı firma bazında temerrüt ve iflas gibi sorunların yanısıra, genel anlamda sistemik sorunlar yaratabilecek unsurları da bünyesinde barındırmaktadır (IOSCO, 2002: 4).

Banka bilançosundaki vade uyumsuzluğu sorunu likidite riskini gündeme getiren başlıca nedendir. Bankacılık faaliyetinin temelde mevduat ve bankalar arası piyasadan temin edilen fonlar vasıtasıyla kısa vadeli yükümlülüklerden ve dış kaynaklardan oluşan bir pasif kompozisyonu ile, daha uzun vadeli ve likit olmayan bir aktif yapısını finanse etmek zorunda olması; herhangi bir güven bunalımı sırasında bankaları, pasifteki finansman kaynağı olan mevduatların hızla erimesi riski ile karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle bankalar özellikle ekonomik kriz ya da durgunluk dönemlerinde müşterilerinin ve piyasanın kendilerine olan güvenini muhafaza edecek ve artıracak politikaları sürdürmek, bu tür bir kaçış riskini minimize edecek likiditeyi bir güvence olarak muhafaza etmek durumundadır. Bu noktada, bankaların, aracı kurumlar ve sigorta şirketlerinden önemli bir farklarının bulunduğunun altının çizilmesi yerinde olacaktır; bankacılık otoriteleri bankaların likidite riski yönetimini kolaylaştıracak kredi mekanizmalarını para politikaları ve sistematik risk yönetimi kapsamında seferber edebilmektedir (The Joint Forum, 2001a: 19).

2.2.4.2. Likidite Riskinin Türleri

Likidite riskinin fonlama likidite riski ve işlem bazlı likidite riski olmak üzere birbiriyle yakından ilişkili iki başlıkta incelenmesi mümkündür.

ŞEKİL 4. Likidite Riski Türleri

Fonlama likidite riski, finansal kurumun borçlarını çevirme, karşı tarafın nakit/kredi/teminat taleplerine yanıt verebilme ve geniş anlamda nakit çekişlerini karşılayabilme kabiliyetindeki riskleri ifade etmektedir. İşlem bazlı likidite riski (ya da genel kullanımıyla likidite riski) ise, finansal kurumun karşı tarafın kendisiyle işlem yapılmasından duyduğu endişe nedeniyle piyasada geçerli olan fiyatlar üzerinden geçici olarak işlem yapamaması riskidir. Bu durumda işlemin ertelenmemesi pozisyonda ciddi zararlara yol açabilmektedir (Crouhy, Galai ve Mark, 2001: 36).

Likidite riskinin türleri ayrıca; refinansman riski, tahsilatlarda gecikme riski ve beklenmeyen çekişler riski olarak da sınıflandırılabilir. Refinansman riski, bankanın yükümlülüklerine kıyasla daha uzun vadeli varlıklar tutmasından kaynaklanmaktadır. Tahsilâtlarda gecikme riski, kullandırılan kredilerin anapara ve faiz ödemelerinin beklenen zamanda geri dönmemesinden ve beklenmeyen çekişler riski ise, mevduat çekişlerinin tahmin edilenin ötesinde gerçekleşmesinden ortaya çıkmaktadır. Likidite riskinin önceki tasnifi gibi bu tasnifi de, esas itibarı ile bankacılığın faaliyet şekline dayanmakta olup, likidite riski bankalardaki aktiflerin

Likidite riski

ortalama vadesinin pasiflerin ortalama vadesinden daha uzun olmasının yarattığı finansal gerilimden kaynaklanmaktadır.

2.2.4.3. Likidite Riskinin Yönetimi

Likidite riskinin yönetiminde diğer risklerin yönetiminde kullanılan riskin yansıtılması, risk tutarının küçültülmesi ve riskin sınırlandırılması yaklaşımlarının kullanılması mümkündür. Kaval (2000: 315-316), riskin yansıtılmasını; riskin gerçekleşmesi durumunda zararın tazminini sağlayacak başka bir sujeye aktarılması, risk tutarının küçültülmesini; kredilerin toptan veya büyük tutarlarda değilde daha küçük tutarlarda daha fazla müşteriye kullandırılması ve riskin sınırlandırılmasını da bankanın yapacağı plasman türlerine üst sınır getirilmesi olarak tanımlamaktadır. Yazar söz konusu önlemlerin aynı zamanda yatırılan paranın geri dönmesini sağlayarak yeni kullandırılacak kredi veya plasmanlara finansman olacak fonların toplanmasını sağladığını ve refinansman riskine de önlem olduğunu belirtmektedir. Ayrıca, banka dışı kurumlarla anlaşmalar ve sigorta yapılması ve şube bazında alınacak tedbirler ile de operasyonel bağlamda likidite riskinin yönetimine yön verilmesi mümkündür.

Likidite riski ile ilgili olarak vurgulanabilecek diğer husus ise, bankanın toplam borçlarının sermayeye oranı olan kaldıraç rasyosunun likidite riskine olumsuz etkiler yapabilecek nitelikler arzettiğidir. Kaldıraç etkisinin, teminatsız ya da eksik teminatlı borçlanmada, kredili işlemlerde veya bilanço dışı işlemlerde ortaya çıkması mümkündür. Bu durumdaki bir banka likidite riskine engel olabilmek için, piyasa fiyatlarındaki hızlı düşmeler karşısında ilave teminatlandırmaya veya kredi portföyünün zararına da olsa tasfiyesine gidebilmektedir.

2.2.4.4. Türk Bankacılığında Likidite Riski

Likidite riskleri ülkemiz bankacılık mevzuatında da önemli bir risk türü olarak düzenleme konusu edilmiştir. Daha önce de belirtildiği üzere, Bankaların İç Sistemleri Hakkında Yönetmeliğin 3 üncü maddesinde likidite riski tanımlanırken, Bankaların Sermaye Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelikte likidite riskine ilişkin bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Buna karşılık BDDK tarafından yayımlanan “Bankaların Likidite Yeterliliğinin Ölçülmesine ve Değerlendirilmesine İlişkin Yönetmelik” ile, likidite riskinin yönetimi ile ilgili ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Söz konusu Yönetmelik incelendiğinde bankaların bilanço içi ve dışından likidite riski doğurabilecek bütün alacak ve borçlarının değerlendirme konusu edilmek suretiyle, bankaların likidite yönetiminin belli ilkeler çerçevesinde düzenlendiği görülmektedir. Buna göre, bankaların mevzuatta öngörülen sınırlar çerçevesinde toplam likidite yeterlilik oranı (vade dilimleri itibarıyla Türk parası ve yabancı para cinsinden varlıkların, Türk parası ve yabancı para cinsinden yükümlülüklere oranı) ve yabancı para likidite yeterlilik oranını (vade dilimleri itibarıyla yabancı para cinsinden varlıkların, yabancı para cinsinden yükümlülüklere oranı) sağlamaları gerekmektedir.

Diğer yandan, TBB (2004b: 6) de, risk yönetimine ilişkin olarak 25 banka üzerinde yaptığı 30.09.2003 tarihli ankete göre; Türk bankacılık sistemine ilişkin bilançonun en dikkat çekici özelliklerinden birinin pasifin kısa vadeli kaynaklardan, aktifin ise uzun vadeli varlıklardan oluştuğunu, bu özelliği itibariyle aktif-pasif riskinin yönetiminde likiditenin özel önem taşıyan bir yanının bulunduğunu ve ankette yer alan katılımcı bankaların yüzde 72’sinin likidite riskini kendi hesaplama yöntemleriyle ölçtüğünü belirlemiştir.