• Sonuç bulunamadı

CHP’nin 1965 seçimleri öncesi ortaya attığı Ortanın Solu söylemi ilk etapta somut ideolojik ve sınıfsal bir karakter taşımıyordu. İnönü, kavramı ilk başlarda devletçilikle daha sonraları halkçılık ve laiklikle bağdaştırmıştı. İlerleyen zamanlarda ise devletin ve Anayasanın da Ortanın Solunda olduğunu vurgulamıştı. Diğer yandan 1960’larda gelişmeye başlayan radikal hareketlerin etkisiyle İnönü, Ortanın Solunun komünizmi ve faşizmi önleyecek bir politika olduğunu da belirtmişti (Fedayi, 2004: s. 166).

CHP’nin söylem değişikliğine gitmesinde, sosyo-ekonomik koşulların yanında sol ideolojinin yükselişi ve kitle desteği bulması da etkiliydi. 1961 yılında Türk-İş’ten ayrılan bir grup sendikacı tarafından kurulan ve M. Ali Aybar’ın liderliğe geçmesiyle dinamizm kazanan Türkiye İşçi Partisi, özellikle gençler arasında popülerlik kazanıyordu. TİP faaliyete başlayıncaya kadar CHP, gençlik yönünden rahattı, çünkü 1950’lerin sonundan itibaren üniversite gençliği büyük oranda CHP’yi desteklemekteydi. TİP’in legal toplumcu görüşleri aydınlar ve emek çevreleriyle birlikte gençleri de kendine çekmeye başlamıştı (Bozkurt, 1976: ss. 405-406). CHP bir yandan gençliği yanında tutmak bir yandan da sosyalizmin etkisini kırmak gibi ikili bir durumla karşı karşıya kalmıştı. Bu koşullarda Ortanın Solu, parti içi arayışları ve genç kuşakları tatmin etmeye yönelik yarı ideolojik bir söylem olarak belirdi. Kavram, partinin siyasal duruşuna muğlak bir gönderme

134

yaparken “aşırı sol”u engelleyici bir araç olarak da düşünülmüştü. İnönü kendisinin solu, “aşırı sol”dan koruyacağını taahhüt ediyor; AP’ye de sağı, “aşırı sağ”dan koruması çağrısında bulunuyordu (Ahmad, 2007b: ss. 317-318).

Bülent Ecevit genel sekreterliğe geçtikten sonra yazdığı kitaplar, gazete yazıları ve verdiği demeçlerle Ortanın Solunu daha ideolojik ve sınıfsal bir karaktere büründürdü. Zamanla Ortanın Solu yerine Demokratik Solu tercih ederek partinin resmi metinlerine de yerleştirdi. Ecevit, Demokratik Sol’un marksist kökenli olmadığını vurgulayarak batılı sosyal demokrasiden; sınıf savaşını reddederek ve sosyalist ideolojilerin özgürlük karşıtı katı sistemler olduğunu ileri sürerek de devrimci soldan ayrıldıkları noktaların altını çizdi. Konuşma ve yazılarında alt yapı-üstyapı, emekçiler ve devrimcilik gibi marksist kavramları çokça kullansa da görüşlerini iktisadi politikalarla desteklenmiş Türkiye'ye özgü halk demokrasisi demeti olarak sundu. Ecevit’in 1970’lerde kristalize ettiği ve sonraki politik hayatı boyunca sözcülüğünü yaptığı Demokratik Sol, Kemalizm’in, Türk sağının ve sosyal demokrasinin belirli unsurlarını bir araya getiren eklektik bir ideolojiydi.

Daha önce belirtildiği üzere CHP’nin sola açılmasında TİP’in toplumdan destek kazanmasının büyük etkisi vardı. 1961 Anayasasına dayanılarak kurulan parti, sosyalizmin legal alandaki tek etkili temsilcisiydi. Yön-Devrim grubunun zinde güçler yaklaşımını ve Milli Demokratik Devrimcilerin anti-emperyalist mücadeleyi önceleyen iki aşamalı devrim tezini reddediyordu. Milli güçler veya devrimci mücadele yerine parlamenter mücadeleyi benimsemişti. İşçi sınıfı ve emekçiler başta olmak üzere halkın oylarıyla iktidara gelerek Sosyalist düzeni kurmayı vaat ediyordu. Fransız Marksist Roger Garaudy’nin görüşlerinden etkilenen M. Ali Aybar, TİP’in sosyalizmini reel sosyalizmden ayırt etmek için “Türkiye’ye özgü sosyalizm”, “güler yüzlü sosyalizm” ve “hürriyetçi sosyalizm” gibi tanımlamalar kullanıyordu (Şener, 2007: s. 362). TİP’in yasal parti kimliği, devrimci şiddeti dışlayan ve Sovyet sosyalizmini eleştiren söylemleri aydınlar ve gençler üzerinde etkili olmuştu. Parti mevcut toplumsal sorunları, sosyalist tezlerle ilişkilendirerek halkçılığa varan enerjik kampanyalarla kitlesel bir dinamizmi harekete geçirmişti. TİP bu yönüyle Türk solu içinde benzersiz bir yere sahipti

135

(Belge, 2003: s. 167).38 1965 seçimlerinde %3 oy alarak 15 milletvekiliyle meclise girmiş ve parlamentoda etkili bir sosyalist muhalefet örneği sergilemişti. Parti, bir zamanlar CHP etrafında kümelenen aydınlar ve üniversite gençliğinin yeni adresi haline geliyordu. İnönü, 1968 yılında “[b]aşlıca rakibimiz TİP’tir” diyerek bu durumdan duyduğu rahatsızlığı ifade etmişti (Fedayi, 2004: s. 166). Sosyalizme sahici bir halk desteği sağlamanın yanında TİP’in diğer önemli özelliği de gerçek ideolojik temele dayanarak siyasal mücadele veren ilk parti olmasıydı (Zürcher, 2005: s. 359).

TİP’in 1965 seçimleri öncesinde devlet radyosundan propaganda yapma imkânı bulması, siyasal fikirlerini geniş kitlelere duyurabilmesi bakımından iyi bir fırsattı. Genel Başkan Aybar konuşmalarında kapitalistleri, toprak sahiplerini ve gelir dağılımı adaletsizliğini şiddetle eleştirmişti. Özellikle toprak reformuna ayrı bir önem verilmiş ve bu doğrultuda yurt çapında kampanyalar düzenlenmişti. TİP, CHP’nin sola yönelmesini desteklemekle birlikte toprak sahipleri ve diğer zengin grupların çıkarlarını temsil ettiği gerekçesiyle tüm partilere olduğu gibi CHP’ye de karşı çıkmaktaydı (Karpat, 2004: ss. 383-392).39

Birçok devrimci için CHP, bürokratik yapısı nedeniyle bir burjuva partisi hüviyetindeydi. Ortanın Solunun ideolojik muğlaklığı da göz önüne alındığında sol için CHP klasik konumunu hala muhafaza etmekteydi. Ancak devrimci solun asıl gündemi CHP’den ziyade sosyalizmin Türkiye’de hangi yollardan ve nasıl hayata geçirileceğiydi. Sol gruplar ve fraksiyonlar içinde esaslı tartışmalar, devrimin nasıl gerçekleştirileceği, yasal mücadele mi yoksa silahlı mücadele mi verileceği,

38

M. Ali Aybar, tek parti CHP rejimine karşı Demokrat Parti muhalefetini desteklemişti. Bu nedenle Belge, Aybar’ın 1950’de siyasal sitemin yarışmacı ve açık hale gelmesinin önemini kavrayan ender solculardan biri olduğunu belirtmektedir.

39

Öğün, Aybar’ın radyo konuşmalarıyla ilgili şu anısını nakletmektedir: 1969 seçimlerine doğru hızla yol alıyoruz. O günlerde henüz on yaşında bir çocuğum ve babamla birlikte radyodan naklen verilen politik propagandaları can kulağıyla dinlemekteyim. Nihayet anons edildi T.İ.P Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar konuşacak. Yiğit bir ses; kendine güvenli, enerjik ve inançlı: “İşçiler,

Emekçiler, Kardeşlerim” diye başlıyor konuşmasına. Babam, Aybar’ın konuşmasının pek çok

yerinde başını sallıyor. Onu onaylıyor. Çocuklu haylimle Aybar olağanüstü yakışıklı, heybetli; bir masal kahramanı gibi devleşiyor. (Daha Aybar’ın fotoğraflarını gördüğüm zaman hiçbir hayal kırıklığı yaşamadım). 70’li yıllar Aybar’ın politik kariyerinde bir düşüştür. Onun yerini Bülent Ecevit’in karizması almıştır. Ama Ecevit’in hitabet gücü bile babama Aybar’ı unutturamamıştır. Ecevit’in konuşmalarını dinlerken bana sık sık “iyi ama bunların çok daha iyisini Aybar söylemişti.

136

emperyalizmin konumu, işçi sınıfının durumu ve hangi güçlere dayanılacağı gibi kuramsal meseleler etrafında yaşanıyordu. Her grup kendine göre bir Türkiye tahlili yapıyor ve bu tahlilden bir devrim stratejisi üretiyordu. CHP’nin ideolojik ve sınıfsal yapısı tali bir unsur ve ikincil bir tartışma olarak kalıyordu. Bu yüzden 1960-1980 arası “Türk Solu”nu ele alan çalışmaların çoğunda CHP’ye ya hiç yer verilmemiş ya da çok az değinilmiştir.

MDD tezini savunanlar için Ecevit ve CHP emperyalizme karşı işbirliği yapılacak milli bir müttefik olarak değerlendiriliyordu. Mihri Belli, CHP’nin mevcut sınıfsal yapısından hareketle görüşlerini şöyle sıralıyordu: “Milli Demokratik Devrim şiarıyla ortaya çıkıldığı takdirde bürokrasinin büyük çoğunluğunu teşkil eden (ve sosyalizmden yana olmayan) Atatürkçü kesimi, yani küçük burjuva bürokrasisini, antiemperyalist ve anti feodal devrim cephesinde yanımızda bulacağız” (Ç. Yetkin, 1998: s. 121). Doğu Perinçek de CHP içindeki bölünmeden yola çıkarak “bürokratik-aydın kanadın partiye hâkim olacağını ve ideolojik mirası reddedeceğini” söylüyordu. Ancak bu durumda egemen sınıfların, kendisinden uzaklaşan “bürokrat-aydın muhalefet” öncülüğündeki CHP’yi sosyalist hareketten koparmaya çalışacakları uyarısında bulunuyordu (Ç. Yetkin, 1998: s. 231). MDD’ciler için CHP, emperyalizme karşı kurulacak milli cephenin bir elemanı olarak görülüyordu. İlkesel ve ideolojik bir yakınlaşmadan ziyade pragmatist bir tavır söz konusuydu. Sosyalist devrim aşamasına geçildiğinde CHP ya da herhangi bir küçük burjuva gücüne gerek kalmayacaktı.

Bazı durumlarda, CHP dâhil olmak üzere sol gruplar arasındaki bölünmüşlük unutularak, “eylem birliği platformları” şeklinde bir araya gelinmekteydi. 1 Mayıs gibi geleneksel eylemler ve faşizme karşı güç birliği gösterileri bunlardan başlıcalarıydı. Örneğin Behice Boran ve M. Ali Aybar gibi sosyalist öncüler, faşizm tehlikesine karşı bütün demokratların, CHP’nin 1976 yılında Ankara’da düzenlediği “Özgürlük ve Barış” mitingine katılması çağrısında bulunmuştu (Ahmad, 2007b: s. 441). Devrimci Yol’un önemli isimlerinden Melih Pekdemir de CHP yöneticilerinin düşmanca tavırlarına rağmen 1970’lerde partinin tabanıyla sıcak ilişkiler içinde olduklarını belirtiyordu. Dev-Yol’cular özellikle taşrada faşistlere karşı CHP ileri gelenleri ile yakın temas halindeydiler. CHP ile organik bir ilişki söz konusu

137

olmasa da devrimciler açısından “CHP büyükleri, doğal müttefik sayılan demokratlar” olarak görülmekteydi (Pekdemir, 2007, 774). Diğer yandan CHP yönetiminin konformizmine karşılık partinin gençlik teşkilatı daha radikal bir tutum içindeydi. 1970’lerin CHP’li gençleri fikir, görüş ve toplumsal sorunlara yaklaşımları bakımından devrimci sola oldukça yakın duruyordu. CHP gençlik kolları ve CHP’nin kontrolündeki Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonu, protesto ve mitinglerde Dev-Genç ve Fikir Kulüpleri Federasyonu gibi örgütlerle ortak hareket ediyordu (Bozkurt, 1976: ss. 414-416).

Demokratik Sol hareket CHP’yi, 1960’larda belirmeye başlayıp 1970’li yıllarda kitleselleşen sol taleplerin kurumsal temsilcisi konumuna getirmişti. CHP solun kurumsal temsilcisi, Ecevit ise lideri konumuna yükselerek bir bakıma sosyalist hareketlerden rol kapmış oldu. Partideki sola açılımın günden güne güçlenmesi devrimci sol hareketlerin CHP’ye ve Ecevit’e bakışını değiştirdi. Tabandaki yakınlığa rağmen CHP ve özellikle Ecevit eleştirilerin hedefi haline geldi. Ecevit, “solu yumuşatmak”, “sosyalizme akan Türkiye’yi sağa çekmek”, solculuk kisvesi altında “devrim, emek ve Kürt düşmanlığı yapmak” ve “uyanış içindeki işçi sınıfının gözüne perde çekmek” ile suçlandı (Bora, 2006; Özdoğu, 2015; Yüce, 2006; Akkaya, 2006).

Geniş bir açıdan bakıldığında eleştiriler ve suçlamalar iki noktada yoğunlaşıyordu. Bunlardan ilki Ecevit’in gerçekte solcu olmadığı; ikincisi ise Kürtlerin siyasal haklarını görmezden geldiği hatta bu talepler kaşında düşmanca bir tutum içinde olduğuydu. Gerçek bir solcu olmadığı eleştirisi, Ecevit’in en başından itibaren kendini ve CHP’yi Marksizm’den ve sosyalizmden soyutlamasının sonucuydu. Demokratik Sol olarak formüle ettiği ve “Türkiye özgü sol” biçiminde sunduğu görüşleri bir dönem seçmen çoğunluğunu tercihi haline gelmişti. Toplumsal eğilimin sola evirildiği bir dönemde Ecevit, karizmatik liderliğiyle bu eğilimin sözcülüğünü üstlendi. Kendisi sol terimleri çokça kullansa da marksist anlamda bir devrimci değildi. Kapitalist burjuva düzenini toptan ortadan kaldırmayı değil, ıslah etmeyi amaçlıyordu. Bu yönüyle bir tür sosyal demokrat sayılabilirdi, fakat marksist kökenli olduğu gerekçesiyle sosyal demokrasiyi de dışlamıştı. Bu yüzden devrimci sol için Ecevit, ne marksist ne de

138

“devrimci” fakat bu ikisinin fikir ve yöntemlerinden ilham alarak “gerçek sol”u tahrif eden bir politikacı durumuna düşmüştü. “Göz boyayıcılığı”yla da sol adına kitleleri yanına çekerek sosyalizmin halk desteğini zayıflamıştı.

“Kürt düşmanlığı” ithamı ise eleştirilerin yoğunlaştığı diğer noktaydı. Genel sekreter olduğu dönemde TİP’in düzenlediği doğu mitinglerine açıktan destek veren Ecevit, 1970’lerin sonuna doğru “ekonomik geri kalmışlık” tezini daha çok dile getirmeye başladı. Kalkınma tabanlı çözüm önerilerinde ısrarcı olmuşsa da özgürlükçü söylemleri de belirli bir oranda muhafaza ediyordu. Ecevit bu yıllarda Kürt sorununa karşı somut bir tutum takınmadan bir yandan devletin resmi bakış açısının dışına çıkmaya çalışırken diğer yandan tam anlamıyla hak ve özgürlükler yaklaşımını kabullenmeden ara yolcu bir söylem tutturdu. Genel başkanlığı döneminde CHP’nin düzenlediği miting ve benzeri toplantılarda “Kürtçü” sloganlar atanları kürsüden sert biçimde susturmasıyla gündeme gelmişti (Pekdemir, 2007: s. 777).

Önemli bir tarihi ve siyasal konumu olan CHP’nin sola yönelmesi ilk başlarda devrimci solu umutlandıran bir gelişmeydi. Ancak Ecevit öncülüğünde gelişen Demokratik Sol hareketin zamanla güçlenerek sol oyların tercihi haline gelmesi, sosyalizme bir engel olarak görülmeye başlandı. Böylece CHP’nin konumu ve Ecevit’in söylemleri siyaset kuramı ve pratiği bakımından eleştiri konusu yapıldı. TİP yöneticilerine göre CHP’de ne yeni bir hamle ne de sola açılış vardı. CHP’nin gayretleri solu engellemek amacıyla kurgulanmış devletçi bir taktikti (Aydınoğlu, 2007: ss. 107-108). Yetkin’in de belirttiği gibi CHP’deki gelişmeler ancak bir sosyal demokrat çizgiye oturtulabilirdi. Sosyal demokrasi ise kapitalist üretim ilişkilerinde köklü bir değişiklik öngörmeyen, emekçiler lehine bazı düzenlemeler yaparak düzeni sürdürmeyi amaçlayan bir görüş ve sistemdi. En nihayetinde sosyal demokrasi, sosyalizmin karşısında yer alıyordu (Ç. Yetkin, 1998: ss. 232-233).

139