• Sonuç bulunamadı

Medeniyet ve Medeniyetle İlgili Temel Kavramlar

I. BÖLÜM

1.1. Medeniyet ve Medeniyetle İlgili Temel Kavramlar

“Medeniyet” kelimesi Arapçadaki “Şehir” anlamına gelen “Medine” kelimesinden türemiş ve Türkçeye de geçmiştir. Medeniyet, şehirle ilgili, şehre ait, şehirleşme ve bir arada yaşayabilme seviyesine ulaşmış toplum olarak da yorumlanabilir. Medeniyet kelimesi “Şehir devleti” anlamında Yunancada “Polis” kelimesi ile karşılanır.

Medeniyet kavramı şehir kavramı ile bağlantılı olduğuna göre ihtiyaçlarını tek başına karşılamakta zorlanan insanlardan oluşan topluluğun bir arada yaşayabilme seviyesine erişmesine de medenileşme denilebilir. Bu bağlamda “Medeni insan” tabiri şehirleşmeye alışmış, toplumsal yapıya uyum sağlamış, göçebeliği bırakmış, yerleşik hayata ayak uydurmuş insanı karşılar. Medeniyetin en önemli unsuru toplumdur. Tek başına yaşayabilen insanın tek başına bir medeniyet inşa edebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla medeniyet bir arada yaşayabilmenin ürünüdür.

“Bazı bilim insanları uygarlığı, önemli eşitsizlikleri içeren bir toplumsal hiyerarşi ve iş bölümü oluşturmaya yetecek ölçüde artık-ürün üreten bir topluluk olarak tanımlamaktadır. Bu çok geniş kapsamlı bir tanımdır ve buna göre çoğu tarım toplumları ve çiftçilik ile hayvancılığı birleştiren Kuzey Amerikalı Kızılderililer bu kategorinin içine sokulabilir. Bazıları da uygarlığın kavramlarını daha ileri götürerek uygar topluluklar (avcı ya da hayvan besleyen) arasındaki temel farkın, aile ya da kabile bağlarının tersine, siyasi örgütlerin ya da devletin ortaya çıkması olduğunu öne sürmektedirler. Birçok uygarlık geniş bölgeleri yönetecek siyasi örgütlenmeleri oluşturmuş ve bazıları da büyük imparatorluklar ve krallıklar kurmuşlardır.”(Tokuroğlu-Ersoy, 2012, s.20) Mezopotamya Uygarlıkları, Anadolu Uygarlıkları, Avrupa Uygarlıkları, Çin ve Uzak Doğu Uygarlıkları, Hint Uygarlığı gibi bir çok uygarlık adı sayılabileceği gibi İslam Uygarlığı gibi din bağlamında değerlendirilebilecek uygarlıklardan söz etmek de mümkündür.

İbn-i Haldun, Cemil Meriç gibi entelektüeller medeniyet kavramı yerine “Umran” kavramını kullanmayı yeğlemişlerdir. Ziya Gökalp ise medeniyeti “Hars”(kültür) kavramı ile eşdeğer görmüştür.

İnsan topluluklarını hayvan topluluklarından ayıran özelliklerden biri de insanın medeniyetler kurabilmesidir. Çünkü insan, medeniyetler kuran bir varlıktır. Uygar insan veya uygar toplum kent kültürüne ayak uydurabilmiş bir arada yaşayabilme merhalesine ulaşmış insan veya toplum demektir. Yani barbarlığın zıddı demektir uygarlık. Doğa ile mücadelesini bir derece de olsa kazanmış, iktisadî yapısını belli bir aşamaya getirebilmiş, sosyal sınıf bilinci oluşmuş topluluklara uygar toplum denir. Bu aşamaya ulaşmış bir topluluğun maddî ve manevî bütün ürünlerini barındırır bu kavram. Batı dilindeki karşılığı civilisation. Siyaset, din, ahlak, sanat, hukuk, felsefe gibi maddesel olanın dışında, düşünsel boyutu da kapsar uygarlık sözcüğü.

Server Tanilli Uygarlık Tarihi adlı eserinde bu kavramı şöyle açıklar: “Uygarlık deyince, birbirinden farklı iki şey anlaşılır: Bir anlamıyla uygarlık, ‘doğal hal’in, ‘barbarlık’ın karşıtı olan bir durumu anlatıyor. Bu anlamda ‘uygar millet’, ‘uygar halk’ deyince, gelişme yolunda hayli ilerlemiş, ideal ölçülere pek yaklaşmış bir topluluk anlaşılmakta.

Kolayca fark edileceği gibi bir ‘değer yargısı’ taşımakta uygarlığın bu anlamı.

Bir başka anlamıyla uygarlık, bir halkı başka halklardan ayıran, onun özgün yanını ortaya koyan, yaşayış biçimlerinin, kullanılan aletlerin, çalışma biçim ve yöntemlerinin, inançlarının, düşünsel ve sanatsal faaliyetlerinin, siyasal ve sosyal örgütlenme biçimlerinin bütünü”(Tanilli, 2006, s.13).

Hilmi Ziya Ülken ise Medeniyet konusunda Her medeniyetin bir değerler sistemi olduğunu düşünür. Bu değerler sistemi insanı diğer canlılardan ayırır. Ona göre medeniyetin temelinde inanma ve düşünme vardır. “Herhangi bir medeniyet- günün birinde -yeryüzünden silinse bile, kurduğu binalar, yaptığı eşya vasıtasıyla onun bir zamanlar nasıl bir inanç, düşünce ve hareket sistemine sahip olduğunu anlayabiliriz. Tıpkı kum üstündeki ayak izlerinden bir insan geçtiğini anlar gibi.”

(Ülken, 1953, s.13) Uzakdoğu, Mezopotamya, Hint ve Akdeniz medeniyetleri gibi birçok medeniyetin temelinde animisme olan (kutsal değerlere inanma) dört kadîm medeniyetten söz etmek mümkündür. Medeniyetlerin temelindeki inanç mythologiler şeklinde günümüzde de varlığını sürdürmektedir.

Betül Ahmet Cündiyye’ye göre ise medeniyet hem ürkütücü bir gerçeklik hem de insan türünün yarattığı en büyük başarıdır. Yazara göre bir medeniyeti ortaya çıkaran şey zaman, tarih, hareket, gelişme ve kakınmadır. Medeniyetler ilerlediği ölçüde vardır. İlerleme dinamiklerini kaybeden medeniyetler yok olacaktır. “Medeniyeti ortaya çıkaran hareket doğal ya da otomatik (Kendiliğinden) bir hareket değil, beşerî bir harekettir” (Cündiyye, 2012, s.19) Yazara göre varlık boşluğu kabul etmez. Var oluşunu tamamlayan medeniyetler sahneden çekilecek yerine yenileri bina olacaktır. Bu bir döngüdür.

Medeniyet kavramını Hint Medeniyeti, Yunan Medeniyeti, Mezopotamya medeniyeti gibi parça parça ele alabileceğimiz gibi Doğu-Batı medeniyeti şeklinde de ele alabiliriz. Hepsi de insana dair olduğu için bir ortak paydada “İnsanlık medeniyeti” olarak da ele alınabilir ki Karakoç’un bakış açısı daha çok bu şekildedir. Karakoç, bu insanlık medeniyetini Âdem ile başlatır. Kaynağını Tanrı’ya dayandırır ve onun bütün insanlığı vaz ettiğini düşünür.

“Dünyanın geçirdiği kriz, ne siyasî, ne ekonomik, ne şu, ne bu…medeniyet krizidir. Öyle olunca da, elbet her alanda hakikî bunalımlar olacaktır.(…) Evet, kriz en kökten bir medeniyet krizidir. Medeniyetin ve insanlığın anlam ve ruh olarak yok olup olmaması meselesidir” (Karakoç, 1999b, s.64-65).

Medeniyet denildiğinde akla gelen ilk kavramlardan biri kültür’dür. Medeniyetin somut yansımaları kültürü oluşturur. Başka bir ifade ile evrensel olanın, bütün insanlığa ait olan medeniyetin, dine, coğrafyaya, millete göre bölümlere ayrılmış hâli kültürü oluşturur. Medeniyet kültürlerin mücessem hâlidir. Rasim Özdenören, Hece dergisinin 215. sayısında çıkan ‘Edebiyatla Siyasa Arasındaki Bağlılaşım’ adlı yazısında kültür ve medeniyet kavramlarını şöyle bir örnekle izah etmeye çalışır:

Ona göre kültür kişisel düşünme ve davranış kalıplarının toplamıdır. Aynı zamanda gündelik yaşamımızın da pratik bir karşılığını oluşturur.“Şöyle ki, kırsal

alanda elimizde bardak çanak gibi bir gerecimizin bulunmadığı bir ortamda su içmek istediğimizde avucumuzu çukurlaştırıp kaynaktan su içeriz. Eğer yörede taştan veya ağaçtan bir doğal çukur kap bulursak suyu o kabın içine doldurup içeriz. İşte o kabı ağaçtan veya kütükten elimizle yontup çıkarırsak bu gereç bir kültür ürününe dönüşmüş olur. İnsanın gündelik gereksinimine cevap veren onun elinden çıkmış birincil gereç kültür ürünüdür. Biz bu su kabını süslersek, süslemek için diyelim ki değerli madenler kullanırsak, bu takdirde elimizdeki kültür gereci uygarlık (medeniyet) ürünü halini alır” (Özdenören, 2014, s.3-4).

Kültür kavramının dışında medeniyet kavramının ilintili olduğu ikinci bir kavram da coğrafya’dır. Coğrafyanın birey ve toplum üzerinde ve bunların şekillenmesinde önemli bir etkisi vardır. Coğrafî şartların insan üzerindeki etkisinden hareketle medeniyetin de, bir anlamda, coğrafyaya bağlı olarak şekillendiği söylemek mümkündür. Coğrafya insanı, insan toplumu, toplumda medeniyeti şekillendirir.

Toplumların Kültürel yapıları, örf ve adetleri, gelenek ve görenekleri, iktisadî ve ictimaî durumları hep coğrafî şartlarla da ilintilidir. Çünkü her uygarlık harita üzerinde bir yere sahiptir. Veya tersinden bir okumayla söyleyecek olursak her uygarlık aynı zamanda yaşadığı coğrafyayı da etkilemiştir.

İkinci Yeni şairlerinin şiirlerinde Anadolu’daki küçük şehirlerden İstanbul’a, Mekke ve Medine’den Londra’ya, İsfahan, Şam, Semerkant ve Kudüs’ten Malezya’ya, Paris’e, Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar geniş bir coğrafya söz konusudur.

Benzer Belgeler