• Sonuç bulunamadı

4. Feminizm Tarihi

4.2. İlk Dalga Feminizm

Kendilerine eşitlikçi feministler ismini veren ilk dalga feminist hareket, kadın için önemli olan sivil hakları, mevcut olan demokratik sistem içinde kalarak talep etmişlerdir. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında belirginleşen I. feminist dalga,

Women) adlı eserinde çizmiş olduğu talepler üzerine inşa edilmiştir. Genel çerçevede bu talepler, kadınların oy kullanması, eğitimde fırsat eşitliği ve kadınların mülkiyet haklarını içermekteydi. Bu tarz feminist hareketlerin temeli toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin önüne geçerek gerek sosyal hayatta gerekse iş hayatında meydana gelen eşitsizlikleri azaltmaktır. Bu eşitlik prensibine göre kadın ve erkeğe yüklenen anlamlar tekrar ele alınmalı ve tekrardan gözden geçirilmelidir (Arslan, 2016: 16).

Kadınların oy vermesi, özgürlükleri ve yönetimde yer alma hakkı gibi günümüzde gayet doğal karşılanabilecek birçok hak henüz yüz yıl önce yer almıyordu. Eğitimde fırsat eşitliğinin yaratılması, yaşam hakkı gibi birçok hak 19. Yüzyılın sonu ile 20. Yüzyılın ilk yıllarında çeşitli ülkelerde konuşulmaya ve yerine getirilmeye başlamıştır. Kadınlar ortaya koydukları direnç ile birçok bildiri ve eser ortaya koyarak söz konusu hakları elde etmeye başlamasına rağmen oy kullanma hakkı gibi temel bir hakkı bile çok geç elde etmişlerdir. Avrupa’da önemli mevkilerde bulunan erkeklerin eşleri ve belli hiyerarşi sınıf içerisinde yer alan kadınlar oy kullanma hakkı bulurken, diğer kadınların oy hakkı bulunmuyordu. Diğer bir örnekte ise Amerika, siyahlara ve kadınlara oy kullandırmıyordu. Siyahi erkeklere oy kullanma hakkının verilmesiyle beraber beyaz ve siyahi kadınların oy kullanma hakkı adına mücadeleye girişmelerine neden olmuştu (Taş, 2016: 169).

Kadınların oy hakkı talep etmeleri İngiltere ve Fransa’da oldukça sancılı bir süreç sonucunda meydana gelmiştir. Fransa’da Harriet Taylor ve İngiltere’de J.S. Mill öncülüğünde oy hakkı düşüncesi konuşulmaya başlanmıştır. Bu dalga feministler seçme ve seçilme hakkından hareketle toplumda oluşmuş olan toplumsal cinsiyet kavramının önüne geçerek bir farkındalık yaratmaya çalışmışlardır. Mrs. Pankhurst öncülüğünde 1903 yılında kurulan Kadınların Sosyal ve Politik Birliği oy hakkı konusunda ilk ciddi mücadeleyi yapmıştır. Daha sonraki dönemlerde belirli kazanımların elde edilmesi ile birlikte bir durağanlaşma dönemine girilmiştir (Aslan, 2016: 18).

“Feminist kuramcıların önemli bir kolu olan doğal haklar düşüncesi, kadınların bir yurttaş olarak erkekler ile eşit haklara ve özgürlüklere sahip olduklarını savunmaktadırlar. İnsan olmanın gereği olarak oy hakkı ve temel hakların kadın ya da

erkek olarak ayrılamayacak birer hak olduğu düşüncesine sahiptirler. Kadını ev hayatına hapseden düşünceye karşı çıkarak ev hayatının eleştirisini yapmışlardır. 19- 20 Temmuz 1848 yılında Seneca, New York’ta kaleme alınan “Temel doğal haklar doktrinini ile Elisabeth Cady Stanton ‘Declaration of Sentiments (Duygusal Bildirisi)’ni yayınlamıştır. Söz konusu bildirge toplam 200 kişi tarafından imzalanmıştır. Doğal haklar kuramından kaynaklanan bu belge, Bağımsızlık Bildirgesi üzerine neredeyse kelime kelime oturtulmuştur” (Donovan, 2006: 21).

“Yine bu dönemi yansıtan en önemli yazarlardan Wallstonecraft, kadının kendisi hakkındaki yaygın ve yanlış anlayıştan dolayı ikincil duruma düştüğünü öne sürmektedir. Ona göre bu yanlış anlayışı temellendiren ise kadının doğal olarak erkekten daha az zeki ve fiziksel anlamda daha güçsüz olduğu inancıdır. John S. Mill de Wallstonecraft'in yolundan giderek 1869'da yazdığı “Kadının İkincilliği” (The Subjection of Women) adlı yapıtında, kadının da erkek gibi ekonomik, kültürel ve sivil haklara sahip olması gerektiği düşüncesini işlemiştir. Liberal düşüncenin bir uzantısı olarak, kadının da mutluluğun kaynağı olan zevk ve elem gibi dürtülere sahip olduğu ve dolayısıyla erkeklerle aynı sivil haklara sahip olması gerektiği fikrini savunmuştur” (Wollstonecraft, 1975: 139).

Avrupa’nın önde gelen birçok ülkesi özellikle de Almanya, İngiltere ve Fransa feminizmin ilk dalga etkilerine karşı koyamamış ve gelen talepleri yerine getirmeye başlamışlardır. Ardından Amerika, Avusturya ve İsveç gibi birçok ülkede feminist düşünce yapısında hareketlenme meydana gelmeye başlamıştır. İlk dalga hareketlerinin etkisi ile ABD’de 1840 yılında kadın hareketleri ön plana çıkmaya başlamıştır. Seneca Falls sözleşmesi olarak adlandırılan ve Elizabeth Cady Stanton ve Lucretia Mott tarafından kaleme alınan bildiride kadın haklarına yönelik birçok istek sıralanmaktadır. Bu belge ABD’de feminist hareketin öncüsü ve kadın hakları hareketinin doğuşu olarak kabul edilmektedir. Bildirinin getirmiş olduğu özgürlük akımı çerçevesinde kadınlar Ulusal Amerikan Kadınlarına Oy Hakkı Cemiyeti altında bir araya gelerek örgütlü biçimde hareket etmeye başlamışlardır. İlk dalga feminizm bölümünü sona erdiren durum ise 1893 yılında Yeni Zelanda’da yürürlüğe giren kadın seçme ve seçilme hakkı yasası ile olmuştur (Çaha, 2000: 14).

Feminizm bu ilk dalgasında temel olarak alınan ve gelecek kuşaklara yol gösterici olan en önemli sonuç, ataerkil toplum yapısına karşı direnmenin bir zorunluluk olduğu görüşüdür. Toplumda karşılığı cinsel devrim olarak algılansa da toplumsal statü, rol ve zihinsel yapı alanlarına etkide bulunacak, değişimi meydana getirecek anlayışların temelini atmak ve reaksiyoner bir şekle bürünmesini sağlamak bu dönemde ortaya çıkmıştır (Millett, 2000: 63). 19. Yüzyıl feminist hareketi erkeklerin egemen olduğu hatta bir kademe daha ileri giderek sadece beyaz erkeklerin egemen olduğu ve devletin ön yargı ile yaklaştığı birçok konuyu tartışmaya açmıştır. Bu dönemden sonra feministler farklı sosyal, siyasal, ekonomik, hukuki taleplerde bulunmaya, erkek ile kadının kamu ve özel alanlarda eşitlikçi ve daha özgür haklara sahip olması yolunda mücadeleye girişmişlerdir.

Sonuç olarak ilk tepkilere karşı koyan ve daha önce söylenmemiş bir durumu dile getirmeyi amaçlayan bu ilk dalga döneminde gittikçe güçlenen ve yayılan bir feminizmden söz edebiliriz. Bu yükseliş sonucunda kadınlara belirli haklar tanınması ile birlikte üniversite eğitimi alan kadınlarda gözle görülür bir artış meydana gelmiş ve kamusal alanda kadınlar daha fazla söz sahibi olmaya başlamışlardır. Bu ilk dalganın kazanımları olarak;

 Sosyalist devrimin ardından Sovyetler Birliği ve Almanya’da 1917-1918 yıllarında kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmiştir.

 Amerika ve büyük Britanya savaş döneminde kadınların ülkeye yaptıkları katkılardan dolayı, aynı hakkı onlara ödül olarak vermiştir.

 Fransa ve İtalya gibi bazı ülkelerde ise ancak 2. Dünya savaşı sonunda kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımıştır (Aslan, 2016: 18).