• Sonuç bulunamadı

5. Toplumsal Cinsiyet ve Kadın

5.1. Bazı Medeniyet ve Toplumlarda Kadın

Toplum olarak bahsedilen yapı; zamana, dile, coğrafyaya ve etkilenilen diğer toplumlara göre birbirinden ayırt edilerek farklılık göstermiştir. Bunun yanı sıra toplumsal yapı, belirli temeller ile birlikte o toplum için değişmez kurallar ortaya koymuştur. Bu kurallar bütünü toplumun temel taşı olan aile ile şekillenmektedir. Aile, toplumun en temel yapı taşı olarak karşımıza çıkmakta, ailelerin birlikteliği de toplumun bir bütün olarak bir arada kalmasını sağlamaktadır. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç olarak bir birliktelik içinde etkileşimde bulunarak yaşamını sürdüren aile, kadın konusunda oldukça gelenekçi bir yapıya sahiptir (Bingöl, 2014: 110).

Ailelerin hepsinin tek bir bakış açısı ile yaşamış olması ya da yaşayacak olması düşünülemez. Bu nedenle her ailenin gelişim ve değişim aşamaları neticesinde toplumsal kültürel yapı ortaya çıkmıştır ve halende çıkmaya devam etmektedir. Ataerkil yapı bu yapılar içinde en göze çarpan ve en geniş yeri tutan yapıdır. Tek eşli ve erkeğe dayanan aile olarak tanımlanabilecek olan ataerkil yapı dünyanın büyük bir kesiminde çok eşli ve anaerkil aileye karşı üstün gelmiştir. Bu durum ise erkeğin konumunu güçlendirmiş ve kadına karşı kendisini üstün görmesini sağlamıştır. Tarihsel yapı incelendiğinde ise erkek egemen toplumlarda erkek, kadın bulmakta zorlanmadığından ve istediği kadar kadın ile evlenebilme hakkı olduğundan yapı kendini oldukça güçlendirmiştir. Fakat karı-koca evlilikleri başlayınca ve zengin kadın figürü ortaya çıkmaya başladıkça kadın az bulunan ve kıymetli bir hal alan bir duruma gelmiştir. Bundan ötürü kadınların kaçırılması ve satın alınmaları başlamıştır” (Altındal, 2004: 5).

Bu gelişmenin devamında ailenin belli bir şekilde anlam kazanmaya balaması ve kadının ailede yavaş yavaş söz alması kadını yüceltmeye başlamıştır. Kadın toplum tarafından kocaya eş, çocuğa anne olarak betimlenmeye başlamıştır. Aile anası olarak aldığı sorumluluk genişlemiş bu sebeple ailenin bir ferdi olarak da öncelikle onun korunması gerektiği fikri daha ön plana çıkmaya başlamıştır. Geçmişe yön veren iki zıt uygarlık olan Batı uygarlığında da Doğu uygarlığında da kadına bakış namusa sahip çıkma düşüncesini de beraberinde getirmiştir. “Çünkü onsuz babalık belirsizleşeceği için ataerkil ailenin de varlığı tehlikeye girecektir” (Russell, 2003: 10). Bir neslin devam edebilmesi için erkeğin otoritesinin değişmemesi gerekmektedir. Aile de kadın bu otorite içinde yer alarak sınırların dışına çıkmamayı kabul etmekle mükellef kılınmıştır. Diğer bir ifade ile kadınların önüne ya özgürlük seçeneği ya da ailesinin yıkılması seçeneği konulmaktadır (Saim, 2004: 109).

Kadın uzun yıllardan beridir doğrudan aile ile birlikte anılmış ve bir tutulmuştur. Tarih boyunca birçok medeniyet birçok konuda fikir ayrılığına veya kültürel farklılaşmaya giderken, büyük oranda aile ve kadın kavramları bir arada algılanmış ve bu birliktelik önemli bir ikili olarak devam etmiştir. Birkaç medeniyet ve bu medeniyetlerin kadına bakışını temel olarak örneklendirmek gerekirse şunlar söylenebilir:

 Yunan Medeniyeti: Yunan medeniyetinde kadının konumu hemen hemen günümüz medeniyetlerine yakın bir yerde yer almaktaydı. Kadının çok önemli bir yeri olmakla beraber, kadına bakış modern dünyanın kadın ve aile yapısına bakışını etkilemiş ve temellerini oluşturmuştur. Yunan medeniyetinde iyi kadın; sabırlı, zevkli, güzel, çocuklarına şefkatli bir anne, kocasına sadık bir eş ve ev yönetiminde başarılı bir idareci olarak tanımlanmaktaydı (Doğdu, 2005: 54).

 Roma Medeniyeti: Roma’da ise kısmen Yunan medeniyetine benzerlikler göze çarpmaktadır. Fakat özellikle Roma’da bu durum biraz daha sert bir biçimde irdelenmekte ve kadın; babasından kocasına aktarılan bir ‘mal’ olarak betimlenmektedir. Başka bir örnekte ise yalnız başına ve yüzü açık olarak asla dışarı çıkamaz (Doğdu, 2005: 54).

Her ne kadar Roma ve Yunan kültür ve medeniyetini Avrupa toplumlarına genellemek yanlış olsa da, Hıristiyanlığın doğuşu ve Avrupa toplumlarının Hıristiyanlık ile birlikte kadına dair bakış açılarının bu etkileşim ile değişmesi uygarlıklar arasındaki farkların giderek azalmasına yol açmıştır. Bu durum aynı zamanda kadın ve erkeğin hiyerarşik olarak birbirlerine üstünlük kurmasına ve belirli bir çifte standardın oluşmasına neden olmaya başlamıştır.

Evlilik dışı ilişki bu dönüşümden en çok etkilenen konulardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Roma ve Yunan kültüründe Hıristiyanlıktaki kadar kötü gözle bakılmayan evlilik dışı ilişki, Hıristiyanlık ile birlikte evlilik dışı ilişkide bulunan kadının meşum yani kötü olarak kabul edilmesi ile her iki toplumda da gitgide yaygın hale gelmiştir. Çünkü ahlakçılar hep erkek olduklarından kadınları baştan çıkartıcı olarak görmüşlerdir (Bingöl, 2014: 112).

Kadınların erkeğin arkasında kalarak kendi başlarına düşünülmemesi gerektiği düşüncesi dini temeller ile birleşince toplumsal cinsiyetin şiddeti de artmaya başlamaktadır. Bunun en önemli nedeni din olgusunun toplumsal yaşama etkisidir. Bu etki hemen hemen her toplumda vardır. Sadece Avrupa için değil uzak doğudan Afrika’da ki toplumlara kadar hepsinde kadınlara yönelik yaklaşımlar, dinden beslenen kültürel yapıyla daha belirgin bir form kazanmaya başlamıştır” (Doğdu, 2005: 58-59). Bazı toplumların kadına bakışı açısından Uzak Doğu toplumlarını örneklendirmek gerekirse;

 Hindistan: Sosyal olarak büyük ölçüden felsefi ve dini inanış biçimlerine göre kadının rolü belirlenmiştir. Kadının, toplum içinde elde ettiği ya da edebileceği tüm statüler bu inanışlara göre biçimlenmektedir.

 Manouizm: Kız; çocuk iken babasına, genç yaşta kocasına, dul halinde ise oğullarına bağlı kalmalıdır. Bir kadın hiçbir zaman bağımsız kalmaya çalışmamalıdır.

 Konfüçyunizm: Kadının hayattaki rolünü tek kelimeyle tarif etmek mümkündür: “İtaat”.

 Budizm: Kadın, kötülüğün şahsiyet kazanmış şeklidir (Doğdu, 2005: 58-59).

Dinlerin ve toplumların kadına bakış açısı tezimizin ilerleyen bölümlerinde daha detaylı bir biçimde ele alınacaktır.