• Sonuç bulunamadı

Esin Kaynakları: İsmet İnönü, Fahri Ecevit ve Uluslararası Politika

1.7. Politikaya İlk Adım

1.1.1. Esin Kaynakları: İsmet İnönü, Fahri Ecevit ve Uluslararası Politika

1950-1957 yılları arasını kapsayan gazeteciliği süresinde Ecevit’in fikirlerine etki eden üç temel faktör vardır. Bunlardan ilki ve en önemlisi İsmet İnönü’dür. İkincisi Babası Fahri Ecevit; üçüncüsü ise İngiltere ve ABD’de kaldığı sürede edindiği yurt dışı tecrübesidir.

İnönü’nün Ecevit’teki etkisi aslında siyasete girdiği dönemde daha belirgindir. Ancak 1950’lerde CHP’lilerin çoğu gibi Ecevit için de İnönü partinin tek hâkimi, tartışmasız lideridir. İnönü CHP’lilerin gözünde parti yöneticisi olmaktan öte Atatürk’ün silah arkadaşı, Milli mücadele ve Lozan kahramanı,

85

Ülkeyi II. Dünya Savaşı felaketinden koruyan usta diplomat, laik cumhuriyeti çok partili siyasal sisteme geçiren demokrasi öncüsüydü (Ecevit, Ulus 25.04.1954).19

Babası, Ecevit’e yazdığı bir mektupta şöyle sesleniyordu: “Türkiye'nin, Orta ve Yakın Doğunun, hatta belki biraz mübalağa ile Avrupa'nın en mühim politika ve harp adamının nezareti altında bulunan mühim bir mektepte okuyorsun: İnönü’nün yanındasın. Genç ve yiğit politikacı, âlim Nihat Erim’in de dostusun” (Bildirici, 2000: s. 28). Fahri Ecevit’in satırları hem bir tavsiye hem de uyarı niteliğindeydi. Ecevit’e nasıl bir yerde kimlerle bulunduğunu hatırlatıyor ve bunlardan azami derecede faydalanması gerektiğini ima ediyordu. Ecevit de İsmet İnönü’yü bir rol modeli olarak benimseyerek nelere dikkat etmesi gerektiği, insanlarla nasıl ilişki kurulacağı gibi birçok şeyi ondan öğrendiğini belirtmiştir (Akar ve Dündar, 2008: s. 74; 2006: s. 59). 12 Eylül darbesinden sonra cezaevinde bir süre beraber kaldığı gazeteci Oral Çalışlar’a İnönü’nün çok çalışkan ve disiplinli bir insan olduğunu ve ondan çalışma disiplini konusunda çok şey öğrendiğini de söylemişti (Çalışlar, 2008: s. 55).20 İnönü’ye hürmetinin bir nedeni de Nihat Erim’di. Erim, İsmet İnönü’nün sağ kolu sayılan politikacılardan biriydi. Kendisi Erim’in gözetiminde Ulus’ta gazeteciliğe başlamıştı. Ecevit’in ne Erim’e ne de İnönü’ye karşıt olması, onların izinden sapması düşünülemezdi.

Ecevit, İnönü’ye olan hayranlığını ve bağlılığını sadece hal ve davranışlarıyla göstermemiş, açıkça ifade etmişti. İnönü’nün güncel olaylar karşısındaki soğukkanlılığını ve öngörüsünü övdükten sonra şöyle diyordu: “Güçlükler hakkındaki ölçüsü, olaylar karşısındaki yargısı, sanki bizimle aynı günde o güçlükle karşı karşıya, o olaylarla içli dışlı yaşayan bir siyaset adamının değil de bizden çok sonra yaşayacak tarafsız ve derin görüşlü bir tarihçinin ölçüsü ve yargısıdır” (Ecevit, Ulus 24.09.1958). Ecevit, İnönü sayesinde CHP’nin birçok badireyi atlattığını belirttikten sonra, “çok partili demokratik hayata geçildiğinde irticanın şahlanışı” ve “CHP’nin mallarına el konulduğu ve seçimden DP’nin daha da güçlenerek çıktığı 1954 yılını” örnek göstermişti (Ecevit, Ulus 24.09.1958). Ecevit,

19

İsmet İnönü’nün CHP'lilerin gözündeki imajı başta Y. Kadri Karaosmanoğlu’nun Politikada 45 yıl adlı eseri olmak üzere birçok hatıratta gözlemlenebilir.

20

Hatta bu konuşmada Ecevit, Gençliğe Hitabenin İnönü tarafından yazıldığını, bunu bizzat onun ağzından duyduğunu da iddia etmiştir.

86

DP’yi sorumsuzlukla suçlamakta ve İnönü’den ders almaları gerektiğini belirtmekteydi. İsim vermese de “İttihat ve Terakki hareketi denemelerinden edindikleri tecrübeleri bugünün Türk halkına uygulamaya kalkışan” diyerek Celal Bayar’ı işaret ediyordu. “İttihat ve Terakki hareketi denemeleri” sözü ise Demokrat Parti politikalarının otoriter ve keyfi niteliğine bir göndermeydi. Ecevit, İnönü ve Bayar’ın şahsında DP ile CHP’yi karşılaştırarak Bayar’ı ve DP’yi, çağdışı ve baskıcı olmakla; zamanı/toplumu iyi okuyamamakla itham ediyordu. Ancak İnönü, geleceği görerek şartların gerektirdiği gibi davranabiliyordu. Bu nedenle İnönü’yü tarihe yön veren, “tarih yapan insanlardan biri” diye tanımlıyordu (Ecevit, Ulus 24.09.1958).21

Bülent Ecevit’in görüşlerinin şekillenmesinde etkili olan kişilerden biri de babası Fahri Ecevit’tir. Ecevit, kişilik itibariyle daha çok annesine benzese de babasının ölmeden kısa bir süre önce yazdığı mektuplar, ona önemli dersler vermiştir. Bu yüzden politika söz konusu olduğunda babasının Ecevit üzerindeki etkisi daha fazladır. Fahri Ecevit’in ilk mektupları Ecevit’in yazıları ve üslubu üzerineydi. Fahri Ecevit, oğlunun Ulus’taki yazılarını dikkatle takip etmekte ve entelektüel gelişimiyle yakından ilgilenmekteydi. Yanlışlarını bir bir düzeltiyor, ona kelimeler kavramlar öneriyordu: “Yazılarının çeşnisi ve tadı şimdilik yerindedir gibi geliyor bana… Bazen sapıtıyorsun, ama enderen… İstersen biraz daha bekle de kıvamın gelsin, ortaya konunca revak gibi dökülüp durasın” (Bildirici, 2000: s. 28).

Ecevit, Pazar Postası gazetesinde Çetin Altan’la birlikte Ciddiyet adında haftalık mizah eki de çıkarmıştı. Ciddiyetin işlediği konular güncel olaylardan oluşuyordu. Örneğin DP’liler, CHP genel sekreteri Kasım Gülek hakkında abdestsiz namaz kıldığı, sünnetsiz olduğu gibi söylentiler çıkarmıştı. Ecevit, bu iftiraları “Churchill sünnetli mi” yazısıyla alaya almıştı. Fahri Ecevit, Ciddiyet’teki yazılar la ilgili fikrini şöyle belirtiyordu: “Teşebbüs lehinedir ve müspet akis ve neticeler doğuracaktır. Behemehâl devam et… Seni bütün kalbimle tebrik eder yazılarının devamını beklerim” (Bildirici, 2000: s. 28). Başka bir mektupta “Ceza Kanunun bazı maddelerini dikkatle okuyup, yavaş yavaş polemik tecrübelerine

21

87

girmesini” tavsiye ediyordu (Bildirici, 2000: s. 28). Polemikle güncel siyasi tartışmaları işaret ederek Ecevit’e hedef göstermişti. Bir süre sonra politik tartışmalar Ecevit'in sütunlarını doldurmaya başlamış, 1954’ten sonra önemli bir konu olmadıkça sanatla ilgili yazmamıştır.

İkinci nokta ise Fahri Ecevit’in “içerden biri” olarak Ecevit’e parti içi ilişkilere ve sorunlara dair anlattıklarıdır. İlk mektupta İnönü’den övgüyle bahsetmesine rağmen sonraki mektuplarda kızgınlığını saklamamıştır. 1950 seçimlerinde aday gösterilmemesinden İnönü’yü sorumlu tutuyor ve onu “askerden dönme diktatör bozması,” “kuzu kılığına girmiş kurt” diye tanımlıyordu. Bir başka mektupta DP’nin eleştirilerine karşı İnönü’nün sürekli bir biçimde yaptığı “ama efendim ben seni harbe sokmadım [II. Dünya Savaşı M.Ç.]” savunmasının herkesi bıktırdığını ifade ediyordu. Fahri Ecevit, halkın İnönü’ye güvenmediğini ve CHP’nin başında olduğu müddetçe partinin iktidara gelemeyeceğini düşünmekteydi. Mektubun devamında Mahmut Esat Bozkurt, İhsan Yalçın, Nihat Erim gibi CHP’lileri tutarsızlık ve ikiyüzlülükle suçluyordu. Bozkurt’u laiklik konusundaki tutumundan, Yalçın ve Erimi ise sosyalizm karşısındaki tutarsızlıklarından dolayı eleştirmişti. Nihat Erim’in “[m]al ortaklığıdır. Başka türlüsü yoktur” diye sosyalizme karşı çıkıp, daha sonra “[b]en de, İnönü de soldanız” diyerek hükümette bakanlık yapmasına içerlemişti. Rahatsızlık duyduğu konuları sıraladıktan sonra satırlarını şöyle devam ettirmişti: “Evet çocuğum asla taviz vermeye tenezzül etme fakat yazılarında yumuşak ve mektum olmasını bil… Bu memleket aşağı yukarı yarım asır daha sosyalistim diyene komünistsin diye bühtan (iftira) edecek” (Bildirici, 20002: s. 38). Burada Fahri Ecevit gerçekten de isabetli bir öngörüde bulunarak Ecevit’e sanki ‘başına geleceklere şimdiden hazır ol’ diyordu. CHP’nin on beş yıl sonra başlattığı Ortanın Solu açılımı komünizm tartışmalarını alevlenmişti.22

Başta Demirel olmak üzere Adalet Partililer “Ortanın Solu Moskova yolu” diyerek CHP’yi komünizm yanlısı olarak lanse ediyordu. Parti içinde Ortanın Solu hareketinin lideri konumuna gelen Ecevit ise hem siyasi

22

Aslında komünizm suçlaması yeni bir söylem değildi. İktidara geldikleri andan itibaren Demokrat Partililer de CHP’lileri komünist olmakla itham etmişlerdi. Soğuk Savaşın yavaş yavaş kızışmaya başladığı bu yıllarda sol fikirlere sempatiyle yaklaşmak bile komünist olarak yaftalanmak için yeterli bir nedendi.

88

rakiplerden hem de kendi çevresinden tepki çekmekteydi. CHP’li senatör Ferit Melen, İsmet İnönü’nün huzurunda Ecevit’i komünist olmakla suçlamıştı. Fahri Ecevit, problemi işaret ettikten sonra politikada karşılaşacağı zorluklar karşısında nasıl bir yol takip etmesi gerektiğini de açıklamıştı:

Asla taviz vermeyeceksin, münakaşalarında dirhem dirhem artacak, santim santim ilerleyeceksin. Asla geri gitmeyecek, bir miligram eksilmeyeceksin. Bu memleket türlü ıstıraplarla constipe’dir. (Sıkıntı içindedir, cefa çekmektedir manasında kullanıyorum bu tabiri…) Ona, ilaç gibi iyi edecek bütün fikirleri yavaş yavaş, tatlı tatlı içireceksin… Ne bu zavallı geri kalmış cemiyeti hırpalamaya, ne de kendini bu uğurda boşu boşuna ziyan etmeye gerek yok (Bildirici, 2000: s. 38).

İlk başta İnönü’nün onayı ve gözetiminde gelişen Ortanın Solu politikası sonraları başta İnönü olmak üzere parti içinden büyük bir dirençle karşılaşmıştır. Ancak Ecevit, İsmet İnönü’yü karşısına almak hatta onunla çatışmak pahasına bu idealden vazgeçmemiştir. Benzer biçimde 1980’den sonra sıfırdan başlayarak örgütlediği DSP’yi iktidara getirmiştir. Kendisine yönetilen tüm eleştirilere ve solda birlik çağrılarına rağmen belirlediği yoldan yürümeyi tercih etmiştir. Bu kararlılıkta Fahri Ecevit’in büyük katkısının olduğu muhakkaktır. Ancak Ecevit, fikirlerinden ödün vermemeyi, inandığını savunmayı ilke edinmekle beraber ketum olmaya, yani fikirlerini gizlemeye yanaşmamıştır (Koloğlu, 2000: s. 51). Babasının, sosyalizmin daha elli yıl komünizmle suçlanacağı uyarısına rağmen, 1965’ten itibaren CHP’deki sol fikirlerin ve sol bloğun öncülüğünü üstlenmiştir.

Bülent Ecevit, gazeteciliği dönemindeki yurt dışı tecrübeleri ona dünyayı özellikle Batıyı yakından görme ve tanıma fırsatı vermiştir. Devletlerarası ilişkileri, uluslararası güç dengelerini ve bu yapı içinde Türkiye’yi ve pozisyonunu geniş bir perspektiften gözlemleyebilmiştir. İngilizce’ye hâkimiyeti sayesinde dış basını takip etmiş ve yabancı kaynaklardan yararlanma imkânı bulmuştur.

Ecevit’in yurt dışında yazdığı ilk denemeler gündelik yaşama ve sosyal hayata dair yazılardı. Bazen bir sanatçı, bazen de bir sosyolog yaklaşımıyla şehri ve şehrin yaşamını gözlemleyerek izlenimlerini kaleme almıştır. Örneğin Londra ve Londralı başlığını taşıyan yazısında kentin sokaklarından, parklarından, göllerinden

89

bahsettikten sonra “Londra gezilip görülecek değil, yaşanıp duyulacak bir şehirdir” diye eklemişti (Ecevit, Ulus 01.07.1951) İki gün arayla yazdığı Londra Tipleri yazısında ise sokak çalgıcılarından, kaldırım ressamlarından, ayakkabı boyacılarından ve aristokratlardan bahsetmişti. Ecevit, çalgıcıları, ressamları ve ayakkabı boyacılarını olumlu ve ölçülü bir üslupla anlatırken aristokratları eleştirmişti. Aristokrat gençlerin dış görünüşlerini, burnu havada yürüyüşlerini vurguladıktan sonra şöyle devam ediyordu: “Sanki anasından melon şapka, reye pantolonla doğan insanüstü bir nesle mensuptur. Yani aristokratlığı snopluğunda, züppeliğindedir. Asaleti unvandan ibarettir; içine işlememiş karakterine nüfuz edememiştir” (Ecevit, Ulus 05-07.07.1951). Gerçek asaletin, tevazu ve alçak gönüllüğe erişmekle mümkün olacağını belirttikten sonra yazıyı şu paragrafla bitirmişti: “O sokak çalgıcıları, o kaldırım ressamları ve bana “mi lord” diyeni, yani hürmet edebilmek için evvela lordluk tevdi edeni hariç, geri kalan 19 ayakkabı boyacısı, beni Londra’ya çok daha fazla bağlarlar” (Ecevit, Ulus 05-07.07.1951).23

Ecevit’in kendisi de elit sayılabilecek bir aileye mensup olmakla birlikte elitizme tavır almakta, kendini alt sınıflara daha yakın hissettiğini belirtmekteydi. Bu tutum Ecevit’teki halkçılık vurgusunun ve aydınlara karşı duyduğu soğukluğun ilk işaretlerindendi.

Başka bir yazıda ise İngiltere’deki birahaneleri anlatmıştı. Ecevit, birahaneleri, sosyal birer müessese olarak görüyor ve “Fransa için kaldırım kahveleri ne ise İngiltere için de birahane odur” diyordu. Okuyucuya içki içmeseler bile mutlaka birahaneleri görmeleri gerektiğini tavsiye ediyordu. Ancak birahane salonlarını statü ve sınıflara göre ayrılmasını eleştiriyordu. İngiltere’nin sosyalist olduğu iddiasına karşı çıkıyor, “sosyalist olan yalnız İngiliz hükümetidir” diyordu. Birahanelerin “bölmeleri kaldırılıp herkes aynı kapıdan girmediği müddetçe İngiltere sosyalist olamaz”dı (Ecevit, Ulus 04.07.1951). Toplumsal eşitsizliğe yol açan uygulamalar, gelenekler tüm canlılığıyla varlığını sürdürdüğü müddetçe sosyalistlerin seçim kazanması bir anlam ifade etmiyordu. Ecevit, 1956 yılında İngiltere’ye tekrar geldiğinde ise maden işçilerinin durumlarından hareketle İngiliz

23

Ecevit aynı yazıda önceleri sayıları daha çok olmakla beraber Londra’da sadece 20 tane ayakkabı boyacısı kaldığını belirtmiştir. Bunlardan biriyle ayakkabısına boyatma vesilesiyle muhatap olduğunu ve O kişinin de kendisine “lordum” diye hitap ettiğini anlatmaktadır.

90

sosyalizminden övgüyle söz etmiş, “sınıflar arası duvarların yıkıldığını” ve “gelir farklarının azaldığını” belirtmiştir (Ecevit, Ulus 16.10.1956).

Bülent Ecevit’in 1954’ten itibaren Ulus’ta kaleme aldığı yorumlar iç ve dış politikaya dair olmak üzere iki grupta toplanabilir. İç politikaya üzerine yazıları genelde Demokrat Parti politikalarının eleştirisi ve Adnan Menderes karşıtlığına dayanıyordu. Dış politika ve uluslararası siyasete dair yazıları ise yurt dışı deneyimleri doğrultusunda şekillenmişti. Avrupa tecrübesi Ecevit’e, tarihi ve toplumsal gelişmeleri geniş bir açıdan görme imkânı sağlamıştı. Örneğin Batı-Doğu başlıklı yazıda Batılı olmanın artık coğrafya, ırk, din ve benzeri unsurlarla ilgili olmadığını, çünkü batılılığın üstün bir yaşam biçimi halini alarak doğuyu kapsayacak şekilde yayıldığını belirtmekteydi. Batının kültürel hegemonyasını işaret eden Ecevit, batılı hayat görüşünün doğuya yayılmasında sakınca görmüyordu. Çünkü bu durum “bir zamanlar doğudan batıya yönelen uygarlığın belli bir evrimden geçip yeni bir kimlik kazanarak tekrar kaynağına dönmesi”ydi (Ecevit, Ulus 30.10.1956)24 Ecevit’e göre Kurtuluş Savaşı batı emperyalizmini sona erdirmiş, batılı yaşam tarzının benimsenmesi ise doğuyla batı arasındaki asırlık duvarları yıkmıştı. Türkiye’nin küresel sistemdeki rolü ve görevini de şöyle tarif ediyordu: “Eğer Türk milletinin bugün insanlığa karşı bir ‘tarihi vazife’sinden söz edilebilirse, bu ancak Batılı hayat tarzının doğuya yayılışındaki öncülüğünü devam ettirmekle yerine getirilebilecek bir vazife olabilir” (Ecevit, Ulus 30.10.1956). Ecevit’in görüşleri, Kemalizm’in “sömürge altındaki mazlum mağdur milletlere örnek olma” iddiası hatırlatıyordu. Ancak kendisi, bu misyonu bir milli kurtuluş ideolojisi olmaktan çıkarıp barışçıl bir düzlemde kültürel değişime endekslemişti.

Ecevit’in Sovyetler Birliği, NATO, Soğuk Savaş gibi üzerine yazdıklarından kapitalist batı bloğunu destekleyip, komünizmi özgürlükleri yok eden bir rejim olarak değerlendirdiği görülüyordu. NATO Vatandaşlığı yazısında NATO üyesi 14 ülkenin sadece komünizm tehlikesi karşısında birleşmesini yeterli bulmuyor; “müşterek bir gelecek uğrunda birleşme ülküsünü” benimsemeleri gerektiğini

24

Bu kavram çifti Türkçede çoğunlukla “Doğu-Batı” biçiminde telaffuz edilmekte ve

kullanılmaktadır. Fakat Ecevit “Batı-Doğu” şeklinde yazmıştır. Bu da onun batıyı öncelediğinin bir göstergesi olsa gerekir.

91

söylüyordu (Ecevit, Yeni Ulus 06.04.1954). Genel olarak batı yanlısı bir tutum izlese de sömürgecilik konusunda eleştirilerini saklamıyordu. BM, NATO ve Avrupa Konseyi gibi teşekküller “barış ülküsü” yerine menfaat birliği ve güvenlik kaygısı üzerine kurulmuştu. Bu yüzden Batı, evrensel hürriyet idealine hizmet edemiyor, hatta insanlığın bu yolda ilerlemesini köstekleyen tutucu kuvvet haline geliyordu (Ecevit, Yeni Ulus 06.04.1954; Ulus 18.05.1957).

Bülent Ecevit, Harvard Üniversitesi’nde Ortadoğu, Osmanlı Tarihi ve Sosyal Psikoloji üzerine seminerlere katılmıştı. Ulus’ta, Ortadoğu, İsrail meselesi ve Osmanlı Tarihi üzerine seriler halinde yorumlar yazmıştı. Ecevit’in Ortadoğu'ya bakışı oryantalist öğeler içeriyordu. Siyasi değerlendirmeleri yerli bir bakış açısından ziyade Batılı hatta ABD’li birine ait gibiydi. Ecevit’e göre ABD’nin Ortadoğu’daki politikaları iyi niyete ve idealizme dayanıyordu. Fakat sömürgeciliğe destek vermiş geri zümrelerin yardım ve işbirliğine bel bağlamak yanlıştı. İngiltere ve Fransa’nın bıraktığı zemin üzerinden Ortadoğu’nun modernleşmesi ve kalkınması gerçekleştirilemezdi. Öncelikle Ortadoğu’nun içten dönüştürülerek modernleştirilmesi, daha sonra ABD’yle işbirliğine girmesi gerektiğini ima ediyordu (Ecevit, Ulus 10.10.1957).

Filistin meselesinde ise Arapları suçlu buluyor “İsrail’in bütün suçu Ortadoğu’nun ortaçağ hayatına, 20. yüzyıl hayatından bir pencere açmış olmasıdır” diyordu (Ecevit, Ulus 15.11.1956). Arapları asıl rahatsız eden “bu pencereden giren ışık”tı. Arap-İsrail gerginliğinin çözümünü Arapların toplum düzenlerini, dünya görüşlerini değiştirmelerine, yani çağdaş batı uygarlığını benimsemelerine bağlıyordu. Arap toplumları geleneksel yapılarını bir kenara bırakıp çağdaş batılı normları benimsediklerinde sorunun kendiliğinden çözüleceğine inanıyordu (Ecevit, Ulus 15.11.1956).

Ecevit’in Harvard Üniversitesi’nde katıldığı kurslardan biri de Sosyal Psikoloji üzerineydi. “Benimseyemediğimiz Ülke” ve “Vatana Bağlı Tarih” gibi yazılar buradan edindiği bilgileri yansıtıyordu. Ecevit’e göre sahip olduğumuz kültürel değerlerin farkında varamadığımız için üzerinde yaşadığımız toprakları tam anlamıyla benimseyememiştik ve bu toprakların sahibi gibi değil bekçisi gibi

92

durmaktaydık. Batılılaşmaya çabalarken sahip olduğumuz kaynaklardan, kendi değerlerimizden de kültürel hamurumuza katmak gerekiyordu (Ecevit, Ulus 16.04.1957). Batıda, Anadolu üzerine yazılan kitapların ve bunlara olan talebin çokluğunu gördükçe üzüldüğünü, kendi hazinemizin kıymetini bilmediğimizi ifade ediyordu (Ecevit, Ulus 18.04.1957). Üzerinde yaşadığımız tarihi ve kültürel hazinenin toplumun her kesimine benimsetilmesi gerektiğini bunun da eğitimle başarılabileceğini söylüyordu (Ecevit, Ulus 1957).25

Ecevit, “kendi değerlerimizi de katarak batılılaşmaktan” söz ederken bir tür sentezi vurgulamaktaydı. Bu yerlilik yaklaşımı Ortanın Solu ve Demokratik Sol düşüncede kendini daha açık göstermişti. Onun “solculuğu” sosyal demokrasisinin evrensel ilkelerinden hareketle Türk toplumunun kendine has özelliklerinden yerli bir solculuk üretme girişimiydi. İngiliz pragmatizmi ve kuzey Avrupa sosyal demokrasisinden etkilenmişti.

Ecevit’in fikir ve görüşleri dünyayı CHP gözlüğüyle izleyen bir gazetecinin görüşleriydi. Atatürk devrimlerine bağlı, Batı yanlısı, Komünizm düşmanı bir yaklaşım söz konusuydu. Ancak yazılarında partizanca bir tutumdan ziyade modernist entelektüel bir bakış hâkimdi. Değerlendirmeleri aydınlanma, modernleşme, özgürlük ve evrensel barış gibi temalar üzerine kurulmuştu. Geri kalmış toplumlar için modernleşme, uygar ülkeler içinse özgürlük ve barış ulaşılması gereken yüce ideallerdi. Güncel siyasi, toplumsal ve ekonomik sorunların çözümü bu idealleri gerçeğe dönüştürmekle mümkündü.