• Sonuç bulunamadı

2. LİTERATÜR TARAMAS

2.1. Medyada Temsil

Kitle iletişim araçları toplumlar üzerinde önemli görevler üstlenmektedirler. Lasswell (1948) bu görevleri şu şekilde ortaya koymaktadır: Haber ve bilgi sağlamak; bu bilgiye seçme ve yorumlama işleminden geçirdikten sonra içeriğinde yer vermek; kültürün bir kuşaktan diğerine aktarılması ve boş zamanların değerlendirilmesini içeren eğlendirme işlevi. Bu görevler içerisinde özellikle altının çizilmesi gereken haber ve bilgi sağlamak ile ilişkili olan kamuoyunun oluşturulmasına katkıda bulunma özelliğidir. Demokratik toplumların vazgeçilmez bir öğesi olarak çok sesliliğin oluşması gösterilebilir. Burada çok seslilik ile ifade edilmek istenen; herkesin düşündüğünü özgürce ifade edebilmesi, gerektiğinde yöneticileri eleştirebilmesi ve sivil toplum örgütlerinin bu yöndeki faaliyetleridir. Bir toplumdaki bu tür gelişmişlik o toplumdaki siyaset yapma geleneğini yansıtmanın yanı sıra, kitle iletişim araçlarının bu konudaki tutumunu da göstermektedir.

Medyanın içeriğinde toplumdaki farklılıkları ele alması ve teşviki ölçüsünde demokratik katılım da artacaktır. Ancak; liberal çoğulcu anlayışa göre yasama, yürütme ve yargının yanı sıra dördüncü güç olarak nitelenen medya, farklı düşünceleri ve bunların temsilcilerini aktarmada adil davranmadığı yönünde eleştirilmektedir. Bu konuda yapılan araştırmalar, toplumsal uzlaşımın dışında yer alan fikir ve insanların bu durumlarının altının çizilerek medyada yer aldığına dair çeşitli araştırma sonuçları ortaya koymuşlardır. Bunlara

Milliband’ın değişiyle “ciddi ve mantıklı insanların önemsiz görerek dikkate almadıkları konu dışı tuhaflıklar” olarak yaklaşılmaktadır (Swingewood, 1996, s.118).

Toplumsal denetimin bir aktörü olan kitle iletişim araçları herkesin sisteme top yekun ve tutucu bir şekilde ayak uydurmasını sağlayamaz; zaten bunu hiçbir şey sağlayamaz. Ama çatlak sesleri tümüyle bastırarak değil, uylaşımın dışına düşen fikirleri garip sapkınlıklar olarak temsil ederek bir tür mutabakat iklimi oluşturulmasına katkıda bulunabilirler (Swingewood, 1996, s.118).

Shoomaker ve Reese (1997) medyanın kültürdeki sınırları korumak amacıyla toplumsal çıkarları bütünleştirmeye çalıştığını ifade etmektedir. Bunun için bazı görüş ve değerleri kabul edilebilirlik sınırları içerisinde konumlandırmakta, bazılarını da meşru olmayanlar biçiminde tanımlamaktadır. Medya sürekli yeni fikirlerle uğraşmakta, toplumsal kuralları yeniden onaylamakta, sınırları yeniden çizmekte ve tanımlamaktadır. Toplumsal denetim aktörü olarak ifade edilen medya ilk önce statükoya yapılan tehditleri belirlemekte, daha sonra da statükoya tehdit olarak algılanan, yeni fikirler ya da muhalif sesleri medyada yer alırken kabul edilmiş olan uylaşım sınırları içerisine çekmeye çalışmaktadır.

Medyada toplumda yer alan her düşüncenin temsil olanağına sahip olacağına yönelik iyimser liberal görüş, eleştirel kuramcıların ele aldıkları konularla, muhalif kesimlerin medyada temsiline ilişkin araştırmalarıyla ve haber medyasının taraflılığına ilişkin gözlemleriyle sarsılmıştır. Bu eleştirel tavırda medyanın bazı özelliklerinin temsil sorununa yol açabildiği ifade edilmiştir. Bu özellikler şu şekilde sıralanabilir: Gündem belirleme, tekelleşme, iletilerin üretim aşaması ve medyanın güç çevreleriyle olan ilişkileri.

Gündem belirleme: Medyanın gündem belirleyiciliğinin özünde ne hakkında konuşulacağı

konusundaki etkililiği yatmaktadır. Medyanın izler kitlesine sunduğu bilgi üzerine çeşitli tartışmalar söz konusudur. Bunlardan biri, medyanın dünyaya açılan bir pencere olduğunu varsaymaktadır. Bu metafora göre medya dünyada olup bitenleri çarpıtmadan herhangi bir

değişikliğe uğratmadan aktarmaktadır. Ancak, medyanın zamansal ve mekansal açıdan sınırlılıklarından dolayı bunun olanaklı olmadığı açıktır (McCullagh, 2002, s.14).

Dünyaya ilişkin bildiklerimizin çoğunluğunun medyanın bize göstermeye karar verdiklerinden oluştuğu ifade edilmektedir. Bu dolayımlanmış dünyada, medyanın öncelik verdikleri, kamunun öncelik verdiklerini yönlendirmektedir. Medyanın gündem belirleme gücünün, kamunun ilgisini belirli bir konuya çekmenin yanı sıra iletişim sürecine etkisinden de söz edilmektedir. Bir konunun nasıl anlaşılacağı ve buna ilişkin geliştirilecek bakış açıları medyanın gündem belirleme işlevinden etkilenmektedir (McCombs, 2010).

Medyanın sağladığı bilgiler üzerine yürütülen tartışmalardan bir diğeri de medyanın yaptığı seçimler üzerinde durmaktadır. Medya bazı olayları ve sorunları sunmaktadır bazılarını ise göz ardı etmektedir. Ele alınan bu konuların genellikle toplumdaki güçlülerin bulunduğu kesimle ilgili olduğuna ilişkin çeşitli araştırma sonuçları ortaya konulmuştur. Bu kesimin dışında kalanlar ise medya içeriğinde yer almakta ve seslerini duyurmakta sorunlar yaşamaktadırlar (McCullagh, 2002, s.15).

Medyanın gündem belirleme gücünün temsil konusuyla bir başka ilişkisi de, medyanın sunduğu olayların içeriğinin gerçekte olduğundan farklı olabilmesidir. Bu açıdan medya, toplumsal ve siyasal dünyadaki olayları sunmakta uygun ve tam bir rehber olmamakla eleştirilmektedir. Medyanın basitçe neyin haber olacağını seçmediği, sunduğu olayın nasıl anlaşılması gerektiği konusunda çeşitli yorumlayıcı çerçeveler de sağladığı belirtilmektedir (McCullagh, 2002, s.22).

Tekelleşme: Kâra odaklanmak, insanların istediği ve ihtiyaç duydukları haberlerin yaratımı

ve medyanın kültürel içeriğinin oluşturulmasında sınırlayıcı bir etkiye sahiptir. Ayrıca kâr yönelimi büyük medya şirketleri arasında uç noktadadır (Baker, 2007, s.28). Herman ve Chomsky Manufacturing Consent: The Political Economy of the Mass Media (1988) isimli çalışmalarında propaganda modeli ile medyanın iş kolu gibi hareket ederek, iletilerinin kalitesindense ürünlerini (okuyucularını, izleyicilerini vb…) başka iş kollarına

(reklamcılara) satmasını ele almaktadırlar. Ekonomik politik yaklaşımda geliştirdikleri propaganda modelinde, zenginlik ve gücün eşitsizliği ve bunun medyanın çıkarları ve seçimleri üzerindeki etkileri üzerine odaklanmaktadırlar. Model; para ve gücün basılacak haberleri süzgeçten geçirmesi, muhaliflerin marjinalleştirilmesi ve hükümetle baskın özel çıkarların mesajlarının kamuya iletilmesinin izini sürmektedir. Modelde kuramcılar tarafından haber medyasındaki iletileri süzgeçten geçiren beş unsur ortaya konulmuştur. Bunlar sahiplik, finansman, kaynak, eleştiri ve karşı ideolojidir (Herman ve Chomsky, 1988, s.27).

Bu süzgeçler içerisinden sahiplik ve finansman süzgeçleri tekelleşme olgusu çerçevesinde; kaynak, eleştiri ve karşı ideoloji ise medyanın güç çevreleriyle ilişkisi kapsamında ele alınmaktadır. Sahiplik, medyanın büyük şirketlerin ya da konglemeraların bir parçası olmasıyla bağlantılıdır. Bu şekilde bir sahiplik ilişkisi içinde olan medyada sunulan bilgiler de bu kesimlerin çıkarlarını gözetecek nitelikte olmaktadır (Herman ve Chomsky, 1988).

Bagdikian Medya Monopoly’nin (1983) ilk baskısını yayımladığında Amerikan medyası 50 şirket tarafından kontrol edilmektedir ve en büyük şirket birleşmesi 340 milyon dolarlıktır. 1987’de bu şirketlerin sayısı 29’a, 1997’de 10’a düşmüş ve en büyük birleşme 19 milyon dolarlık Disney ve ABC’nin birleşmesi olmuştur. Üç yıl içerisinde şirket sayısı 5’e düşerken, en büyük birleşme 350 milyon dolarla AOL ve Time Warner’in arasında gerçekleşmiştir. Senatör John McCain, Federal İletişim Komisyonu (Federal Communications Commission-FCC) verilerini göz önünde bulundurarak, beş şirketin medya kaynaklarının yüzde 85’ini kontrol ettiğine işaret etmiştir (Ostertag, 2006, s.16).

Tekelleşen medya çok ince bir sansür uygulamaktadır. Bu ince ve daha güçlü sansür şekli, haberlerin çerçevelenmesine, eğlenceye ve reklamlara kadar uzanmaktadır. Bu türde sansür kendi kendini destekleyici niteliktedir. Medyanın kontrolü altındaki herhangi bir kitle iletişim aracında, kendisine ilişkin bir tartışmaya rastlanılması olanaklı değildir. Ortalama bir Amerikalı 65 yaşına kadar iki milyon reklâm izlemektedir. Bu geniş yelpazedeki ürünlerin hepsinin ortak bir düşüncesi vardır: “Mutluluğa giden yol, herhangi bir çeşit

topluluk ya da toplu eyleme katılmaktan ziyade daha iyi bir yaşam satın almaktan geçmektedir” (Ostertag, 2006, s.17).

Medya tarafından sansürlenen, çarpıtılan ya da basitçe görmezden gelinen hikâyeler içerisinde en çok toplumsal hareketler yer almaktadır. Binlerce insanın gösterileri ve grevleri medyanın ilgisini çekmekte başarısız olurken, medyada bunlara yer verildiğinde genellikle şiddet, tutuklamalar, örgütlerin mali sorunları öne çıkarılmakta ve hareketin özü genelde göz ardı edilmektedir. Hareketin bir parçası olmanın deneyimi, kişisel dönüşüm, umut ve tarihe katılımın doyumu ise daha da görünmezdir (Ostertag, 2006, s.17).

Medyanın küreselleşmesinin kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan özel şirketler ve bunların sermayesinin yayıncılık konusunda hızlı bir şekilde tekelleşmesi kamu yayıncılık anlayışında dönüşümler yaşanması sonucunu da ortaya çıkarmıştır. Yayıncılık alanındaki deregülasyon ile devlet tekelindeki bu alan özel sektöre açılmıştır. Bu aynı zamanda yayıncılık anlayışındaki değişimi de göstermektedir. Kamu yayıncılığında “hizmet” etmek amacı ön plandayken, özel sektör için bu alan yatırım yaptığı “iş” kollarından biridir.

Finansman süzgecinde medyanın reklam gelirlerini göz önünde bulundurarak içeriğini düzenlenlediği ifade edilmektedir. Önemli bir gelir kaynağı olan reklâmı arttırabilmek için denenmiş ve başarılı olmuş kalıplar kullanılarak bunların dışına çıkılmamıştır. Böylelikle izlenme kaygısı ile medya içeriği tekdüzeleşmiştir. Bu tek düzelikte de alternatif sesler kolay kolay yer bulamamaktadır. Kültür ürünlerinin meta olarak algılanması, medyanın endüstriyel üretim mantığı çerçevesinde bunların tektipleştirilmesinin yanı sıra seri olarak üretim ve dağıtımını da beraberinde getirmektedir. Böyle bir seri üretimde de, kültür ürünlerinin içeriğinde bir sığlaşma, bilgide dezenformasyon ve yayıncılık içeriğinin eğlenceye kayması söz konusu olmaktadır (dezenformasyon; yetersiz, ilgisiz, parçalı, yüzeysel enformasyon yani insana bir şey hakkında bilgi sahibi olma yanılsaması yaratan, oysa insanı bilgilendirmekten uzaklaştıran bilgi demektir) (Postman, 1994 s.119).

İletilerin Üretimi Aşaması: İletilerin üretim aşamasında eleştirilen konular medya

iletilerinin niteliği ile kullanılan dile odaklanmaktadır. Tekelleşmenin etkilerinde değinilmiş olan metaya indirgenmiş medya içeriği denenmiş ve başarılı olmuş biçimler çerçevesinde medya iletilerinin üretilmesine yol açmaktadır. Bu denenmiş biçimlerin tekrarı alternatif yokluğunu ortaya çıkarmaktadır. Görünürde sayıca fazla, ancak içerik olarak birbirlerinden farksız olan medya içeriği ortaya konulmaktadır. Bu gelişmelerin yaşandığı medyada, haberin pazara uyarlanma sürecinin sonucunda geçirdiği dönüşüme bakılırsa, içeriğin giderek magazinleştiği, dramatize edilmiş, basitleştirilmiş ve eğlence ağırlıklı bir niteliğe büründürülmüş olduğu ortaya çıkmaktadır (Bourdieu, 1997, s.57; Ergül, 2000, s.135).

Piyasanın rekabetçi ortamında haber yapmak, haber içeriğinde konuyla ilgili çıkarsamalarda bulunmak için gereksinim duyulan ayrıntıların yerini toplumun geneli tarafından beğenilecek ve kolaylıkla tüketilebilecek öğeler almasına neden olmuştur. Bu öğeler; kişiselleştirmeye başvurmak, olayların dramatize edilmesi, skandala ve sansasyona önem verilmesi, anlatının bağlamından koparılarak aktarılması ve gerçekliğin parçalanması olarak sıralanabilir. Böylesi bir haberden elde edilen bilgi, toplumsal bir soruna ilişkin olayı tanımlayan çeşitli bağlantıları ortaya koyan bütünü algılama olanağını ortadan kaldırmaktadır. Haber olan olayın bağlamından koparılarak verilmesine örnek olarak, arka plan bilgisine yer verilmemesi gösterilebilir. Burada liberal habercilik anlayışının temelinde yatan 5N 1K; başka bir deyişle ne, nerde, ne zaman, nasıl, neden ve kim sorularından en çok nasıl ve neden soruları göz ardı edilmektedir. Haber olan olayın nasıl ve neden olduğu belirli bir bağlam ve arka plan bilgisini habere taşıyacak sorularken, bunlar bir kenara itilmektedir. Haberciler bu eksikliği kısıtlı bir zamana sahip olmalarına bağlamaktadırlar. Arka plan ve olayın bağlamına ilişkin bilgilerin yokluğu ya da çok az oluşu haber olan olayı bağlamından kopararak, tektipleştirmekte ve benzer olayların daha önce sunumu sırasında içine oturtuldukları çerçevelerin çağrıştırılarak yeniden kullanılmasına neden olmaktadır. Gösteri yürüyüşleri, grevler, olayın aktörleri amaçlarından yalıtılıp, tipleştirilmekte ve “Gösteriler ve çatışma”, “Grevler ve yaşamın aksaması” gibi çerçeveler kolayca her yeni olaya uyarlanmaktadır. Ayrıca arka plan

bilgisinin yokluğu, daha çok ana olay ve sonuçlarına ilişkin bilgilere ve haber kaynaklarının olaya ilişkin yorumlarına daha çok yer verilmesine neden olmaktadır (İnal, 1994, s.143; İnal, 1995, s.119).

İletilerin üretim aşamasında temsil sorununa etki etmesi açısından önemli olan bir başka konu da kullanılan dildir. Eleştirel paradigma içerisinde dil aracılığıyla egemenlik ilişkilerinin yansıtılmakla kalınmadığı, var olan toplumsal yapının başat kültürün ilkeleri doğrultusunda yeniden üretildiği savı sıklıkla yinelenmektedir (Ergül, 2000, s.67). Özellikle sözcük seçimlerinin, toplumdaki iktidar ilişkilerinin yeniden üretiminde taşıdığı önemi vurgulamaya yönelik pek çok araştırma gerçekleştirilmiştir. Örneğin van Dijk’ın bu çerçevede yaptığı araştırma, Hollanda basınının etnik ayrımcılık konusundaki haberlerde güç ve iktidar ilişkilerinin yeniden üretiminde, sözcük seçiminin önemini ortaya koymuştur (İnal, 1995, s.119)

Üzerinde yaşanılan dünya hakkında söylenen her söz, her düşünce dilin dolayımıyla gerçekleştirilmektedir. Dolayısıyla, medya da bir prizmadan ışığın geçmesinde olduğu gibi üzerinde haber yazılan olayları kırmakta, başka bir deyişle de yeniden kurmaktadır. (İnal, 1995, s.114). Ayrıca kullanılan çekim ölçekleri, kamera açıları da taraflar arasında yan tutar bir tavır sergilenmesine neden olabilmektedir. Kameranın çekim yaptığı yer de bu açıdan önemlidir. Eylemlerde polis, genellikle televizyon çekim ekiplerinin, fotoğrafçıların ve muhabirlerin polisin güvenlik hattının gerisinde kalmaları konusunda ısrarcıdır. Bunun arkasında, medya mensuplarının fiziksel açıdan korunması yatsa da, bu açıdan yapılan çekimler izleyiciyi “durumu polisin gözünden görme ve olaylara ilişkin polisin perspektifini paylaşma” konusunda etkilemektedir (McCullagh, 2002, s.24).

Medyanın Güç Çevreleriyle Olan İlişkileri: Medyanın güç çevreleriyle ilişkilerinde

Herman ve Chomsky’nin propaganda modelinde ortaya koydukları kaynak, eleştiri ve karşı ideoloji süzgeçleri etkilidir (Herman ve Chomsky, 1988). Haber metninde kaynak olarak birincil kişilere, akredite haber kaynaklarına; başka bir deyişle askeri, ekonomik ve siyasal çevrelerin önde gelenlerine başvurmak temsil sorununa neden olabilmektedir. Haberde bu

çevrelerin olaylara ilişkin durum tanımları aktarılmaktadır. Birincil tanımlayıcılar günlük eylemleriyle brifinglerle ve toplantılarla medyanın ilgisini üzerlerine çekmektedirler. Bir de haberlere bunların durum tanımlarının taşınmasının çok sesliliğe olabilecek etkileri açıktır (İnal, 1994, s.149).

Haber medyasının kaynak olarak başvurduğu uluslararası haber ajansları konusuna da değinmek gerekmektedir. Haber toplamak ve geniş alanlara yaymak oldukça masraflı bir çalışmadır. Her basın yayın organının dünyanın çeşitli yerlerinde meydana gelen olaylar için ayrı ayrı muhabir ya da çekim ekibi göndermesi masrafını ajanslar ortadan kaldırmıştır. Uluslararası haber akışında ortaya çıkan gerginlikler, haber ajansları tanımının 1953’te UNESCO tarafından yapılan tanım doğrultusunda yorumlanmasını gerektirmiştir. Buna göre haber ajansları herkesi ilgilendiren ilgi çekici olaylar hakkındaki bilgilerin basit toplayıcısı değildir. Aynı zamanda olayı her yönüyle aydınlatmayı hedeflemekte ve etkin gazeteci sorumluluğunda meydana gelen olaylara partiler üstü bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Ancak bu kuruluşlara çeşitli eleştiriler getirilmektedir. Haberi ticari bir malzeme olarak gördükleri, batılı ülkelerin kuruluşları oldukları için haber toplama ve yayma işinde, bağlı oldukları ülkelerin görüşleri ve talepleri doğrultusunda çalıştıkları konusunda eleştirilmektedirler. Örneğin, Belçikalı baş redaktör R. Clausse, “dünyanın resminin uluslararası haber ajansları tarafından bazen yanlış çizildiğini” ifade etmektedir. Ayrıca uluslararası haber ajanslarının eleştirilen bir başka yönü de, isimlerini tüm dünyaya duyurabilmek amacıyla sansasyonel haberlere ilgi göstermeleri ve haber kaynaklarının büyük kentlerde toplanmasıdır. Bu nedenlerle pek çok gerçeğin ajanslar tarafından göz ardı edildiği ifade edilmektedir (Rigel, 2000, s.80).

Medya içeriğine yönelik askeri, siyasi ve ekonomik kesimlerin önde gelenlerinin yaptığı eleştiriler de içerik üzerinde etkili olan süzgeçlerdendir (Herman ve Chomsky, 1988). Güçlü kurumlarca uygulanan baskıya çok bilinen bir örnek, Fox TV muhabirleri Steve Wilson ve Jane Akre’nin Tampa’daki WTVY’de, Monsanta’nın hayvanlarda büyüme hormonu (bovine growth hormone rBGH) kullanmasının tehlikeleri üzerine yaptıkları haberi değiştirmemeleri sonucunda işlerinden kovulmaları gösterilebilir. Monsanta sütün

güvenli olduğunu iddia etse de bilimsel kanıtlar bunun tam tersini ortaya koymaktadır. Monsanta WTVT’nin ana şirketi olan New York’taki Fox televizyonuna haberin yayınlanmaması konusunda baskı yapmıştır. Fox genel müdürünün bu istasyonlara “3 milyar para ödedik, neyin haber olduğuna biz karar vereceğiz. Haber size ne söylersek odur” dediği kaydedilmiştir (Peter ve Project Censored, 2004, s.222).

Bir başka örnek, CNN’in Birleşik Devletler ordusunun 1970’de Vietnam Savası sırasında Laos’ta sarin gazı kullandığına ilişkin haberidir. CNN yapımcıları April Oliver ve Jack Smith’in 8 aylık bir araştırmanın sonucunda hazırladıkları haber, 7 Temmuz 1998’de CNN’de yayınlanmış sonrasında da Time dergisinde basılmıştır. Araştırmacılar haberlerini tanıkların anlattıkları üzerine temellendirmişlerdir. Ancak haber CNN tarafından yayınlandıktan sonra büyük tepki çekmiştir. Pentagon, Henry Kissinger, Colin Powell, Rihard Helms ve medya CNN’i haberi geri çekmesi için yaylım ateşine tutmuşlar ve haber “halkla ilişkiler” sorununa dönüşmüştür. Ted Turner 10 Temmuz 1998’de bu öykünün yayınlanmasından dolayı özür dilemiş ve CNN Oliver Smith’i kovmuştur (Peter ve Project Censored, 2004, s.222).

Karşı ideoloji medya içeriğine yönelik kullanılan bir başka süzgeçtir. Halkın korkularından yararlanan bu süzgeçte, toplumun önde gelen kesimlerini eleştirmeye kalkanlar karşı ideolojide yer alan taraflar olarak ifade edilmektedirler. Bu süzgecin kullanımına soğuk savaş zamanında eleştirel kesimlerin komünistlikle, günümüzde küreselleşme karşıtı gösterilerde göstericilerin teröristlikle suçlanması ya da çevrecilerin eko-teröristler olarak ifade edilmesi örnek olarak verilebilir (Herman ve Chomsky, 1988).

Temsil konusunda gündem belirleme, tekelleşme olgusu, iletilerin üretimi ve medyanın güç çevreleriyle olan ilişkileri eleştirel kuramcıların perspektifinden ele alınmıştır. Medyada temsil edilmelerinde sorun yaşayanların içerisinde özellikle muhalif kesimler yer almaktadır. Bu muhalif kesimlerin içerisinde toplumsal düzende değişiklikler oluşturmaya çalışan, baskın kültürel normlara meydan okuyan ve toplumsal süreçlerin demokratikleştirilmesi için mücadele eden toplumsal hareketler de bulunmaktadır.