• Sonuç bulunamadı

İlkokulu Mimar Kemal İlkokulunda bitirdikten sonra Erkek Lisesinin orta kısmına devam eden Ecevit, ortaokuldan sonra daha iyi bir eğitim alması ve yabancı dil öğrenmesi için ailesi tarafından Robert Koleji’ne gönderilmiştir. Robert Kolejde önceleri yatılı kalan Ecevit, daha sonra pansiyona çıkmış ve son iki yılını Madam Lusi adında Ermeni bir kadının evinde pansiyoner olarak geçirmiştir (Kurt, 2002: ss. 17-18).

Ecevit içine kapanık halini Robert Kolejde de sürdürmüştür. Genellikle arkadaşlarından ayrı durmuş, öğrenciliğin olmazsa olmazı sayılan yaramazlıklar ve kaçamaklar yapmamıştır. Robert Kolej’den sınıf arkadaşı olan Altemur Kılıç, Ecevit’i şöyle anlatmaktadır:

61

Çok nazik, çok kibar, karıncayı incitmeyen, arkadaşlıklarına dikkat eden, biraz içine kapanık bir insandı. Tek uğraşı şiir yazmak ve çay içmekti. Bol miktarda çay içer şiir yazardı. Politikayla kesinlikle alakası yoktu. Politikayı bilmezdi. Sağ-sol bilmezdi. Biz aramızda sağ-sol münakaşaları yapardık. Ben sağda, Mehmet İsvan solda. Nazım Hikmet münakaşaları falan, Bülent karışmaz dinlerdi. Sen de haklısın sen de haklısın derdi. Hatta biraz milliyetçiliğe, sağa meyyal idi (Kurt, 2002: s. 20).

Kılıç’ın da belirttiği gibi Ecevit’in çevresiyle ve akranlarının ilgi duyduğu konularla pek alakası yoktu. Yine sınıf arkadaşlarından biri olan Dimitri Andriadis kolej yıllığına Ecevit hakkında şunları yazmıştı: “Bir bardak çay, bir deste kâğıt, bir kurşun kalem ve bir şiir kitabı… İşte Bülent Ecevit’in en sadık arkadaşları” (Belli, 1975: s. 29). Kolej’de 1942-1943 yıllarında yapılan nesir ve şiir yarışmasının birincisi seçilmişti. Birincilik kazandığı “Halk Şiiri” isimli nesirde Türk köylüsünün özellikle Doğu Anadolu insanının acılarını ve yüceliğini dile getiriyor ve yazıyı şöyle tamamlıyordu:

Türk gençliği eğer köylüsünün seviyesine yükselmek onun sevgisini hak etmek istiyorsa, her türlü eğlenceden lüksten şimdilik vazgeçmelidir. Bir lise talebesinin her çaya gidişinde köylünün seviyesi ile arasındaki fark biraz daha çoğalmakta kendisi biraz daha alçalmaktadır. Halk şiirini çok okuduğumdan ve onların istemlerini anlayabilmek sırrına erdiğimden mi ne bilmem, çok sevdiğim arkadaşlarımın her bir danslı çaya gidişlerinde onlara karşı büyük bir kırgınlık duyarım (Sağlamer, 1974a: ss. 42-43).

Ecevit’in köylülerle tanışması daha eskiye dayanmaktadır. Baba Ecevit mesleği gereği Ankara’nın civar köylerine gider bazen de onu da yanında götürürdü. Fahri Ecevit adli tıp tabibiydi ve gezilerin nedeni genellikle ölüm, yaralama, kaza gibi elim olaylardı. Yoksulluğu, dertleri ve hüznü yüzüne sirayet etmiş olan köylüler çoğunlukla susar, gerekmedikçe konuşmazlardı (Bildirici, 2000: s. 15). Çocukluğundan bilincine yerleşen köye ve köylüye dair olumsuz hatıraların onun kırsal yaşama ilgisinin gerekçelerinden biri olduğunu iddia etmek yanlış olmasa gerekir. Bu ilgi gün geçtikçe büyüyerek politik hayatının ana temalarından olacaktır. “Köy-kent” projesi ve “Demokratik Solda işçi-köylü el ele” gibi politik argümanlarının izini buradan takip etmek mümkündür.

62

Ecevit, şiir, edebiyat ve İzlerimiz isimli okul dergisiyle ilgili özel yetenekleri haricinde derslerde yine vasat bir öğrencidir, ama “okuma-yazma”daki üstün kabiliyeti onu bir anda popüler biri haline getirmiştir. Arkadaşlarının sevgisini, saygısını hatta takdirini kazanması ise Altemur Kılıç’a yaptığı jest sayesindedir. Dergiye başyazar olarak düşünülen Altemur Kılıç II. Dünya Savaşında Almanları desteklediği gerekçesiyle okul yönetimi tarafından veto edilmişti. Başyazarlık görevi kendisine verilen Ecevit’in, dergideki ilk yazısı: “Bu dergiyi, (İzlerimiz)’i giderilmesi elimizde olmayan engeller yüzünden aramıza alamadığımız değerli arkadaşımız Altemur Kılıç’a ithaf ederiz” ifadeleriyle yayınlanmıştır (Kurt, 2002: s. 18). Altemur Kılıç bu olayı şöyle nakletmektedir:

Derginin başındaki isim ben olacaktım. Fakat o zaman ben biraz daha sağdaydım ve Amerikalı yönetim beni veto etti. Haklıydılar, çünkü aşırı hareketler yapıyordum. Ecevit burada çok güzel bir jest yaptı. Derginin o sayısını ki içinde benim de piyesim basıldı, “Bazı sebeplerle aramıza alamadığımız Altemur Kılıç’a ithaf olunur” diye bana ithaf etti. Yani bu inceliğini gösterir, efendiliğini gösterir (Akar ve Dündar, 2008: s. 28).

Bülent Ecevit, kolej yıllarından itibaren hayatı boyunca şiirler yazmıştır. İlk şiirleri Vedat Nedim Tör’ün çıkarttığı ‘Hep Bu Topraktan’ adlı dergide yayınlanmıştır. Daha sonra Yücel, Varlık, Akis, Dost, Forum gibi dergilerde şiirleri yer almıştır.

Ecevit, şiiri düşüncenin nesnesi değil bizzat düşüncenin kendisi olarak görmüş ve hayata bakışının bir ifadesi olarak sunmuştur. Ancak “topluma bir mesajım olacağı zaman bunu şiirle ifade etmem” diyerek şiire toplumsal bir işlev yüklemediğini, şiirin onun özel eylemi olduğunu belirtmiştir: “Ben yapabildiğin kadar toplumsal görevimi siyasal eylem yoluyla yapıyorum. Siyasal açıklamalarımla yapıyorum. Doğrudan yapıyorum. Şiir benim özel eylemim” (Ecevit, 2005: s. 11) Şiir, Ecevit’in özel alanı olsa bile onu toplumsal ve siyasal yaşamından ve bu yaşamın etkisinden tamamen soyutlamak mümkün değildir. Hatta onun yaşamında şiir ve siyaset bağımlılık ilişkisi içindedir. Bu yüzden “siyasete girdim diye şiir yazmayı şiir çevirmeyi bıraksaydım ben, ben olmazdım” diyecektir. Siyasetçinin bazen kalıpların dışına çıkıp siyasete dışarıdan bakabilmesi

63

gerektiğini söyledikten sonra şöyle söylemektedir: “Siyasetin bir soyut uğraş olmadığını siyasetin öz konusunun insan olduğunu öz amacının insan özgürlüğü ve mutluluğu olduğunu unutturmayacak bir uğraşı bir bakış açısı bulunmalıdır siyaset adamının” (Ecevit, 2005: ss. 11-12).

Şiiri özel alana alınca, bu özel alan Ecevit için aynı zamanda bir özgürleşim alanı haline gelmektedir. Kelimeler ve düşünceler tamamen özgürdür ve şair hayal dünyasını; kelimeleri, kavramları istediği gibi eğip bükerek alışılmış kalıpların dışında kullanarak anlatır. Kimseye bir şey anlatmak, bir mesaj vermek kısaca anlaşılmak zorunda değildir. Bu nedenle Ecevit’in şiirleri genellikle kapalıdır. Kolay açılmayan soyut ve anlaşılması güç dizelerdir. Ayrıca şiirlerinde mümkün olduğunca az imla işareti kullanmış hatta hiç virgül kullanmamıştır. Bu kural dışılık şiirlerine seçtiği konularda da kendini göstermektedir. Robottan, uluslararası ilişkilere, savaşlara, varlığa, güzel sanatlara, köylülere ve işçilere kadar birçok konuyu şiirlerinde işlemiştir. Hatta Casparov’un satranç oynadığı “Deep Blue” isimli bilgisayar ve “Van Gölü Canavarı” hakkında bile şiir yazmıştır.

Ecevit’in yazılarında ne Osmanlıca ne de öz Türkçe hâkimdir. Kolay anlaşılır, akıcı ve yalın bir anlatımı vardır. 1998 yılında, Diyalog adında bir sivil toplum örgütü, Türkçeyi doğru kullanarak topluma iyi örnek olan kişilere yönelik yaptığı değerlendirme sonucunda TBMM’den Bülent Ecevit’i ödüle layık görmüştür. Kuruluş, Ecevit’in seçilme gerekçesini “Mecliste ve meclis dışındaki ortamlarda yaptığı konuşmalarda, Türkçeyi özenli, zengin, güzel, doğru, akıcı ve her kesimden insanın rahatça anlayabileceği bir biçimde dile getirmesi” olarak belirtmiştir (Koloğlu, 2000: s. 27).

Bülent Ecevit, politikaya atıldıktan sonra şairliği ve şiirleri sürekli gündeme getirilerek tartışma konusu yapılmıştır. Eleştiriler öncelikle kişiliği etrafından yoğunlaşmış ve Ecevit’in toplumsal gerçeklerden kopuk olduğu, toplumsal realiteleri yanlış değerlendirdiği ileri sürülmüştür (Kahraman, 1993).14

Diğer yandan farklı tarihlerde yazdığı şiirler, rakipleri tarafından kimi zaman tutarsızlıkla

14 Kahraman, Ecevit’in önce Ortanın Solu daha sonra ise Demokratik Sol olarak nitelendirdiği fikirlerinin sosyal demokrasinin tarihsel ve toplumsal realitesiyle uyuşmadığını ve yersiz bir romantizm içerdiğini belirtmektedir (Kahraman, 1993).

64

kimi zaman ise vatansever olmamakla suçlanmasına neden olmuştur. 18 yaşında bir lise öğrencisiyken yazdığı “Tuna” şiiri Türkçü-Turancı görüşleriyle bilinen Gök- Börü dergisinde yayınlanmıştır. İstiklal mahkemeleri reisi Kılıç Ali’nin oğlu, okul arkadaşı Altemur Kılıç, şiirin yayınlanmasına aracılık etmişti (Akar ve Dündar, 2008: s. 25). Şiirdeki “Sor Tuna’ya nedendir bu ağlayışı, Kıyılarındaki Türk kalelerinden, Rüyasında bir TÜRK’ün aksi durunca” gibi ifadeler, milliyetçi temalar ve söylemler içeriyordu. “Ecevit Adında Biri Yahut İkinci İsmet İnönü” adıyla yayınlanan bir kitabın “Üçüncü Sınıf Bir Şair” başlıklı bölümünde bu dizelerden hareketle Ecevit’in tutarsız olduğu ileri sürülmüştü Çürüksulu ve Adakaleli, 1975: ss. 9-15). Ecevit, şiiri yazdığı dönemde milliyetçi sayılabilirdi, en azından bu yönde eğilimleri vardı. Ancak onun milliyetçiliği Türk milletinin kültürel bakımdan diğer milletlerden daha aşağı olmadığını fakat hak ettiği yaşam düzeyine erişemediğini savlayan bir milliyetçilikti. Kendi ifadesiyle milliyetçiliği, Türk’ün aşağılanmasına duyduğu tepkiden ileri geliyordu. Köylülerin utana sıkıla “kusura bakma bey’im biz Türk’üz aklımız ermez” deyişlerinden etkilenmiş ve milliyetçi olmuştu (Akar ve Dündar, 2008: s. 26).

Sağcı, milliyetçi rakipleri tarafından kullanılan bir diğer şiir ise Türk-Yunan şiiriydi. “Sıla derdine düşünce anlarsın, Yunanlıyla kardeş olduğunu” dizeleriyle başlayan şiir Türk-Yunan dostluğunu işliyordu. 18 Haziran 1974 tarihinde TBMM’de yapılan oturumda Demokratik Parti grubu adına söz alan Niğde Milletvekili Mehmet Altınsoy, Ecevit’i “Atina ağzıyla konuşmak”la itham ederek Atinalı kardeşlerine yazdığı şiiri bir daha okumasını salık vermiştir. Söz alarak kürsüye çıkan Ecevit, söz konusu şiiri 1950 yılında yurt dışındayken Türk-Yunan dostluğuna verdiği önemden dolayı yazdığını söylemiştir. Konuşması sırasında şiiri okuması için ısrar eden DkP vekillerine, “şiir aklımda yok ama bugün de o şiirin altına imzamı atarım” diyerek cevap vermiştir (Belli, 1975: ss. 67-68).