• Sonuç bulunamadı

581.1.5.5.3 Turizm Talebinin Analiz

1.2. KALKINMA KAVRAM

Kalkınma kavramı iktisadın bir alt dalı olarak değerlendirilmekle beraber farklı bilimsel disiplinler (sosyoloji, felsefe gibi) çerçevesinde de incelenmekdedir. Kavramın yaygın kullanımı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeni kurulan ve bağımsızlığını yeni kazanan sömürge ülkeler azgelişmişlik sürecinden çıkmak amacıyla ekonomik ve toplumsal yapıyı değiştirmeye, iyileştirmeye yönelik uyguladıkları politikaları ve sanayileşme hedeflerini kapsamaktadır84.

İktisat politikasının büyüme ve kalkınma amacı, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllarda hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkeler açısından büyük önem taşımaya başlamıştır. Buna göre; gelişmiş ülkelerde dengeli bir büyüme hızına ulaşılması ve korunması amaç olurken, gelişmekte olan ülkelerde özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarından sonra kalkınma çabalarının başlatılması ve devam ettirilmesi amaç olmuştur. Gelişmekte olan ülkelerde sahip olunan yapısal sorunlar nedeniyle büyüme ve kalkınma oldukça önemli bir hedef haline gelmeye başlamıştır.

Ekonomik büyümeyi gerçekleştirmek iktisat politikası ile birlikte aynı zamanda maliye politikasının da temel amaçlarından biridir. Ekonomik istikrarı

84 PATNAİK, P. (2005) “Yeni Emperyalizm”. Yeni Emperyalizmin Ekonomisi, Yeni Hayat

67

sağlamak amacını yerine getirmeye çalışan maliye politikası uygulamalarının, aynı zamanda ekonomik büyümeyi gerçekleştirmek amacına da yönelik olması gereklidir. Ekonomik istikrar maliye politikasının kısa dönemli, ekonomik büyüme ve kalkınma ise uzun dönemli amacıdır.

Ekonomik büyüme, genelde milli gelirin zaman içindeki artışını ifade eder. Bir başka açıdan büyüme, “İktisadi yapıda nitelik ve nicelik itibariyle yığılımlı değişme ve gelişme” anlamına gelir. Bu kapsamda bir ülkenin ekonomik gelişme düzeyi, söz konusu ülkede kişi başına düşen milli gelir ile ölçülür. Kişi başına düşen milli gelir bakımından, günümüzde, ülkeler arasında hala çok büyük farklar bulunmaktadır. Ekonomik büyüme, bu bakımdan, sürekli olarak gündemde bulunmakta ve büyüme modelleri ortaya atılmaktadır.

Büyüme teorileri, büyüme üzerinde önemli etkiler yapan nitelik ve özellikleri bakımından incelenmektedir. Bu kapsamda büyüme teorileri daha çok sermaye birikimi, teknik gelişme ve nüfus artışı konularında yoğunlaşır. Bir ekonomide ekonomik büyüme hızı ile ilgili olarak genel kabul gören iki ayrı yaklaşım bulunmaktadır. Bunlar, Harrod-Domar ve neo-klasik yaklaşımlardır. Keynesyen denge modeli dinamikleştirilerek kurulan ve Keynesyen varsayımlara dayanan Harrod-Domar büyüme modelleri savaş sonrası yıllarda oldukça ilgi çekmiştir.

Harrod-Domar modeli, büyüme hızının sermaye birikimi tarafından belirlendiği fikrini öne sürer. Bu durumda, devletin maliye politikası araçları ile ekonomiye müdahale ederek hedeflenen büyüme hızını gerçekleştirmesi veya uzun dönem büyüme hızında meydana gelebilecek sapmaları gidermesi mümkün olabilecektir. Bu kapsamda, devlet kamu yatırım harcamaları ile bir taraftan ekonomik kalkınmanın gerçekleştirilmesinde önemli bir rol oynarken, diğer taraftan, vergi politikasını ekonominin toplam tasarruf hacmini arttırıcı yönde kullanabilir. Bu durumda kamu tasarruflarını arttırmak, özel yatırımları teşvik etmek, kalkınmadan

68

doğan ve kalkınmayı tehlikeye sokabilecek yapısal dengesizliklere karşı koymak mümkün olabilecektir85.

Kalkınma, ülkenin ekonomik, toplumsal, siyasi yapılarının değişerek insan yaşamının maddi ve manevi alanda ilerlemesi ve toplumsal refahın artmasıdır. Bu açıdan kalkınma, ölçümlere dayalı olan ve GSMH’ daki hızlı artışla belirlenen büyümeyi içermekle birlikte, ekonomik ve sosyal değişimleri de içerir.

Kalkınma süreci, milli gelir ve üretimin zaman içinde sayısal olarak artması ile birlikte, kurumlardaki köklü değişiklikleri, ekonomik ve toplumsal yapının yeniden düzenlenmesini, halkın değer yargılarında, dünya görüşlerinde ve davranış kalıplarındaki değişiklikleri de kapsar. Ayrıca, ekonomik ve toplumsal yapıda sözü edilen değişikliklerin gerçekleştirilebilmesi için piyasanın işlerliğine etkide bulunabilecek düzenlemeleri de kalkınma deyiminin kapsamında değerlendirmek mümkündür. Bir ekonominin kalkınma politikaları belirlenirken kaçınma olanağı bulunamayan unsurları iki başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar;

• Büyümeyi teşvik eden ve nispeten kıt olan faktörlerin arzının arttırılması, • Maksimum sosyal net hasılayı koruyan bir faktör kullanım modelinin elde

edilmesi yeteneğidir.

Bir ekonomide kişi başına milli gelir artışı ve kişiler arasında dengeli dağılımı ile birlikte, kişilerin yaşam seviyelerinde bir iyileşme göze çarpar. Bu iyileşmenin neticesinde hayat standardı yükselen kişilerin tasarruf yeteneği artar. Bununla birlikte milli gelirin büyük bir kısmını yatırımlara ayırmak mümkün hale gelir. Böylece kalkınma ile birlikte, üretimde artışın yaratılması ve sanayileşme hamlesinin başlatılmış olması kalkınmayı simgeleyen temel özellikler olarak karşımıza çıkar. Büyüme ile kalkınma genellikle birbirine karıştırılan kavramlardır. Büyüme, ulusal

85 Bu konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. HİÇ, M. (1974) Büyüme Teorileri ve Gelişen Ekonomiler. İ.

Ü. Yayını No: 1945, Sermet Matbaası, İstanbul, s.86-101., ÖZGÜVEN, A. (1988) İktisadi Büyüme- İktisadi Kalkınma-Sosyal kalkınma-Planlama ve Japon Kalkınması. Filiz Kitabevi, İstanbul, s.90-98.

69

gelir düzeyindeki ve birey başına düşen ulusal gelirdeki artışı işaret eder. Kalkınma ise, büyüme ile birlikte ekonomideki yapısal dğişiklikleri de kapsar.

Ekonomik büyüme, bir ülkenin prodüktif kapasitesini genişletmesi için kullandığı araçlarla ilgili bir kavramdır. Ekonomik büyümeyi açıklayıcı özelliğe sahip dört temel değişken bulunmaktadır: İşgücünün kalitesi ve miktarı, doğal kaynakların miktarı ve kalitesi, reel sermayenin miktarı ve kalitesi ve toplumun teknolojik seviyede gösterdiği başarı. Bu değişkenleri ekonomik büyümede temel belirleyiciler olarak tanımlanabilir. Bunlar herhangi bir ekonominin üretim potansiyelleridir. Ekonomik büyüme, toplumun maddi refahını artırması bakımından önemlidir. Doğal olarak subjektif bir konu olan refah hakkında kabul edilebilir bir ölçü mevcut değildir. Her hangi bir toplum için maddi refah seviyesinin yükseltilmesi, faydalı ve ekonomik değeri olan mal ve hizmetlerin üretiminde artışı gerektirir. Maddi refah bakımından önemli olduğu için büyüme ile ilgileniliyorsa, üzerinde durulması gereken nokta sadece yalın haliyle kapasite ve üretim artışı değil, bununla birlikte kişi başına üretim artışıdır. Refah açısından önemli olan kişi başına mal ve hizmet miktarıdır. Zaman içinde kişi başına mal ve hizmet artışı olduğu takdirde refah seviyesinde gelişme olduğu söylenebilir. Mal ve hizmet miktarındaki artış daha temel sonuçlara ulaşılmasına yarayan bir araçtır. Zira, büyümenin temel hedefi toplumun refah düzeyini yükseltmektir. Üretim kapasitesindeki artış, toplum refahının yükseltilmesine iki yolla etkide bulunur. İlk olarak, tüketicinin hizmetinde olacak özel kullanım için gerekli olan mal ve hizmet miktarında artış yaratır. İkinci olarak, hükümetin istihdam edeceği kaynakların miktarını artırarak özel sektörün tüketim standartlarına zarar vermeden, hükümetin artan sorumluluklarını yerine getirmesine imkan verir ve bu iki yolla toplumun refah seviyesinde artış sağlanır. Büyüme kavramının kalkınma kavramı ile karşılaştırıldığında ne anlama geldiği veya kalkınma kavramından ne tür bir farklılığının olduğu sorunu ortaya çıktığında, büyüme kavramı için en belirgin özelliğin “bir ekonominin üretim kapasitesinde, sayısal/niceliksel olarak ölçülebilen genişleme veya miktar artışı” olduğu söylenebilir. Bu karşılaştırmanın diğer yanında ise kalkınma kavramı

70

bulunmaktadır. Çoğu kez de ekonomik büyüme kalkınma ile özdeş tutulmuştur86. Ekonomik kalkınma kavramı, niteliksel değişme yolunda olan bir şeye işaret etmektedir. Bu durumda ekonomik kalkınma hem daha fazla çıktı hem de teknik ve kurumsal yapıdaki değişmeleri kapsamaktadır. Büyüme ile bir karşılaştırma yapılarak denebilir ki, ekonomik büyüme daha çok aynı şeydeki basit artış sürecini, ekonomik kalkınma ise daha fazla ve farklı olanın yer aldığı yapısal değişme sürecini ifade eder. Karşılaştırmalar, ekonomik büyümenin daha çok üretim faktörlerinin en yüksek verimi sağlayacak şekilde bir araya getirilmesini içeren bir denge sorunuyla ilgilendiğini göstermektedir. Ekonomik kalkınma ise iki aşamalı bir süreci ifade etmektedir. Birinci aşama, üretim faktörlerinin yaratılmasıdır. Bu aşamada, üretim faktörlerinin oluşturulabilmesi için ekonomiyi de içine alan kurumsal/yapısal bir değişimin olması gerektiği vurgulanmaktadır. İkinci aşama ise üretim faktörlerinin en uygun birleşimini içerisine almaktadır. Dolayısıyla ekonomik kalkınma kavramı, iktisadi nitelikte olan yapılar yanında sosyal, siyasal nitelikteki yapılarda da gelişme yönünde bir değişme, hatta yeni yapıların oluşturulmasını içeren süreçlere de işaret etmektedir. Yani iktisadi kalkınma sadece ekonomik boyutlarla sınırlanmayan, toplumu sosyolojik, psikolojik ve politik boyutlarıyla kuşatan karmaşık bir süreçtir. Kalkınma her ne kadar iktisadi büyümeyi içerirse de varolanın sayısal olarak büyümesi anlamına gelmemekte, olumlu anlamda yeni bir yapının kurulmasını öngörmektedir. Şu halde, bir bütün olarak yapıların dönüşmesi (veya yapısal değişim), büyüme ile kalkınma arasındaki niteliksel farkla beraber iki kavram arasındaki ilişkiyi de ortaya koymaktadır.

F. Perroux, yapısal değişimden hareketle büyüme ile kalkınma arasındaki farkı şu şekilde ortaya koymaktadır: Kalkınma, bir toplumun sosyal ve mantık değişmelerinin kombinezonudur. Bu kombinezon global reel hasılayı sürekli ve birikintili bir şekilde artırmaya elverişlidir. Mantıksal yapıların ve sosyal

86 TODARO, M. P. (1989) Economic Development in the Third World. Londra: Longman. s.114.

LYNN, R. S. (2003) Economic Development Theory and Practice for a Divided World. New Jersey: Pearson Prentice Hall LEWİS, W. A. (1966) “Sınırsız Emek Arzı İle İktisadi Kalkınma”. Çev: Berk, M. İktisadi Kalkınma Seçme Yazıları ODTÜ İ.B.F. Yayınları, İstanbul. s.3.

71

alışkanlıkların bu kombinezonu, kurumların kombinezonundan başka bir şey değildir87.

Fakat yapısal değişme kavramı, sadece ekonomik kalkınma olgusunu tanımlarken kullanılmamalıdır. Çünkü söz konusu kavramın büyüme olgusuyla da ilişkisi vardır. Ekonomik büyüme ile yapısal değişim de birbirlerini etkileyen süreçlerdir. Bir ekonomideki büyüme yapısal değişmeye neden olmayabilir. Ancak ekonomik büyümenin sürekliliğinin sağlanmasında yapısal değişme temel bir öneme sahiptir. Yapısal değişme olmadan ekonomide ve cari sektörlerinde azalan getiri söz konusu olabilir ve sonuçta büyüme yavaşlayabilir. Yapısal değişim, büyümeyi hızlandırabilir; yani yapısal değişim kaynakların marjinal hasılasında artışa sebep olabilir. Ekonomik büyümenin yapısal değişmeyle söz konusu ilişkisinden dolayı, bazı çalışmalarda ekonomik kalkınma kavramının ekonomik büyüme kavramını kapsadığı ve bu nedenle ekonomik kalkınmanın, yapısal değişme ile çıktıdaki artışların toplamı olarak ele alınması gerektiği belirtilmektedir. Böylece yapısal değişme, ekonomik büyümenin ve kalkınmanın yanı sıra, ara bir kategori olarak belirginleşmekte ve salt iktisadi yapıyla ilgili olarak dönüşüm (transformation) kavramı ile açıklanmaktadır. Ekonomik anlamda yapısal değişme kavramı, tarım sektöründen sanayi sektörüne doğru bir kaymayı ve bu kaymanın sonuçlarını tanımlamaktadır. H. E. Chenery, yapısal değişme veya dönüşümün, “...fiziki ve beşeri sermaye birikimi ile talep, üretim, ticaret ve istihdamın kompozisyonlarında bir kaymayı...” içerdiğini belirterek bunların ekonomik dönüşümün esasını oluşturduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca bu dönüşüm süreci kentleşme, demografik dönüşüm ve gelir dağılımındaki değişmeler gibi sosyo-ekonomik süreçlerle de yakından ilişkilidir. Bu çerçivede yapısal değişme, ekonomik olmayan faktörleri ancak ekonomik olanların değişimini etkiledikleri oranda kapsayan bir kavramdır88. Kalkınma kavramı ise ekonomik olan ve olmayan faktörleri, karşılıklı etkileşimleriyle bir neden sonuç ilişkisi içinde kapsamaktadır. Bu anlamda, yapısal

87 ÜLKEN, E. (1989) 20. Yüzyılda Dünya Ekonomisi. Filiz Kitabevi, İstanbul, s.106. 88 MANİSALI, E. (1978) Gelişme Ekonomisi. Güryay Matbaacılık, İstanbul, s.73.

72

değişme teknik bir kavram, kalkınma ise etik/politik bir kavram olarak değerlendirilebilir. Aralarındaki ilişkinin bu özellikleri göz önüne alındığında yapısal değişmenin, ekonomik kalkınmanın önemli ve zorunlu bir parçası olduğu belirgin bir hal almaktadır. Buna göre iktisadi kalkınma bir yapı değişikliği yani bir yapıdan diğer bir yapıya geçiştir. Ancak böyle bir geçiş daha çok kalkınmanın bir göstergesi, bir uyarıcı faktörü olabilir. Kalkınma için yatırım artışı, teknolojik gelişme, verim artışı, reel gelir artışı, eğitim düzeyinin yükselmesi yanında, düşüncenin, zihniyetin, sosyo-ekonomik yapıların da değişmesi gerekmektedir. Çünkü kalkınmamış bir ülkenin sorunu sadece üretim faktörlerinin en uygun bir biçimde nasıl bir araya getirileceği değildir. Aynı zamanda, üretim faktörlerinin nasıl elde edileceği ve üretimi artırmak için nasıl kullanılacağı da önem taşımaktadır.

1.2.1. Kalkınmanın Tanımı

Kalkınma medeni ve ortak ihtiyaçların karşılanabileceği fiziki ortamları oluşturmak, demokratik hak ve özgürlükleri geliştirmek, bireylerin bilgi ve becerilerini artırmak, fırsat eşitliği ve adaleti tesis etmek yoluyla; ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimin sağlanmasıdır.

İktisadi kalkınma, görüntüleri ile tanımlanan bir kavramdır. Gerçekten, herhangi bir memlekette iktisadi kalkınmanın ortaya çıkışı, kişi başına düşen milli gelirin tersine çevrilmesi mümkün olmayan bir hareket halinde devamlı ve reel olarak artmasıdır. Kişi başına isabet eden milli gelir arttıkça ve dengeli bir biçimde kişiler arasında dağıldıkça kişilerin yaşama seviyelerinde bir iyileşme göze çarpar, hayat standardı yükselir, kişilerin tasarrufta bulunabilme imkanları da çoğalır. Bu suretle, milli gelirin gittikçe artan bir kısmını yatırımlara ayırmak mümkün hale gelir; milli gelirin daha büyük bir kısmının yatırımlara ayrılması sermaye birikiminin artması demektir.

İktisadi kalkınma olayının karmaşıklığı, aslında ve geniş ölçüde kalkınmanın pek bilinmeyen karakterinden kaynaklanmaktadır. Nitekim Higgins, İktisadi

73

Kalkınma üzerine temel bir eser sayılan kitabına şöyle başlamaktadır: "Durgunluk kuraldır, Kalkınma ise, özel bir açıklama gerektiren bir istisnadır"89. Aynı anlamda G. Myrdal ise, "Kalkınma belli bir anda oluşmuş bir kazadan başka bir şey değildir", demektedir. Ekonomik kalkınmanın tarihsel bir istisna veya ayrıcalıklı bir durum sonucu olması İktisadi Teorilerdeki yetersizlik ve güçlüğü de ortaya koymaktadır90.

İktisadi kalkınma süreçleri, sadece iktisadi değil, sosyal ve insancı tüm boyutları, sözcüğün en geniş anlamında, iktisadi olgularla, sosyo-kültürel tüm olguları bütünleştirerek refah içinde bir toplum yaratan bir süreçtir. Böylece iktisadi kalkınmanın gerçekleşmesini kişi bazında şu üç ana ölçüte bakarak tespit etmek mümkündür: 1) Kişinin sürekli artan geliri doğrultusunda, maddesel sıkıntının giderilmesi, 2) Kişinin bağımsızlık ve özgürlüğünün büyümesi, 3) İnsancı boyutlarını geliştirebilecek olanaklar sonucunda, kendine umut veren ve geleceğe dönük, plan- program yapma.

Bu nedenlerle, insanı, maddesel ve manevi tüm boyutları ile geliştiremeyen süreçlere, dengeli veya ahenkli kalkınma denilemez. Bu noktada bir tespit yapmak gerekir: Kalkınmanın dokularında ekonomik boyutlar yanında, etik, estetik, normatif ve nitel, boyutlar vardır ki, bunların tümü bu kavramın içeriğini olduğu gibi, özellikle insanlararası ilişkilerin biçimini de tanımlayarak belirler.

Kalkınma sadece ve yalnız "ekonomik" boyutlarla sınırlanmayan, toplumu, sosyolojik, psikolojik ve politik boyutlarıyla kuşatan, karmaşık bir süreçtir. Kalkınma her ne kadar, iktisadi büyümeyi de içerirse, varolanın sayısal olarak büyümesi anlamına gelmez. Olumlu anlamda, yeni bir yapının, yeni bir dünyanın kurulmasını öngörür. Aksi takdirde, genişleme, yayılma veya büyüme olgusu ortaya çıkar. Günümüzde kalkınma, sanayileşme ve büyüme gibi hedeflerin yanında, yoksulluğun ve yolsuzluğun azaltılması, gelir dağılımının iyileştirilmesi, yaşam kalitesinin arttırılması, bilgi toplumuna uyum gibi insan merkezli birçok hedefi içine almaktadır. Kalkınma kavramı, süreklilik arz etmekte ve “ortak iyi” ideolojisi olarak