• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM

3.2. Türk Resim Sanatındaki Öne Çıkan Bazı Sanatçıların İrdelenmesi

3.2.3. İbrahim Çallı (1882-1960)

İzlenimci Türk resim sanatının tanınmış temsilcilerinden biridir. Çallı ilk ve orta öğrenimini memleketi olan Çal'da ve Denizli'de tamamladıktan sonra İstanbul'a geldi. İlk resim derslerini, askeri okula girmek için geldiği ve çeşitli işler yapmak zorunda kaldığı İstanbul'da resim dersleri veren bir öğretmenden aldı. Daha sonra Kapalıçarşı'da çalışan ressam Ruben Efendi'den resim öğrendi.1906 yılında Seker Ahmet Paşa'nın oğlu İzzettin Bey'in aracılığı ile Sanayi-i Nefise Mektebi'ne girdi.(1906)

1910 yılında Maarif Nezareti'nin (Millî Eğitim Bakanlığı) açtığı “Avrupa'ya tahsile gönderilecek öğrenciler” yarışmasında “Çıplak Adam” ve “Hareket Ordusunun Muhafız Alayından Maksut Çavuş” adli tablolarıyla birinci oldu. Aynı yıl Hikmet Onat ve Ruhi Arel'le birlikte Paris'e resim öğrenimine gönderildi.

İbrahim Çallı, Namık İsmail, Hikmet Onat, Nazmı Ziya Güren ve Avni Lifij'le birlikte Paris'te Ecole Nationale des Art Decoratifs'de Fernand Cormon'un atölyesinde 4 yıl resim çalıştı. Ancak Cormon o yıllarda Empresyonist ve Kübist denemelere şiddetle karsı çıkıyordu ve modern eğilimleri bir soysuzlaşma, resim sanatının bir yozlaşması olarak nitelendiren tutuculara katılmıştı. Çallı ve kuşağına bağlı diğer arkadaşları Avrupa'da öğrencilikleri sırasında bu tutucu ustalardan ders almalarına karsın etkilerinde kalmamışlar aksine Empresyonizme yakin özgür görüş ve tekniği benimsemişlerdir.

1914 yılında Birinci Dünya Savası çıkınca süresini doldurmadan yurda döndü. Sanayi-i Nefise Mektebi'nde Vallaury'nin yardımcılığına getirildi. Gene ayni yıl Resim Bölümü Yağlıboya Atölyesi öğretmeni olarak resmen göreve başladı. Galatasaray Yurdu ve Lisesi'nde düzenleme, figür ve portreler yaptı. Ada camları arasında gezinen hanımlar, balolar, kadın portreleri ve Türk resminde ilk görünen çıplaklarında Çallı, lirik bir fırçanın sahibiydi. Bu döneme ait eserlerinde dengeli bir kompozisyon görülür. Siyah ve kahverengiden arındırılmış renklere ve özgür bir fırça isçiliğine sahip olduğu görülür.

Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla Türkiye'ye dönen Çallı, İstanbul Güzel Sanatlar Okulu'nda öğretmen oldu. Fransız izlenimciliğinin etkisinde kalmakla birlikte değişik bir yol izledi. Resimlerinde daha özgür bir davranışa yönelerek, doğanın yanı sıra değişik tiplerde insan resimlerine de yer vererek klasik Türk resminden biraz da olsa uzaklaşmıştır.

Ayrıca resimde renk parlaklığına ve saydamlığa büyük önem verdi. Bu anlayışla peyzajlar, natürmortlar, portreler, kompozisyonlar v.b. yapıtlara

imza attı. Eserlerinden bazıları: Cami Avlusu, Mevleviler, Dikiş Diken Kadın, Hatay, İstiklâl Savaşında Zeybekler, Türk Topçularının Mevzie Girişi, Nü, Balıkçı Kayığı, Çayır ve Keçiler, Manolyalar, Atatürk, İsmet İnönü ve Yahya Kemal Beyatlı portreleridir.

1917'de Enver Paşa’nın isteğiyle savaş resimleri yapmak için Şişli’de bir atölyede çalıştı. 1923'den sonra manzara ve natürmortların yanı sıra Atatürk devrimlerini ve özellikle Kurtuluş Savası’nı konu alan resimler yaptı. Bu döneme ait, Mimar Sinan Üniversitesi resim ve heykel müzesinde bulunan İstiklal Savası’nda Zeybekler (1923), Atatürk Portresi (1935), Süvariler (1936), Hatay’ın Anavatana Hasreti (1938) gibi başlıca eserleridir. Türk Topçularının Mevzie Girişi (1917), Mimar Sinan Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi) adlı yapıtı da Türk resminin ilk büyük boyutlu kompozisyonları arasında yer almaktadır.

En ilginç yapıtları Beyaz Rus akınıyla İstanbul’a gelip bir süre kalan ressam Alexis Gritchenko'nun etkisiyle 1927 yılında yaptığı 'Mevleviler' dizisi oldu. Bu dizide o güne kadar uyguladığı yarı empresyonist tekniği bırakmış, Rus ressamın grafiğe yakin, şematik desenini, bu deseni örten az karışımlı renklerini benimsemişti. Burada ayrıntıları iyice ayıkladığı, iki boyutlu bir mekân derinliğinde düz ve ince sürülmüş renklerin uyumunu aradığı görülür.

Natürmort, Manolyalar, tuval üzeri yağlıboya, 39x49 cm

Çalışmalarında biçimler ve planlar çizgilerle değil, sıcak ve soğuk renklerle ve renklerin ifade ettikleri ışık-güneş oyunlarıyla tasvir edilir. Batılı Empresyonistlerde beliren plan ve tablo düzeni Çallı’da daha belirsiz görülür. Çallı hazırlıksız, eskiz ve taslaksız, deseni fırça ucuyla çizmiştir. Bu aceleci çalışma türü Salah Cicoz Portresi, Reşit Safvet Portresi, Çamlıkta Kadınlar, Lütfi ye İzzet Portresi gibi yapıtlarda başarıya ulaşmıştır. Fakat çok figürlü kompozisyonlarda aynı etki görülmez.

İbrahim Çallı, 1947 yılında emekli oluncaya kadar İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nde adına acılan atölyede resim öğretmiştir. Şeref Akdim, Refik Epikman, Elif Naci, Ali Celebi, Zeki Kocamemi, Mahmut Cuda, Muhittin Sebati gibi birçok ünlü ressamın yetişmesinde etkili olmuştur. Onu önderliğinde 1950 yılında Ressamlar Derneği kuruldu. Bugün 400'e yakin üyesi bulunan derneğin adı 1956'da Türkiye Ressamlar Cemiyeti olarak değiştirildi.

Sanatçı, düzenli olarak Galatasaray sergilerine, aralıklı olarak da Devlet resim ve heykel sergilerine katıldı. Başlıca eserleri arasında Defli Kadın (73x100 cm.İstanbul Resim ve Heykel Müzesi), Zeybekler (153x183 cm. Ankara Resim ve Heykel Müzesi), Arzuhalci (50x60 cm.özel koleksiyon), Mevleviler (60x74 cm.özel koleksiyon), Boğaziçi’nden Peyzaj (33x45 cm), Balıkçı (35x23 cm), Gül Koklayan Kadın (50x72 cm) ve Bir Balo Gecesi

(75x80 cm.özel koleksiyon) adlı tabloları sayılabilir. Son yıllarında ise en tanınmış yapıtları arasında yer alan Manolyalar (74x100 cm.İstanbul Resim ve Heykel Müzesi) gibi natürmortlar yaptı.

1947 yılında Akademi'yi ve atölyesini bırakarak 65 yasında emekli oldu. Eşsiz fırçası ile sayısız eserler vermiş, yüzlerce öğrenci yetiştirmiştir. İbrahim Çallı, Türk resminde 1914 Kuşağı, Türk İzlenimcileri ya da diğerlerine göre daha yaygın ünü nedeniyle “Çallı Kuşağı olarak bilinen ressamların en özgün temsilcilerinden sayılır. Kuşağının sanatçıları arasında öncü sayılmış, üne kavuşmuş, çekiciliği, esprileri, akademi hocalığına paralel yürütebildiği bohem yaşantısıyla çevresinin sevgi ve yakin ilgisini çekmiş bir ressamdı. Kendine özgü bir boyut içinde yorumladığı izlenimci kökenli tarza, sanat yaşamının sonuna kadar bağlı kaldı. Gerçek izlenimciliğin dönüştürülmüş bir bicimi üzerine kurulan bu anlayış akademik olarak da nitelenir.63