• Sonuç bulunamadı

mekle birlikte, çocuklann kendi aralanndaki benzerliği içermemektedir:

Belgede ŞİDDET VE KUTSA L RENE GIRARD (sayfa 91-135)

"Bana sık sık, Omarakana'lann şefi To'oluwa'nın şu ya da bu oğlu ne kadar da babasına benziyor, diyorlardı. Aynı babaya olan bu ortak benzerliğin kardeşler arasındaki benzerliği de kapsadığını belirtmek cüretini gösterdiğimde, bu sapkın görüşümden ötürü hemen kınan­

dım. "15

B

aşlıca mitos izleklerinden biri olan den ve kardeşler arasındaki her tür benzerlikten duyulan korku

düşman kardeşler

ile, ikizler­

arasında herhangi bir yakınlık var mı diye bakmak gerekir. Clyde Kluckhohn, erkek kardeşler arası çatışmaların mitoslarda en sık rastlanan çatışma türü olduğunu öne sürüyor. Genellikle kardeş kat-1 5 Agy.

liyle sonuçlanan çatışmalardır bunlar. Kara Afrika'nın bazı bölgele­

rinde mitolojik rekabetlerin kahramanlan her zaman art arda doğ­

muş erkek kardeşlerdir. Bu tanım, doğru anlıyorsak, ikizleri kapsa­

makta ama onlarla sınırlı kalmamaktadır.16 ikizler izleği ile genel olarak erkek kardeşler örüntüsü arasındaki süreklilik, Trobriand adalanna özgü değil.

Erkek kardeşler, ikiz olmadıkları durumlarda bile birbirlerinden diğer tüm akrabalara göre daha az farklı oluyor. Babalan, anneleri, cinsiyetleri ve genellikle de en yakınından en uzağına kadar tüm ai­

le mensuplarına göre konumlanışları aynı. Sıfatları, hakları ve görev­

leri birbirine en yakın olan aile mensupları onlar. ikizler bir anlam­

da pekiştirilmiş kardeşlerdir; ikizlerin arasında, nesnel farklann so­

nuncusu olan yaş farkı da ortadan kalkmakta, aralarında aynın yap­

mak olanaksızlaşmaktadır.

içgüdüsel olarak, kardeşlik ilişkisini bir sevgi ilişkisi gibi düşün­

me eğiliminde oluyoruz ama, aklımıza gelebilen mitolojik, edebi ve tarihsel örnekler hep çatışma örnekleri: Habil ile Kabil, Yakub ile Esav, Eteokles ile Polyneikes, Romus ile Romulus, Aslan Yürekli Ric­

hard ile Topraksız john vb.

Yunan mitosları ile bunları uyarlayan tragedyalardaki düşman kardeş bolluğu bize hep aynı simgesel mekanizmanın, art arda, an­

cak örtülü bir biçimde değindiği kurban bunalımını düşündürüyor.

Metinlerdeki erkek kardeş izleği, izlek olarak, ayrılmaz parçası oldu­

ğu kötücül şiddetten daha az "bulaşıcı" değil. izleğin kendisi bir tür şiddet.

Polyneikes Thebai'den uzaklaşıp kenti kendisi iktidara geçinceye değin kardeşinin yönetimine terk ettiğinde, yanına varlığının bir öz­

niteliğiymiş gibi, kardeş kavgasını da alıyor. Geçtiği her yerde, tıpkı aynı mitosun bir başka yerinde Kadmos'un toprağa canavar dişi ekip 16 Clyde Kluckhohn, "Recurrent Themes in Myths and Mithmaking",

Myıhs and Mithmahing içinde, ed. Henry A. Murray (Boston, 1968), s. 52.

86 Ş i D D E T V E K U T S A L

tepeden tırnağa silahlı, birbirine saldırmaya hazır savaşçılar topla­

ması gibi o da topraktan düpedüz karşısına dikilecek kardeş toplu­

yor.

Bir bilici, Adrastos'a iki kızından birinin bir aslanla, diğerininse bir yabandomuzu ile evleneceğini bildirmiştir. Dış görünüşleri fark­

lı, ama şiddetleri bakımından aynı olan iki hayvandır bunlar. Euri­

pides'in

Yalv�ncı Kad

ı

nla

r'ında kral bu iki damadını nasıl keşfettiği­

ni anlatır. Bir gece, ikisi de sefalete düşmüş olan Polyneikes ile Tyde­

us bir kötü şilte için kralın kapısında kavgaya tutuşmuşlardır:

Adra.stos:

Aynı gece iki sürgün geldi kapıma.

Theseus:

Biri kim biri kim?

Adra.stos:

Tydeus'la Polyneikes. Yumruk yumruğa giriştiler.

Theseus:

Senin kızlarla sözlenen hayvanlar onlar mıymış?

Adra.stos:

Hayvan döğüşü gibiydi döğüşleri.

Theseus:

Yurtlarından bunca uzakta ne işleri varmış?

Adra.stos:

Tydeus bir yakınını öldürüp sürülmüştü.

Theseus:

Ya Oidipus'un oğlu neden bırakmış Thebai'yi?

Adra.stos:

Babası lanetlemiş; kardeşini öldürmekten korkuyor.

Kavganın sertliği ve hedefsizliği, aile durumlarındaki simetri, öy­

küye sözcüğün tam anlamıyla "kardeş"lik katan bir veri olarak iki kız kardeşle evlilik: Tüm bunlar bu bölümü Eteokles-Polyneikes ilişkisinin ve aslına bakılırsa her tür kardeş rekabetinin yinelendiği bir bölüm durumuna getiriyor.

Kardeş kavgasının ayırt edici özelliklerini saptayınca, bu çatışma­

ların mitolojide ve tragedyalarda tek tek ya da küme küme yayılmış olduğunu görebiliyoruz. Sözcüğün düz anlamıyla kardeş olan Poly­

neikes ile Eteokles'in yanı sıra, Polyneikes ile Tydeus ya da Oidipus ile Kreon gibi üvey kardeşlere, aynca aynı kuşaktan olan daha baş­

ka yakın akrabalara, örneğin Dionysos ile Pentheus gibi yeğenlere de rastlıyoruz. Sonuçta yakın akraba olmanın hiçbir özel yanı yok,

çün-kü o da aile içinde farklılığın yok olmasını simgeliyor, başka bir de­

yişle

simgesizleştiriyor.

Yakın akrabalık, sonuçta tüm izleklerin altın­

da yatsa da mitosların pek net göstermediği, buna karşılık tragedya­

da güçlü bir biçimde vurgulanan o çatışma simetrisiyle birleşiyor;

tragedyanın altta yatan şiddete dayalı farksızlaşmayı bulma eğilimin­

de olduğu izleklerin söz konusu farksızlaşmayı ele vermesinin nede­

ni zaten farksızlaşmayı

temsil ediyor

olmalarıdır.

Dolayısıyla günümüzde sık işitilen tragedyanın aile içi farklılık­

lara çakılıp kaldığı için evrenselleşemeyeceği fikrinden daha yanlış bir fikir olamaz. ikizlerden duyulan dinsel korkudaki gibi kardeş kavgasında da sorun bu farklılıkların silinmesidir. iki izlek bir nok­

tada birleşiyor; ancak, aralarında, üstünde durmamızı gerektirecek bir fark var.

ikizler bize kurban bunalımının belirgin özelliği olan çatışma ve kimlik simetrisinin bazı ilişkiler açısından dikkat çekici olan bir temsilini sunuyor. Ancak, buradaki benzerlik tümüyle rastlantısal:

Biyolojik ikizlerle toplumsal ikizler arasında hiçbir gerçek bağ yok.

ikizler şiddete diğer insanlardan, en azından diğer kardeşlerden da­

ha yatkın değil. Dolayısıyla kurban bunalımı ile ikizliğin esası ara­

sındaki ilişkide belirli bir keyfilik var ve bu keyfilik, dilbilimsel gös­

tergenin keyfiliğiyle aynı türden değil, çünkü temsil öğesi her zaman mevcut. Buna karşılık, simgenin klasik tanımı ikizlerle kurban bu­

nalımı arasındaki ilişkiye uygun düşüyor.

Düşman kardeşlerde temsil öğesi gölgede kalıyor. Kardeşlik iliş­

kisi aile içinde yer alan, olağan bir ilişki. Kardeşler arasında her za­

man, küçük de olsa bir fark bulunuyor. ikizlerden kardeşlere geçil­

diğinde simgesel temsil düzleminde bir şeyler yitirilse bile bu yitiri­

len kısım toplumsal hakikat söz konusu olduğunda yeniden kazanı­

lıyor, gerçekliğe yeniden ayak basılmış oluyor. Kardeşlik ilişkisi ço­

ğu toplumda çok küçük bir gerçek farklılık içerdiği için, şiddete da­

yalı farksızlaşmanın saldırılan karşısında her zaman korunmasız

88 S I D D E T V E K U T S A L

olan farklılık sisteminin zayıf bir noktasını oluşturuyor belki. İkiz­

lerden salt ikiz olduktan için duyulan korkunun mitik olduğu doğ­

ruysa da, erkek kardeşler arasında rekabetin ağır basması konusun­

da aynı şey söylenemez. Kardeşlerin aynı tür bir büyülenme, sözge­

limi bir taht, bir kadın ya da genellikle görüldüğü üzere baba mira­

sı gibi her ikisinin de tutkuyla istediği ama paylaşamadığı ya da pay­

laşmaya yanaşmadığı bir nesneden büyülenme sonucu hem yakınla­

şıp hem uzaklaşmalanna yalnızca mitoslarda rastlamıyoruz.

İkizlerden farklı olarak düşman kardeşlerin bir ayağı tümüyle simgesel bir "simgesizleşmedeyken" diğer ayak gerçek bir simgesiz­

leşmede -asıl kurban bunalımında- duruyor. Bazı Afrika monarşile­

rinde kralın ölümüyle başlayan taht kavgası, kralın oğullannı

düş­

man kardeşler

durumuna getiriyor. Bu kavganın ne ölçüde simgesel, geleneksel, ve ne ölçüde belirsiz bir geleceğin, gerçek olaylann baş­

latıcısı olduğunu saptamak, olanaksız değilse bile çok zor. Başka bir deyişle, karşımızdaki gerçek bir çatışma mıdır yoksa biraz fazla doğ­

rudan bir biçimde temsil ettiği bunalımı arındıncı etkiler yoluyla bertaraf etmeye adanmış bir kurban benzetimi mi, bilemiyoruz.

İkizlerin, hatta düşman kardeşlerin neyi temsil ettiğini anlayamı­

yorsak, bunun nedeni, öncelikle, temsil edilen gerçekliğin varlığın­

dan tümüyle habersiz olmamız elbette. En önemsiz bir ikiz çiftin ya da düşman kardeşlerin bütün bir kurban bunalımına işaret ettiği, böyle bir bunalımın habercisi olduğu aklımıza bile gelmiyor. Çift olanın, resmi retorik çerçevesinde değil, reel şiddet çerçevesinde

her zaman bütünsel

olarak yer aldığı da gelmiyor aklımıza. Şiddet yoluy­

la gerçekleşen her tür farksızlaşma, başlangıçta ne kadar sınırlı olur­

sa olsun hızla yayılarak toplumun bütününü yıkıma uğratabiliyor.

Anlamıyor oluşumuzdan bütünüyle biz sorumlu değiliz. Mitolo­

ji izleklerinden hiçbiri bizi kurban bunalımının hakikatine götüre­

cek yetkinlikte değil. İkizler simetriyi ve aynılığı tam olarak temsil ediyor; farksızlık, farksızlık olarak orada mevcut, ancak, öylesine

olağanüstü bir görüngüde somutlaşmış durumda ki yeni bir farklı­

lık oluşturuyor.

Temsil edilen

farksızlık sonunda pekala fark gibi, ca­

navarca olanı tanımlayan ve elbette kutsalın ön planında rol oyna­

yan bir fark gibi görünebiliyor.

Düşman kardeşler ise bizi tümüyle alışılmış olan aile bağlamın­

da olmak üzere gerçeklikle yeniden buluşturuyor: Burada artık sıkı­

cı ya da eğlenceli bir tuhaflıkla karşı karşıya değiliz. Ne var ki çatış­

manın gerçeğe benzerliği hep simgesel içeriğini silip çatışmaya kü­

çük bir tarihsel öykü niteliği kazandırma eğiliminde. Gerek ikizler­

de gerekse düşman kardeşlerde simge, çelişkili bir biçimde, simge­

lediği şeyi bizden gizliyor: Bu gizlenen, her tür simgeciliğin yok edilmesidir. Farklılıkları ortadan kaldıran işleyiş, karşılıklı şiddetin her yere yayılmasıdır ve hiçbir zaman açığa çıkmayan bir işleyiştir bu; ya geride bir miktar farklılık kalmıştır ve biz yine bir kültürel düzen içindeyizdir, ya da geriye hiç farklılık kalmamıştır ama, fark­

sızlaştınlmış olan şey ortaya ancak son derecesine varmış bir farklı­

lık biçiminde, örneğin, ikizler gibi bir korkunçluk biçiminde çık­

maktadır.

Yukarıda da söylemiştik: Farklılıklara adanmış bir dil, her tür farklılığın silinmesini dile getirmek konusunda belirli bir elvermez­

lik, bir yetmezlik gösterir. Kullanılan dil, her ne derse desin, aynı anda hem fazla hem az söyler:

"Each thing meets in mere oppugnancy

[Her şey birbirine çarpar] " ya da

"the sound and the fury,I Signifying nothing

[ses ve öfke, hiçbir anlama gelmeyen] " demekle yetinse bile.

Ne yaparsak yapalım, kurban bunalımına ait gerçeklik hep söz­

cüklerin arasında kayıp gidiyor, her zaman bir yandan kısa öyküye dönmüş tarihin, bir yandan da canavarlığın tehdidi altında kalıyor.

Mitoloji her zaman ikinci tehlikeye düşüyor, tragedya ise hep birin­

ci tehditle yüz yüze.

Canavarlık, mitolojinin her yerinde vardır. Bundan çıkarılacak sonuç, mitolojinin durmadan kurban bunalımından söz ettiğidir;

90 Ş i D D E T V E K U T S A L

ancak, mitoloji bu bunalımdan yalnızca üstünü örtmek amacıyla söz etmektedir. Mitosların, kurban bunalımlarından doğduğunu, bu bunalımların geriye yönelik biçim değiştirmelerinden, bunalımın doğurduğu kültürel düzenin ışığında yapılmış birer yeni yorumdan ibaret olduklarını düşünebiliriz.

Kurban bunalımının izlerini mitoslarda bulmak, tragedyada bul­

maktan daha zor. Daha doğrusu, tragedya her zaman mitolojik örüntü şifrelerinin kısmi olarak çözülmesinden ibaret; şair, kurban bunalımının soğumuş küllerine doğru üflüyor; dağılmış, denkliği bozulmuş karşılıklı parçalan birbirine yapıştırıyor, mitos anlatımı­

nın bozduğu dengeyi yeniden kuruyor. Şiddete dayalı bir karşılıklı konumlanma girdabı yaratıyor tragedya yazan; bu girdapta farklılık­

lar, tıpkı eskiden mitosta biçim değişikliğine uğratılmış olan gerçek bunalım sırasında olduğu gibi eriyip gidiyor.

Tragedya her tür insan ilişkisini tek bir trajik çatışmanın etrafın­

da topluyor. Tragedyada, Eteokles ile Polyneikes'in "kardeş" kavga­

sı,

Alkestis

ile

Kral Oidip

u

s

'un baba oğul çatışması, hatta aralarında hiçbir akrabalık bağı bulunmayan kişiler, örneğin, Oidipus ile Teire­

sias arasındaki çatışma arasında herhangi bir fark yok. lki peygam­

ber arasındaki rekabet, kardeşler arasındaki rekabetten ayırt edilmi­

yor. Tragedya, mitos izleklerini başlangıçtaki şiddetlerine geri götür­

me eğiliminde: Kısmen, ilkellerin ikizler karşısında duyduğu kaygı­

lan gerçekleştirerek, kirliliği yayıyor, şiddet ikizlerini sonsuzca ço­

ğaltıyor.

Tragedyanın mitosla özel bir yakınlığı varsa da bu durum ikisi­

nin aynı yönde yol aldığı anlamına gelmez. Tragedya sanatında sim­

geden değil, simgesizleştirmeden söz etmek gerekir. Tragedyanın, en azından belirli bir noktaya kadar mitosun gidiş yönüne ters bir işleyiş göstermemesinin nedeni, kurban bunalımının simgelerinden çoğunun, özellikle düşman kardeşlerin, ayin ve trajik olay gibi bir ikili oyuna elverişli olmasıdır. Bu noktaya daha önce, Afrika'daki

taht kavgalarıyla ilgili olarak değinmiştik; bu çatışmaların ayinsel mi yoksa tarihsel ve trajik mi olduğunu bilemiyorduk.

Burada simgeleştirilen gerçeklik, çelişkili bir biçimde, her tür simgeciliğin yitimidir. Farklılıkların yitimi, ister istemez, farklılığa dayalı olan dilde kendini açığa vurmaktadır. Görüngü öylesine özel­

dir ki, alışılmış simgecilik kavramları bağlamında düşünülmesi bile olanaksızdır. Bu noktada bize ancak tragedyaları okumak, trajik esi­

ni yakalayacak, temelinden "simetrik" bir okuma yardımcı olabilir.

Tragedya şairi mitosların altında her zaman şiddete dayalı bir karşı­

lıklı konumlanma buluyorsa bunun nedeni şairin mitosu gitgide za­

yıflayan farklılıklar ve artan şiddet bağlamında algılamasıdır. Şairin ortaya koyduğu tragedyayı, bu bölümün başında söz ettiğimiz yeni kurban bunalımından ayıramayız.

Şiddete ilişkin her bilgi gibi tragedya da şiddetle doğrudan bir bağlantı içinde; kurban bunalımından doğma o da. Tragedya ile mi­

tos arasında belirmeye başlayan ilişkiyi anlamak için, ona benzeyen bir ilişkinin yardımına başvurabiliriz: lsrail peygamberlerinin, arada bir alıntıladıkları bazı Pentateukhos metinleriyle olan ilişkileri. Ör­

nek olarak, Yeremya'nın bir metnine bakalım

(9: 3-5):

Herkes dostundan sakınsın,

Kardeşlerinizin hiçbirine güvenmeyin.

Çünkü her kardeş Yakup gibi aldatıcı, Her dost iftiracıdır.

Dost dostu aldatıyor, Kimse gerçeği söylemiyor.

Dillerine yalan söylemeyi öğrettiler, Suç işleye işleye yorgun düştüler.17

17 Çeviri, Kutsal Kitap'ın yeni basımından (Kitabı Mukaddes Şirketi Yay., 2002). -ç.n.

92 Ş 1 O O E T V E K U T S A L

Burada Yakup'la ilgili olarak çizilen düşman kardeşler taslağın­

daki anlayış, Eteokles ile Polyneikes konusuna ilişkin trajik yorum­

la örtüşüyor. Kardeşlik ilişkisi bir çatışma simetrisine göre tanımla­

nıyor ve bu simetri burada artık az sayıdaki tragedya kahramanıyla sınırlı değil; anekdot niteliğini de tümüyle yitirmiş durumda; öne çı­

kan, topluluğun kendisi. Yakup'a yapılan gönderme, kurban buna­

lımını betimleyen ana örüntüye bağımlı kılınmış. Şiddet bütün bir toplumu çözüyor, tüm ilişkiler düşman kardeş ilişkisine benziyor.

Biçemsel simetri edevatı, şiddete dayalı karşılıklı konumlanmayı di­

le getirmeye yönelik:

"Dost dostu aldatıyor,/ Kimse gerçeği söylemiyor."

Eski Ahit'in

büyük metinlerinin kökleri, birbirinden ayrı, arala­

rında bazen uzun süreler olmakla birlikte bazı açılardan birbirine benzeyen kurban bunalımlarında yatıyor. llk bunalımlar hem daha sonrakilerin ışığında yeniden yorumlanıyor, hem de onların yorum­

lanması için ışık tutuyor. Eski bunalımlarla ilgili tanıklıklar sonraki­

lerin düşünülmesinde her zaman değerli bir destek sağlıyor bize. Ye­

remya'nın önerdiği Yakup yorumunda da bu desteği saptıyoruz.

"Tekvin" ile, Yeremya'nın bizzat yer aldığı Vl. yüzyıl bunalımı ara­

sında bir temas kuruluyor ve bu temas her iki yöne de ışık tutuyor.

Tragedya gibi, peygamberce düşünce de karşılıklı şiddete dönüştür;

dolayısıyla, peygamberce düşünce de mitolojik farklılıkların, traged­

yadakinden çok daha bütünsel bir biçimde yok olması anlamına gel­

mektedir. Ancak bu konu ayn bir çalışmada ele alınmayı gerektiri­

yor.

Trajik esinlenme ne denli dolaylı ve eğreti olursa olsun, onu da Yeremya'nın metni gibi algılamak olanaklı. Yukarıda alıntıladığımız bölüm pekala Tekvin'deki düşman kardeşler Yakup ile Esav'ı konu alan bir tragedyanın taslağını oluşturabilirdi. . .

B u trajik ya da peygamberce esinlenmenin gücü, tarih ve felsefe bilgisinden, ansiklopedik bilgilerden ileri gelmiyor; şiddetin gerek kültürel düzen içinde gerekse kültürel düzensizlik içinde, hem

mi-tosta hem de kurban bunalımında oynadığı rolün doğrudan doğru­

ya sezilmesinden ileri geliyor. Aynı şekilde, Shakespeare'in

Troilos ile Kressida

esinlenmesinin kaynağı, dinsel bunalım içindeki lngilte­

re'dir. Pozitivist anlayışın çok sevdiği kesintisiz bilimsel bilgi artışı sürecinde gitgide daha iyi bir yoruma ulaşılacağı sanılmamalı. Bu ilerleme ne denli gerçek ve değerli olursa olsun, trajik yorumdan başka bir düzlemde yer alıyor. Trajik yorumun, bunalım dönemle­

rinde bile hiçbir zaman çok yaygın olmayan ruhu, kültürel istikrar dönemlerinde iyiden iyiye yitip gidiyor.

Şiddete dayalı farksızlaşmanın belirli bir anda tersine dönerek yerini mitolojik inceliklerin geliştirilmesine bırakıyor olması gerekir.

Mitoslarla geliştirilen incelikler ise yeniden trajik esinin ters yönde­

ki işlemine yol açar. Bu başkalaşımların başlatıcısı nedir, kültürel düzen ile düzensizlik döngüleri hangi mekanizmaya bağlıdır? Önü­

müzdeki soru bu. Bu soru, kurban bunalımının vardığı sonuca iliş­

kin soruyla birleşiyor. Şiddet topluluk içine bir kez girdi mi durma­

dan yayılıp çığınndan çıkmaktadır. Topluluk son bireyine kadar yok olmadan bu misillemeler zinciri nasıl kırılıyor, bunu göreme­

mekteyiz. Kurban bunalımları gerçekten varsa, bunların bir freni, her şey bitip tükenmeden araya girecek bir otomatik düzenleme me­

kanizması da olmalıdır. Kurban bunalımının sonucuyla ilgili sorun, insan toplumlarının

var olup olamayacağıdır.

Bu sonucun ne anlama geldiğini, nasıl olanaklı olduğunu keşfetmek gerekiyor. Mitosların ve ayinlerin gerçek başlangıç noktası bu sonuç olabilir. Dolayısıyla, bunalımın sonucuyla ilgili olarak öğreneceğimiz her şey mitosları ve ayinleri daha iyi tanımamızı sağlayacaktır.

Bu sorulara yanıt bulmayı denemek için özel bir mitosu, Oidipus mitosunu sorgulayacağız. Buraya kadar yaptığımız çözümlemeler, bu mitosu bir tragedya aracılığıyla ele almamızın yerinde olacağını gösteriyor: Sophokles'in

Kral Oidipus'u.

E

debiyat eleştirisi kendi kendini bir biçim/yapı araştıncısı, gitgi­de daha da incelen "ayını"lardan ve en duyarlı farklılıklardan oluşma bir tür toplam, sistem, matris ya da kod gibi algılıyor. Bizim aramakta olduğumuz yolun ise, "genel fikirler"le hiç ilgisi olmamak­

la birlikte, farklılığın yolu olduğu söylenemez. Tragedyalar çatışma­

daki karşılıklı konumlar arasında olabilecek her tür farklılığı aşındı­

np eritirken, hiçbir modern eleştiri tarzı da yok ki tragedyadan uzaklaşmasın ve kendi kendini tragedya bilmezliğe hükümlü kılma­

sın.

Bu durum özellikle ruhbilimsel yorumlar için geçerli.

Kral

Oidi­

pus

ruhbilimsel gözlemler açısından zengin kabul edilir. Oysa ede­

biyattaki anlamıyla ve geleneksel anlamıyla ruhbilimsel bakış açısı­

nın bu yapıtı ilke düzleminden itibaren saptırarak yorumladığını ka­

nıtlamak olanaklıdır.

Sık sık, Sophokles'in son derece bireyleştirilmiş bir Oidipus ya­

rattığı gerekçesiyle övüldüğüne rastlanz. Bu kahramanın gayet

"ken-96 Ş 1 D D E T V E K U T S A L

dine özgü" bir kişiliği olduğu söylenir. Nedir bu kişiliğin aslı? Bu so­

ruya verilen geleneksel yanıt, Oidipus'un "cömert" ama "fevri" oldu­

ğudur; oyunun başlangıcında Oidipus'un "soylu soğukkanlılığı"na hayranlık belirtilir; tebaasının dileklerini yerine getiren kral, kendi­

ni ahaliyi bunaltan sımn çözülmesine adamıştır. Ne var ki en küçük başarısızlık, en küçük gecikme, ufacık bir kışkırtma, bu taht sahibi­

nin soğukkanlılığını yitirmesine yetmektedir. Dolayısıyla bir "öfke eğilimi" tanısı koyabiliyoruz. Bu eleştiriyi Oidipus da kendi kendisi­

ne yöneltiyor ve bu eğilimde, hiçbir gerçek tragedya kahramanının yoksun olamayacağı o benzersiz ama ölümcül zaafın bulunduğuna işaret ettiği izlenimini veriyor.

Önce "soylu soğukkanlılık," ardından "öfke nöbetleri." llk nöbe­

Önce "soylu soğukkanlılık," ardından "öfke nöbetleri." llk nöbe­

Belgede ŞİDDET VE KUTSA L RENE GIRARD (sayfa 91-135)