• Sonuç bulunamadı

1.2 DP İKTİDARI VE İÇ POLİTİKADAKİ GELİŞMELER

1.2.2 Arapça Ezan Yasağının Kaldırılması

Erken Dönem Cumhuriyet Türkiye’sinde Kemalist elitler katı laik uygulamalarıyla hızlı adımlarla bireyin maddi dünyasıyla ilgili yenilikler yapmış böylece zihinsel yapının da bu surette farklılaşabileceği veya değişebileceğini öngörmüştü. Bu teze göre, Batı’ya ait yöntemlerin benimsenmesi sosyal ve kültürel hayatta yüzeysel görsel değişikliklerin ötesinde bir dönüşüm getirecekti. Kemalizm’e göre, Batılı yöntemlerin benimsenmesi sosyal ve kültürel alanda yüzeysel, görsel değişikliklerin ötesinde bir dönüşüm getirecekti. Hatta sosyal modernite kadar estetik modernite’ye de etki edecekti. Mimarlık ve sanatsal alandaki yeni yaklaşım tarzları buna örnektir (Hanioğlu, 2013: 47). Yıldız’ın deyimiyle, kendi cemaati içinde kültür olarak İslam’ın baskıcı kayıtlarından kişiyi azade kılarak yeni bir ‘‘ulusal insan’’ oluşturmayı hedefleyen Kemalist laiklik, dinin hem siyasal hem de sosyal görünürlüğünü sıfırlayarak onu vicdanlar ve mabetlere sıkıştırmış; sıkıştırmanın nesnesi konumundaki dini de yine kendisi şekillendirmeye çalışmıştı. Dinin bu total

özelleştirilmesi Kemalist Türkiye’ye bir anıtkabir görüntüsü vermişti (Yıldız, 2010:

296).47 Bu çerçevede Türkçe Ezan zorunluluğu da dinin yerine ulusun ikamesi sürecinin

yansımasıydı.3 Şubat 1932 yılında devreye giren uygulama Kemalist elitlerin batılılaşma gayesiyle sürdürdükleri yukarıdan mobilizasyon eğilimlerinin nihai

ürünüydü.48 Uygulamanın tarihsel serüveni şu şekildeydi:

‘‘22 Ocak 1932’de Hafız Yaşar(Okur) tarafından İstanbul’da Yerebatan Camii’nde ilk defa Türkçe Kur’an okundu ve 18 Temmuz 1932 tarihinde de Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan İstanbul Müftülüğü’ne gönderilen 636 sayılı özel yazıyla kısa bir süre sonra ezan ve kametin Türkçe okunmaya başlanacağı bildirildi.2 Haziran 1941 tarihinde 4055 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 526. maddesinin ikinci fıkrasına eklenen ‘‘Arapça ezan ve kamet okuyanlar üç aya kadar hafif hapis, on liradan 200 liraya kadar hafif para cezasıyla cezalandırılırlar’’ hükmünde cezai bir yaptırım getirilerek bu duruma ilişkin yasal bir düzenlemeye gidildi’’ (Gözaydın, 2009: 24).

CHP’nin iktidar yıllarında dini alandaki strateji değişimi nüfusun çoğunluğunu oluşturan köylü gruplarının katı laik uygulamalar karşısında mukabele etmesini önlemek üzerineydi. Kemalist elitlerin köylü gruplarıyla olan zayıf bağıntısı 1940’lı yılların sonlarında reformist adımlarını sıklaştırmasını zaruri kıldı. Gereken rejimin ideolojik patikalarına alan açılmasıydı. DP’nin iktidara gelmesinden sonra açığa vuran görece demokratik uygulamalar rejime muhalif İslami kanadı görünür kıldı. DP önderi de 29 Mayıs 1950’de hükümet programını okurken millete mal olmuş devrimler söylemiyle bu hususa ilişkin sorgulamaya girişti. Mümtaz Faik Fenik’e verdiği beyanatta Arapça Ezan yasağının meclis grubuna getirileceğinin sinyalini verdi. Ona göre Tek Parti döneminde taassup zihniyetine karşı koymak amacıyla böylesi uygulamalar gerçekleştirilmişti. Ancak 1950’li yıllarda bunun gereği yoktu. Dahası

47 Bozarslan’ın göre Batılılaşma ideali içerisinde üçlü şiddet eğilimini de barındırır: (1) Eski kurumlara

karşı şiddet ki bunların arasında Müslüman ülkelerinin geri kalmışlığının sorumlusu olarak suçlanan din gibi ölçüt oluşturucu kurumlar, (2) Batılılaşmış eğitimli kişilerin cahillikle suçladıkları topluma karşıt şiddet, (3) Batılılaşma bizzat entelektüeller tarafından trajik bir yabancılaşma biçimi olarak algılandığı için kendi benliğine karşı şiddet (Bozarslan, 2018: 36).

48 Binnaz Toprak, Türkiye’de laikleşme sürecini şu dört bölüme ayırır: (a) Simgesel: İslam’la simgesel bir

özdeşleşme gösteren ulusal yaşam biçimi ya da kültür özelliklerinin değiştirilmesi; alfabe değişikliği, dilin özleştirilmesi, rakamların ve metrik ölçülerin kabulü, rütbelerin kaldırılması, soyadları, şapka ve giyim, saat, takvim, hafta tatili, müzik değişiklikleri vb. (b) Kurumsal: Hilafetin, Şeyhülislamlığın, Şeriye ve Evkaf Velayetinin kaldırılması, tarikat ve tekkelerin kaldırılması, İslam’ın kurumsal gücünü yıkan değişiklikler. (c) İşlevsel: Özellikle eğitim ve yargı alanındaki değişiklikler. (d) Yasal: Temel yasaların yalnız Batı kökenli olması (Tunçay, 1981: 222).

genel ahlak kaidelerini sarsmayan Arapça ezana ilişkin yasağın devamı bilakis laiklik ilkesine de zarar vermekteydi.

İslami duyarlılığı hisseden kesimlerin DP’yi iktidara taşımaları da değişim isteğinin bir göstergesiydi. Militan laik uygulamaların zora dayalı olarak icrası İslami hassasiyeti taşıyan grupların içerisinde önemli bir muhalefeti barındırıyordu. Esasında homojen ulus yaratma idealiyle ‘‘halk için halka rağmen’’ şiarıyla dini alandaki pratiklerin baskıcı yönü Erken Cumhuriyet dönemindeki bir anketle de şu şekilde açığa çıkar:

‘‘İstanbul’da 1927 yılında bir derginin, ‘‘Sizin için en kutsal şey nedir?’’sorusu sorulan gençlerin ‘‘%2’si’’ insan hakları ve enternasyonalizm ‘‘%2’si’’bir ideal , ‘‘ %40’ı’’ şeref’’, ‘‘%40’ı’’din ve Kuran’’ cevabını verirken, sadece %5’i ‘‘vatan’’ve %10’u da ‘‘millet’’ cevabını verir’’ (Bozarslan, 2015: 269).

Bu aynı zamanda kent ideolojisi vasfı taşıyan Kemalist fikriyatın ulusal idealler noktasında kırsal nüfus nazarında reformların sığ, köksüz, yüzeysel kaldığının itirafıydı. DP öncüleri de süreklilik dâhilinde katı laik forma dönük eleştirileri ile CHP’ye dönemin antilik söylemi içerisindeki irticai eğilimlere karşı durarak da MP’yi etkisiz kılıyordu. Arapça Ezan yasağı da içerisindeki sembolik değerden ötürü bahis konusuydu. Üstelik dönemin tanıkları DP’nin bu hususa ilişkin ataklarındaki zarurete dikkat çeker. DP’nin acilci tavrı sonucundaki adımlarla 14 Haziran 1950 tarihindeki DP meclis grubunda görüşüldü. Konu DP’nin gündeminde o denli mühimdir ki grup toplantısı basına açık yapıldı. Sonuçta 16 Haziran 1950 tarihli TBMM Genel Kurulu’nda TCK’ da 526. maddesindeki değişiklikle yasak kaldırıldı. Bunu birtakım farklı değişiklikler izledi. 5 Temmuz’da dini radyo programları üzerindeki yasak kaldırıldı, radyodan Kur’an okundu ve okullarda din dersleri zorunlu hale getirildi.

Dini pratiklerin serbestine ilişkin tavır ellilerin ortalarında gittikçe baskıcılaşan DP’ye muhafazakâr kesimlerin desteğini sürdürmesine olanak tanıdı. DP de bu sembolik değerden olabildiğince yararlanacaktı. Şerif Mardin, DP’nin dinin serbestleştirilmesine ek olarak başka değerlerde önerdiğini söyler. Hatta o dinin yarışta ikinci faktör olduğunu belirtir. Nezdinde eklemlenmesi gerek bir nokta da politik bir konu olarak dini desteklemekle dinin sembolik bir kaynak olarak gücünün birbirinden ayrılması gerektiğidir. Çünkü din geçmişte protestonun yeri ve kaynağıydı (Mardin,2013:206). DP iktidarının laikliğe bakışı Tek Parti döneminden daha tavizkar

bir görünüm sergilerken laiklik karşıtı bir izlenime de sahip değildi. Çağlar Keyder’in dikkati çektiği üzere halkın CHP ve DP arasındaki değerlendirmesinde farklı kıstasları seçmesi, din özgürlüğü konusunun aslında siyasi ve ideolojik hoşnutsuzluğu temsil eden mecazi bir role sahip olduğunu düşündürebilir (Keyder,1990:101). 1945 tarihinde dili sadeleştirilen 1924 Anayasası’nın eski haline getirilmesi dil devrimine karşı olmaktan ziyade dilde suni biçimde devlet eliyle zorlama ve sadeleşmeye karşı çıkışın(sembolik)bir ifadesi olarak görülebilir (Demirel, 2016: 114) Nitekim 1950’lilerin ilk başında Ticani tarikatının Atatürk büstlerine yaptığı saldırılar da DP’nin sert tedbirler almasını gerekli kıldı. Bu bağlamda 25 Temmuz 1951 yılında çıkarılan Atatürk’ü Koruma Kanunu aşırı eğilimler taşıyan kesimler için hukuki bir önlem almanın icabıydı.

İslamcı kesimlerde Tek Parti iktidarında dini pratiklerin kamusal hayattan tasfiyesi niteliğindeki uygulamalara karşılık Menderes’in rövanşist bir tavır takınmasını talep ediyorlardı. Sebilürreşad yazarı Eşref Edip bu yöndeki dileklerini yazılarıyla ortaya koyuyordu. DP grubu içerisinde de İslamcı kesimden milletvekilleri vardı. Ancak 1952 yılında tanınmış gazeteci Ahmet Emin Yalman’a Malatya’da düzenlenen başarısız suikast girişimi sonrasında DP’nin laiklik çizgisi katılaşmaya başladı. Malatya olayının radikal dini gruplarla ilintisinin açığa çıkması sonrasında DP iktidarı İslamcı kesimlere yönelik baskısını arttırdı. Başbakan Menderes de demokratik rejime yönelen tehditleri bertaraf edeceğini şu sözleriyle belirtiyordu:

‘‘Memlekette vicdan hürriyetine tecavüz kimsenin haddi değildir. Malatya Olayı, dini her türlü maksatlara alet etmek isteyenlerin hatta toplu halde çalışmak hevesinde olduklarını gösteriyor. Bu, kesin şekilde önlenecektir’’ (Toker, 1990: 213).

Buna benzer beyanatlardan sonra bizatihi DP grubu içerisinde ayrışımlara başlandı. Grup içerisindeki İslamcı vekiller ihraç edildi. İslamcı neşriyatların faaliyetleri durduruldu. DP iktidarının nihai gayesi aşırı uçlar tarifinde yer alan kesimlerin

pratiklerini törpülemek ve denetim altına almaktı. 49Ellilerde İslami kesimlerin

49 ‘‘Samsun Milletvekili Hasan Fehmi Ustaoğlu, Samsun’da yayınlanan Büyük Cihad gazetesinin 3 Ekim

1952 tarihli sayısında çıkan ‘Milletin Atatürk İnkılâbına Medyun Bulunduğu İddiası Asla Doğru Değildir’ başlığını taşıyan yazısından ötürü 9 Aralık 1952 tarihinde DP’den ihracına karar verildi. Said-i Nursi aleyhinde 23 Aralık 1952’de Samsun Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı. İslamcı birtakım yayınların faaliyetleri durduruldu. Büyük Doğu'nun başyazarı Necip Fazıl Kısakürek Aralık 1952’de dergisinde yayınladığı ve Toplu Basın Mahkemesi tarafından laikliğe bir yazısından ötürü 9 ay 12 günlük mahkûmiyete çarptırıldı. Sebilürreşad’ın yazarı Eşref Edip dergide yayınlanan ‘‘Kara İrtica, Sarı İrtica, Kızıl İrtica’’ başlıklı makaleden dolayı 5 Mart 1953’te beş ay hapse mahkûm edildi. 23 Ocak 1953’te, sağ muhafazakâr bir dernek olan Milliyetçiler Derneği kapatıldı. Derneğin Başkanı DP Isparta milletvekili

konumlanmaları antikomünist söylem üzerinden inşa edilmişti. Milletin mevcudiyetinin teminatı kabilinden Komünizmle Mücadele Derneklerinin kurulması mukaddesatçı ruhun apaçık deliliydi. 1950’li yıllardaki dini cemaatlerin örgütlenme hızı dikkati çekmekteydi. Bilhassa siyasi örgütlenmenin yavaş seyri göz önüne alınırsa dini cemaatler oy deposuydu. DP’yle kurulan klientalist bağıntının etkisi de cemaatlerin gelişimindeki hususların başındaydı. Ancak dönemin antilik söylemi dâhilinde olan irtica laisist cephe nezdinde gerici dindarlaşmanın simgesine dönüşecekti.

Son kertede DP iktidarının dini alandaki görece stratejisi Tek Parti iktidarının yoğun baskısını gevşetme eğilimi üzerineydi. Kemalist elitlerin ancien regime olarak ilan edilen İslam’ı ve onun kamusal yüzünü görünmez kılmaya yönelik girişimleri İslam’ın millileştirilmesi ve Türkçeleştirilmesi (Kuran’ın Türkçe çevirisinin hazırlanması ve ezanın Türkçeleştirilmesi) dini denetim altına almanın ve homojen ulus yaratma arzusunun tezahürleriydi. DP iktidarının uygulamaları da rejimin dini politikalarını köklü eleştiriye tabi tutmamakla 1940’ların sonunda CHP iktidarının dini alandaki görece liberal adımlarını takip etmekti. Buna bir de 1950’lilerin antilik söyleminde yer alan irtica ile mücadeleyi eklemek gerek. DP’nin dini alandaki stratejisi özgürlük ve istismar ikilemi arasında yer alacaktı.

Benzer Belgeler