• Sonuç bulunamadı

4.BEDÎ İLMİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ

4.1. BEDÎ İLMİNE DAHİL OLAN SÖZ SANATLARI

4.1.20. Mezheb-i Kelâmî

Bu adlandırmadaki “kelâmî” sözü, kısaca dinin temel doğrularını savunmak için müslüman düşünürlerin sistemleştirdikleri aklı ve mantık kurallarını esas alan bir ilim olarak tarif edebîleceğimiz kelâm ilmine işaret etmektedir. Bu ilim ile uğraşan âlimlerin meseleleri ortaya koyuş tarzını ve düşüncelerini ispat şeklini andırdığı için edebiyat sahasında da - manzum olsun düz yazı olsun– dile getirilen husus ve iddia olunan mesele için kıyas yapılması ve delil getirilmesine bu ad verilir. İhticâc adı da verilir.

Bu tarz ifadelerde sanki dile getirilecek düşünceye muhatabın itirazı var sayılarak ona cevap verilmek ve iddia edilen hususun doğruluğuna söze muhatap olanı zorlamak istenir gibidir.

Mezheb-î kelâmî olarak adlandırdığımız bu tarz ifadeler yapıları gereği aynı zamanda bazen temsilî teşbîh bazen de telmih olabilir, çoğu zaman ta’lîli, yani bir hadisenin sebebini söylemeyi çağrıştırır.

Görinür naḳş-ı emel ġurbetde de zı̇̄rā gelür

Levḥ-i pı̇̄şānı̇̄ye evvel her ne kim mersūm olur (g.LXXXII/2)

“Gurbette de emel, arzu nakışları görünür, zira önceden yazılan her şey alın kâğıdına gelir.”

218 Desûkî, 555; Bâbertî, 647; Tehânevî, 511; Matlûb, 511; Matlûb, 612; Atîk, 588; Tabâne, 281; Cevdet Paşa,

145 Şair gurbette yaşamanın vermiş olduğu hüzünle, Rûm diyarına dönme isteğinin olduğunu belirtir. Bu ifadeden sonra ise kaderde yazılanın insanın alın yazısı olduğunu kaderde ne yazıyorsa insanın başına onun geleceğini delil olarak getirmiştir. Dolayısıyla şair mezheb-i kelâmî sanatına başvurmuştur.

Ceẕbe-i ḥüsn-i maḥabbetdür kim eyler muttaṣıl

Dōst cüst ü cūy-ı ʿaşḳ u ʿaşḳ cüst ü cūy-ı dōst (g.XXV/4)

“Mahabbet güzelliğinin cezbesi, dostun aşkı ve aşkın dostu devamlı olarak arayıp sormasıdır.”

Şair bu beyitinde “muhabbet güzelliğinin cezbesi” ifadesiyle tartışılabilir nitelikte bir söylemde bulunmaktadır. Bundan sonra “dostun aşkı ve aşkın dostu devamlı olarak arayıp sormasıdır." ifadesiyle de yukarıda söylemiş olduğu söyleme kanıt niteliğinde örnek vererek mezheb-i kelâmî yapmıştır.

Kitāb mülzemi-i müdde ʿı̇̄ye şāhiddür

Ki müstaʿidd-i ezel eylemez kitāb ile baḥs̱ (g.XXVI/4)

“Kitap, bir şey iddia edip neticede susturulan kimse için delildir, hiç ezelden istidada sahip kimse, akla hitap eden, akıl mahsûlü olan sonradan yazılmış kitapla konuşmaya tenezzül eder mi?”

Şair yukarıdaki beyitte olduğu gibi “kitap, bir şey iddia edip neticede susturulan kimse için delildir,” ifadesiyle tartışmaya açık bir ifade kullandıktan sonra “hiç ezelden istidada sahip kimse, akla hitap eden, akıl mahsulu olan sonradan yazılmış kitapla konuşmaya tenezzül eder mi?” ifadesiyle de cevap alma amacı olmadan soru sorarak beyitin birinci mısrasındaki görüşüne ikinci mısrada örnek vererek mezheb-i kelâmî yapmıştır.

4.1.21. Cinas219

219 Alvan, a.g.e., s. 175.

146 Sözlük anlamı iki veya daha fazla şeyin birbirine benzemesi olan cinas, bir metinde geçen farklı sözcükler arasındaki yazılış ve söyleyiş benzerliğidir. Sözcükler arasındaki bu benzerlik harflerin türü, sayısı, harekesi ve sırasına göre uygulanır.

Cinas iki ana bölümde incelenir:

1-Tam cinas: Cinası meydana getiren sözcükler arasında şekil benzerliği olmamasıdır. 2-Tam olmayan cinas: Cinası meydana getiren sözcükler arasında benzerlik olmasına rağmen, harf sayısı, türü, harekesi ve harflerin sıralanışında farklılık olmasıdır.

Cinas-ı mütekârib: (Cinası oluşturan sözcüklerdeki harflerin türünde farklı olması) Bu farklılık sadece birer harfte olur. Sözcükler mahreç yakınlığı (pronunciation) itibarıyla birbirine yakınsa cinas-ı muzârî; birbirinden uzaksa cinas-ı lâhik denir.

Cinas-ı nâkıs: (Cinası oluşturan sözcüklerdeki harflerin sayılarının farklı olması) Sözcüklerden birinin harf sayısı diğerine göre eksiktir. Fazla olan harf sözcük başında ise cinas-ı merdûf; sözcük ortasında ise cinas-ı mutarraf; sözcük sonunda ise cinas-ı müktenif adını alır.

Cinas-ı muharref: (Cinası oluşturan sözcüklerin hareke ve sükûnda farklı olması) Cinas-ı hattî: (Cinası oluşturan sözcüklerdeki noktalı harflerde farklılık olması) Cinas-ı kalbî: (Cinası oluşturan sözcüklerdeki harflerin sıralanışında farklılık) Cinas ses tekrarına dayalı şeklî bir sanat olduğu için bizzat şiiri güzelleştiremez. Eğer metinde ses ve mananın ideal birleşimi sağlanmışsa cinas bütün ses sanatları gibi sanat olarak değer kazanır.

Fehîm-i Kadîm’in gazellerinde örneklerine rastladığımız bazı cinas örnekleri şunlardır.

Egerçi nāzına yārüñ niyāz olur bāʿis̱

Niyāz-ı ʿāşıḳa da luṭf-ı nāz olur bāʿis̱ (g.XXVII/1)

“Her ne kadar sevgilinin nazına sebep, yalvarma ise de, âşığın yalvarmasına da naz lutfu sebeptir.”

Bu beyitte “nâz” ve “niyâz” kelimeleri arasında cinas-ı mutarraf yapılmıştır.

Şemʿ-i bah̬tum pertev-i nūr ile etmez imtizāc

Belki nūr-ı şuʿle-i Ṭūr ile itmez imtizāc (g.XXX/1)

“Bahtımın mumu, nurun parlaklığıyla değil, hatta Tur Dağıʾndaki ateşin nuruyla bile uyuşmaz.”

147 Yukarıdaki beyitte “nûr” ve “tûr” kelimeleri arasında bir harf farklılığı olduğu için bu kelimeler arasında cinas-ı lâhık bulunmaktadır. Ayrıca bu beyitte Tur Dağ’ına telmih vardır.

Ṣōfı̇̄ yeter efkār-ı ġam-ı būd u nebūd it

Ḳurbān-ı dilber ol is̱bāt-ı vücūd it (g.XXII/1)

“Ey sofu! Yeter, varlık ve yokluk gamını düşün, dilber gamına kurban olarak varlığını ispatla.”

Bu beyitte “bûd” ve “nebûd” kelimeleri arasında harf fazlalığının kelimenin başında olması sebebiyle cinas-ı merdûf vardır. Ayrıca “dilber” ifadesiyle şair açık istiâre yapmıştır.

4.1.22. İştikâk220

İştikâk, aynı kökten türemiş iki veya daha fazla sözcüğün aynı ibare içinde bulunmasına denir. Bir metinde “ilm” kökünden türemiş “âlim”, “ma’lûm”, “ta’lîm” gibi aynı kökün türev(=müştak)leri olan sözcüklerin bir arada kullanılması bu sanatı oluşturur. Burada sözü edilen metin, bir mısra ya da beyit olabileceği gibi, bir cümle yahut bir paragraf da olabilir. Fehîm-i Kadîm’in gazellerinde örneklerine rastladığımız bazı iştikâk örnekleri şunlardır.

Görmez gözümüz ʿālemi çün ġonca-i nergı̇̄s

Tā āyı̇̄ne-i sāġar-ı Cemşı̇̄d görünmez (g.CXVII/3)

“Cemşid' in kadeh aynası görünmeden, gözümüz, nergis goncası gibi âlemi görmez.”

İlk mısrada “görmez” fiiliyle ikinci mısrada geçen “görünmez” fiilleri arasında iştikâk sanatı vardır. Ayrıca beyitte şarabı bulduğu rivayet edilen İran hükümdarı Cemşîd’e221 de

telmihte bulunulur. “Görmez gözümüz ʿâlemi çün ġonca-i nergîs” ifadesinde şair teşbîh edatı ve benzeyiş yönünü zikrettiği için mufassal ve mürsel teşbîh yapmıştır.

ʿAḳl u cān ü dı̇̄n ü dil nāmaḥrem-i ʿuşşāḳ iken

Bı̇̄-tekellüf rāz-ı ʿaşḳa yār-ı maḥremdür şarāb (g.XIV/5)

220 Tehânevî, 766; Matlûb, 126; Tabâne, 384; Vatvat, 632; Cevdet Paşa, 172; Recaizâde, 345; Süreyya, 398;

Naci, 56; Rif’at, 317; Bilgegil, 326; Saraç, a.g.e., s. 67.

221 Fehîm-i Kadîm Divanı’nında en fazla ve değişik yönleri anılan mitolojik şahsiyyet, İranlıların en eski

hükümdar ailesi Pişdâdiyan sülalesinin IV. hükümdarı, şarabı bulduğu rivayet edilen, esas adı Cem, lakabı Şîd olan, süslü elbisesi ile mücevherlerini takarak Azerbaycan’da yüksek bir tepede tahtına oturduğu gün nevruz olarak kutlanan, câm-ı cihan nümâ isimli kadehi ile de meşhur, yedi yüz yıl veya bin yıl hükümdarlık eden ve bu arada ilme de yönelen Cemşîd’dir. Bkz., Üzgör, a.g.e., s. 43.

148 “Akıl, can, din ve gönül âşıklara nâmahrem iken, şarap aşk sırrına teklifsiz, yakın bir dosttur.”

Şair bu beyitinde “aşk” ve ‘uşşak” kelimeleriyle aynı kökten türedikleri için iştikâk sanatı yapmıştır. Ayrıca bu beyitte ‘akl, cân, dil sözcükleri arasında tenâsüp sanatı yapılmıştır. Bununla beraber “akıl, can, din ve gönül” âşıklara nâmahrem olması bakımından cem edilmiş, şarap ise aşk sırrına teklifsiz yakın dost olması bakımından da tefrîk edilmiştir.

Ne nigeh ṣāʿiḳa-i h̬āne-ber-endāz-ı verāʿ

Ne nigeh bāriḳa-i h̬ırmen-i zühd ü zühhād (g.XXXVIII/3)

“Nasıl bir bakış? Dindarlık hanesini yıkacak bir yıldırım. Nasıl bir bakış? Zühdün ve zahitlerin harmanının şimşeği.”

Şair beyitinde sevgilinin bakışıyla oluşan yıldırımın dindarlık hanesini yıkacağını söylemesiyle mübalağa sanatı yapmıştır. Anlatımı daha etkili kılma amacıyla söylemiş olduğu “ne nigeh” ifadeleriyle de istifham sanatı yapmıştır. “Zühd” ve “zühhâd” kelimeleri arasında da iştikâk sanatı yapılmıştır.