rece gerçek düşmanlık duygulandır. Kurban edimi için verdiğimiz,
"kendiliğinden şiddetin kolektif olarak yinelenmesi ve taklit edilme
si" biçimindeki tanım,
l.
Bölüm'de açıklanan işleve ve yukarıda gördüğümüz bilgilere çok denk geliyor. Bilindiği gibi, bu kendiliğinden şiddetteki yatıştırma öğesi, daha hafiflemiş biçimiyle, kurban edi
minde de bulunuyor. tık seferinde, o başlangıçtaki olayda, zincirle
rinden boşanmış olan şiddet gemlenmiş, kısmen de doyundurularak yatıştırılmıştır. Kurban ayininde ise az ya da çok "gizli" saldırgan eği
limlerdir doyundurulup yatıştırılan.
Topluluk kendi kökeni tarafından hem çekilir, hem itilir; kendi kökenini, üstü örtülü ve biçim değiştirmiş bir biçimde yeniden ve yeniden yaşama gereksinimi duyar. Ayinin kötücül güçleri yatıştırıp aldatmasının nedeni, bu güçleri durmadan okşamasıdır; onların ger
çek doğasını ve gerçekliğini kavrayamaz, çünkü kötücül güçler top
luluğun kendisinden gelmektedir. Ayinsel düşünce kendi kendisine verdiği hem net hem de bulanık görevin altından ancak şiddetin zin
cirlerinden bir miktar boşanmasına izin vererek kalkabilmektedir;
tıpkı
ilk seferindeki gibi
ama, öyle fazlasına kaçmadan; başka bir deyişle, topluluğun şiddeti hep birlikte, kesin bir biçimde saptanmış ve belirlenmiş bir çerçevede, yine kesinlikle belirlenmiş nesnelere doğru kovaladığı olayı yineleyerek.
Kurban ediminin sürdüğü yerlerde gerçekten de arındırma açı
sından
l.
Bölüm'de belirttiğimiz etkiyi sağladığı görülüyor. Bu arındırıcı etkinin gerçekleştiği yapısal ortam, birleştirici şiddetin olup bittiği ortama öylesine benziyor ki, birleştirici şiddetin tam tamına değilse bile çekinmeden girişilmiş bir taklidi olduğunu görmemek elde degil.
140 Ş i D D E T V E K U T S A L
B
irkaç ayin geleneğiyle yetinildiğinde, ayinlerin kendiliğinden ve elbirliğiyle uygulanmış bir şiddeti taklit ettiği ve yinelediği tezinin fantezist, hatta fantastik gibi görünmesi olasıdır. Bakış açımızı genişlettiğimizde ise bu durumun izlerinin her tarafta bulunduğunu ve ayinlerle mitosların içeriğinde, genellikle nasıl bir ortak anlamla
n olabileceği bilinmediğinden farkına varılmayan bazı benzerliklerin saptanabildiğini görüyoruz. Pek uzun olmayan bir inceleme bile, her tür dinsel yaşamda, her tür ayinde, mitoslarla ilgili her tür incelikte,
oybirliği
izleğine olağanüstü bir sıklıkla rastlandığını göstermeye yetiyor. Ele alınan kültürlerin birbirinden uzaklığı, büründükleri bi
çimlerin ve metinlerin çeşitliliği, bu sıklığın etkilenme yoluyla yayıl
manın sonucu olamayacağını gösteriyor.
Yukarıda gördüğümüz üzere Dinkalarda kurban sunumu genel
likle tüm gençlerin kurbanlık hayvana saldınp üstünde tepinmeleri ve hayvanı ağırlıkları altında boğmaları biçimindedir. Hayvanın bu yolla öldürülemeyecek kadar büyük ve güçlü olması durumunda ise bilinen yollara başvurulmakta, ancak bunun öncesinde gençler yine saldınyormuş gibi yaparak kolektif katılım koşulunu hiç değilse simgesel olarak yerine getirmektedirler. Öldürme işlemini kolektif olarak yapan kurban geleneği sayısı şaşılacak kadar çok. Özellikle, daha sonra göreceğimiz gibi, dionizyak
sparagmos'ta.6
Öldürme işini istisnasız tüm katılımcıların birlikte yapması gerekiyor. Robertson Smith'in
Religion of the Semitesl Samilerin
Dini'nde anlattığı üzere, Arapların deve kurban etme ayinlerinde, aynca burada sayamayacağımız kadar çok kurban geleneğinde aynı kural geçerlidir.
Odysseus ve arkadaşları Kyklop'un gözüne kızgın şişi
hep birlik
te
sokarlar. Kurucu mitosların çoğunda tanrısal grup mensupları kendi içlerinden birinihep birlikte
kurban ederler. Hindistan'da Ya
djour-Veda
metinleri, tanrıların kurban etmesinden söz eder.Öldür-6 Bkz. Bölüm V, s. 1 86.
dükleri, bir başka tanrıdır: Soma. Mitra önce arkadaşlarına katılma
yı reddederse de, arkadaşları onun bu direncini kırmayı başarırlar.
Tam bir işbirliği sağlanmış olmasa, kurban edimi erdemini yitirecek
tir. Burada mitos çok açık bir biçimde, inananlara uymaları gereken bir kurban örneği veriyor. Oybirliği kesin bir zorunluluktur. Tek bir katılımcının çekimser kalması bile kurban edimini yararsızdan da öte, tehlikeli kılmaktadır.
Seram adasının, kadın kahraman Hainuwele'nin öldürülmesini anlatan bir mitosundaki kurban sunucuları, işlerini tamamladıktan sonra kurbanı gömüp mezarım hep birlikte çiğnemektedir. Böylelik
le, yaptıkları işin oybirliğine ve elbirliğine dayalı olduğunu vurgula
mış oluyorlar. Bir mitosun belirli yerlerindeki oybirliği işaretleri, bir başka topluluğun ayinlerinde tam olarak aynı biçimde görülebiliyor.
Örneğin, Borneolu Ngadju-Dayak'ların köle kurban edilen belirli ayinlerinde köle öldürülüp gömülmekte ve katılımcıların tümü me
zarı çiğnemek zorunda tutulmaktadır. Ngadju-Dayak'ların yalnızca bunda değil, tüm kurban ayinlerinde elbirliği zorunluluğu vardır.
Kölelere idam sehpasında uzun uzun işkence yapılması ruhbilimsel bir yorumdan kaynaklanmamaktadır. ldam ayinine katılanların tü
mü, kurban ölünceye kadar vurmak zorundadır. Yinelenen öğe, oy
birliğidir burada. Tören değişmez bir düzenle olup bitmekte, kültü
rel düzen içindeki hiyerarşik farklılıklara bağlı kalınmakta, hayvan kurban edildiğinde de aynı yol izlenmektedir.7
Karşılıklı şiddet içinde dağılmakta olan toplumlarda, örneğin Ka
ingang'larda bile, yozlaşmış bir oybirliği biçimi, şiddetin elbirliğiyle uygulanması istemi görülüyor: "Öldürenler hiçbir zaman tek başla
rına hareket etmek istemiyorlardı. Grubun tüm üyelerinin işbirliği yapmasında ısrarlıydılar. Kaingang'larda kurbanın bir başkası tara-7 H. Sharer, "Die Bedeutung des Menschenop[ers im Dagakischen Toıen Kulı,"
Mil!eilungen der deutschen Gesellschaft für Vôlherhunde (10, Hamburg, 1940).
Aktaran: Adolphe E. ]ensen, agy., s. 1 98 .
142 Ş i D D E T V E K U T S A L
fından katledilmesi talebine sık rastlanır."8 Bu gibi olgulann ruhbi
limsel önemini yadsımak söz konusu bile olamaz. Tam tersine, ko
lektif yapılanmanın yokluğunda ruhbilimsel yorumdan kaçmanın olanağı yoktur. ôyle bir durumda hiçbir ayin bağlamı bulunma
maktadır; kötücül şiddet almış başını gitmektedir.
B
iraz düşünüldüğünde, kurban edimi için Birinci Bölüm' de önerdiğimiz işlevin, ikame kurban temeline, yani şiddete dayalı oybirliğine yaslanılmasını hem olanaklı hem de zorunlu kıldığı anlaşı
lıyor. Öldürülen kurban, şiddeti topluluğun içinde yöneldiği "doğal"
nesnelerinden uzaklaştınyor. Peki, bu kurban daha özgül olarak ki
min yerini almaktadır? Şu ana kadar ikame etme işlemini ancak te
kil ruhsal mekanizmalardan hareketle anlayabiliyorduk ama, bunun yeterli olmadığı açıktır. Kurbanı kişiler arasındaki ilişkiler düzeyin
de değil de topluluk düzeyinde olup biter duruma getirebilecek bir ikame kurban olmasaydı, kurban yalnızca belirli bireylerin, kurban sunanda kişisel düşmanlık duygulan uyandıranlann yerine konulu
yor diye düşünmemiz gerekecekti. Aktarma işlemi psikanalizdeki gibi salt bireysel olsaydı, kurban kurumunun gerçekten toplumsal bir kurum olması, topluluğun
tüm
mensuplannı ilgilendirmesi olanaksızlaşacaktı. Oysa biliyoruz ki kurban edimi, kaldığı kadanyla esas olarak topluluksal bir kurumdur. "Bireyselleşme"sini getiren ev
rim çok daha sonradır ve kurumun ruhuna aykındır.
Bunun nedenini anlamak için, ayindeki kurbanın hiçbir zaman şu ya da bu topluluk mensubunun yerine konmadığını, hatta doğ
rudan topluluğun bütününün yerine de konmadığını kabul etmek yeterlidir:
Ayindeki kurban her zaman ikame kurbanın yerine konmak
tadır.
lkame kurban zaten topluluğun tüm mensuplannın yerine konduğundan, kurban ayini de bizim düşündüğümüz rolüoyna-B jules Henry, jungle People (New York, 1964), s. 1 23.
makta, topluluk mensuplarını birbirinin şiddetinden korumaktadır.
Ancak bu koruma her zaman ikame kurban aracılığıyla gerçekleş
mektedir.
Burada her tür psikolojizm kuşkusundan kurtuluyor ve kurban ikamesi konusundaki kuramımıza yöneltilebilecek ciddi itirazları bertaraf etmiş oluyoruz. Bütün bir topluluk daha önce tek bir kişi
de, ikame kurbanda toparlanmış olmasa, ayinsel ikameye de az ön
ce sözünü ettiğimiz içeriği yükleyemeyecek, kurban edimini top
lumsal bir kurum olarak temellendiremeyecektik.
Kökensel, kurucu şiddet, benzersiz ve kendiliğindendir. Ayin ge
leneğindeki kurbanlarsa tam tersine, çok sayıdadır, fazlasıyla yine
lenmektedir. Kurucu şiddette insanların egemen olamadığı ne varsa, ayinleşmiş kurban ediminde artık insanlar tarafından belirlenebil
mektedir: kurbanın sunulacağı yer ve zaman, kurban seçimi vb.
Ayin, kurala gelmez bir şeyi kurala bağlama girişimidir. Ayin yoluy
la, kurucu şiddetten gerçek bir arındırıcı yatıştırma
tekniği
çıkarmaya çalışılır. Ayinlerdeki kurban ediminin fazla güçlü olmayışı hiç de teknik bir kusur değildir. Ayine, akut bunalım dönemlerinin dışın
da başvurulmaktadır; etkisi tedavi edici değil, önleyicidir. Eğer ol
duğundan daha az etkili olsaydı, başka bir deyişle kurbanlarını -ge
nellikle topluluk dışından olan- kurban edilebilir kategorilerden seçmeyip de kurucu şiddet gibi o da topluluk mensuplarından seç
seydi, tüm etkisini yitirir, önlemesi gerekeni kendisi kışkınmış, kur
ban bunalımına yeniden düşülmesinin yolunu açmış olurdu. Kolek
tif öldürme aynı anda hem
olağandışı
hem dekural koyucu
olan işlevine ne kadar uygunsa, kurban edimi de kendi
olağan
işlevine o kadar uygundur. Kurban ediminin sağladığı düşük arınma derecesi, kolektif öldürmenin tanımladığı büyük arınmanın türevidir diye dü
şünmemiz için her tür neden vardır.
Ayinlerdeki kurban edimi çifte ikameye dayanıyor. Bunlardan birincisi, bizim hiç algılayamadığımız bir işleyiştir ve tüm topluluk
144 Ş i D D E T V E K U T S A L
mensuplannın yerini tek bir topluluk mensubunun tutması biçi
mindeki ilk ikame kurban mekanizmasına dayanmaktadır. lkinci ikame işlemi, ayindeki kurbanla gerçekleşiyor ve birinci ikame işle
mine ekleniyor. Bu ikinci aşamada, ilk kurbanın yerine, kurban edi
lebilir kategorilerden bir kurban konuluyor. llk ikamedeki kurban, topluluğun içinden biridir, ayinle sunulan kurban ise dışandan biri;
dışandan olması gerekliliği, oybirliğinin başka türlü otomatik olarak sağlanamamasından ileri gelmektedir.
lkinci ikame birincisine nasıl eklenebiliyor? Kurucu şiddet, ayi
ne merkezkaç gücü vermeyi nasıl başarıyor? Kurban tekniği nasıl olup da yerleşik duruma geliyor? Bunlar, yanıtlannı daha sonra ver
meye çalışacağımız sorular. Ancak, kurban ediminin kurucu şiddet ile olan taklit ilişkisini görmek için beklememiz gerekmez. Bu taklit öğesi sayesinde, kurban ediminde hem tamamlanabilir bir teknik yön, hem de, yine temel nitelikte olmak üzere bir anma yönü bula
biliyoruz. Bunlar için ayinsel düşünceye, var olmayan bir keskin gö
rüşlülük ya da çekip çevirme ustalığı atfetmemiz gerekmiyor.
Ayin geleneklerini, bizim ulusal bayramlarımızın anlamsızlığına indirgemeden, psikanalizdeki gibi basit bir nevrotik kasılmaya da dönüştürmeden bir olayın anılması haline getirmek olanaklıdır.
Ayinde bir miktar reel şiddet varlığını sürdürmektedir; kurban edi
minin, etkisini koruması için, bir miktar büyülemesi gerekmektedir elbette; ancak, esas olarak düzene ve barışa yöneliktir. Şiddet dozu en yüksek olan ayin gelenekleri bile gerçekte şiddeti kovmayı hedef
lemektedir. Ayinleri insanların en marazi ve patolojik yönü gibi gör
mek köklü bir yanılgı olur.
Ayinlerde şiddet uygulandığında kuşku yok; ancak, her zaman, daha korkunç bir şiddete karşı duvar ören, daha hafif bir şiddettir oradaki. Ayin gelenekleri her zaman, topluluğun görebileceği en bü
yük huzuru, öldürme sonrasında ikame kurbanın çevresindeki oy
birliğinden doğan huzuru sağlamaya çalışmaktadır. Topluluk içinde
biriken kötücül duygulanımlan dağıtmakla başlangıçlann tazeliğini yeniden bulmak aynı anlama gelir. Düzen bozulmuş olsun ya da ol
masın, hep aynı modele başvurulmalı, her bunalımın aşılmasında başanlı olan o aynı şema yinelenmelidir: lkame kurbana uygulanan, oybirliğine dayalı şiddet.
B
urada kaba hatlanyla bir mitoslar ve ayinler kuramının, başka bir deyişle, bütünü itibariyle dinsel öğeye ilişkin bir kuramın belirdiğini görüyoruz. Yukarıda sunduğumuz çözümlemeler, ikame kurbana ve şiddete dayalı oybirliğine tanıdığımız büyük rolü bir ilk varsayımdan öteye götüremeyecek kadar hızlı oldu ve eksik kaldı.
Bu aşamada okurun ikna olmasını bekleyemeyiz, çünkü dinsel inançların reel bir kökeni olduğunu kabul eden bir tez, alışılmış an
layışlarımıza dirençsiz kabul göremeyecek kadar uzak düşmüş olu
yor ve fazla sayıda alanda fazla sayıda temel vargıya ulaşıyor. Dolay
sız ve ilk elden doğrulanmaya elverir bir tez de değil üstelik. Eğer ayinsel taklit, neyi taklit ettiğini tam olarak bilmiyorsa ve ilksel ola
yın sırrını çoktan unutmuşsa, o zaman bu öyle bir yanlış anlama bi
çimidir ki sonradan gelen düşünce de bu yanlış anlamaya hiçbir za
man son veremeyecektir: Bizler, en azından bakma olanağımız bu
lunan hiçbir yerde formülünü bulamadık onun.
Hiçbir ayin, varsayımsal olarak tüm ayinlerin kökeninde yattığı
nı söylediğimiz işlemi tam tamına yinelemiyor. Yanlış anlama, din
sel inancın temel boyutlarından birini oluşturuyor. Yanlış anlama
nın temelindeki ise ikame kurbandan, onun gün ışığına çıkmamış sırrından başka bir şey değil. Ayinsel düşünce, deneyselci bir biçim
de, şiddete dayalı oybirliği işlemini yeniden üretmeye çalışıyor. Var
sayımımız doğruysa, bulacağımız dinsel biçimlerden hiçbiri söz ko
nusu işleyişi bütünüyle aydınlatamayacak, ancak içlerinden pek ço
ğu bazen bir yönünü, bazen bir başka yönünü aydınlatabilecektir.
Öyle ki, bir an gelecek, artık hiçbir kuşkuya yer kalmayacaktır.
146 Ş i D D E T V E K U T S A L
Demek ki varsayımımızı doğrulayabilmek için, onun sağladığı ışığı, olabilecek en büyük sayıda ayin ve mitos biçimine tutup bun
ları çözmeye çalışmamız gerekiyor.
Varsayımımız doğruysa, en görkemli doğrulanışı da en karmaşık ayin gelenekleri düzeyinde olacaktır. Sistem ne kadar karmaşıksa, yukarıda çözümlediğimiz oyunda yeniden üretmeye çalıştığı öğeler de, varsayımsal olarak, o kadar çok sayıdadır. Bu öğelerin çoğu ilke olarak elimizde bulunduğundan, en zor problemlerin kendiliğinden çözülmesi gerekir. Sistemin oraya buraya dağılmış parçalarının tu
tarlı bir toplam içinde düzenlenmiş durumda olması beklenir; en kalın karanlığın ardından, kusursuz bir aydınlık gelmelidir.
Gezegenin en çözülmez sistemleri listesinde Afrika kıtasının kut
sal monarşilerinin her zaman yeri olmuştur. Bu monarşilerin oku
naksız karmaşıklığı, ayin geleneklerini az çok mantıklı gruplara ayır
manın olanaklılığına hala inanılan dönemlerde onlara uzun süre "tu
haf', "sapkın" gibi sıfatlar verilmesine ve hep "istisnalar" arasına yer
leştirilmelerine yol açmıştı.
Firavunların Mısır'ıyla Svaziland arasında yer alan bu monarşi
lerden oluşan büyükçe bir grupta kral, başta tahta çıkma töreni ol
mak üzere önemli törenler sırasında ya da dönemsel "yenilenme"
ayinleri sırasında, gerçek ya da simgesel bir ensest suçu işlemek zo
rundadır. Çeşitli toplumlarda kralın olası eş olarak, geçerli evlilik kurallarının kesin bir biçimde yasakladığı neredeyse tüm kadınları seçebildiği görülmektedir: annesi, kız kardeşi, kızı, yeğeni vb. Akra
balık bazen gerçektir, bazense "sınıflandırmaya dayalı." Ensestin, es
kiden var idiyse bile artık bulunmadığı bazı toplumlarda bir tür en
sest simgeciliği varlığını sürdürmektedir. Luc de Heusch'un göster
diği üzere, ana kraliçenin çok sık oynadığı önemli rol, ensest açısın
dan yorumlanmayı gerektirmektedir.9
9 Luc de Heusch, Essai sur le symbolism de l'incesıe royal en Afıique
(Bruxelles, 1958).
Krallık ailesindeki ensesti anlayabilmek için, bu ensestin şaşırtı
cılığı nedeniyle bağlamından soyutlanması alışkanlığını bir yana bı
rakmalıyız. Buradaki olayı, bir parçasını oluşturduğu ayin geleneği
nin bütünü ile bağlantılandırmak gerekir, özellikle de kralın tahta çı
karken işlemek zorunda olduğu diğer ihlal suçlarıyla. Krala yasak yi
yeceklerin yedirildiği, şiddet eylemlerinde bulunma koşulunun geti
rildiği ayinlerdir bunlar. Kral neredeyse bir kan banyosunda yüzdü
rülmekte, kötücül bileşimli maddeler -ezilmiş cinsel organlar, kanlı atıklar, her türden dışkı- içmek zorunda bırakılmaktadır. Bazı top
lumlarda tahta çıkma töreni böyle bütünüyle kanlı bir delilik havası içinde olup bitiyor. Dolayısıyla, kralın ihlal etmesi istenen, belirli bir yasak değil, en eskimez yasak da değil, olabilecek ve düşünülebile
cek tüm yasaklardır. ihlallerin yan ansiklopedik niteliği kadar ensest ihlalinin seçmeci niteliği de, kralın şahsında ne tür bir insanı canlan
dırmasının beklendiğini açıkça göstermektedir: Tam bir suç insanı, hiçbir şeye saygı göstermeyen, en korkunçları da içinde olmak üze
re tüm suç biçimlerini benimseyen biri, bir utanmasız kibir timsali.
Burada karşı karşıya olduğumuz şey, XIV. Louis'nin, belki teme
linde hayranlık uyandıracak bir hoşgörünün yattığı, ama her tür res
miyetten uzak metresleri çerçevesindeki o krallık "kusurlan"ndan ibaret değil. Afrikalı ulus gözlerini yummamakta, tam tersine sonu
na kadar açmaktadır ve ensest nitelikli edim genellikle tahta çıkma
nın
olmazsa olmaz
koşulu kılınmaktadır. Bunun anlamı, kralın işlediği suçun suç olmaktan çıkması olabilir mi? Hayır, tam tersine; çün
kü bu edimlerin zorunlu tutulmasının nedeni birer suç oluşturmala
rıdır zaten. Bu suçlar krala, tahta çıkma simgeciliğinin durmadan göndermede bulunduğu yoğun bir kir iletmektedir. "Örneğin, fare
lerin iğrenç ve ulusal bir tabu sayıldığı Bushong'larda tahta çıkma tö
reninde krala bu kemirgenlerle dolu bir sepet sunulmaktadır."10 10 ]. Vansina, "lnitiation Rite of the Bushong", Af rica, XXV, 1955, s. 149-50.
Aktaran: Laura Makarius, "Du roi magique au roi divin", Annales 25, 3 (1970), s. 677.
148 Ş i D D E T V E K U T S A L
Cüzamlı kral izleği de bazen bu törenle bağlantılıdır: Yeni kral, ön
ceki kralın hem tahtının hem de cüzamının mirasçısıdır. 11
Burada son dönemlerini yaşayan bir krallık ensesti ideolojisiyle karşı karşıya olduğumuz, krallık ailesinin safkan kalması için kralın eşini yakın akrabaları arasından seçtiği gibilerinden açıklamalar bir yana bırakılmalı. Ensest ve diğer ihlaller yoluyla kralın son derecesi
ne varmış bir kirliliğin somutlaşmış timsali kılındığı açıktır. Bu kir
lenme nedeniyle, taç giyme ve yenilenme törenleri sırasında aynı kral halkın -kuşkusuz, ayin çerçevesindeki- hakaretlerine ve kötü muamelesine maruz kalmaktadır. Düşmanca duygular içindeki bir kalabalık, henüz aşağı bir kişiden, herkes tarafından reddedilen ger
çek bir suçludan başka bir şey olmayan bu adamın ahlaksızlıklarını eleştirmektedir. Bazı örneklerde kralın birlikleri, çevresindekilere, hatta kralın kendisine saldırıyormuş gibi de yapmaktadır.
Kral suçlu duruma getiriliyor, dışevlilikle ilgili olanlar başta ol
mak üzere en kutsal yasaları çiğnemek zorunda bırakılıyorsa, bun
dan amaç hiç kuşkusuz sonradan "affetmek" ya da kendisine büyük
lük göstermek değil, tam tersine en ağır biçimde cezalandırmaktır onu. Kralın başrolü oynadığı ayinsel törenlerde küfürler ve kötü muamele ayyuka çıkmaktadır, çünkü kral ayin geleneğinin kökenin
deki kurban rolünü oynamaktadır. Yukarıda demiştik ki ensesti ye
niden ayin bağlamındaki yerine oturtmak gerekiyor. Bu bağlam ih
lal durumuyla sınırlı değil; açık bir biçimde, kralın gerçekten ya da simgesel olarak kurban edilmesini de içeriyor. Kralın kurban edil
mesini, ihlallerden ötürü hak ettiği ceza olarak görmekte ikircime düşülmemeli. Kralın gücünü ve erkekliğini yitirdiğinden ötürü kur
ban edildiği fikri, tıpkı ensesti krallığın safkan kalmasıyla açıklayan fikir gibi fantezisttir. Bu son belirttiğimiz fikir de Afrika monarşile
riyle ilgili az ya da çok geç kalmış ideolojilerdendir. Bu iki fikri
cid-1 cid-1 L. Makarius, agy., s. 670.
diye alacak çok az budunbilimci çıkar. Budunbilimsel gerçekler bi
limcileri doğrulamaktadır çünkü. Örneğin, Ruanda'da, ensest suçu
nu işledikleri açıkça belli olan kral ve ana kraliçe, hükümdarlıkları süresince birkaç kez ensestin simgesel bir biçimde cezalandınlma
sından başka türlü yorumlanamayacak bir kurban ayinine tabi ol
mak zorundadırlar.
Kral ailesi halkın önüne tutsaklar gibi, idam mahkumlan gibi bağ
lı olarak çıkıyordu. Onların yerini alan bir boğayla bir inek, sopa
larla dövülerek kurban ediliyordu. Kral boğanın böğrüne çıkıyor ve özdeşleşmeyi olabildiği kadar ileri götürmek için, boğanın kanına bulanıyordu. 12
Artık kraldan oynaması istenen senaryoyu ve ensestin bu senar
yodaki yerini anlamak kolaylaşıyor. Senaryo Oidipus mitosuna çok benziyor; yalnızca tarihsel sıralanış açısından değil, mitos düşünce
sinin de, ayinsel düşüncenin de aynı modele uyması açısından. Af
rika monarşilerinin arkasında, her zaman olduğu gibi, kurucu şid
rika monarşilerinin arkasında, her zaman olduğu gibi, kurucu şid