• Sonuç bulunamadı

1.3. Eserleri

2.1.1.5. Mekân

Sonsuzluğa Nokta romanında mekân, olayların üzerinde gerçekleştiği fiziksel

nitelikli bir öge olmaktan öte çeşitli anlamlar yüklenerek çok boyutlu hale getirilmiş, olgusal bir değer olarak karşımıza çıkar. Mekân, kahramanların ruhsal yapılarını yansıtmakla birlikte yazarın, anlatının merkezine oturtarak anlamsal sınırlarını sorguladığı ve genişletmeye çalıştığı bir sorunsala dönüşmüştür. Ortaya konulmak istenen varoluş probleminin insan, mekân ve nesne arasındaki ilişki çerçevesinde derinleştirildiği eserde, yapı ve tematik kurgunun oluşturulmasında büyük rol üstlenmiş olan bu unsur üzerinde dikkatle durularak yerine getirdiği işlevlerin ortaya konulması önemlidir.

Romanda okuyucunun dikkatine sunulan mekânın kim tarafından, nasıl görüldüğü bu ögenin niteliklerinin ortaya konulması açısından önemli bir husustur.

Sonsuzluğa Nokta’da bakış açısı kullanılan başkahraman Bedran, etrafında gördüğü her

şeyi kendisine yönelik bir tehdit olarak algılayan, bu nedenle sürekli korku ve endişe içerisinde olan bir karakterdir. Tedirginliğin hâkim olduğu bu ruh hali, Bedran’ın kendisini güvende hissetmesini engeller. Kahraman, öznel ve “saplantılı bakış”ıyla (Baldıran, 2002: 16) mekânı ve onu çevreleyen nesneleri olduğundan farklı görür. Bedran’ın bilinçaltındaki korkuları ve endişeleri gösteren bu bakış biçimi, yatağa mahkûm bir hayat sürdürmeye başlamasından sonra daha da belirginleşir. Hiçbir yere kıpırdayamayan ve evden sabah çıkıp akşam dönen karısıyla iletişimi kopmuş olan kahramanın, yaşamına devinim kazandıran tek şey mekân ve nesnelerle olan ilişkisidir.

Bedran, içerisinde bulunduğu odayı ve eşyaları sürekli aynı noktan görür. Saplantılı bakışı, evdeki nesneler üzerinde devamlı gezinir. Ona göre karısının her geçen gün sayılarını arttırdığı eşyalar, etrafını çepeçevre kuşatmıştır. Yazarın; “pencere

kenarlarında birer Osmanlı nöbetçisi gibi dikilen beli sırma kuşaklı perdeler” (SN, 35), “renk kazanı gibi fokurdayan halı” (SN, 43), duvarı boydan boya kaplayan “hantal

vitrin” (SN, 22) yuvarlak bir masanın etrafında “mürit sessizliğiyle bekleyen pembe kadife kaplı altı sandalye” (SN, 22) şeklindeki dikkat çekici ifadelerle ayrıntılı ve uzun

bir biçimde tasvir ettiği eşyalar, içe doğru akan bir çember gibi kahramanı sıkıştırmakta ve varoluş alanını gittikçe daraltmaktadır. Kalabalık içerisinde bulunma korkusu olan Bedran, evin her yanına egemenliklerini ilan etmiş olan nesnelerin, kendisini ezip yok edeceği endişesi içerisindedir. Kahramanın bu kaygısı onun sürekli korku, tedirginlik ve huzursuzluk yaşamasına sebep olur. Bedran’ın psikolojik durumunu, evdeki eşyalarla ilgili şu betimlemeler ortaya koyar:

“Ütü masasının üstündeyse Van Gogh portresi aslı. Kanamaya hazırlanıyormuş gibi, sakalının ve kaşlarının kırmızılığı yavaş yavaş kulağında birikiyor Van Gogh’un. Bakışındaki hasır şapkanın gölgesi, burun kemerine kadar inmiş. Gözlerindeyse sarı sarı soluk alıp veren, bir çift yeşil fişek var; uygun iklimi bulup ateşlenememişler, ama vınlamanın eşiğinde öylece, heyecanla kalakalmışlar gibi… (…) Van Gogh’unkiler de bütün yüzünü değiştirip onun baktığı her yeri deli dahi bir sarıya boğuyorlar. Sarılara daha doğrusu, kendi içlerinde çoğalıp kendi içlerinde ölen, çeşit çeşit sarılara… Kimi zaman, karşı duvarın dibinde üst üste duran sehpaları bile sapsarı görüyordum bu yüzden. Zaten onlar da Van Gogh portresiyle aynı odada bulunmanın kendilerine yüklediği çılgın bir sessizlikle duruyorlar yerlerinde; iç içe geçmiş uzun ve dirsekli bacaklarıyla, ahırdan boşanmaya hazırlanan huysuz atlara benziyorlar. Hele öğleden sonra güneş vurduğunda, kilimin üstüne düşen gölgeleri tam anlamıyla şahlanmış bir at sürüsüne dönüşüyor; kişneye kişneye kapıya doğru fırlıyorlar sanki, salona çıkıp ne kadar eşya varsa hepsini kırıp dökecekler!” (SN, 21)

Alıntı yaptığımız bu bölümde mekân tasvirindeki ayrıntılar, kahramanın “ruhi

durumundaki çatışma ve değişimleri” (Korkmaz, 1991: 153) yansıtır. Alıntıdaki

betimlemelerde olduğu gibi romanın tamamına sarı renginin hâkimiyet kurmuş olması dikkat çekicidir. Anlatının birçok noktasında karşılaştığımız bu renk, kahramanın karakter yapısına ve bilinçaltına ilişkin birtakım göndermeleri içerir. Sarı, Bedran’ın içinde bulunduğu karamsarlığı, yalnızlığı ve mutsuzluğu ortaya koymakla birlikte hastalığı, çürümeyi ve kirliliği çağrıştırır. Ruhsal olduğu gibi yataktan kalkamayan kahramanın, fiziksel durumuyla da ilintilidir. Odadaki uzun ve dirsekli bacaklarıyla huysuz atlara benzeyen sehpalar, Bedran’ın huzursuzluğu ve tedirginliğini ortaya koyar.

Kahraman, eşyalar arasında ezilmekten korkar. Odanın tasarımında Van Gogh portresinin kullanılması dikkate değerdir. Van Gogh’un sarı sarı soluk alıp verip ateşlenmenin eşiğinde duran fişeği andıran yeşil gözleri, kahramana evdeki silahla intihar etmeyi düşündürür. Van Gogh’un da kendini göğsünden vurarak intihar ettiği düşünüldüğünde yazarın “ ‘mekan-insan’ ilişkisindeki ayrıntıları yansıtma” (Eronat, 2011: 122) konusundaki dikkati bir kez daha görülür.

Kahramanın nesnelerle olan bu yoğun ilişkisinin doğurduğu ayrıntılı ve uzun tasvirler bize Alain Robbe-Grillet romanları için kullanılan “nesnenin romanı” (Baldıran, 2002: 16) tanımlamasını düşündürür. Romanda her yeri işgal etmiş olan nesneler, sahip olma tutkusunun yansıması olduğu gibi kişiler arası güvensizliğe, iletişimsizliğe ve sevgisizliğe işaret eder. Đnsanların yaşamlarındaki nesneler arttıkça onları birbirine bağlayan manevi değerler de azalır. Bu konu, romanın tematik kurgusunu oluşturduğu gibi onu yapı bakımından da etkiler. Betimlemelerin yoğun olduğu bölümlerde, anlatımın temposu düşer. Kahramanın psikolojik durumuna yoğunlaşıldığı bu kısımlarda, olay örgüsü daha yavaş bir seyirde ilerler.

Kahraman üzerinde ruhsal bir sıkışma yaratan ev, “kapalı ve dar mekân” (Korkmaz, 2007: 403) niteliği taşır. Nesnelerle çatışma içerisinde olan Bedran, burada kendisini korunaklı ve güvende hissetmenin aksine belirttiğimiz gibi kuşatılmış ve sıkıştırılmış hissetmektedir. Bulunduğu noktadan dışarıya baktığında bile kendisine umut verecek bir manzarayla karşılaşmaz. Sınırlı bir alanı gören kahramanın, dışarıda gördükleriyle ilgili şu tasvirler onun iç dünyasına ışık tutar:

“Oradan görebildiği dünya, soluk renkli birkaç apartman çatısıyla kimi zaman bulutlanıp kararan, kimi de unutulmuş bir mendil gibi kendi mavisiyle oyalanan kuşsuz bir gökyüzü… Uzunlu kısalı bacalar sonra, isli televizyon antenleri, terk edilmiş leylek yuvası, güneşin altında titreşen kirli kiremitler ve ikindileri parlayan perdesiz pencereyle o küçücük balkon… Kimse oturmuyor orada; aylardır kiraya verilmesini ya da sahiplerinin bir an önce gelip yerleşmesini, balkona çıkmalarını, renk renk çamaşır asmalarını, toplanıp çay içmelerini (…) bana hâlâ bir şeylerin kıpırdayabileceğini anımsatmasını sabırsızlıkla bekliyordum.” (SN, 16-17)

Çıkışsızlığıyla bir labirenti andıran ev, “insanı bütün ağırlığı ile ezen bir

mekân”dır (Bourneur-Quellet, 1989: 116). Yazar, mekâna dair yaptığı incelikli

betimlemelerle kahramanın yalnızlığını, karamsar ruh halini, hiç kimseyle iletişim kuramamasını ve terk edilmişliğini ortaya koymuştur. Romanlarındaki kapalı ve dar mekânların kahramanlarının ruh yapılarını yansıttığını belirten Hasan Ali Toptaş’ın bu konuda söylediği şu sözler, belirttiğimiz hususları destekler niteliktedir:

“Bir sokağın, insanın içine yansıyan ve orada başka şeylere dönüşen görüntüsü

beni daha çok ilgilendiriyor. Kapalı mekânlar darlık, ışıksızlık, benim kahramanlarımın yapısına da uygun. Aslında mekân dediğimiz şey, ya da benim mekân dediğimiz şey, kahramanların ruhsal yapılarından başka bir şey değil.” (Çağlar, 2000: 29)

Başkahraman Bedran, varoluşunu ortaya koyabileceği bir yer bulma isteğiyle kasabadan kente gelir. Romanda tam olarak belirtilmese de “Çal” (SN, 140), “Baklan

ovası” (SN, 140) gibi yer adları ayrıldığı yerin Denizli’nin Çal ilçesine bağlı Baklan

kasabası olduğu; Bedran’ın çalıştığı hediyelik eşya yapılan dükkânda şehrin sembolü olan “horoz” yapılması gibi ipuçları ise geldiği kentin Denizli olduğunu düşündürür. Bedran, babasının hâkimiyetinden kaçarak geldiği kentte aradığı huzurlu ve mutlu ortamı bulamaz. Kent, siyasi kargaşa ve gerginlik içerisinde çalkalanmaktadır. Her alanının “semt semt siyasi bölgelere ayrıldığı, kanlı hesapların yapıldığı, intikam

yeminlerinin edildiği ve pencerelerin ölüm korkusuyla sımsıkı kapatılıp kapılan evlatlara bile bin bir kuşkuyla açıldığı, tatsız bir dünya”dır (SN, 89) burası.

Bedran, kentte kasabadan tanığı Turan adlı arkadaşının evinde kalır. Turan’ın iki arkadaşıyla beraber kaldığı bu öğrenci evi, “basık, rutubetli ve yarı aydınlık” (SN, 88) bir bodrum katıdır. Fiziksel bakımdan bu mekân kapalı ve dar bir yer görünümünde olsa da kahramanın, kendisini huzurlu ve güvende hissetmesiyle genişler. Bedran’a göre burada “insan eliyle yaratılmış eşyalar canavarlaşarak insanı aşıp bir köşeye

sıkıştırmaya çalışmıyor ve mekânı büsbütün ele geçirmeye çalışmanın şehvetiyle hızlı hızlı soluk alıp vermiyor”dur (SN, 118). Eşyaların sadece araç olduğu ve kişilerin

onların kölesi olmadığı evde, kahramanlar birbirileriyle iletişim içerisindedir. Bedran’ın; sessiz, dalgın ve düşünceli tavırlarıyla dikkat çeken Đsvan adlı arkadaşına duyduğu ruhsal yakınlık bu genişlemede büyük rol oynar. Fakat Đsvan’ın kentteki siyasi

kargaşa ve gerginlik içerisinde öldürülmesi bu mekânın da darlaşmasına sebep olur. Bedran’a göre “Đsvan’ın yokluğuyla tıka basa dolu olan bodrum katı, giderek kararan

havası, canlılığını yitiren tozlu ampulleri, küçüldükçe küçülen pencereleri ve ortalığı mantar gibi saran sessiz sedasız düşleriyle” (SN, 162) artık yaşayamayacağı bir yerdir.

Kahramanın çalıştığı prefabrik büro ve kaldığı arkadaki briket oda romandaki diğer dikkat çekici mekânlardır. Sanayi çarsında yer alan bu büroda, Bedran çok istediği yalnızlığına kavuşmuş olsa da huzurlu değildir. Sanayi çarşısının kokusu, sürekli gelip geçen kamyonlar, otomobiller, ortalıkta dolanan çıraklar, hızar sesleri, motor uğuldamaları, çekiç çınlamalarının çıkardığı gürültü ona arabalarla içli dışlı geçen çocukluk yıllarını ve babasını hatırlatır. Mekân bu sefer de Bedran’ın sürekli kaçtığı ve unutmak istediği geçmişinin kılığına bürünür.

Anlatıda mekân olarak kişiye sıcak ve güvenli bir korunak havası vermeyen bodrum katlarının, prefabrik ve briketten yapılış yapıların, barakaların seçilmiş olması anlamlıdır. Kahramanlarla özdeşleşen bu mekânlar, onların dışlanmışlığına ve toplumla uyumsuzluğuna işaret eder.

Sonsuzluğa Nokta romanında Hasan Ali Toptaş’ın mekân ögesini oldukça ön planda tuttuğu görülür. Yazar, bu enstrümanın işlevsel ve anlamsal yönlerini arttırarak onu çok boyutlu bir hale getirmiştir. Eserde, yazarın işlediği varoluş sorunsalı kişi ve yer ilişkisi boyutunda ortaya konulmuş olup kahramanların çatışma içerisinde olduğu mekân ve nesneler simgesel bir hüviyeti taşır. Bedran’ın varlık alanının daraltan, onda sıkışma duygusu yaratan kapalı ve dar mekânlar yalnızlığa, kişiler arası iletişimsizliğe, sevgisizliğe işaret eder.

Benzer Belgeler