• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

2.1. Türk Resim Sanatının Geçirdiği Evreler

2.1.1. Minyatür Sanatı

Resim ve minyatürün, bir Orta Asya Türk Sanatı olduğu, XIX. yüzyılın ikinci yarısından bu yana, arkeolog ve sanat tarihçileri tarafından, Türklerin ana yurdu olan Orta Asya toprakları üzerinde yapılan kazı ve araştırmalar

neticesinde ortaya konmaktadır. Türk resim ve minyatür sanatı, İslamiyet’in kabulünden sonra çeşitli yollarla Anadolu’ya gelmektedir.

Osmanlı sarayında hazırlanan el yazması tarih kitaplarını resimleyen nakkaşlar, Osmanlı Devleti’nin gücünü yüceltici tasvirlerde başarıyla sonuçlanan savaşları, seferleri ve görkemli törenleri yansıtırken bir tür tarih belgeleyiciliğini yapmaktadırlar. Nakkaşlar saray çevresiyle ilgili güncel konuları, yerinde izleyerek İslam minyatürünün kuralcılığı içinde olayları ve kişileri en doğru biçimiyle aktarmışlardır.

Topkapı Sarayında bulunan minyatürler incelendiğinde;

Minyatürler metin içerisine frizler halinde yerleştirilerek ve ince bir çerçeve içerisine alınmaktadır. Konular gayet açık bir şekilde, hareketli, canlı ve başarıyla anlatılmaktadır. Maden işlerinde görülen yuvarlak yüzlü, çekik gözlü, uzun örgülü saçlı, küçük ağızlı figür tipleri, soyut, doğa betimlemeleri, gerçekçi üslupta çizilmiş hayvanlar, kırmızı ve mavi renklerin sıkça kullanılması, kimi tasvirlerde zemini dolduran sarmal dal ve yapraklar resimlerin başlıca özellikleridir. İnsan figürlerinin ve doğa betimlemelerinin iki boyutlu ve şematik anlatımına karşın, hayvan figürlerinin realist bir üslupta anlatılmaktadır. Figürlerin etrafında konuyla bağlantılı olmayan dekoratif unsurlar (göl, stilize ağaç, nar, çiçek, dalları, tavuk, horoz, ejder, tavşan, tilki, at, kedi ve fare) yer almaktadır. Minyatürler de Türk Orta Asya, Hint ve Çin etkili unsurlar yeni bir Selçuklu figür sanatı sentezi ile yoğrulmaktadır.22

Minyatür sanatı Fatihin İstanbul’u almasından (1453) sonra yeniden hayat bulmaktadır. Sinan Bey adında bir nakkaş Venedik’e giderek orada Mastori Pavli’den ders almış, İstanbul’a dönüşünde, Fatih’in bir portresini yapmıştır. Sinan Bey tarafından yapılan portrede Fatih profilden yerde bağdaş kurmuş oturur vaziyette ele alınmıştır. Sol elinde koklamakta olduğu bir gül bulunmaktadır. Portrede Fatih’in kuvvetli şahsiyeti, çok ince yüz hatları

ve büyük ikna gücü ortaya çıkartılmaya çalışılmıştır. Üzerinde bulunan elbisedeki kıvrımlar erken Rönesans resmi özelliklerini bizlere hatırlatmaktadır. İçi beyaz kürklü, bu mavi kaftan ve içerisinde bulunan kahverengi elbise vücut hatlarını gizlediğinden bütün dikkat yüz ifadesinde toplanmaktadır.

Sinan, II. Mehmet Portresi,29x27,(1475) Topkapı Sarayı Müzesi

Fatih Sultan Mehmet’in İtalya’dan Bellini’yi getirtip kendi portresini yaptırması ya da Sinan Bey’in Venedik’e giderek orada Mastori Pavli’den ders almasını ilk Doğu-Batı kültür ilişkileri olarak göstermek mümkündür. Ancak Fatih’in sarayına gelen Bellini gibi Avrupalı ressamların özendirdiği Batı anlamında yağlı boya portrecilik Osmanlı nakkaşlarının elinde minyatür portreciliğinden ileri gitmemiştir. Bu portre anlayışı da daima padişah ve padişah yakınlarının portresinin yapılmasıyla sürdürülmektedir.

Türkiye’de Batılılaşma Hareketleri,18.yüzyıldan–19.yüzyılın ilk yarısına kadar görülmektedir. O dönemde Batıda ise Rönesans, sanatla başlamaktadır. Fakat Roma İmparatorluk otoritesinin devamını (karanlık devrini), sanat alanında harekete geçirememiştir. Bunun sebepleri

— Birincisi, sanatın kilise karşısında bir tehlike sayılmayışı, — İkincisi, sanatın kilise için bir vasıta olarak kullanılmasıdır.

Roma’da muhteşem mabetler inşa ettirerek, bunları, dini heyecanlar yaratan tablo ve heykellerle süslemek, kiliseyi gerçekten memnun etmektedir. İsa, Meryem ve Azizlerin tablolarından sonra Papa ve Kardinaller de ölümsüzlük peşinde olarak tablolarını yaptırmak arzusuna kapılmışlardır. Rönesans’ın ilk hareketi olarak güzel sanatların böylesine gelişmeye başlaması insanlık için büyük bir kazanç olmaktadır. Batı karanlık devrini yaşarken, Doğu her alanda hamleler halinde bulunmaktadır. Kudretli hükümdarlarının yönetiminde, bir devri kapayan ve yeni bir devir açan Türkler ise, Rönesans’ın gerçek temsilcileridir. Çoktan uyanmış olan doğu, genç ve uyanık hükümdarlarının izinde yeni hamleler yolunda bulunmaktadır.23

Türklerin minyatür alanı dışında, batı tekniği ile temasa gelişleri Fatih Sultan Mehmet’in yabancı ressamları memlekete daveti ile başlamaktadır.

O tarihlerde İstanbul, eşsiz bir bilim merkezi halindedir. Mimaride de bütün dünyanın hayranlığını üzerinde toplamaktadır. O dönemin genç hükümdarı Fatih Sultan Mehmet eşsiz sanat zevk ve anlayışı ile resim alanında batı tekniği ile hemen temasa geçmiştir. Bilimde olduğu kadar, sanat alanında da yurt kapılarını açarak, o devrin tanınmış sanatçıları, Matteo di Pasti, Constanzio di Ferrara, Gentile Bellini gibi tanınmış üstatları davet etmektedir. Kendi portresi ile şehzadelerinin resimlerini yaptırarak, saray çevresinde resim zevklerinin gelişmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Dışarıdan büyük ressamlar davet etmekle de yetinmeyerek Sinan Bey adındaki nakkaş başısını, İtalya’ya resim öğretimine de göndermektedir. Sinan Bey bu yıllar içinde, birçok genç kabiliyeti de yetiştirmeye çalışmıştır.

Bu etkilenmeler sonucunda öğretmen ve öğrenciler, eski geleneklerden uzaklaşarak, perspektif kurallarına uyarak tabiatı gördüğü gibi çizmek yolunda büyük emekler harcamaktadır.

Fatih’le başlayan bu sanat hareketi pek kısa sürmektedir. 2.Beyazıt devrinde her alanda İran etkisi altında kalınmaktadır. Bu arada, hükümdar ve

çevresinin batıdan tekrar doğuya yönelmeleriyle İran minyatür üstatlarına fazlaca itibar gösterilmektedir. Tebriz’den Şah İsmail tarafından gönderilen ve Osmanlı Sarayında nakkaşbaşılığa tayin edilen Veli Can’ı diğer İran sanatçılar, saray çevresini gerçek anlamda etkileri altına almışlardır. Bu olaydan sonra Osmanlı Sarayında iki nakkaşhane meydana getirilmiştir. Bunlardan birinde İran, diğerinde Türk sanatçıları çalışmaktadırlar. İran sanatçıları tarafından küçümsenen saray tarafından da ilgi görmeyen batı tekniği bir tarafa itilmektedir.24