• Sonuç bulunamadı

581.1.5.5.3 Turizm Talebinin Analiz

90 MYRDAL, G (1957) Economic Theory and Underdeveloped Regions, London 23.

1.2.7. Geleneksel ve Yeni Kalkınma Yaklaşımları

1.2.7.1. Geleneksel Kalkınma Yaklaşımı

1.2.7.1.3. Modernleşme Kuramları

Ekonomide kalkınma kuramlarının paralelinde gelişmekte olan ülkelerin sanayileşmiş ülkeler düzeyine gelebilmesi için sosyolojide de modernleşme teorileri oluşturulmuştur. Modernleşme kavramı ekonomik büyüme ile birlikte kültürel ve sosyal değişimi de ifade etmektedir. Modernleşme kuramcıları modernleşmeyi esas almış ve toplumların gelişmesinin ancak modernleşme ile sağlanacağını ileri sürmüşlerdir.

Bu kuramcılardan Amerikalı sosyolog Joseph Levy, modernleşmeyi tanımlayarak modern ve modern olmayan toplulukların farklılıkları üzrinde durmuştur. Ona göre modern olmayan toplumlarda geleneksel aile ilişkilerinin bulunduğu, tek yönlü bağımlılığın olduğu, merkezleşmenin olmadığı, uzmanlaşmış ve bağımsız örgüt yapısının çok düşük düzeylerde olduğu bir yapı vardır. Rasyonelleşmenin, bürokrasinin ve merkezileşmenin olduğu toplum yapısı ile moderndir. Levy’e göre modernleşme kavramı görecelidir ve her toplumda farklı bir süreç olarak gelişebilir120.

Sosyolojide yapısal fonksiyonel yaklaşımı benimseyen Neil J.Smelser’in modernleşme teorisine yaptığı en önemli katkı modernleşmeyi “yapısal farklılaşma”

119 YAVİLİOĞLU, C. (2002) a.g.e. s.60.

120 PALABIYIK, S. (2009) Geleneksel ve Yeni Kalkınma Kuramlarının Analizi: Türkiye Örneği.

94

kavramı çerçevesinde tanımlaması ve ekonomik büyümenin toplumsal yapılarla olan ilişkilerini karşılıklı olarak ele almasıdır. Smelser’e göre modernleşme, birbiriyle ilişkili teknoloji, tarım, sanayi ve çevre olmak üzere dört alandaki değişme süreçlerinin ilişkisi ile olur. Bu süreçler ise toplumsal yapıyı derinden etkiler ve farklılaşmaya yol açar. Farklılaşmalar başlıca siyasal, eğitim, dinsel ve aile alanlarında belirginleşir. Bu anlamda modernleşme, iktisadi kalkınmayı da kapsar ve daha da ötesine gider. Toplumun birçok yapısında ortaya çıkan farklılaşma ile birlikte önemli bir diğer kavram da, bu farklı yapıların yeni bir olgu etrafında tekrar bütünleşmesidir ve düşünüre göre bu birbirini devam ettiren bir süreç olmaktadır121. McClelland tarafından ileri sürülen girişimci yeteneği kuramında eğitimin ekonomideki yeri ve bunun girişimci üzerindeki etkisi araştırılmıştır. Az gelişmiş ülkelerde girişimciler yetersiz sayıdadır ve risk üstlenme isteği düşüktür. Gelişmiş ülkelerde ise yeterli girişimci olup, bunların risk üstlenme isteği yüksektir. Bu nedenle insana yatırım unsurlarından eğitim çok önemlidir. Gelişmekte olan ülkelerde kişilerin girişimci olarak yetiştirilmesi sosyo-ekonomik kalkınma süreci açısından oldukça önemlidir. Bu ülkelerde aktif bir girişimcinin var olması için yaygın eğitime önem verilmelidir122. Ayrıca McClelland, girişimcilik faaliyetinin amacının kar peşinde koşmak anlamına gelmediğini ileri sürmüş ve girişimcilerin performanslarını geliştirmelerini, yeni iş oluşturmaları için gerekli olan şeyi “başarı motivasyonu” olarak adlandırmıştır.

Hoselitz ve Parsons gibi modernleşme kuramcıları tarafından geliştirilen bireysel davranış tercihleri kuramı geri kalmışlığın nedenini insana bağlamıştır123. İnsanların nitelikleri, davranış kalıpları ve tercihleri azgelişmişlik nedeni olabilir. Azgelişmiş ülkelerde iktisadi faydaların dağıtımında sosyal statü ya da aile içindeki konum dikkate alınmakta, gelişmiş ülkelerde ise bu dağıtım başarı ölçüsüne göre olmaktadır. Azgelişmiş ülkelerde duygusallık, gelişmiş ülkelerde akılcılık

121 PALABIYIK, S. (2009) a.g.e. s.58. 122 EGELİ, H. A. (2003) a.g.e. s.97. 123 EGELİ, H. A. (2003) a.g.e. s.96.

95

hakimdir. Azgelişmiş ülkelerde özelcilik gelişmiş ülkelerde ise evrenselcilik söz konusudur. Geleneksel toplumlarda belli bir ilişki diğer tür ilişkileri de kapsar (fonksiyonel yaygınlık). Buna karşılık modern toplumlarda görev alanları bellidir ve herkes kendi görevini yerine getirmekle yükümlüdür (fonksiyonel belirlilik). Yönetim anlayışındaki farklılıklar açısından azgelişmiş ülkelerde politik kararlara katılma eğilimi düşük, gelişmiş ülkelerde ise yüksektir.

Boeke’nin sosyal sistem kavramından hareketle açıkladığı sosyolojik ikilik kuramında, azgelişmiş ülkelerde yerli ve ithal olmak üzere iki farklı toplumsal sistem ve bir sistemden bir diğerine geçiş halinde bulunan alt sistemler bulunmaktadır124. Azgelişmiş ülkenin sosyo-kültürel yapısı ithal malı sosyal sisteme uymaya ve onu benimsemeye hazır değildir. Toplumsal kültürel alanda gözlenen ikili yapı, bu ülkelere yabancı olan kapitalizmin ithal edilip yerli güçlerden meydana gelen geleneksel yapı ile çatışmasından oluşmaktadır. Kapitalist öncesi geleneksel sistemi kapitalist teorilerle açıklamak mümkün değildir. Topluma yabancı olan kapitalizm bu ülkelerin yozlaşmasına yol açar.

1.2.7.1.4. Bağımlılık Teorileri

Uluslararası Bağımlılık Teorileri, 1960’lı yılların ortalarında özellikle Üçüncü Dünya entelektüelleri arasında artan bir destek kazanmıştır. Frank, Baran,Cardoso, Dos Santos, Amin ve Wallerstein’ın görüşleriyle şekillenen bu kuramda bağımlılık, ülke dışından gelen bir durum olarak görülmüştür. Uluslararası işbölümündeki eşitsizlikler ve sömürgecilikten kalan miras, azgelişmiş ülkelerin kalkınmalarını engelleyen başlıca faktördür. Çevreden merkeze aktarılan artı değer azgelişmiş ülkeyi yoksullaştırırken, gelişmiş ülkeyi daha da zenginleştirmektedir. Bu teoriler, Üçüncü Dünya ülkelerini kurumsal, politik ve ekonomik rijitliklerin bir yansıması olarak değerlendirerek bu ülkelerin, zengin ülkelerle olan bağımlılık ve baskı ilişkisi dahilinde meydana geldiğini kabul etmektedirler. Bu genel yaklaşım içerisinde üç ana düşünce akımı vardır. Bunlardan ilki, Marksist düşüncenin dolaylı bir yansıması

96

olan Neo-Sömürgeci Bağımlılık Okulu’dur. Bu okul mensupları Üçüncü Dünya geri kalmışlığının varlığını ve devamını, zengin-fakir ülke ilişkilerine dayalı hayli eşitsiz uluslararası kapitalist sistemin tarihsel evrimine atfetmektedirler. Bağımlılık teorisi içerisinde bulunan ikinci model, Üçüncü Dünyanın geri kalmışlığını, gelişmiş ülke yardım birimlerinin ve çok uluslu örgütlerin bilgisiz uzmanlarının verdiği hatalı ve uygunsuz tavsiyelerine bağlayan Yanlış Paradigma Modeli’dir. Söz konusu modellerden sonuncusu ise, kalkınma ekonomisinde genişçe tartışılan Düalist Kalkınma Tezi’dir. Bu tez, zengin ve fakir ülkelerle zengin ve fakir insanlar arasında çeşitli seviyelerde artan farklılıkların varlığını ve devamlılığını ifade etmektedir. Bu iktisatçılara göre merkez ülkelerin çevre ülkelere egemenliği, bu ülkelerde aşırı düzeyde bir çarpıtma, biçimsizleştirme ve eklemsizleştirme meydana getirmektedir. Kapitalizmin çevreye yayılması, çevre ekonomilerin iç bütünlüğünü bozmakta ve gelişmenin yolunu tıkamaktadır. Çevre ekonomisi merkezden uyarılan, biçimlendirilen bir yapıya sahiptir; dolayısıyla çevrenin merkeze entegrasyonu merkez kapitalizminin ihtiyaçları doğrultusunda olmaktadır. Bunun sonucunda ekonomik yapı, yabancı sermayenin faaliyet gösterdiği ihracat sektörü lehine biçimsizleşmektedir125. Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı gibi, bağımlılık okulu mensuplarının en önemli ortak noktaları, geri kalmışlığın nedenlerini gelişmekte olan ülkeler dışında kabul etmeleridir.