• Sonuç bulunamadı

1.2 DP İKTİDARI VE İÇ POLİTİKADAKİ GELİŞMELER

1.2.4 Millet Partisi’nin Kapatılması

DP bir sürekliliğin alâmeti olarak baskıcı eğilimlerini iktidarının daha ilk yıllarından itibaren sürdürmüştü. CHP’yle iltisaklı Halkevlerinin, Halkodalarının kapatılması bunun ilk adımıydı. Amaç CHP’yi ardındaki maddi güçlerden yoksun bırakmaktı. Esasında DP bu yönüyle haksız sayılamazdı. 27 yıllık Tek Parti iktidarı parti örgütü ve devlet aygıtı ikiliğini iç içe geçirmiş adeta birbirinden ayıramaz kılmıştı. Ancak sorun teşkil eden şey DP’nin kararı alış biçimiydi. Kararlar tamamen DP’nin aldığı inisiyatiflerle yürütülüyordu. Mahkemelerin verdiği bir hükme dayanmıyordu. Halkevlerinin kapatılması CHP’ye ağır darbeydi. Ara seçimlerine yaklaşılmışken kanunun çıkarılması isteği tesadüf değildi. Menderes’te bu hususlara şerh düşerek beyanatlarında Halkevlerinin, Halkodalarının milli bünyede yarattığı tahribata dikkati çekiyordu.

İnönü ise Halkevlerine ilişkin bildirisinde kurumların kültürel modernleşme adımlarındaki işlevselliğine sözü getiriyordu. Bu hususa ilişkin bir kararın muhatabı da nazarında meclis değil mahkemelerdi. Üstelik Halkevlerinin siyasi örgütler üzerindeki kurumsal varlığının vatandaşın istifadesine sunulmasını arzuluyordu. İddia edildiği gibi servet ihtirasından kaynaklanan bir itirazın içinde olunmadığı da ısrarla vurgulanıyordu. Halkevlerinin kurumsal varlığının gerekçesini de Türk devrimi sonrasındaki ulusal birliğin oluşumu maksadında buluyordu. Menderes’e göre ise tasarının onayıyla CHP ardındaki maddi imkânlardan sıyrılarak hakiki bir teşekkül olabilecekti. Mazisindeki yüklerden kurtulacak olan CHP umumi efkâr karşısında yüksek bir merhaleye çıkacaktı. İnönü ise sürecin adaletle ilgisinin olmadığını şu şekilde belirtiyordu:

‘‘Cumhuriyet Halk Partisi’ne teberru ve satma şeklinde yapılan muameleler haksız ise mevcut mevzuat bunu temizlemeye kâfi olmak lazımdır. İsnat olunan yolsuzlukların, tabii mercii olan Adalet yolu ile halline gidilmesi ise, kanun teklifinin adaletle

münasebetinin olmadığının delilidir. Zira yolsuzlukları mahkemede ispat etmek için iktidarın en ufak bir ümidi olsa idi, Anayasa ve hukukun umumi prensiplerini çiğneyecek yerde, adalet yolunu ihtiyar etmesi tabii olurdu’’ (Uyar, 2017: 79).

1951 yılında TBMM tarafından Halkevi ve Halkodalarını devletleştiren yasa kabul edilmişti. Halkevleri, Halkodaları bir nevi iktidar arenasında gerilimlerin mekânıydı. Kültürel modernleşme gayesi ile inşa edilen kurumlar ulusal idealin yayılımını hedeflemekteydi. Aynı zamanda Kemalist rejimin kırsal alanla bağıntısının aracı durumundaydı. CHP’nin 1950 seçimleri öncesi kurumlara ilişkin değişimden kaçınmasına yerel ölçekte kitle mobilizasyonunun zayıflığı en mühim etkendi. Halkevleri örgütünün işlevlerini eskisi gibi sürdürmek üzere Millî Eğitim Bakanlığına bağlanması düşüncesi de CHP zamanında bu yüzden gerçekleşmedi. Rejimin söylemlerini yerel ölçeğe taşımakla mükellef kurumlar zamanla işlevini yitirdi. Nihayetinde DP iktidarının atakları sonrası 478 Halkevi ve 4.322 Halkodası Hazine’ye devredildi (Akşin, 2000: 216).

DP’nin baskıcı uygulamaları basın üzerinde de etkisini hissettiriyordu. İlk açık baskı, milletvekili olan Hüseyin Cahit Yalçın’ın Ulus gazetesinde yayınladığı ‘‘Gözü Kapalı Oy verme’’ başlıklı bir yazısına istinaden dokunulmazlığının kaldırılmasıyla açığa çıktı. Esasında DP iktidara gelir gelmez liberal ölçekte basın yasası düzenlemişti ve basına borçlarını ödemişti. Ancak zaman geçtikçe DP’nin icraatlarına eleştiriler yönelmekteydi. DP’de 1951’de çıkan bir kararnameyle gazetelerin etkinlik alanı kısıtladı. O zamana kadar belli koşulları taşıyan gazetelerle eşit olarak dağıtılan resmi ilanların yarısı bundan böyle Başvekilliğin takdir ettiği ölçütlere göre dağıtılacaktı. Karar DP’ye mesafeli gazetelerin çaresiz bırakılması demekti. 1950’lilerin iktisadi şartları düşünüldüğünde kâğıt ulaşılması hayli güç bir nesneydi. Bu yöntemle dağıtım şekli iktidar onaylayıcısı bir basını da doğuracağı besbelliydi. Resmi ilanların hükümete yakın kimselere verilmesi DP’nin eleştirel tutumlar karşısındaki tahammülsüz tavrının da göstergesiydi. DP örgütünün kendisine ilişkinde baskılar sürdürülmekteydi. Menderes kabine dışında kalmasını istediği üç bakandan dolayı ilk kabinesiyle istifasını vermişti.

DP sadece ana muhalefete karşı sert davranmakla kalmıyordu. Daha muhalefet deneyiminde partinin kurumsal varlığını zora sokan MP’ye karşı öfke duyuyordu. MP, DP’ye karşı ilkin ‘‘Müstakil Demokrat Grubu’’ sonrasında Fevzi Çakmak’ın fahri

önderliğinde ortaya çıkmıştı.1950’li yıllara gelinceye dek DP’nin bir muvazaa partisi olduğu kanaatini paylaşıyordu. DP önderleri de bu isnatlar karşısında hakiki bir muhalefet örgütü olmanın gereğini yerine getirmeye çalışıyorlardı. Timur’un da dikkati çektiği şekliyle bu kuşku zaman zaman çok sertleşen siyasi kavgalar vermesine rağmen DP’nin muhalefet yılları boyunca devam etmişti. O kadar ki bizzat Celal Bayar iktidara gelmeden birkaç gün önce yaptığı bir seçim konuşmasında dahi muvazaa isnatlarını ‘‘son defa’’ olarak reddetmek lüzumunu duymuştu (Timur, 1991: 16).

MP’nin aşırı muhafazakâr yönü de DP’deki kaygının müsebbibiydi. 1950 yılında partinin fahri genel başkanı Fevzi Çakmak’ın ölümü ve akabinde cenaze töreni irticai nitelikteki unsurlarında barındığı bir gösteriye sahne olmuştu. DP önderleri de Tek Parti döneminin laiklik anlayışını farklı yorumlamakla beraber aşırı eğilimler taşıyan gruplara da mesafeliydi. Celal Bayar, laikliğe karşı tavizsiz tutumuyla tanınmaktaydı. DP’nin kuruluşunda hiç kuşkusuz Bayar’ın laiklik hususundaki hassasiyeti partiye karşı güven duyulmasını sağlamıştı. Bora’nın deyimiyle Bayar, liberal ve muhafazakâr bakış açılarından irdelendiğinde eski rejimle devamlılık kutbunu temsil ederken; kopuş kutbunu devletlû/otoriter tutuma görece mesafeli edası taban/halk/millet teveccühüne düşkünlüğüyle Adnan Menderes temsil etmekteydi (Bora, 2017: 533). Adnan Menderes topluma yönelen yüzken Celal Bayar partinin devlete yönelen yüzüydü. Hatta Adnan Menderes’in Tek Parti devrinde milletvekilliği yapmış olmasına karşın yönetici zümre arasında yer almayışı Celal Bayar’a nazaren siyasi esasta görece hareket alanını genişletmiştir de denilebilir.

MP, 1950 seçimleri arifesinde Fevzi Çakmak’ın ölümüyle siyasî arenada etki yaratamamıştı. Liste usulü seçim sisteminin payı varsa da konumlandığı aşırı muhafazakâr eğilim halk kesimlerince benimsenmemişti. Antilik dâhilinde yer alan irticanın MP’yle ilişkilenimi de olumsuz imajda hatırı sayılır etki bırakmıştı. 1953 kongresi de parti içi rekabetin had safhada hissedildiği büyük tartışmalara sahne oldu. Karışıklıklar içerisinde sürdürülen kongrede Hikmet Bayur ve taraftarlarının istifası yaşandı. Ayrışımlar sonrasında muhaliflerin MP’ye dönük mesajları adli mercileri harekete geçirdi. Takriben 7 aylık bir yargılama sürecinden sonra parti 27 Ocak 1954 tarihinde tamamen kapatıldı. MP’nin kapatılması döneme hâkim ‘‘biçimsel demokrasi’’ anlayışının simgesiydi. Meclisteki üçüncü büyük partisinin kapatılması demokratik kültürün yetersizliğiyle açıklanabilirse de 1950’lilerin ortalarında DP iktidarının baskıcı eğilimlerinin habercisiydi. MP’nin kapatılması sonrasındaki eleştiriler DP’nin aydın

tabanla olan geriliminin de işaretiydi. MP, sonraları ardılı hüviyetindeki CMP’de lideri Osman Bölükbaşı’nın şahsında bütünleşecekti.

1.2.5 1954 Seçimleri

1954 seçimleri öncesinde DP ilk yıllardaki ataklarıyla seçmen desteğini kazandı. İktisadi esastaki iyileşme tarım alanındaki kalkınmayla gerçekleşti. Arazilerin devlet nezaretinde köylü gruplarına dağıtılması, meraların kısmi olarak ekim alanı haline getirilmesi ürün bolluğuna fırsat tanıdı. Tarımda makineleşmeye gidilmesi ve traktör sayısındaki artışlar köylü gruplarına kredi yoluyla sağlandı. Tarım kredilerinin uygun şartlarla verilmesi nüfusun çoğunluğunu meydana getiren köylü gruplarının refahını

yükseltti.52Kapitalist genişlemenin yaşandığı yıllarda soğuk savaşla beraber artan tahıl

talebi fiyatların artmasına iklim şartlarının elvermesiyle Türkiye benzeri tarım ülkelerinin buğday ihracına olanak tanıdı. Tarım alanındaki büyümeyle iktisadi alanın

bütünü de %11-13 gibi bir oranda büyüdü.53 Kârların ücretlerden çok daha hızlı arttığı

söylenebilirse de şehirlerde de hissedilir derecede gelirler yükseldi (Zürcher, 2016: 327- 328). DP iktidarı bütünlüklü bir program öngörmese de sanayi alanında da adımlar attı. Madencilik, şeker, çimento ve dokuma dallarında da ilerlemeler kat edildi. Tek Parti devrinde demiryoluna verilen önceliğe karşın Marshall planı dâhilinde karayolu inşasında önemli mesafeler kat edildi. Alt yapısal iktidarın pekişmesi manasına gelen değişimler köylü grupları ve devlet arasındaki zayıf bağıntının da güçlenmesi manasındaydı. Ulaşım ağının genişletilmesi aynı zamanda savunma ihtiyacını da karşılamak üzerineydi. Yerel ölçekli faaliyetler köylü gruplarının kapitalist sistemle bütünleşmesini sağladı ve nakdi ekonomiye geçişi kolaylaştırdı. Gündelik pratiklerde gözle görünür iyileşmeler köylü grubu üzerindeki ağır vergi yükünün hafifletilmesi, bürokratik kısıtlamaların aşılması halkta manevi bir rahatlama ve iktidara destekle de açığa çıkacaktı. Karpat da değerlendirmesinde DP’yi yürüttüğü iktisadi politikalarıyla kitle halinde köyleri etkileyebilmiş, köylerdeki yoksulluk ve cehalet kısır döngüsünü

52 ‘‘1950 seçimlerinden sonra traktör ithalâtı ve bunların köylere, çiftliklere yayılışı üzerinde de ve köy

halkının ruhiyatında iktidar lehine büyük dalgalanmalar yapan bir şekli de ayrıca işaret etmeliyiz’’ (Aydemir, 1968: 152-153).

53 ‘‘1948’de bütün Türkiye’de 1.750 tane traktör vardı;1950’de 16.000, 1955 ise 40.00. Aynı yıllar içinde

biçer-döver sayısı 1.000’den 6.000’e yükseldi. Ziraat Bankası ve Tarım Kooperatifleri tarafından kullandırılan kredi 1947-48’de 250.000 TL’den 1957-58’de 2.1 Milyon TL’ye yükseldi. İşlenen toprak miktarı 1948’de 140 milyon dönümdü, 1955’te ise 220 milyon dönüm. 1950’li yıllarda karayolları 44.000 km.den 60.000 km.ye ulaştı. En büyük dört şehrin nüfusu %19’dan %26’ya çıktı’’ (Keyder, 2013: 345).

kırmayı başarmış ilk siyasi örgütlenme olduğuna dikkati çekerek inkâr edilmesi güç bir

gerçeğe ışık tutar (Karpat, 2017: 494).54

Görece liberal ortam aydınların da desteğine imkân kıldı. Bu da af’ın etkisindendi. Sol aydınların cezalarından muaf tutulması kısmi liberal atmosferi olumlu

yönde pekiştirdi.55 Ellilerin başında çıkarılan basın kanunu da muhalefette iken tesis

edilen yakın ilişkilerin süregelen desteğin diyeti kabilindendi. Kanun gazetecilerin sosyal haklarını sendika kurma hakkı, sosyal güvenlik kapsamına alınımı yasal teminata kavuşturdu. Ancak 1960’lara uzanacak hatta basınla ilişkiler çalkantılı olacaktı. Çünkü DP’nin basın özgürlüğüne dair dar kapsamlı fikirleri gerçekçi olmayan birtakım beklentilerle doluydu.

Ordu modernleşmesine ilişkin adımlarda atıldı. Tek Parti iktidarından beri orduda ıslahat yapılması gereğinin üzerinde durulmuştu. CHP, 1950 seçimleri öncesinde özellikle üst rütbeli komutanlar arasında hoşnutsuzluğa yol açabileceği endişesiyle önerileri rafa kaldırmıştı. Ordunun alt kademeleri de DP’nin iktidara gelişiyle modernizasyon eğilimlerinin artacağı beklentisi içindeydi. Tam da bu nedenle orduda reform maksadı ile Seyfi Kurtbek kabineye alınmıştı. 1952’de NATO’ya girilmesiyle de silahlı kuvvetlerdeki rasyonel değişimin gerçekleşeceği olasılığı iyiden iyiye artmıştı. Ahmad’ın deyimiyle Kurtbek’in yeniden yapılanma planı genç subaylar arasında popülerdi ama yaşlı subaylar, bilhassa modern savaş tekniklerini uygulayamayacakları gerekçesiyle erken emekli edileceklerinden dolayı durumdan rahatsızdı. Prusya hiyerarşisini bünyesinde barındıran ordunun yaşlı kuşağı daha genç subaylarla

yetkilerini paylaşma fikrine de karşı çıkıyorlardı (Ahmad, 2014: 121). 56Nitekim ordu

modernleşmesine ilişkin ataklar 1954 sonrasındaki iktisadi kriz ile durgunlaştı.

54 ‘‘Manevi yönden halkı DP’ye bağlayan bir diğer etmen de bu iktidar zamanında eski laiklik anlayışının

hayli hafifletilmiş olmasıdır. Türkiye’deki toplumsal olaylarda dinin etkisini fazla abartmak doğru olmamakla beraber, örneğin Arapça ezan yasağının kaldırılmasının halkta büyük bir rahatlama sağladığı da inkâr edilemez. ‘‘Allah ü Ekber’’ ile ‘‘Tanrı uludur’’ arasında bir dil farkından öte bir şeyler vardır. Yüzyılların getirdiği ibadet alışkanlıklarının yasak olmaktan çıkması halkı manen gerçekten ferahlatıcı bir etki yapmıştır’’(Eroğul, 2013: 134).

55 Hikmet Kıvılcımlı bu af kapsamında 15 Temmuz 1950’de cezasını tamamladı.

56 Sonraları MBK içerisinde yer alacak Suphi Gürsoytrak ıslahatların ordu içerisinde yarattığı

hoşnutsuzluğa dair izlenimlerini şu şekilde aktarır: ‘‘Sanki Türk askeri savaş tekniğini bilmiyormuş gibi alayların ve en küçük birliklerin başına bile hep çavuş seviyesindeki birtakım insanların getirildiğini gördük. Harp sanatının öğretildiği akademi birer yıllık tatbikat yıllarına dönüştürülmüştü. Ve Amerikalı subaylar rahatlıkla şunu söylüyorlardı. ‘‘Canım nasıl olsa komutanlar biz vereceğiz. Türklerin komutan yetiştirmesine ne gerek var?’’ Ve o uzman diye gönderilen insanların doğrudan doğruya kendi yardım heyeti başkanlarıyla yazışma olanağına sahip olmaları, birlikteki otorite ve disiplini de sarsıyor ve komutanların sözü geçmez duruma geliyordu’’ (Birand vd. Dündar, Çaplı, 2006: 77).

Reformist adımları ordu içerisinde rahatsız uyandırdığından Seyfi Kurtbek istifa etti. Atılımın perçinleşmesine bir engel de DP’nin iktisadi kalkınmayı öncelemesiydi. Üstelik DP öncülerince ordunun üst kademelerini elde tutmak güvende olmakla özdeşti. 1954 arifesinde DP’nin siyasi tavrı katılaşmaya başladı. Bunda seçim sonuçlarından elde edilen zaferlerin payı büyüktü. DP grubunca siyasi ve iktisadi alandaki stratejinin onay mercii seçmenlerdi. Kazanılan başarı izlenen politikalarının doğru olduğu kanaatini güçlendiriyordu. İktisadi alanı önceleyen DP somut/görünür icraatlarıyla bayındırlık işlerini hızlandırmak istiyordu. Marshall yardımlarının hakikaten faydaları görülüyordu. Mademki birtakım gelişmeler kat edilmişti; DP yanlış izlenecek politikalarda bedelini oy sandıklarıyla ödeyebilirdi. Milli irade hoşnutsuzluğunu seçimler vasıtasıyla devreye sokabilirdi. Artık devr-i sabık yaratılmayacağına ilişkin demeçlerde geçerlilik kaybetmişti. Tek Parti devrinden de hesap sorulmalıydı. CHP de hakikaten bir siyasi teşekkül olmak istiyorsa ardındaki maddi ve manevi destekten mahrum kalarak bunu başarabilirdi. DP de bunlardan yoksun iktidara gelmemiş miydi? Dahası iktidarın ilk yıllardaki icraatları takdire mazhar değil miydi? Ancak ana muhalefet sürekli eleştirileriyle iktidarın duygusal tatminine gölge düşürüyordu. İnönü’nün 1950 seçimleri sonrasında siyasi yaşamını noktalaması başka bir güzergâha kapı aralayabilirdi. Ama aynı zamanda İnönüsüz bir CHP’nin mevcudiyeti mümkün olmayabilirdi. Seçimler sonrasında partileşme hüviyeti İnönü’nün tarihi kişiliği etrafında cereyan edebilmişti. Ellilerin ilk yarısı CHP’nin parti örgütü olarak politikalarında belirleyici olarak İnönü’ye rağmen faal bir özne olmaya modern manada kitleleri mobilize edecek bir siyasi parti, bir siyasi organizma, bir örgüt olabilme aralığıydı. Aydemir, CHP’nin teşkilat, parti olma vasfından mahrum kalışını 27 yıllık Tek Parti dönemindeki uygulamalarda görür. Ona göre; Tek Şef, Tek Parti ve otoriter hükümet nizamında, parti hükümete değil, hükümet partiye hâkimdi (Aydemir,1968:86) Kaynar da Erken dönem Cumhuriyet’te karar alma süreçlerinde özneyi CHP örgütünde değil; rejimin kendisinde bulmaktadır. Onun nazarında otoriter olan rejimdir ve onun otoriterliği CHP’yi de içine almaktadır (Kaynar, 2016: 29).

Meclis’in açılmasıyla DP Arapça Ezan yasağının kaldırılması Kore Savaşına katılım, Halkevlerinin kapatılması hususlarında olduğu gibi CHP’nin mallarına el konulması sürecini de hızlı ataklarla gerçekleştirmek istiyordu. Bu ana muhalefetin etkinliği azaltmaya yönelikti. Konu gündeme seçim öncesi getirilmişti ve DP çoğunluğuna dayanarak kanunun bir an önce çıkması taraftarı idi. DP önderlerince

iktidarda olduğu süre zarfında CHP’nin edindiği mallar devlet bütçesinden tahsil edilmişti. Bundan dolayı devlete ait olanın ona tekrardan verilmesi gerektiğiydi. Menderes’e göre iktidarının ilk yıllarından beri bu hususa ilişkin malumatlar komisyonlar vasıtasıyla toplanmıştı ve tasarının seçim öncesi gündeme gelişi tümüyle tesadüftü. Siyasi partilerin mal varlıklarına ilişkin tasarı ana muhalefet partisiyle sınırlıydı. Dahası süreç ne hukuki ne de siyasi açıdan meşruuydu. Kırşehir Milletvekili Osman Bölükbaşı da mal varlıkları meselesinin DP iktidarınca siyasal bir silah olarak kullanıldığını öne sürüyordu. Ona göre mal varlıklarına ilişkin sorunun yargı eliyle çözülmesi gerektiğiydi. CHP de sürecin tarafsız mahkemeler kanalıyla yürütülmesinin gereği üzerinde duruyordu. CHP’li milletvekillerince iktidarın tasarladığı ana muhalefetin maddi varlıklarına el konulması ile seçimler öncesi biçare bırakılmasıydı. Sonrasındaki gelişmelerle CHP grubunun katılmadığı oylamada DP çoğunluğuyla kanun onaylandı. CHP’nin yayın organı Ulus gazetesi de matbaasına el konuldu. Celal Bayar kararı süratle tasdik etti. Acilci tavrın temelinde örgüt tabanındaki aşırı sertlik eğilimleri etkiliydi. Çoğunluk istibdadı DP’yi zora dayalı uygulamalara yöneltiyordu. Sonrasında Ankara Barosundan bir kısım avukat ve üniversite öğrencileri de kararın veto edilmesine ilişki bildiri yayınladı. Bekleneceği üzere bildiri pek etki vermedi.

3.Olağanüstü Kurultay’da da gelişmeler masaya yatırılıyordu. CHP de zorlu mücadelenin parametreleri tartışılıyordu. İnönü, radyonun iktidar tekelinde oluşundan rahatsızdı. Radyonun iktidar elinde propaganda aracı olduğuna ilişkin demeçlerinden sonra kurultay’ın toplanma gerekçesini şu sözlerle beyan ediyordu:

‘‘Olağanüstü Kurultayı toplamamızın sebebi umumi seçimlerden önce Partimizin içinde bulunduğu şartları ve karşısında bulunduğu ödevleri incelemektir. Biz Partimiz hakkındaki hususi kanun ile iktidarın umduğu yeis haline, milletimizin âlicenap ilgisi sayesinde düşmedik, bu doğrudur. Ama içinde bulunduğumuz yoksulluk ve imkânsızlık şartları hafife alınacak kadar ehemmiyetsiz değildir. Önümüzdeki kâğıda kadar yeniden tedarik yapılması, bir teşkilatı baştan aşağı kurmak gibi güç olmuştur. Pek çok yerde henüz konuşacak mikrofon, ses yükseltici ve yazı makinesi bulamıyoruz. Hatta telefona bile Ankara’da, İstanbul’da güç kavuştuk. Her şeyden önce kültür, telkin ve temas vasıtalarına muhtaç olan bir siyasi partinin içine düşürüldüğü güçlükler takdir olunur’’ (Uyar, 2017: 61).

İnönü’nün seçimlere ilişkin mitingi 1950 seçimlerinde seçildiği Malatya’da gerçekleşti. Seçim bildirisini de ilk CHP açıklamıştı. Hem seçim bildirisinde hem de İnönü söylevlerinde iktidarın partizanca tavırlarını iktisadi stratejisini uluslararası ölçekte alınan kararların TBMM ve muhalefetin rızası gözetilmeksizin alınışını eleştiriyordu. İnönü’nün hükümete tavsiyesi savruk iktisadi pratikler yerine plan dâhilinde kalkınmanın sanayileşmenin mümkünlüğüydü. Menderes, Trabzon’daki konuşmasında bu hususa değinerek İnönü’ye şu şekilde sert çıkıyordu:

‘‘Bir de sanayi bahsinde onların dediklerine bakınız. Sanayi kurmak mutlaka plan işi imiş... Sanayi için lazım olan sermayenin bulunmasını ancak esaslı bir program, bir plan kolaylaştırırmış... Görüyorsunuz: Hala totaliter iktisadiyattan, totaliter memleketlerdeki beş yıllık planlardan bahsetmektedirler. Acaba Avrupa sanayii, büyük Amerikan ekonomisi de beş senelik planlarla mı kuruldu? Böylesine fikirler karşısında diyeceğimiz şudur: Ya efkârı kışkırtmak için mahsus böyle konuşuyorlar yahut da iktisadi görüşleri hakikaten bu kadar ilkel bir seviyede mıhlanıp kalmıştır’’ (Eroğul, 2013: 138-139).

Menderes, İnönü’nün planlı iktisadi kalkınma önerilerini Tek Parti döneminde devletçi strateji ile özdeşleştiriyordu. Plan demek totaliter eğilimler barındırmak demekti. Amerika örneğinden yola çıkarak da planlı iktisadi modelini Sovyet Rusya’yla dolayısıyla komünizmle bağdaştırıyordu. CHP’yi de bu esasları paylaşmakla yani aslında komünizm propagandası yapmakla suçluyordu. Ancak tüm ayrışımlara rağmen iktidar ve muhalefet cepheleri milliyetçiliğe yaslanan antikomünist histeriyi paylaşıyordu. Örnek’in söylemiyle komünizmin bir dış güçle ilişkilenimi komünizme karşı mücadeleyi bir ‘‘ulusal politika’’ya dönüştürdü; partiler, hükümetler, programlar değişse de komünizmle mücadele politikası Cumhuriyet’in sabiti oldu. Komünizmin dışsallaştırılması ayrıca iktidar ve muhalefet guruplarının eklemlenme, uzlaşma ve ayrışım noktaları olacaktı (Örnek, 2015: 30).

İnönü, Malatya’dan sonraki adresi Balıkesir’de 1951 yılında Yabancı Sermaye Yatırımlarını Teşvik Kanunu etkisi hissedilmeyince yürürlükten kaldırılan kanunun 1954 yılı başlarında liberal saiklerle devreye sokulan Yabancı Sermayeyi Teşvik

Kanunu ve Petrol Kanunu’nu57 eleştiriyordu. ‘‘Afrika kabileleri, kendi topraklarını

57 ‘‘ABD telkiniyle 1954’te çıkarılan Petrol Kanunu, ABD petrol şirketlerinin avukatlığını da yapan Max

Ball isimli bir ABD’linin hazırladığı tasarıya uyularak düzenlendi ve kabul edildi. Kanun, petrol sektörünü yabancı petrol şirketlerine tamamen açıyordu’’ (Örnek, 2015: 92).

işleten yabancılara karşı ayaklanmışlardır. İktidar gül gibi toprağımıza, Afrika kabilelerinin kovduğu yabancı sermayeyi getirmek istiyor’’ (Menderes ve Akyol, 2011: 107) diyerek kanunları siyasi ve iktisadi bağımsızlığın ihlali mealinden okuyordu. Nezdinde yıllara dek sürecek antlaşmaların bir çırpıda süratle alınımı dahası muhalefetle müzakerede bulunulmadan yürürlüğe konulması devlet adamlığı ciddiyetiyle

Benzer Belgeler