• Sonuç bulunamadı

1.2. Siyasette Ecevit: İnönü’nün Yanında Ortanın Solunda

1.2.1. Milletvekilliği Deneyimi

27 Ekim 1957 tarihinde yapılan erken seçimde Ecevit, CHP kontenjanından Ankara 13. sıra milletvekili olarak meclise girmiştir. Ecevit’in son sıradan aday gösterildiği Ankara’da CHP birinci parti olmuş böylece Ecevit’e meclis kapısı aralanmıştır.

Partide sessiz sedasız varlığını sürdüren Ecevit, İnönü’ye sadık kalmış, parti içi çekişmelerden uzak durmuştur. İnönü’nün görüşlerinden ve parti içindeki çizgisinden sapmamış, otoritesine ters düşecek davranışlardan kaçınmıştır. Yabancılarla görüşmelerinde İnönü’ye tercümanlık yapmıştır (Akar ve Dündar, 2008: ss. 73-74). Ecevit’te eskiden beri var olan İnönü hayranlığı yakınında bulundukça daha da artmıştır. Bu süreçte Ecevit, kimi zaman meydanlarda İnönü’ye yapılan fiili saldırılara karşı koyarken kimi zamanda Ulus’taki köşesinden ona övgüler düzüyordu (Ecevit, Ulus 18.10.1957; 24.09.1958; 13.12.1959). Ecevit, 1959 yılında İnönü’nün listesinden parti meclisine seçilmiştir (H. Bila, 1987: ss. 238-240). Siyasete girişinden iki yıl gibi kısa bir sonra parti yönetiminde söz hakkına sahip olması, genel başkanın güvenini kazandığını gösteriyordu.

1958 yılında bir grup partili tarafından CHP Araştırma Bürosu kurulmuştu. CHP’nin parlamentoda gündeme alacağı bütün meseleler ve sürdüreceği muhalefetin tüm girdisi büronun hazırlayacağı çalışmalara göre belirlenecekti. Çalışma konuları kalkınmaya dayalı ekonomik tedbirlerden iç politikada seçim meselesine, işçi sorunları ve dış politikaya kadar oldukça geniş tutulmuştu. Büro, CHP’nin iktidar olması durumunda toplumsal sorunlar karşında hükümet görevine uyum sağlayabilmesi için gerekli çalışmaları da yerine getirecekti. Başkanlığını

96

Turhan Feyzioğlu’nun yaptığı birimde, çoğu Forum çevresinden gelen Doğan Avcıoğlu, Turan Güneş, Coşkun Kırca, Osman Okyar gibi isimler görev yapıyordu. Ankara milletvekili Bülent Ecevit de araştırma bürosunun elemanları arasındaydı. 1958 yılından itibaren CHP, DP’ye karşı geliştirdiği söylemlerde sosyal ve ekonomik problemleri ön plana çıkarmaya başlamıştı. Bu değişimde araştırma bürosunun önemli katkısı bulunuyordu. Büronun çalışmalarında memurlar, işçiler ve köylüler olmak üzere üç önemli toplumsal kesimin talep ve ihtiyaçları üzerinde özellikle duruluyordu (Emre, 2013: ss. 59-80). Büronun elemanlarından biri olarak Ecevit de 1960’tan sonraki yazılarında işçilerden, köylülerden ve onların meselelerinden çokça söz etmeye başlamıştı.

Bülent Ecevit’in parti meclisine seçildiği CHP 14. Kurultayında (1959) “İlk Hedefler Beyannamesi” adıyla muhalefetin ortak bir demokrasi programı ilan etmiştir. Beyannameye göre öncelikli müşterek amaç: partizanlığın kaldırılması, ikinci bir meclisin kurulması, seçim güvenliği, anayasa mahkemesinin kurulması, yüksek hâkimler kurulunun oluşturulması, memurlara mahkemeye başvurma hakkı tanınması, basın özgürlüğünün anayasaya bağlanması, üniversite özerkliği ve sosyal adalet kavramının anayasaya girmesidir (Tunçay, 1992: s. 185) DP, muhalefetin hamlesine Vatan Cephesini kurarak karşılık verdi. DP’nin amacı tabanını genişletmek ve halkın desteğini sağlamaktı. Ancak muhalefete yönelik asıl tedbir Tahkikat Komisyonları kurulmak suretiyle alınmaya çalışılmıştır. Soruşturma, yargılama, kapatma gibi geniş yetkilerle donatılan komisyon muhalefetin tüm faaliyetlerini soruşturacak ve vardığı sonuçları üç ay içinde rapor edecekti. Bu süre zarfında meclis dışındaki bütün siyasal faaliyetler yasaklanacaktı (Zürcher, 2005: s. 349).

Tahkikat komisyonları bulgularını açıklanamadan 27 Mayıs 1960 sabahı, bir grup subay tarafından yönetime el konuldu. Darbeciler Milli Birlik Komitesi (MBK) adı altında örgütlenen 39 subaydan oluşmaktaydı; ancak komite fikri birlikten, bütünlükten yoksundu. Darbeci subaylar arasında iki farklı eğilim mevcuttu. Yıllardır darbe hazırlığı içinde olan birinci eğilimdekiler (aşırılar) girişim başarıya ulaştıktan sonra ülkeyi askeri rejimle yönetmek istiyordu. Ilımlılar ise CHP lideri İsmet İnönü’nün etkisi ile hukuki ve siyasal düzenlemeler yapıldıktan

97

sonra hemen seçimlere gidilmesini ve iktidarın parlamentoya teslimini düşünüyorlardı (H. Özdemir, 1992: ss. 196-197).

Komite içinde 14’ler olarak bilinen askeri yönetim yanlıları “Ülke ve Kültür Birliği” adında bir bildiri yayınlayarak askeri, faşist diktanın işaretini verince CHP, Ulus gazetesi üzerinden karşı kampanya başlatmıştı. Basın yoluyla icra edilecek kampanyayı uygulama görevi Ecevit’e verilmişti. Ecevit, “Ülkü ve Kültür Birliği” adının Mısır ve Irak’taki darbe yönetimlerini çağrıştırdığını belirttikten sonra tasarının kamuoyu ve aydınlar tarafından enine boyuna tartışılması gerektiğini ileri sürüyordu. Tasarının tartışılmaksızın teşkilat eliyle kanunlaştırılmasını demokrasi ve düşünce hürriyetine aykırı buluyordu. Atatürk devrimleri adına bir tür toplum mühendisliğine kalkışılmasını eleştiriyor, “kimsenin, Atatürk adına Türk ulusu için ülkü ve kültür reçeteleri yazmağa yetkisi olamaz” diyordu (Ecevit, Ulus 05.11.1960). Ulus’ta kaleme aldığı “Tehlikeli Tasarı” başlıklı yazıda ise söz konusu projenin ayrıntılı bir tahlilini yapmıştı. Ecevit’e göre tasarıyla beraber kurulacak olan teşkilat her yönüyle demokrasiye ve milli iradeye aykırıydı. Çünkü kurulması öngörülen yapı fikir ve sanat hayatını tepeden düzenleyen tekelci bir zihniyetin ürünüydü. Böyle bir yaklaşım demokrasilerde kesinlikle yeri olamazdı (Ecevit, Ulus 13.11.1960). 27 Mayıs darbesinin demokrasi ve hürriyet adına yapıldığına inanan Ecevit, “devrim”in 3. Dünya diktatörlüğüne evrilmesine şiddetle karşı çıkmıştı. Ulus’taki gayretlerinin ve yazılarının, 14’lerin tasfiyesinde etkili olduğunu düşünmekteydi (Kurt, 2002: s. 41).

Ecevit, 27 Mayıs’ı bir halk hareketi olarak gördüğü için desteklemişti. Ulus’taki köşesinin adını “Günün Işığı”ndan “Günaydın”a çevirmişti. Ecevit’e göre DP’nin karanlık günleri geride kalmış, 27 Mayısla beraber aydınlık günler belirmişti. 27 Mayıs’ın ardından kaleme aldığı ilk yazıya “Karanlık günlerin sona erdi, günaydın Türk milleti” diye başlamıştı. Ordunun hareketinden övgüyle bahsettikten sonra “Sağ olasın Türk ordusu, günaydın Türk milleti” diyerek bitirmişti (Ecevit, 28.05.1960).27

Ecevit’e göre 27 Mayıs darbe değil, olumlu anlamda “ihtilal” veya “devrim”di. İktidar anayasal suç işlemeye başlayarak

98

meşruluğunu kaybettiği için 27 Mayıs’a “hükümet darbesi” denemezdi, çünkü ortada meşru bir hükümet kalmamıştı. 27 Mayıs darbesinin toplumsal karakterini şöyle açıklıyordu:

Bu üç askeri müdahale 1960, 1971 ve 1980. Gerçekten bunlar arasında özellikle 1960 ve ondan sonrakiler arasında bence, kesin kategorik bir fark vardır. Şöyle; aslında 27 Mayıs 1960 öncesinde Türkiye’de sınırlı ölçüde bir halk hareketi oluşuyordu. Yani gençlik hareketi şeklinde ama nihayet o gençlik, Türkiye'nin her yerinden ve toplumun her kesitinden, ama bir dayanışma içinde, sınıflaşmanın vb. ortaya çıkmadığı bir ortamda meydana gelen bir halk hareketiydi (Aktaran: Kurt, 2002: s. 39).

Silahlı Kuvvetlerin Menderes hükümetimi devirmesi, Ecevit’e göre halktan yükselen talebe karşılık geldiği için halkın iradesiyle çelişmiyor, kolektif iradeyi yansıtıyordu. Ancak kısa bir süre sonra fikirleri değişmeye, kendi ifadesiyle “aklı başına gelmeye” başlamıştır. Müdahaleyi duyar duymaz İnönü’nün evine giden Ecevit, orada karşılaştığı manzarayı ve kendisinde bıraktığı etkiyi şöyle anlatmaktadır: “İsmet İnönü son derece üzgündü; ben şaşırdım, çünkü sevinmesini bekliyordum. Fakat çok üzgündü ve kaygılıydı. Bu durum askeri yönetime sevinmemek konusunda üzerimde ilk uyarı oldu. Fakat başlangıçta birkaç gün sevinmiştim” (Akar ve Dündar, 2008: s. 62; 2006: ss. 77-78). 27 Mayıstan bir gün sonra İnönü, bir genelge göndererek “düşük iktidarın yıllarca devam eden zulmünün intikam duygularına yol açmaması” konusunda parti teşkilatını uyarmıştı. Yine aynı genelgede ihtilali yapanlarla aynı görüş, düşünce ve inanca sahip olduklarını belirttikten sonra “CHP, 27 Mayıs hareketinin ne başındadır, ne de içindedir” diye eklemişti (H. Bila, 1987: s. 251).

Otuz iki yaşında aktif politikaya giren Bülent Ecevit’in siyaset deneyimin ilk döneminde üç nokta belirginleşmektedir. Birincisi, ismi Cumhuriyet ve CHP ile özdeşleşen İnönü’nün takdirini kazanmaya başlamasıdır. Mücadelelerin ve hiziplerin eksik olmadığı CHP’de parti içi çekişmelerden özellikle uzak durmakta, İnönü neredeyse Ecevit de o yana meyletmektedir. Önceden beri İnönü’ye hayranlığını saklamayan Ecevit’in gözünde İnönü, günden güne devleşmekte

99

efsanevi bir kişilik halini almaktadır. Ecevit, kısa sürede İnönü’nün gözdeleri arasına girmiş ve siyaset basamaklarından hızla yükselmeye başlamıştır.

İkinci olarak, DP’nin antidemokratik uygulamalarına karşı verdiği mücadele Ecevit’in politik hayatına yön verecek iki ilkeyi dâhil etmiştir: Demokrasi ve özgürlük. DP karşısındaki bütün muhalifler gibi Ecevit’te en çok demokrasi ve özgürlükleri dile getiriyordu. Yazılarında ve demeçlerinde DP’ye yönelttiği eleştiriler genellikle temel haklar, özgürlükler ve ekonomik meseleler düzlemindeydi. 27 Mayıs’ta demokrasinin yıkıldığını ve bunun sebebinin DP olduğunu ileri sürüyordu. Ecevit, siyasete girer girmez demokrasi ve özgürlük mücadelesinin içinde kendini bulmuştu. Bu yüzden özgürlükler ve demokrasi, onun tüm siyasal yaşamının temel ilkelerinden olmuştur.

Üçüncüsü ise 27 Mayıs 1960 darbesinden edindiği izlenimdir. Bila’nın da belirttiği gibi çoğu kişinin ortak kanaati darbenin CHP adına yapıldığıydı (H. Bila, 1987: s. 251). Ecevit ise darbeyi DP’ye karşı yükselen bir halk hareketi olarak görmekte ve ilk etapta ordunun müdahalesini onaylamaktaydı. Ancak İnönü’den edindiği izlenimler ve akabinde DP’lilerin maruz kaldığı muamele, askeri müdahalelerin pek de alkışlanacak bir şey olmadığına dair önemli bir ders olmuştur. 27 Mayıstan sonra ordunun politikadaki rolü ve işlevi konusunda daha temkinli ve mesafeli olmaya özen göstermiştir. Politik mücadelede sivil aktörlere ağırlık vererek 1971’de ve 1980’de darbeye şiddetle karşı çıkmıştır. Hatta 12 Mart muhtırasının kendisine ve CHP’ye karşı verildiğini ileri sürmüştür.