• Sonuç bulunamadı

1.2 DP İKTİDARI VE İÇ POLİTİKADAKİ GELİŞMELER

1.2.3 Kore’ye Asker Gönderilmesi

İkinci Dünya Savaşı sonrasında iki blok arasındaki ilk sıcak temas Güney Kore’de yaşandı. Dönemin iki farklı kutbunu karşı karşıya getiren çatışmada DP hükümeti de BM Güvenlik Konseyi’nin Kore’deki mücadele kararını destekleyeceğini ve Kore’ye asker göndereceğini deklare etti. 25 Temmuz’da alınan kararla da Kore’ye asker gönderilmesi kararlaştırıldı. Karar, Başbakan Menderes’in verdiği siyasi beyanatlarla ifade ediliyordu. TBMM’den çıkarılan bir yasaya dayanmıyordu. DP acilcilik hissiyle aldığı kararı partinin atikliği olarak yansıtmak arzusundaydı. İktidarın bir başka gayesi savaşa katılımla elde edilecek olumlu sonuçları kendi hanesine yazdırmaktı.

arkadaşı Sait Bilgiç ve arkadaşı Tahsin Tola, genel idare kurulu tarafından ihraç talebiyle Haysiyet Divanı’na sevkedildiler. 7 Şubat 1953’te Ankara’da toplanan DP İştişari Kongresi’nde Menderes bir konuşma yaparak, dinin dünya işlerine ve siyasete karıştırılmasını önleyici bir kanunun gerekliliğine işaret etti’’ (Gözaydın, 2009: 35).

DP iktidarı Tek Parti döneminin dış politikadaki stratejisini yetersiz buluyordu. Yetersizliğe etken de izlenilen politikaların ağır havasıydı. DP önderlerince bir an evvel yapılması gereken hızlı adımlarla Batı bloğuna yakınlaşmanın gerekliliğiydi. Menderes, aktif bir dış politika stratejisinin zarureti üzerinde duruyor ve risk almaksızın nihai hedefe varılamayacağı kanaatini taşıyordu. Sovyet Rusya kaynaklı tehditler tarafsız kalmanın mümkün olmadığını gösteriyordu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye’nin izlediği ikircikli tavırlar Sovyetlerin hafızalarında yer etmişti. Mart 1945’te boğazlar üzerinde denetim ve toprak talebi ilişkileri tümüyle kopma noktasına getirmişti. Türkiye esasında ihtiyatlı bir tutumla siyasi çözümden yanaydı ve çok kerelerde bu bahiste girişimlerde bulunmuştu. Ancak savaşın galibi sıfatıyla Sovyet Rusya değişen dünya konjonktüründe imzalanan antlaşmaların hükümsüzlüğünü ilan ediyordu. Bu hususlardan ötürü DP iktidarınca Kore Savaşı’na katılım NATO’ya kabulde etkin bir rol oynayacaktı. Bu Sovyet Rusya karşısında Batı bloğunda yer alabilmenin koşutuydu. Ayrıca Menderes dünya siyasetinin yarattığı dinamiklerden güç devşirmeyi arzuluyordu. Menderes’in beyanatlarında da savaşa katılım gayesinin izlerini sürmek mümkündü. Öncesinden hükümetinin Kore’ye asker gönderme kararını neden aldığını açıklamayan Başbakan Menderes, bir yıl sonra İstanbul’da yayınlanan Vatan gazetesi ile yapılan bir röportajda bunu şu şekilde açıklıyordu:

‘‘Bir hükümet için kriz anında karar alınırken, aynı sorumluluğu paylaşan muhalefete de danışmaktan daha cazip başka ne olabilirdi? Bizim Kore’ye asker gönderme kararında muhalefete niçin danışmadığımıza gelince: Biz gördük ki, ülkemizin selameti uzun vadede sayısız riski göze almada ve dış politikadaki inisiyatiflerimizi korumada yatmaktadır. Tüm hür insanlığın güvenliği için Kore’de saldırgana büyük güçlerle meydan okuyan Amerika’yı yapayalnız bırakamazdık. Gelecekteki savunmamızda aktif bir yol oynayabilmemiz açısından da bunun bize büyük yarar sağlayacağını gördük. Bu kararımız ve onu uygulama biçimi, bir saldırıya maruz kaldığımızda onunla nasıl mücadele etmemiz gerektiğinin canlı bir örneğini verdi. NATO’ya dâhil edilişimiz bu yoldaki çabalarımızın sonucudur’’ (Bağcı, 1990: 29).

CHP’yse verilen kararın TBMM’nin bilgisi dâhilinde alınmadığına işaret etmekteydi. İnönü, Kore’ye asker gönderme hususunda muhalefetin görüşünün ve TBMM’nin onayının alınmamasından rahatsızdı:

‘‘Arzu edilir ki, uzun müddet iktidarda kalmış bir partinin başkanı sıfatıyla hükümet, benim de bu mesele hakkında reyime müracaat etsin. Büyük memleket meselelerinde, hususiyle memleket müdafaası ve harp ihtimallerinde hükümetin muhalefet partisiyle fikir mutabakatı teminiyle tecrübe etmesi, memleket birliğini sağlamak için esas tedbirdir. Kaldı ki bu mesele hakkında hükümet BMM’nin dahi reyini almış değildir. Halbuki ikinci cihan harbinde harp Türkiye’nin kapısını çaldığı zamanlar ve Alman orduları hudutlarımızda iken bu devletle iktisadi münasebetlerimizi bile kesme kararını almadan evvel CHP Hükümeti Meclis’in fikrini sormuştu’’ (Uyar, 2017: 71).

CHP lideri İnönü kararın müzakere yoluyla alınmayışını ciddiyetsizlikle bağdaştırıyordu. CHP başta olmak üzere muhalefetin karar sürecinden bihaber edilişi düş kırıklığı yaratıyordu. CHP kanadında asker göndermenin bizatihi kendisine yönelik eleştiriler de mevcuttu. MP de nispeten sert muhalefetiyle mukabele ediyordu. MP’li Osman Bölükbaşı kamuoyu hazırlanmadan verilen kararın meşruiyetini sorguluyordu. Hatta bağımsız Milletvekili Kemal Türkoğlu’yla ortak gensoru önergesi vermişti. MP lideri Hikmet Bayur da asker göndermenin kendisine karşı çıkmamakla muhalefete danışılmamasını kabul edilemez buluyordu. Hem CHP’nin hem MP’nin eleştirisi TBMM eliyle asker gönderme kararının yapılmasıydı. Esasında dönemin tüm siyasal güçlerinin Kore’ye asker gönderilmesine ilişkin bir itirazı yoktu. Meclis’teki tartışma kararın usulü ve zarureti üzerineydi. İlkesel tek itiraz Behice Boran’ında üyesi olduğu Türk Barışseverler Cemiyeti’nindi. (TBC) Dernek yayınladığı bildirilerle asker göndermenin bizzat kendisine karşıydı. Ancak antisovyetizmin komünist karşıtı söylemle birleşip hâd safhalara ulaştığı yıllarda dernek ‘‘Moskova ağzıyla konuşmak’’ suçlamasına maruz kaldı. Aralarında Sosyolog Behice Boran’ında bulunduğu üyeleri 15’er ay hapis cezası aldı.

25 Temmuz’da Kore savaşına katılım kararı verilmesinde sonra Türkiye’nin 1 Ağustos’ta NATO’ya üyelik başvurusu kabul edilmedi. DP iktidarınca alınan kararın mahiyeti açığa vuruyordu. Batı bloğuna bağlılığın tescili anlamında Kore Savaşı 23 Temmuz 1953’te son buldu. Ancak savaş Türkiye’ye yüzlerce şehide, yaralıya ve sakata mal oldu. Ama Demokrat Parti Hükümeti, Cem Eroğlu’nun tabiriyle ‘‘ödediği kan

bedeli’’(Eroğul,2013:105) sayesinde Türkiye’yi Atlantik Paktı'na sokmayı başardı.50

50 DP’nin 1954’te yayınladığı Düşmanı Kore’de Karşıladık: Kore’ye Niçin Asker Gönderdik? adlı kitapta,

NATO’ya kabul iktidar ve muhalefet gruplarınca büyük bir başarı ve coşkuyla karşılandı. NATO coşkusunun temelinde hem akılcı hem de duygusal nedenler vardı. Zürcher bu nedenleri şu şekilde sıralıyor:

(a) Stratejik açıdan NATO’nun Sovyet tehdidine karşı güvence olması ve Türkiye’nin modernleşmesini mümkün kılacak Batı yardımını ve borç para akışını garantilemesi, (b) Duygusal açıdan ise, Türkiye’nin nihayet Batılı uluslar tarafından eşit koşullarda kabul gördüğünün bir işareti olarak algılanması (Zürcher, 2016: 342).

DP iktidarı katılımı hükümetin başarılı politikalarının ürünü gösterme eğilimindeydi. Başbakan Menderes de Üçüncü büyük kongrede Kore Savaşı kastedilerek dış politikada izlenilen politikalara ilişkin görüşlerini şu şekilde dile getirmişti:

‘‘Türk milletine ve bütün hür dünyaya karşı üzerine aldığı ağır fakat şerefli mesuliyetinin ehemmiyetini müdrik olan Demokrat Parti, bu itimata layık olmak için muhalefette olduğu gibi iktidarda da hiçbir müşkülden yılmamak şiarından asla ayrılmamıştır’’ (Tunaya, 1952: 685).

Nihayetinde Kore Savaşı’na dâhil olma DP’nin inisiyatifiyle alınmıştı. DP önderlerince de NATO’ya kabul Kemalist devrimlerin nihai noktasıydı. Ama Türkler için bu, aynı zamanda Avrupalı olduklarının tasdikiydi (Bağcı, 1990: 39). Katılım CHP

iktidarında Batı Bloğuna yakınlaşma gayesiyle atılan adımların sonucuydu. 51İktidar ve

muhalefet arasında dış politika hususunda ayrışıma ilişkin bir iz görmek açıkçası mümkün değildi. DP iktidarını ayıran esas düstur karar alma süreçlerindeki atikliğiydi. Tek Parti döneminin ağır bürokratik havasının bir nevi eleştirisiydi de bu atiklik. Daha sonraları Eski Dışişleri Bakanı Necmettin Sadakla yapılan bir görüşmede de Kore Savaşına katılım bahsi söz konusu olmuştu. Sadak’ın ‘‘meseleyi o tarihte muhalefetle görüşmek faydalı olmaz mıydı?’’ sorusuna Başbakan alarmist tavrın göstergesi olarak şu şekilde cevaplandırmıştı:

açtığı insan kaybı küçümseniyordu. Kore mütarekesinde 1000 ölü bile verilmemesine karşın Birleşik Amerika’nın yanımızda kader ortağı oluşuna dikkat çekiliyordu (Özcan, 2016: 108).

51 Celal Bayar da yıllar sonraki hatıralarında Cumhurbaşkanı seçildikten sonra İnönü’yle dış politikaya

ilişkin yaptığı bir görüşmede NATO’ya niçin girmediniz? sorusuna İnönü’nün ‘‘Onlar istediler de biz mi girmedik Celal Bey?’’ diyerek alındığını belirtir (Bozdağ, 1986: 127).

‘‘Meclise gitse idik mesele uzar diye endişe ettik. Konunun nezaketi, zaman kaybına tahammülü yoktu. Bir saat bile geciktirmeden sorumluluğu üzerimize alarak iştirake karar verdik’’ (Sarol, 2014: 195).

Durum buyken, Türkiye’nin savaşa dâhil olma gayesi şu ana eksenlere dayanmaktaydı: (a) Sovyet tehdidi ve antikomünist eğilimler, (b) NATO faktörü, (c) Batı’yla (Amerika kastedilir) iktisadi ve askeri düzeyde yakınlaşma arzusu.

Benzer Belgeler