• Sonuç bulunamadı

4. Feminizm Tarihi

4.5. Üçüncü Dalga Feminizm

Üçüncü dalga feminizm akımı özellikle 1990’lardan sonra ortaya çıkmaya başlamıştır. Dünyada meydana gelen siyasi değişiklikler feminist hareketler üzerinde de etkisini göstermiştir. Bu dönemdeki feminist örgütler batılı devletlerde çok daha rahat çalışma imkânı bulmuş ve birçok sosyolojik katmana ulaşmayı başarmıştır. Elde edilen hakların giderek artması ile feminist hareketin hedefleri değişmeye başlamıştır. Kadın haklarının varlığıyla yetinilmeyerek, kadın hareketinin diğer eksenlere de kaymaya başlamasına neden olmuştur (Taş, 2016: 171).

Özellikle üçüncü dalga feminist hareketler eşitlik söylemlerini azaltarak daha çok popüler ve radikal politikalar benimseme yoluna gitmişlerdir. Onlara göre eşitlik, kadınlar için bir asimilasyon göstergesidir. Üçüncü dalga feminist akım, genellikle toplumsal cinsiyet, sınıf, ırk, etnisite, cinsellik, milliyetçilik, siyaset, iktisat vb. konuları ele almış ve bu olguları feminist bir bakış açısıyla teorikleştirmeye çalışmıştır. Josephine Donovan’ın “Feminist Teori” adlı eserinde, “İkinci dalga feminist akım liberal aydınlanmanın öncüsüdür. Üçüncü dalga feminist akım ise, herhangi bir politik kimliği reddederken, postmodernist ve sosyalist grup içinde yer alır” demektedir

(Donovan, 2001: 351-352). Bu görüşü önleyebilmek için siyaset felsefesi içine yeni anlamlar katılması gerektiğini öne sürmüşlerdir. “Adalet” kavramı özellikle başvurdukları düşünce yapısından bir tanesidir. Bu kavramı kendi feminist hareket potasında erittikten sonra, adaletin herkese eşit hak verme anlamı taşımadığını ileri sürmüşlerdir. Doğal olarak bu görüşler sosyal ve siyasal katmanlarda farklı gruplar için farklı anlamlar ifade etmeye başlamıştır. Ataerkil kurumların, kadını kendi içerisindeki özgüllüğünde barındıracak niteliklere sahip olmadığını ve kadını ikinci plana ittiğini savunmuşlardır (Aslan, 2016: 21).

“Bu dönemin önemli sözcülerinden Beverly Thiele'ye göre Ataerkil mekanizma, kadını kendi benliğinden uzaklaştıran soyutlamalar, cinselliğinin özgünlüğünü reddeden evrensellik, erkek tabiatını merkez alan doğallık, hiyerarşik örüntüler oluşturan düalizm, vasiyete göre iş bölümü yapan düzenleyicilik gibi değişkenlerle kadınlar üzerinde hegemonya oluşturmaktadır. Feminist siyaset felsefecisi Irıs M. Young, modern hukuku reddetmektedir. Bu hipotezine temel teşkil eden unsur, modern hukukun başta kadınlar olmak üzere diğer toplumsal öğeleri de kapsayan farklılıkları reddedici kapsamıdır. O, çoğulcu bir toplum yapısına geçilmesi gerekliliğine işaret etmiştir. Ona göre sistemde kadın ile erkek, siyah ile beyaz, sağlam ile engelli, zengin ile fakir arasında derin farklılıklar mevcuttur. Bu nedenle evrensel kurallar yerine grupların özel durumlarına göre hukuksal düzenlemeler yapılmalıdır. Yine bu dönem feminist yazarlarından Joan W. Scott "feministler farklılığı terk edemezler, çünkü o bizim en yaratıcı analitik aracımızdır" diyerek bu görüşü parlatmıştır” (Özveri, 2009: 210).

Diğer bir üçüncü dalga feminist yazarlarından Carol Gilligan, kadın ve erkeğin bilgi ve davranış konusunda farklı sezgiye ve farklı bakış açısına sahip olduğunu belirtmiştir. Kadınların bilgiyi sezgisel olarak algıladığını ve bu yönüyle erkeklerden daha farklı bir bakış açısına sahip olduğunu iddia eder (Aslan, 2016: 22).

Bu genellemelerden yola çıkarak üçüncü dalga feministler “kadınlık” olgusunu temel bir ayrım noktası olarak kabul etmiş diyebiliriz. Yine yaygın kabul gören düşünce yapısına göre post-modernist düşünürlerin etkisi ile feministler düşünce yapılarını değiştirmeye başlamışlardır. “Yani post-modernizm genel ve evrensel

iddialara kuşkulu bir mesafe içinde yaklaşmaktadırlar. Paralel bir biçimde feministler de aydınlanma düşüncesiyle beraber gelişen tüm aşkın iddiaların, beyaz batılı erkeğin değer yargılarını yansıttığını düşünerek mesafeyle yaklaşmaya başlamışlardır. Post- modern feministlere göre kişilik, bilgi, gerçeklik gibi kavramlar, yeni tanımlamalara tabi tutulmalıdır. Onlara göre batı kültürü içinde yetişen bir insan, kendini kaçınılmaz olarak dominant ve ikincil kurumsal yapıların içinde bulmaktadır. Bu kurumsal yapılar, batı kültürünün hiyerarşik ikilemi biçimindeki kurgusuna dayanmaktadır. Zıt kutuplar haline sokulan erkek/kadın ikilemi de kadının ikincilliği ile sonuçlanmaktadır. Onun için post-modern feministler ikincilliğe yol açmayan farklı bir kültür ve söylem geliştirmeye çalışmışlardır” (Borde, 1990: 294).

Özellikle Fransız feministler Julia Kristeva, LuceIrıgaray ve AneCixous sayesinde post-modern feminizm yeni ve köklü bir içerik kazanmıştır. Özellikle de feminist filozof ve psikoanalistlerin tezleri sayesinde başka bir bakış açısı ile yeniden şekillenen post-modern feminizm bugün bile üçüncü dalga içinde kendine ayrı bir yer tutmayı başarmıştır. Özellikle Fransız ihtilalinin getirmiş olduğu özgür düşünce ortamı sayesinde kendine diğer ülkelerden daha rahat taraftar bulma şansı olan post-modern feminizm akımı, kadına ait bir dil ve yazın ile sadece anlam sisteminde bir devrim yaratmakla kalmamış aynı zamanda onu ekonomik, sosyal ve politik alanda da etkin kullanmıştır (Heywood, 2009: 249).

Sonuç olarak feminizmin genel hatları ile incelenmesi neticesinde başlangıçta “farklılık” olarak nitelenen kavram zamanla değişmiştir. Bu değişim farklılık ile başlayan düşünce sistemine çok çeşitli anlamlar yüklenmesine neden olmuştur. Bu süreç feminizmin radikal bir farklılaşma sürecine girmesine ve kendi içinde ortak bir zemini yakalama şansının kaçırılmasına neden olmuştur. Çok fazla alt metinlere ayrılan feminizm hareketi “Çekirdek” feminist gelenek olan liberal feminizmden ayrılarak, sosyalist/Marksist ve radikal feminizme ilaveten post-modern feminizm, psikanalisttik feminizm, siyahî feminizm, lezbiyen feminizm gibi yeni anlayışlara bölünmüştür (Aslan, 2016: 21)

“Öte yandan yeni akım bu feminist hareketlerin etkisiyle, kadının kamu alanında kendine özgü düşünsel ve davranışsal motiflerle yer almasını sağlanmıştır.

Bu ise kadınların otonomisi anlamına gelmektedir. Aynı zamanda otonom bir sivil toplumun ortaya çıkmasına önemli bir katkı sağlamıştır. Otonom sivil toplum anlayışına göre her grubun kendine özgü tarihsel bağları, kültürü, değer sistemi ve tercihi ile kamusal alanda yer alması, resmî ideolojiden bağımsız bir varlık alanının gelişmesine yol açmaktadır. Bu aynı zamanda farklı grupların kendi aralarında zorunlu bir dinamik uzlaşmaya gitmelerini sağlamaktadır” (Aslan, 2016: 23).

İkinci dalga feminist hareket sadece kadın erkek eşitliği ile ilgilenmemiştir. Dönemin koşulları gereği savaş, güvenlik ve ekonomik konularda da fikirlerini ortaya koymuş ve az gelişmişlik, çevre sorunları ve sosyal adalet gibi çağının ilerisinde olan tartışmaları da ortaya çıkarmıştır. Bunun neticesinde ise feminist düşünce yapısı kendi içinde pratiksel ve düşünsel sistemde belli oranda bölünmeler yaşamıştır. Üçüncü dalga feminist hareket en genel tanımı ile toplumsal düzeni eleştirmekteydi, fakat bu durum var olan sorunlara herhangi bir çözüm üretememekte idi. Bu nedenle, feminist gruplar düşüncelerini farklı şekilde ortaya koymaya ve farklı kuramlardan faydalanarak açıklamaya girişmişlerdir (Taş, 1998: 172).