• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

1.8. MODERNLEŞME

Modernleşmenin anlamı, modern toplumun niteliklerini kazanmaktır.

Modernleşme kavramı az gelişmiş ülkelerin toplumsal değişmelerinin özel bir açısından tanımlanmasını içerir. S.Eisenstadt’a göre; modernleşme, tarihsel olarak Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da geliştirilmiş olan toplumsal ekonomik ve siyasal sistemlere doğru bir değişme sürecini ifade eder.(Güven;1991:233) Eisenstadt modernleşmeyi iki boyutta inceler: 1-Toplumların sosyoekonomik değişmeler, 2- Toplumsal yapıdaki yapısal değişmeler. (Güven,1991:236)

R.Bellah modernleşmeyi ilerleme ile eşit tutarken, K.Deutch toplumsal hareketlenmeyi temel almaktadır. Görüldüğü gibi modernleşme Batılı toplumbilimciler tarafından bütün gelişmekte olan toplumların batı toplumlarına benzer aşamalardan geçecekleri anlayışından hareketle oluşturulmuş bir kavramdır. Başka bir deyişle modernleşme kavramı toplumsal değişme kavramından farklı olarak değer yargılarını içeren kısmi bir kavram olup güdümlü ve özel bir değişmeyi nitelemektedir.

Modernleşme ayrıca az gelişmiş ülkelerin eşitlenme sürecini ifade etmektedir.

Modernleşme büyük ölçüde planlı ve programlı bir değişmeyi yani toplumsal güdülenmeyi gerektirir. (Güven,1991:234)

Alex İnkeles modernleşmeyi, ferdi seviyede ortaya çıkan bir değişmedir. Bu bakımdan ferdin zihni durumuyla yakından alakalıdır. Bazı sosyologlar ise modernleşmeyi geleneksel hayat tarzından daha karmaşık, teknolojik yönden ilerlemiş ve hızla değişen bir hayat tarzına doğru fertlerin yönelmesi olarak tanımlar. Günümüzde sosyologlar yukarıda belirtildiği gibi ferdi ve sosyal seviyede olmak üzere iki kategoriye ayırırlar. Bunlardan kültürel temaslar haberleşme, öğrenme ve modernleşme ferdi seviyede olan modernleşmeyi yansıtır. Sosyal seviyede olan değişmede ise kalkınma, şehirleşme, farklılaşma ve uyum gibi süreçler ortaya koyar. Bu iki seviyede beliren değişmeler aslında birbiriyle yakından ilişkilidir. Bu sebeple modernleşme soysal sistemdeki kalkınmaya uyan ferdi seviyedeki değişimedir. (Türkdoğan,1988: 73-74)

Levy ve Smelser’in geliştirdikleri modellerde modernleşme süreci içerisinde geleneksel yapının çözülmesi ve buna karşılık modern yapının tam olarak oturmamasının ve bir süre bu ikili yapının bir arada varlığını sürdürmesini toplumsal alanda ciddi sorunlar ve rahatsızlıklar yaratabileceğinin altını çizmektedir. Az gelişmiş ülkeler açısından toplumsal değişme modernleşme anlamına gelmektedir.

(Güven,1991:238) Gökalp ise modernleşmeyi sosyal seviyede kabul etmektedir. Bazı doğulu düşünürler ise modernleşmeyi ferdi seviyede kabul etmektedir. D. Lerner ise modernleşmeyi çok bataryalı bir değişim olarak kabul etmektedir. Gökalp gibi günümüz batılı sosyologları modernleşemeden batılılaşmayı anlamaktadır. (Türkdoğan,1988: 75)

Modernliğin öyle cazibesi vardır ki hiçbir toplum ondan etkilenmememe durumu gösteremez. Geleneksel toplumlar ve bireyler bunun cazibesinden geri kalmaz modernlik uğruna hiç tereddüt edilmeden geleneksellik harcanır. Model üstünlük varsayımı kökü batıya en azından yüzyıllardır diğerlerine üstün gelen gelişme fikrini yaratmaktadır. Bunlar modernliğin geleneksel yapı üzerindeki politik ve ekonomik bir güce sahip olmasını sağlamıştır.

Modernliğin cazibesine dikkat çeken biriside Huntington dur. O modernliğin olağan üstü bir şekilde kabulünü iki ayrı özelliğine dayandırır. Bunlardan birincisi batılı toplumların kısmen de olsa kendi kendilerinden memnun olmalarını sağlanmasıdır.

İkincisi ise batılı olmayan toplumlarda umutlu olmayı haklı kılmasıdır. (Vatandaş, 2006:119)

Modernleşmede üç ortak yanlış vardır: Birincisi batılılaşma ile modernleşmenin eşitlenmesi, ikincisi modernleşme her zaman iyidir yaklaşımı, üçüncüsü modernleşeme sürecinin tek boyutlu olarak düşünülmüş olmasıdır. Görülmektedir ki; modernleşme hem yaratıcı hem yıkıcı mahiyette bir süreçtir. Hızlı bir sosyal değişme geçiren toplumların fertlerine has olan kimlik yetirmesiyle beraber modern çevre toplumu atomlara bölme eğilimindedir. Bu durum fertleri topluluk ve ona bağlılık duygusundan yoksun bırakır. Birçok şahsi güvensizliğe, kaygıya damgasını vurur. Bu durum kaynağı doğrudan doğruya modernliğe eşlik eden o derin sosyal çözülmedir. (Türkdoğan,1988:

76-78) Ülkemizde tazimattan bu yana batılılaşarak modernleşme anlayışıyla, tek taraflı keskin, sorgusuz bir şekilde toplumsal yapı uyuma sokulmaya çalışılmış ve toplum şekillendirmeye çalışılmıştır. Oluşturulmaya çalışılan değişim yönünde askeri darbelerle de yön verilmeye çalışılmıştır. Bu modernleşme anlayışında Türk milleti, sorunlar ve bocalamalar yaşamış ancak Türk halkının vatan ve devlet anlayışı tüm soranların üstesinden gelmesini ve uyum göstermesini sağlamıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 18.yy ortalarından 2.

Dünya savaşı sonrasına kadar siyasal ekonomik ve kültürel alanda Batı Avrupa formlarına ve normlarına göre uyum süreci “Batılılaşma, Modernleşme ve Çağdaşlaşma” olarak anıla gelmiştir. Bozkurt Güvenç, bu sürece antropoloji terminolojisi ile zorla kültürleme tanısı koymuştur. Reformlardaki anlayış değişikliği kültür değişimini kapsadığı ölçüde muhafazakâr ve milliyetçi çevrelerin de tepkisiyle karşılaşmış ve bu kesimler tarafından yozlaşma olarak görülmüştür. Kemalistlerin çağdaşlaştırma olarak adlandırmayı tercih ettikleri kültürel dönüşümler modernleşmenin, kalkınmanın ve dolayısıyla bağımsızlığın gerekleridir. ( Deren ve Van Het Hof, 2006:143)

Cumhuriyet öncesi ve sonrası aydınların büyük bir kesiminin yanıldıkları nokta, Modernleşmenin batılılaşma ve ya Avrupalılaşma ile özdeşleşme olarak kabul edilmesidir. İkincisi de Modernleşmenin zihniyette meydana gelen değişme yerine şekilde biçimde bir farklılaşma olarak idrak edilmesi olmuştur. Türk toplumunda modernleşmenin sağlıklı ve dengeli olabilmesi için milli birliğin bir başka ifade ile millet olma sürecinin sosyolojik anlamda gerçekleştirmesi gerekir.(Türkdoğan,1988:

79)

Kemalist modernleşme projelerinin en şiddetli yansıması olan kültür devrimleri Fransız devriminden şiddetle etkilenmiş jakoben, milliyetçi ve pozitivist bir İntelgenisia’ya ait bir projedir. Bu projeyi daha gelenekçi/sentezci bir bakışa bağlamak isteyenler ise kaynağını Ziya Gökalp’ta bulurlar. Peyami Safa kitaplarında Türk inkılâbını eleştirmiştir. Tanzimat’tan beri yapılan tüm reformların tepeden inmeci olduklarını milli şuurdan yoksun olduklarını bu nedenle de millet desteğini alamadıklarını dile getirirken tamamen haksız değildir. Mümtaz Turhan’da kitaplarında devletin kültürel değişmesini eleştirdikten sonra Türkiye’deki deneyimin başarısızlığının nedeni olarak Türk aydınının Batının bilimsel zihniyeti ile kendi kültürünü sentezlemek yerine romantik ve taklitçi yöntemlere başvurmasını gösterir. Bu eleştirilerin temelinde kültür değişimini yukarıda radikal müdahalelerle değil, tarihsel süreklilik içinde gerçekleşeceği yani kültüre devamlılık yaklaşımı vardır. Bu yaklaşım çerçevesinde kültürel değişikliklerin taban yayılması ve kalıcı olması Osmanlı geçmişinin, İslam’ın ve O’na bağlı popüler geleneklerin kabulü ile sıkı bir ilişki içinde değerlendirilir. 1980’lere gelindiğinde Türk İslam sentezi adıyla Türk siyasal yaşamında önemli bir yer işgal etmeye başlamıştır. (Deren ve Van Het Hof,2006:145)

Kemalist modernleşme projesinin özünde yeni bir insan yaratma düşüncesi yatar, ikinci Türk insanını yaratma, üçüncüsü ise bu bir yaratma sürecidir. Bozkurt Güvenç’in tespitlerine başvurulacak olursa Atatürkçülük milliyetçi değil ulusçudur;

yani laik, akılcı, yenilikçi, çağdaş ve batılıdır. Devrimler gerçekleşirken yönetimin otoriteliği ve devrimlerin radikalliği popüler hoşnutsuzluğa neden olmuştur. Türk modernleşmesi muhafazakâr kesimler tarafından geçmişi bütün ile reddettiği için eleştirildi. Hatta ötekileştirdiği, baskıcı laik anlayışı getirdiği gerekçesiyle Türk siyasetini ve toplumunu patolojik bir modernliğe mahkûm ettiği eleştirisine neden oldu..

Osmanlı Türk modernleşmesinde birinci aşamada zihinsel ve toplumsal değişmeleri motor rolünü üstlenecek olan ve sosyal değişme sağlayan ajan olarak tanımlanan seçkin-elitlerin modernleşmesi söz konusudur. Değişimin bir ucu da dış dinamikler edilgen ucunda ise yerel seçkinlerdir. İkinci aşamada ise, dış dinamikler büyük oranda devre dışı kalır artık modernleştirici ve modernleşici etkileşim yerli unsurlar arasında gerçekleşmektedir. (Vatandaş, 2006:120) Genel olarak halk güçsüz, seçkinler güçlüdür. Seçkinler devlet gücünü kullanmayı en tabi görevleri olarak görmekte ve her şeyi halk için yaptıklarını savunmaktadırlar.

Türk modernleşmesi Osmanlı’da özü itibari batılılaşarak modernleşmek hemen hemen hiç değişmeden değişim sürecinin başından itibaren kabul gören ideal yöntem olmuştur. Yalnız ne var ki batılılaşarak modernleşme ya da topyekûn modernleşme isteği halktan gelmediği için yönetici ve intelijansiya için yöntem olacaktır. Halk bu süreçte duyarsız kalmıştır. Bu duyarsızlık durumu süreci anlayamamalarından ve değerlendirememelerinden ziyada seçkinler tarafından kendilerine dayatılan, yaşadıklarılar problemlerle ilgisizliğinden kaynaklanmaktadır.

Türkiye’nin modernleştirme süreci toplumsal değişmenin doğal bir seyri içinde gerçekleşmesi beklenene bir süreç olarak görülmemiştir. Değişimin yönüne müdahale edilmiş ve değişim hedeflenen hedefe uygun şekilde kanalize edilmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin modernleştirilmesi sistemli bir yönteme dayandırılmıştır. Batının yüzyıllar süren değişmenin vardığı aşamalardan bir kısmı Türkiye’de bir günde gerçekleştirilmiştir. Bu ise modernleştirilen seçkinlerin zihinsel ve toplumsal değişime tanıdığı sürenin oranıyla ilgili önemli bilgiler vermektedir. Dışarıdan ve daha çok yukarıdan bir etkiyle toplumsal değişimi gerçekleştirmenin değişik türlerinin ve safhaların ismi olan ihtilal, evrim, ıslahat darbe gibi terimlerin değil de inkılâp’ın tercih edilmesi ve beğenilmesi Türkiye’nin modernleşme süreciyle ilgili olarak planlanan değişimin kapsamının yanı sura değişimin yönteminin özeliklerini de açığa vuracak bilgiler işaret eder. (Vatandaş, 2006:125-127)

Modernlik, Türkiye’nin iç dinamiklerinin neden olduğu bir durum değil, planlanan süreç ile ulaşılmak istenen bir düzey ifade etmektedir. Türkiye’deki değişim zora dayalı bir süreç öngördüğünden dikkate alınması gereken asıl terim modernleştirmedir. Türkiye’deki değişim sürecindeki modernleştiricilerle

modernleştirilecek kitlelerin ilişkilerinde karşıt unsurlar taşıdığı için halkın değişmeme arzusuyla karşılaşmış bunun sonucu olarak Türk modernleşmesinde çatışmalar hiç eksik olmamıştır. Modernleşme sürecinde batılılaşarak modern olma ideali gerçekleşmekte ve yukarıdan etkiyle ani bir şekilde modernleştirme projesi gerçekleştirilmeye çalışılmıştır.

Bu ise zihinsel ve toplumsal değişimlerin hazmedilmemesine ve dolayısıyla uygulamaların kalıcı olmamasına neden olmuştur. Modernleştirmenin yukarıdan ve ani olarak gerçekleştirilmesi tavizsiz uygulanmasına karşılık topyekûn modernleştirme konusunda aynı kararlılık gösterilememiştir. Türk siyasal modernleşmesinde muhalefeti gerekli bulma anlayışının yerleşmediği onları hain olarak görme zihniyetinin devam ettiği görülmektedir. Bu önemli bir problemdir. Bireyin sekilerleşmemesi dinin bireylerin hayatlarında etkin olmaya devam etmesi batıdaki anlam ve biçimiyle laikleşmenin oluşmasına engel teşkil etmiştir. (Vatandaş, 2006:136)

Bütünleşmiş toplumlar içinde ideolojik çatışmalar sona ermiş değilse de hiç olmazsa çatışma alanı büyük ölçüde daralmıştır.12 Eylül sonrası hala canlılığını sürdüğü ideolojik kamplaşma, ayrılıklar, mezhep bölünmeleri, partiler arası derin cepheleşmeler millet olama süreci kadar modernleşmenin de henüz sosyolojik anlamda tamamlanamadığını bütün çizgileriyle açıklamaktadır. (Türkdoğan,1988: 79)

Modernleşmeyle oluşturulmaya çalışılan yeni zihniyet kategorilerinin kültüre monte edilmesi her şeyden önce o toplumun hayatında derin kök salan gerçeklerin dışlanmasına yol açabilir. Özden ziyade şekle, gelişme-olgunlaşma yerine birbiriyle çelişkili fakat birbirini etkileyen mekanik düşünme biçimlerine yönelmemizi gerektirmiştir. (Türkdoğan,1988: 84)