• Sonuç bulunamadı

sen, Mythes et coutumes des peuples primitifs/ llkel halklann mitoslan ve görenekleri2 adlı kitabında geçmişin büyük sorgulamalarıyla yeni bir

Belgede ŞİDDET VE KUTSA L RENE GIRARD (sayfa 135-146)

bağlantı kurmuş ama, tam da böyle yaptığı için, pek yankı uyandı­

ramamıştı:

lnsanı yaşamına böylesine acımasızca edimler katmaya iten, son derece altüst edici deneyimler olmalıdır. Neydi bunun nedenleri?

lnsanlar kendi benzerlerini, içgüdülerinden başka bir şey bilme­

yen yarı hayvan barbarın ahlakdışı ve düşünülmemiş bir

hareke-2 Paris, 1 954, s. 206-7.

tiyle değil de, dünyanın sonu! doğasını anlamaya ve bu konuda öğrendiklerini gelecek kuşaklara dramatik roller kurarak aktarma­

ya çalışan kültürel biçimlerin yaratıcısı olan bilinçli bir itilimle öl­

dürebilmeleri için nasıl bir sarsıntı geçirmiş olmalılar? ... Mitik dü­

şünce, belirli bir olayın en canlı tanıklığını kendisinin sunduğu bi­

çimindeki haklı bir kaygıyla, dönüp dolaşıp

ilk seferinde

olup bit­

miş olana, yaratıcı edime geliyor hep ... Ayinlerde öldürme edimi böylesine belirleyici bir yer tutuyorsa [kuruluş uğrağında da] özel­

likle önem taşıyan bir yer tutmuş olmalıdır.

Herhalde, betimleme düzlemindeki son katkılan yadsımaksızın,

ilk seferinde

belirleyici bir şeyler olup bitti mi bitmedi mi diye yeni­

den sormanın zamanıdır artık. Geleneksel sorulan, çağımızın yön­

tembilimsel titizliğiyle yenilenmiş bir çerçeve içinde yeniden sorma­

ya başlamak gerekiyor.

Böyle bir soruşturma ilkesi kabul edilince, incelenmeyi hak eden her varsayımın

önsel olarak

uyması gereken koşullar nedir diye so­

rulmalı. Reel bir köken varsa, mitoslar bu kökeni kendilerine göre durmadan anımsamakta, ve ayinler, yine kendilerine göre, durma­

dan bu kökeni anmakta ise, insanlar üstünde, sonuçta unuttukları­

na göre silinmez olmayan ama çok güçlü bir etkide bulunmuş bir olayla karşı karşıyayız demektir. Bu etki, dinsel ve belki her tür kül­

türel biçim aracılığıyla sürüp gitmektedir. Dolayısıyla, açıklamasını yapmak için de bireysel ya da kolektif bir bilinçdışı biçimini öne sürme zorunlulugu yoktur.

Öldürme ediminden oluşan anma ayini sayısının olağanüstü yüksekliği, bu ayinlerin kökeninde de bir öldürme olayının bulun­

duğunu düşündürüyor. Freud,

Totem ve

Tabu'da, bu gerekliliği açık bir biçimde algılamıştı. Kurban edimlerinin dikkate değer benzerli­

ği, tüm toplumlarda aynı tip bir öldürmenin söz konusu olduğunu düşündürüyor. Bu durum, o öldürme olayının bir seferliğine olup bittiği ya da bir tür tarihöncesiyle sınırlı kaldığı anlamına gelmez.

1 30 S 1 D D E T V E K U T S A L

Başlangıcına ya da yeniden doğmasına işaret ettiği her belirli toplum açısından bakıldığında olağanüstülük taşıyan öldürme olayı, karşı­

laştırma amacıyla genel bir açıdan bakıldığında tümüyle sıradan gö­

ıünecek türden olmalıdır.

Bize öyle geliyor ki doyurucu bir varsayımın tüm bu zorunlu ko­

şullannı bir araya getiren olay tipi, kurban bunalımı ile ikame kur­

ban mekanizmasıdır.

Denecektir ki böyle bir olay gerçekleşmiş olsaydı bilim şimdiye değin keşfetmiş olurdu. Böyle söylemek, bilimin gerçekten olağa­

nüstü nitelikteki bir yetersizliğini hiç dikkate almamak olur. Tüm insan toplumlarının kökeninde dinsel inancın bulunduğu, kuşku götürmeyen, temel bir olgu. Var olan toplumsal kurumlar içinde bi­

limin reel bir amaç, gerçek bir işlev yükleyemediği tek kurum din­

sel inanç. Biz, dinsel inancın konusunun ikame kurban mekanizma­

sı olduğunu öne süıüyoruz; dinsel inancın işlevi bu mekanizmanın etkilerini sürdürmek ya da yenilemek, başka bir deyişle şiddeti top­

luluk

dışında

tutmaktır.

O

kumakta olduğunuz denemede önce kurban sunmanın anndı­rıcı işlevini saptadık. Daha sonra kurban bunalımını bu arın­

dırma işlevinin ve her tür kültürel farklılığın yitirilmesi olarak ta­

nımladık. lkame kurbana uygulanan oybirliğine dayalı şiddet bu bu­

nalıma gerçekten son veriyorsa, yeni bir kurban sisteminin başlan­

gıcında bu şiddetin yer alması gerekeceği açıktır. Yıkım sürecinin önüne yalnızca ikame kurban geçebiliyorsa her tür yeni yapılandır­

manın kökeninde o var demektir. Bu savımızı kültürel düzenin te­

mel biçim ve kuralları (örneğin, festivaller, ensest yasağı, geçici ayin­

ler vb) düzeyinde doğrulamanın olanaklı olup olmadığını ileride gö­

receğiz. Şimdiden önümüzde ikame kurbana uygulanan şiddetin köklü bir kurucu niteliği olabileceğini düşünmek için ciddi neden­

ler var: lkame kurban, şiddet kısır döngüsüne son verirken aynı

an-da yeni bir kısır döngünün, kurban ayini döngüsünün başlatıcısı ol­

maktadır; kurban ayini döngüsü ise bütün bir kültür döngüsünün başlatıcısı olabilir.

Durum böyleyse, kurucu şiddet gerçekten insanların sahip oldu­

ğu en değerli şeylerin ve en çok korumak istedikleri şeylerin köke­

nini oluşturuyor demektir. Mitik bir kişinin bir başka mitik kişi ta­

rafından öldürülmesine varan tüm

köken

mitoslannın, üstü örtülü ve biçim değiştirmiş olmak kaydıyla ileri sürdüğü anlayış budur. Bu olay, kültürel düzenin kurucu öğesi olarak algılanmaktadır. Ölen kutsal kişiden yalnızca ayinler değil, aynı zamanda evlilikle ilgili ku­

rallar, yasaklar ve insanlara insanlıklarını veren tüm kültürel biçim­

ler doğmaktadır.

Mitik yaratıklar bazı durumlarda insanlara toplum halinde yaşa­

maları için gereken her şeyi kendilerinin sağladığını, bazı durumlar­

da ise tersine insanları o şeylerden yoksun bıraktıklarını öne sürer­

ler. İnsanlar her seferinde, kendilerine gerekli olanı eninde sonunda elde eder ya da ele geçirirler ama ancak mitik yaratıklardan biri di­

ğerlerinden ayrılıp başına az ya da çok olağanüstü bir şey geldikten sonra. Diğerlerinden ayrılan mitik kişinin başına gelen şey genellik­

le ölümcül, bazense görünürde önemsizdir; ancak orada, şiddete da­

yalı çözüme az ya da çok karanlıkta kalmış bir gönderme bulmak olanaklıdır. Mitik kişi bazen gruptan ayrılarak çekişme konusu olan nesneyi alıp kaçar; bu durumda yakalanacak ve öldürülecek, bazı örneklerde de yalnızca yaralanacak ya da dövülecektir. Dövülmeyi kendisinin istediği de olur. Her seferinde bir sonraki aşama olağa­

nüstü bir iyiliktir ve kültürel düzenin uyumlu işleyişini sağlayan bir bereket sayesinde gönence ulaşılır.

Mitik anlatı bazen de, ister istemez kurban bunalımındaki reka­

betleri çağrıştıran yan sportif ya da savaşçıl bir yarışma çerçevesin­

de geçer. Tüm bu izleklerin arkasında her zaman, önceleri karşılık­

lı olan bir şiddetin giderek oybirliğine dayalı şiddete dönüşmesinin

132 S 1 D D E T V E K U T S A L

izleri okunabilir. Her tür insan etkinliğinin, hatta doğa yaşamının topluluk içinde şiddetin geçirdiği bu başkalaşıma tabi olmasına şa­

şılmamalıdır. llişkilerde sorun olunca, insanlar artık anlaşmaz ve iş­

birliği yapmaz duruma gelince, bundan etkilenmeyen tek bir etkin­

lik kalmaz. Bitkisel ürün, av ya da balık avı, hatta hasatın kalite ve bolluk derecesi etkilenir. Dolayısıyla, kurucu şiddetten bilinen iyi­

likler insan ilişkilerinin çerçevesini mucizevi bir biçimde aşmakta­

dır. Kolektif öldürme, her tür bereketin kaynağı gibi görünür; döl­

leme ilkesi ondan bilinir; insana yararlı bitkiler, tüm besin madde­

leri bu ilksel kurbanın ölüsünden fışkınr.

H

ubert ile Mauss bile, modern "devrimci" bilimimize toplumsal­lığın gerçekliğini anımsatması gereken olaylar aktarıp duruyor­

lar. Gerçekten de, kurucu linç olayının hemen hemen seçilmez du­

rumda olduğu mitosların yanında, böyle bir olayın varlığını nere­

deyse açıkça kabul edenler de var. Ana çizgileri şöyle böyle çizilmiş olan bu tür mitoslar her zaman bizlerin Batılı insan bilimcisi sıfatı­

mız yüzünden "kaba" bulma eğiliminde olacağımız kültürlere men­

sup değil. Sözünü ettiğimiz iki yazarın aktardığı, eksiksiz bir Yunan örneği sunalım:

Troizen'deki Hippolytos tapınağının avlusunda her yıl yapılan "lit­

hobolia" festivalinde, Girit'ten gelme Damia ve Auksesia adlı iki yabancı ve tehlikeli bakire tanrıçanın ölümü anılırdı. Bu tanrıçalar bir ayaklanma sırasında geleneğe göre recmedilmişti. Yabancı tan­

rıçalar, genellikle hasat festivallerinde rol oynayan, oradan geçen yabancılardır; recim ise bir kurban ayinidir.3

Oidipus mitosu çevresinde, asıl amaçları yukarıdaki yorum ışı­

ğında aydınlanabilen

pharmakos

ve

katharma

gibi ayinler var. Atina kenti tedbirli davranır, bu tür kurban ihtiyaçları için giderlerini ken-3 Hubert ile Mauss, Sacrifice., s. 290.

disinin karşıladığı belli sayıda zavallıyı hazır tutardı. Gerektiğinde, herhangi bir felaket -salgın hastalık, kıtlık, yabancı işgal, iç huzur­

suzluk- kenti tehdit ettiğinde ya da etkisine aldığında, topluluğun emrine amade bir

pharmahos

bulunurdu her zaman.

Oidipus mitosunun eksiksiz açıklaması, yani ikame kurban me­

kanizmasının saptanması, kurban sunanların amacını anlamamıza yardımcı oluyor. Kurban sunanlar, ikame kurban mekanizması sa­

yesinde çözüme kavuşmuş bir eski bunalımın olabilecek en sadık kopyasını yeniden üretmek istiyor. Gerçek ya da hayali, topluluğu tehdit eden tüm tehlikeler, bir toplumun karşılaşabileceği en kor­

kunç tehlikeyle, kurban bunalımı tehlikesiyle bir tutuluyor. Ayin ge­

leneği, karşılıklı şiddet içinde yitirilmiş olan birliği ikame kurbana karşı ve onun çevresinde yeniden oluşturarak topluluğa düzeni geri getirmiş olan o başlangıçtaki kendiliğinden linç olayının yinelenme­

sidir. Oidipus gibi, kurban da çevresindeki her şeye bulaşan, bu ne­

denle de yok edildiğinde topluluğa huzuru geri getiren bir tür kir sa­

yılıyor.

Pharmahos,

kirler hep onun üstünde toplansın diye her ta­

rafta dolaştırılıp daha sonra da tüm halkın katıldığı bir törenle ko­

vuluyor ya da öldürülüyor.

Tezimiz doğruysa, Oidipus gibi

pharmahos'un

çağrışımının da ikili olmasını açıklamak kolaylaşmaktadır: Bir yandan aşağılık, kuş­

kulu, hatta suçlu bir kişi gibi görülmesi, her tür alaycılık, hakaret ve kuşkusuz şiddete hedef kılınması, öte yandan ise çevresi dinselliğe varan bir yüceltmeyle sarılarak bir tapınç ortamında başrolü oyna­

ması. Bu ikililik, başlangıçtaki kurbandan sonra dinsel geleneğe gö­

re sunulan kurbanın da aracılık etmesi gereken başkalaşımı yansıtı­

yor: Kurbanın her tür kötücül şiddeti üstüne çekerek, ölümüyle bu şiddeti iyicil şiddete, barışa ve berekete dönüştürmesi gerekiyor.

Klasik Yunancadaki

pharmahon

sözcüğünün hem zehir hem pan­

zehir, hem hastalık hem ilaç, son olarak da, duruma, içinde bulunu­

lan koşullara ve kullanılan doza göre çok yararlı ya da çok zararlı

et-134 S I D D E T V E K U T S A L

kilerde bulunabilen her tür madde anlamına gelmesi şaşırtıcı değil.

Phannakon,

sihirli ilacın ya da ne olduğu belirsiz bir iksirin adı. Sı­

radan kimseler bu maddenin kullanımını pek de doğal olmayan ola­

ğanüstü bilgilerle donatılmış olanlara, rahip, sihirbaz, şaman, hekim gibi kişilere bırakmak zorunda.4

Oidipus ile

phannakos

arasında böyle bir yakınlık bulmamız, tra­

gedyayı ayin temelinde tanımlayan ve çogu lngiliz olan uzmanların, XX. yüzyıl başlarının

Cambridge ayincilerinin

görüşlerini benimsedi­

ğimiz anlamına gelmesin hiçbir biçimde. Oidipus mitosunun

phar­

makos

ayinlerine benzer ayinlerden ayrılamayacağı açık olmakla bir­

likte, mitosu ve ayini tragedyayla karıştırmamak gerekiyor. Daha ön­

ce de gördüğümüz üzere, tragedyanın esini mitosa ve ayine temel­

den karşıttır. Kaldı ki,

Cambridge ayincileri

ile tilmizlerinin

phanna­

kos

yorumlarını dayandırdıkları temel fikir, mevsim değişiklikleri­

nin, doğadaki "ölüm" ile "yeniden canlanma"nın ayinlerde ilk öykü­

nülen örnek olduğu,

phannakos'un

temel anlam alanını da bunların oluşturduğu fikridir. Oysa doğada

phannakos

kadar canavarca bir ayinsel öldürmeyi dayatan, hatta düşündüren bir şey yoktur. Bize göre olası tek örnek, kurban bunalımı ve bu bunalımın çözümüdür.

Doğa bundan sonra gelir: Ayinsel düşünce, belli bir noktadan son­

ra, doğanın ritimlerinde, topluluktaki düzen ve düzensizliklerin bir­

birinin yerini almasına benzer bir yer değiştirme olduğuna inanma­

ya başlamıştır. Burada şiddetin işleyiş tarzı, bazen karşılıklı ve kötü­

cül, bazense oybirliğine dayalı ve iyicil olması, tüm evrenin işleyiş tarzı olarak görülmüştür.

Tragedyayı mevsimsel ayinlerin yeniden ele alınıp uyarlandığı bir tür bahar ayini olarak görmek, tragedyanın

tragedya

olmasını sağlayan her şeyden yoksun bırakılmasından başka bir şey değildir.

Bu tragedya "yapıbozum"unun başarısızlığı sonuçta tragedyaya Batı kültürü içinde yan ayinsel bir değer yüklemeye varmış olsa bile böy-4 Bkz. s. böy-428-9.

ledir. Orada söz konusu olan, daha sonra söz edeceğimiz, çok med­

yatikleşmiş ve

Cambridge ayincilerinin

kavramlarıyla ilgisi olmayan bir süreçtir.s

5 Fransa'da da çok sayıda araştırmacı, mitost�ki Oidipus'la Sophokles'in Oidipus'unda bir pharmakos ve bir "günah keçisi" tanılamıştır. Marie Delcourt'a göre bu günah keçisi göreneği, çocuk Oidipus'un yazgısını, anne ve babası tarafından terk edilmiş olmasını açıklama olanağı sağlamaktadır:

"Oidipus'u günah keçiliğine maruz bırakan, adı Laios yani Publius (halkın temsilcisi) olan babasıdır." Sakat ya da biçim bozukluğu olan çocukların teşhir edilmesi son derece yaygın bir uygulamadır; bu durumu, kuşkusuz, tüm kurban edimlerindeki ikame kurban temelinde, başka bir deyişle oybirliği temelinde anlamak gerekiyor. Marie Delcourt burada halktaki oybirliğinin işaretlerine değiniyor. (Ugendes et cultes de htros en Grece, Paris, 1 942, s. 1 02.) Aynca bkz. Oedipe et la ltgende du conqutrant ( 1944). Daha yakın tarihlerde de jean-Pierre Vernant bu fikirleri yeniden ele alarak Kral Oidipus'un izleksel çözümlemesi düzeyinde bu fikirlerin ne denli verimli olabildiğini gösterdi : "Kutsal kral -pharmakos: Bu ikisi Oidipus'un iki yüzüdür ve çift yönlü bir formül gibi biri diğerinin tersine çevrilmiş hali olan bilmece özelliğini kazandırmaktadır ona. Sophokles, Oidipus'un doğasındaki bu tersine çevrilmişliğe genel bir içerik kazandırmaktadır:

Kahraman, insanlık durumunun bir numunesidir." (Ambiguitt et

renversement: sur la strucıure tnigmatique d'Oedipe roi, s. 1 27 1 .) Tragedya ile buyuk mitos ve ayin izlekleri arasındaki bu ilişkiden daha gerçek bir şey olamaz. Ancak, bu ilişkiyi gerçekten kavrayabilmek için, izlek düzeyindeki çözümlemeleri aşmak ve "günah keçisi"ni bir boş inanca, her tür işlemsel değerden yoksun bir mekanizmasızlığa dönüştüren önyargıdan vazgeçmek gerekir. Bu ilk izleğin arkasında, karşılıklı şiddetin gerçek bir biçimde düzenleyici şiddete dönüştüğü görülmelidir. Bu başkalaşımın düzenleyicilik özelliği, oybirliğine dayalı olmasından ve mitoslarla ayinlerin tüm çift yônlü formüllerini, hakikate en yakın olanlardan başlamak üzere tüm kültürel

değerleri, arkalarına saklanmak yoluyla yapılandıran tek işleyiş olmasından kaynaklanıyor. Sophokles, günah keçisi izleğine hiçbir şey katmıyor; "genel kapsam"a herhangi bir şey eklemiyor. Dramaturgun Oidipus'u "insanlık durumunun bir örneği" yapması boşuna değil. Mitosun yapısını kısmen bile olsa çözümleyince kaçınılmaz olarak her tür insanlık durumunun gerçek temellerine varılıyor.

V

arsayımımız netleşiyor ve genişliyor. Bu sayede, öldürülmesi gibi her zaman mat kalmış, nüfuz edilememiş din­

phannakos'un

sel edimlerin arkasında gayet anlaşılır bir projenin bulunduğunu saptayabiliyoruz. Göreceğimiz üzere, bu varsayım ayin geleneklerini hem bir bütün olarak hem de en küçük ayrıntılarıyla anlamamıza olanak sağlıyor. Buraya kadar yalnızca insanların kurban edildiği ayinlerden söz ettik. Bu noktada ayin geleneğiyle şiddete dayalı oy­

birliği mekanizması arasındaki bağ gözle görülür durumda, çünkü başlangıçtaki kurban da insan; ayin geleneğiyle başlangıçtaki olay arasındaki taklit ilişkisini kavramak zor değil.

Şimdi kendi kendimize, hayvan kurbanların da bir kurucu ko­

lektif öldürmenin

mimesis'i

[taklidi) olarak tanımlanıp tanımlanama­

yacağını sormalıyız. Bu kitabın birinci bölümünde, insan kurban et­

meyle hayvan kurban etme arasında temel bir farklılık bulunmadığı­

nı görmüştük. Dolayısıyla, vereceğimiz yanıt

önsel olarak

olumludur.

Musevilikteki ünlü "günah keçisi" ve hayvanlarla ilgili bu türden tüm ayin gelenekleri bize hemen durumun aynı olduğunu düşündürü­

yor. Ancak, hayvan kurban etmenin de bir ikame kurbanın ölümü­

nü örnek aldığını göstermeyi denemek için "klasik" denebilecek bir hayvan kurban etme olgusu üstünde durmamız fena olmayacak. Bu kurban ediminin yeniden üretmeye çalıştığı şey gerçekten şiddete dayalı oybirliği ise, eğer ikame kurban mekanizması gerçekten tüm ayin geleneklerinin anahtarıysa, bu tür kurbanları tüm yönleriyle ay­

dınlatabilecek bir ışığa kavuşuyoruz demektir. Varsayımın yazgısını belirleyecek olan da, elbette, bu ışığın varlığı ya da yokluğudur.

Şimdi de gözümüzü, kurban ediminin günümüze değin sürdüğü ve yetkin bir budunbilimcinin betimlediği ender toplumlardan biri­

ne çevirelim. Godfrey Lienhardt,

Divinity and Experiencel Tannsallık ve Deneyim'

de, Dinka topluluğunda gözlemlediği bazı kurban tören­

lerini ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Bize temel önemde görünen nok­

taları vurgulamak kaydıyla, anlattıklarının bütününü özetleyeceğiz.

Koro halinde yinelenen büyü sözleri, önceleri dağınık ve kayıtsız duran kalabalığın dikkatini yavaş yavaş çekmeye başlıyor. Katılımcı­

lar savaşıyormuş gibi yapıyor. Tek tek bazı bireylerin başkalarına vurduğu da oluyor ama, gerçek bir düşmanlıkla değil. Dolayısıyla, şiddet, ayinsel bir biçimde, ama henüz karşılıklı olmak üzere, hazır­

lık aşamalarındadır. Ayinsel taklit, önce kurban bunalımının kendi­

sini, oybirliğine dayalı çözümün kargaşa içindeki öncellerini konu alıyor. Zaman zaman gruptan biri aynlıp hayvana, bir kazığa bağlı duran inek ya da danaya hakaret ediyor ya da vuruyor. Ayin gelene­

ğinde durağan ya da donmuş olan hiçbir şey yok; ayin boyunca, da­

ğılma ve çatışma eğilimlerine azar azar üstün gelen bir kolektif de­

vingenlik tanımlanıyor ve şiddet kurbana yöneltiliyor. Karşılıklı şid­

detin tek yanlı şiddete dönüşmesi açık bir biçimde gösteriliyor ve ayin halinde yeniden yaşanıyor. Öyle sanıyorum ki gözlemciler, kar­

şılıklı şiddetin oybirliğine dayalı şiddete dönüşmesini gösteren ve bazen gözle görülmesi zor olan belirtilere her zaman duyarlı olsa, sa­

yısız ayin için aynı gözlemde bulunulabilir. Ünlü bir örnek olan Yu­

nan Bouphonia'larında katılımcılar önce kendi aralarında dövüşmek­

te, sonra hep birlikte kurbana çullanmaktadırlar. Genellikle kurban töreninin başlangıçlarında yer alan tüm kavga taklitleri, biçimsel si­

metrisi ve sürüp giden karşılıklı konumlanmasıyla önce bir çatışma niteliği taşıyan ayin danslarının tümü, kurban bunalımının birer taklidi olarak yorumlanmaya elverişlidir.

Dinkaların kurban törenlerinde zirveye ölümle değil, ondan ön­

ce, kurbanı yok edebilecekmiş gibi duran ayinsel ilençlemelerle va­

rıldığı anlaşılıyor. Demek kurban tıpkı tragedyadaki gibi esas olarak sözcük darbeleriyle öldürülmektedir. Ve öyle görünüyor ki bu söz­

ler, ayinde her zaman söylenmiş olmasa bile temelde, Teiresias'ın Oidipus'a yönelttiği suçlayıcı sözlerin aynısıdır. Kurban edimi bazen hayvanın üstüne

topluca

saldırılarak gerçekleştirilmekte, böyle du­

rumlarda özellikle hayvanın üreme organlan hedef alınmaktadır.

138 S 1 D D E T V E K U T S A L

Phamıahos'lar kurban edilirken de cinsel organlar bitki saplanyla kırbaçlanmaktaydı. Hayvan kurbanın tıpkı Oidipus gibi baba katli ve ensestle, ya da kültürel düzenin yıkılmasında başlıca rolü oyna­

yan ve farklılıklann şiddet yoluyla silinmesi anlamına gelen diğer her tür cinsel aykırılıkla suçlandığı bir ilk kurbanı temsil ettiğine inanmak için yeterince neden bulunuyor. Kurban etme, biçimi su­

çun niteliğine göre belirlenen bir ceza; ancak, edimin yinelenmesi ayin düşüncesiyle ilgili ve bu düşünce, kurban ayininden, basit bir cezalandırmayla karşılaştınlamayacak önemde yararlar bekliyor.

Bunlar elle tutulur yararlardır. Ayin düşüncesi bu yararların

neden

elde edildiğini anlayacak yetide değildir. Sundugu tüm açıklamalar mitiktir. Buna karşılık, aynı ayinsel düşünce, söz konusu yararın

na­

sıl

elde edildiğini görebilmekte ve bu verimli işlemi yorulmak bilme­

den yinelemeye çalışmaktadır.

Hayvanın öldürme öncesinde maruz kaldığı düşmanlık, küçüm­

seme ve acımasızlık işaretleri, öldürmenin hemen sonrasında sözcü­

ğün tam anlamıyla bir dinsel saygı gösterimine dönüşür. Bu saygı, kurban ediminin yarattığı

annmayla ilgili

rahatlama ile çakışmakta­

dır. Kurban ölürken karşılıklı şiddeti de beraberinde götürüyorsa, kendisinden beklenen rolü oynamış demektir; gerek iyicil gerekse kötücül tüm biçimleriyle Şiddet'in somutlaştığı varlık olarak, başka

dır. Kurban ölürken karşılıklı şiddeti de beraberinde götürüyorsa, kendisinden beklenen rolü oynamış demektir; gerek iyicil gerekse kötücül tüm biçimleriyle Şiddet'in somutlaştığı varlık olarak, başka

Belgede ŞİDDET VE KUTSA L RENE GIRARD (sayfa 135-146)