• Sonuç bulunamadı

3.4 Çocukta Mekan ve Algı

4.3.8 Masalda Gerçeklik

Masallar gerçeklerin sınırlarını zorlayan anlatımlardır. Masallar, çocukluğumuzdan itibaren bizleri hayat karşısında şekillendirmiştir. Masalların ortaya çıkışı doğrudan doğruya hayatın içinden ve yaşanan olaylardan şekillenmektedir. Yaşanan olayların yarattığı meselelere getirilen çözümler, zaman içinde masallaşmaktadır. Temelde masallar, toplumsal yaşayışı düzenlemede, bireyin yaşam koşullarını bütüne uygulayabilmesi için yol gösterici nitelikler taşımaktadır. Masal anlatıları hayal ürünü olmasına karşın; gerçek dünya ile ilişkilendirilerek anlatılmaktadır. Masallardaki gerçek dışılık, gerçek dünyadan beslenmektedir.

Dünya masallarından (2004); “Sihirli Fasulyeler” adlı masalda; “Ektiği

fasulyeler o kadar uzamışlar ki tepesi bulutları bile geçmiş. Çocuk “Yukarıda neler var acaba” diye merak edip, başlamış fasulyeden yukarıya tırmanmaya. Tırmana tırmana bulutları aşmış. Fasulyenin tepesine varmış. Fasulyenin tepesinde bir yol uzanmaktaymış. Çocuk bu yoldan giderek kocaman bir şatonun kapısına varmış. Kapıyı çalınca karşısına

bir dev anası çıkmış. Çocuğu gören dev anası:

- Burada ne işin var? Hemen kaç git, yoksa dev kocam gelip seni yer! Diyerek çocuğu uyarmış.” ifadesi ile bulutların üstüne kadar uzanan bir fasulye sayesinde bir şatoya ulaşılmaktadır. Görüldüğü üzere, işlenen olaylardaki gerçek dışılık Dünya masallarında etkisini göstermektedir.

Türk Masalları özelinde gerçeklik ise; Türk masallarında olağanüstü öğelerin

tahmin edileceği kadar akıl-dışı nitelikte olmadığıdır. Özellikle şehirlerden kırsal alana doğru gittikçe; ki bu sözlü geleneğin, yazılı edebiyatın ve yabancı kültürlerin etkilerinden korunduğu çevrelere, köy ve göçebe ortamına yaklaştıkça masallardaki olağanüstü çeşitlilik hafiflemektedir. Bu durum da sadece cin, peri, ejderha, vb. varlıkların sadece adlarının masalda geçmesi ile yetinilmektedir. Örneğin; masalda bir dev tasviri yapılırken, anlatılan dev, insandan pek de farklı olmayan ama büyük ve iri bir yaratık, ejderha iri bir yılan, periler yalnız kılık değiştirme yeteneği olan insanlar gibi görünen, davranan, kişiler olarak anlatılmaktadır. Masal kahramanının akıl dışı ve hayal ürünü nitelikleri üzerinde fazlaca durulmaz. Özetle Türk geleneği, en masalımsı anlatıları bile gerçeğe yaklaştırma eğilimindedir (Boratav, 1992, s.82).

Türk masallarından, “Billur Köşk ile Elmas Gemi” adlı masalda; “Dilediğin

köşk, saray, eşya olsun. Hazinelerim uğruna dökülsün, saçılsın, demiş de oradan hemen mimarlara, ustalara emirler salıp hazırlığa girişmişler. Uzak Doğu ülkelerinde, bilinmeyen dağlardan çıkarılmış saf billur kayalarını kervanlarla getirtmişler. Denizin tam orta yerinde yapıya başlanıp tam bir yıl başta padişah, ardında bütün ileri gelenler, her işi bir yana bırakıp yalnız bu iş üzerine olmuşlar da ancak aralıksız çalışıp bitirebilmişler. Oradan padişaha haber gönderip hep birlikte derya kenarına gitmişler, bakmışlar ki görenin gözleri kamaşır. Dil ile tarifi mümkün olmaz, deniz ortasında yalpır yalpır çakıp durur bir Billur Köşk ki, dünya yüzünde bir benzeri yok.” (Alangu, 1990, s.9) ifadesi ile, inanılmaz gibi görünen bir köşkün inşa edilmesine gerçeklik kazandırabilmek için bütün süreç gerçekçi bir dille anlatılmaktadır.

Dünya masallarından, “Külkedisi Sindirella” adlı masalda, ülkenin iyilik perisi Külkedisi’ni, komşu ülke prensinin düzenlediği baloya göndermek için, balkabağını altından bir arabaya, fareleri de atlara ve arabacıya dönüştürmektedir (Okusun da Büyüsün, 2004, s.30). Oysa ki Türk masallarından “Benli-Bahri” adlı masalda; “Kuyumcunun evinde kızın üstünü başını düzüyorlar. Bir araba

Kuyumcu Mehmet Efendi aranıyor. Bu, kızın ilk gittiği ihtiyar kuyumcu imiş…” (Boratav, 2009, s.77) ifadesi ile Türk masallarında anlatılan olayların gerçeğe nasıl da yaklaştırıldığı ve inandırıcılık iddiası taşıdığı görülmektedir.

Kıraç (1997:46), masalın, bir hayal ürünü olması, olağanüstü olay ve varlıklara yer vermesi, inandırma endişesi taşımaması, zaman ve mekâna bağlı kalmaması gibi özellikleri ile masalın rasyonaliteden uzaklaşması konuları ile ilgilenmektedir. Ona göre, masalın üstlendiği görevlerden masalı şekillendiren ve masala masal olma özelliğini kazandıran olağanüstü hayalî unsurların rasyonaliteyi gizlemek ya da ortadan kaldırmak yerine masalın kültür içindeki etkin rolü dikkate alındığında, masala cazibe kazandırarak bilgi aktarımında en geçerli yöntemlerden biri olan telkin etme imkânını vermesine değinmektedir.

Yavuz (1999)’a göre insanlar, “En masalımsı, en olağanüstü anlatıları bile

gerçeğe yaklaştırma, gerçekle ilişkilendirme eğilimindedirler.” Masallardaki bu kurmaca dünyadan hayatın gerçekliğine sürekli bir gönderme yapılmaktadır.

Güleç (1998), günümüzde artık eğitimcilerin masalın çocuk ruhunu onarmaktaki önemini sezmiş olmalarına karşın, geçmişte çocuklara La Fontaine’in fabllarını bile yasaklayan, masalların çocuğun ruhundaki saflığı, yalan dolanla bozduğuna inan J.J.Rousseau gibi masala olumsuz gözle bakan eğitimcilerin de varlığına değinmektedir (akt. Yaldız, 2006, s.16).

“Erkenden çocuğun ruhuna girmeyi” tavsiye eden Rousseau (2000), Emile için masalları gereksiz ve yanıltıcı olarak kabul ederek, öğretilen masalların içerdiği benzetmelerin, çocukları eğlendirirken aynı zamanda da yanılttığını savunmuştur. Masalların kötü niyetli kullanıma müsait olduğunu, anlatımların yalanlar üzerine kurulu olduğunu belirtmektedir. Masalların, yetişkinleri eğitebileceği, ama çocuklara gerçeği bütün çıplaklığıyla anlatmak gerektiğini savunmaktadır (akt. Birkan, 2005, s.10).

Çocuğu nesnel bir öğe olarak gören Rousseau’ya karşın, onu “derin bir bilgelik”, “ince bir duyarlılık” ve “ahlaki gerçeklerin farkında” kabul eden Romantikler de vardır. Onlar, çocuklarla yetişkinler arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemişlerdir. Romantik bir sanatçı olan Victor Hugo’nun “Kristof Kolomb sadece Amerika’yı keşfetti. Bense çocukluğumu keşfettim” (Heywood, 2003: 35) sözü, bu alanda yeni bir anlayışın da kabulüne ilişkin bir işarettir. (akt. Birkan, 2005, s.10)