• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: BİR AKADEMİK ALAN OLARAK ÇALIŞMA İLİŞKİLERİ VE

1.2. Çalışma İlişkilerinde Kuramın Yeri ve Başlıca Kuramsal Yaklaşımlar

1.2.3. Marksçı Yaklaşım

Karl Marx’ın çalışmaları, 19. yüzyılın ortalarında ücretli emek ilişkileri üzerinden yükselen ve yeni bir toplum olarak belirginleşen kapitalizmin doğasını ve işleyişini ayırt ediciliğiyle vurgulayarak çözümleyen; felsefi, iktisadi ve tarihi nitelikleriyle toplumsal yaşamın her yönüne dair kapsamlı bir açıklama çabasını içeren bütünleşik bir düşünce sistemi olarak kendini gösterir. Marx’ın çözümlemeleri, özgün anlamda endüstri ilişkileri alanı ile doğrudan örtüşmese de; çalışma ilişkisinin kapitalist toplumdaki varlığı ve işleyişi açısından sunduğu özgün kavrayışla bu ilişkinin niteliğini aydınlatmak ve açıklamak için elzem bir konum sunmaktadır.

Eİ yazınında var olan ilk doğrudan ve kapsayıcı Marksçı yaklaşım Richard Hyman (1975) tarafından geliştirilmiştir. Eİ yazınının sistemler ve çoğulcu kurumsal ele alışlarına doğrudan bir eleştiri olarak geliştirilmiş olan bu yaklaşım, eleştirisini “yalnızca kurallar ve düzenlemeler üzerinden sınırları çizilmiş bir alanın büyük ölçüde kısıtlayıcı ve değerlendirmelerinin talihsiz vurgulara sahip olduğu” savıyla biçimlendirir (1975: 11). Hyman, endüstrideki istikrar ve düzenliliğin sürdürülebilirliği üzerine yoğunlaşan bir yazını, toplumsal ilişkilerdeki mevcut örüntülerin yalnızca belli bir yanına yapılan vurgular olarak değerlendirmektedir. Dunlop ve Flanders’ın

30

geliştirdikleri yaklaşımla beraber “endüstri içerisindeki çatışmanın kaçınılmaz kaynağının mevcut mülkiyet ve denetim biçimleri olup olmadığı sorunu yok sayılarak, bu sorun Eİ alanının dışında değerlendirilir” (Hyman, 1975: 11). Hyman’ın, eleştirdiği bu Eİ yaklaşımlarında, çatışmaların nasıl meydana geldiği sorusuna cevap bulanamadığı belirtilmiş; Eİ yaklaşımının tanımı ve kapsamı da yeniden kurgulanmıştır. Ona göre Eİ, “çalışma ilişkileri üzerindeki denetimin süreçlerini inceleyen bir çalışma alanıdır; bu süreçler arasındaki özel ilgi de toplu işçi örgütleri ve eylemi üzerindedir” (Hyman, 1975: 12). Hyman’ın bahsettiği denetim süreçleri, yalnızca Eİ’nin kendi terimleri ile anlaşılamaz ve bu yüzden kapitalist ilişkiler içerisindeki sınıfsal yapıyı, kapitalist sisteme işlerlik kazandıran toplumsal ve ideolojik dinamikleri açıklamaya çalışan kuramsal çabadan beslenmeye muhtaçtır.

Frege vd. (2011: 211), Hyman’ın çalışmalarını kariyeri boyunca tekrar tekrar uğradığı üç konu etrafında sınıflandırır: endüstri ilişkileri kuramları, sendikalar, ülkeler-arası karşılaştırmalı araştırmalar. Bunlar içinde Eİ kuramları üzerine yapmış olduğu erken dönem çalışmalar, onun Marksçı Eİ’nin kurucusu olarak adlandırılmasına neden olmuştur. Hyman’ın Marksçı çözümlemesi, Eİ’de betimleyici bir görgül araştırma gündemiyle donanmış faydacı ve politika yönelimli akademik birikime; kuramsal düzlemde derinlik getirerek, betimlenen görüngülerin toplumsal kökenlerini gündeme getirmiştir. Ayrıca, yalıtık bir alan gibi ele alınan ‘endüstri ilişkileri sistemi’ toplumsal ilişkiler bütünü içerisine yerleştirilmiş, barındırdığı çelişkiler, değişim dinamikleri ve ortak nitelikleri vurgulanmıştır.

Hyman’ın çözümlemesinde açıklayıcı bir mekanizma olarak sınıf çatışmasına öncelik vermesi eleştirilere konu olmuştur. Elbette çatışma çalışma ilişkisinin önemli bir özelliğidir ancak her çatışmanın kaynağı sınıfsal kaynaklı olmayabilir (Frege vd., 2011: 216). Crouch (1982: 37); Hyman’ın ücret farklılaşmalarına dair yürüttüğü tartışmaya, sermaye–emek arasındaki mücadelenin üzerinden bir açıklama getirmesini eleştirir ve bu iddianın sorunlu yanının üretim araçlarının özel mülkiyeti ortadan kalkarsa, bunun bir şekilde işbölümünü sonlandıracağı ve böylece sınıf içi çatışmaların giderileceği varsayımını barındırması olduğuna dikkat çekmiştir. Yani ücret farklılaşmalarının arkasında yalnızca sınıflar arası değil, çalışanların göreceli farklılıklarının yaratabileceği sınıf içi bir tabakalaşma da nedensel bir mekanizma olabilir. Sınıfsal ayrımları tek çıkış

31

noktası olarak öncelemek, etnik köken ve toplumsal cinsiyet gibi diğer toplumsal ayrımların yarattığı farklılaşmaları açıklamayı güçleştirir. Frege vd. (2011: 216), Hyman’ın son dönemdeki karşılaştırmalı Eİ çalışmalarının düşünme biçiminde ve konuya yaklaşımında bir gelişmeye işaret ettiğini ifade ederler. Hyman için “Marksçı çözümleme endüstri ilişkilerini anlamada vazgeçilmez bir katkı sunmasına rağmen, yetersizdir” de; Marx’ın yüksek soyutlama ve genelleme düzeyindeki yazıları, özellikle bazı yönlerden çok farklılaşmış olan günümüz koşullarında, endüstri ilişkilerinin somut durumlarına uygulanması için yorumlanmalıdır (Hyman, 2004: 270). Mesela, Marx’ın elinden gelen en iyi çabayla kısıtlı şekilde değinebildiği, emek gücünün toplumsal cinsiyet veya etnik temelli özgüllükler gibi bazı nitelikleri bugün çalışma ilişkileri yazınının önemli konu başlıkları arasına hakkıyla girmektedir. Zaten Hyman için Marksizm’in anlamının buyurgan bir tarifi mümkün değildir ve bugün bu durum daha kuvvetle vurgulanmalıdır. Ayrıca Hyman için fikirlerin, inançların ve dilin dünyasını Post-modernlerin yanlış adlandırmış olması, Marksçıların bu alanı bir bütün olarak yok saymasını gerektirmemeli ve bu dünyanın maddi bir güç elde edebileceğinin farkına varılmalıdır (Hyman, 2012: 162).

Eİ’de Marksçı yaklaşıma farklı bir katkı John Kelly’nin (1998) harekete geçme (mobilizasyon) ve uzun dalga kuramlarını bir araya getirdiği çözümlemesidir. Kelly (1998: 1); işçilerin, işverence yaratılan adaletsizliklere cevaben kendi yararlarına olan ortak tanımları edinebilme süreçlerini çözümleyebilecek bir kuramsal çerçeve oluşturur. Böylelikle işçi ortaklaşaçılığının ilgisiz bir çağ dışılık olmadığı, duruma uygun bir itiraz olduğu gösterilebilecektir. Uzun dalga kuramının somut dayanakları ile ulusal emek hareketlerinin seyri tahmin edilebilir bir ilişki içerisinde dalgalanmakta ve kapitalist ekonominin ritmi ile yakın bir eşlenebilme durumu barındırmaktadır; buradan hareketle toplu emek hareketlerin ölümcül bir gerileme içerisinde değil, bir yeniden canlanma aşamasında olabileceği de ileri sürülebilir. Kelly (1998: 83-84), kapitalizmin zaman içerisindeki işleyiş dinamiklerine (sermaye biriktirmenin ve kâr arayışında olmanın tetiklediği), döngüsel hareketler olan gelgitler, iniş-çıkışlar ve bunların arasında kalan geçişsel süreçler olarak bakılabileceğini ileri süren uzun dalga yaklaşımlarını endüstri ilişkileri ile bir araya getirir. Bu bakış açısına Britanya’nın sendika yoğunluğu ve grev etkinliği verilerindeki uzun zaman dizilerinin toplamını sorgulayarak ulaşır ve bunların uzun dalgalarla doğrudan ilişkilendirilebilir olduğunu tespit eder. Böylelikle uzun dalga

32

kuramının sunduğu çerçevenin, çalışma ilişkilerine uyarlanmasıyla ulaşılan tarihsel kavrayış; işçilerin ortak faydaları etrafında nasıl bir araya gelerek harekete geçtikleri ile bütünleştirilir. Bu noktada Kelly’nin çözümlemesinin bir diğer tarafı kendini gösterir, çalışanlar nasıl olurda ortak faydaları doğrultusunda harekete geçme eylemine başlarlar. Kelly’ye göre (1998: 27-33), çalışanların çalışma ilişkisine ilişkin bireysel yakınmalarının oluşturduğu tatminsizliğin toplu bir harekete geçmeye dönüşebilmesi, bu durumun işveren kaynaklı bir adaletsizlik olduğunun beraberce algılanmasıyla başlayacaktır. Kapitalist çalışma ilişkisinden kaynaklı bu adaletsizliğin bireysel algılanışlarının ortaklaşması kapitalizmin gelişiminin dalgasal olarak tepede seyrettiği bölgede daha yoğunlaşarak toplu harekete geçmenin koşullarını daha mümkün kılacaktır.

Edwards (2003: 28-29) bir akademik alan olarak çalışma ilişkilerinin uğraşı kapsamını değerlendirirken; Kelly’nin çözümlemesini, bu kapsamın menzilinin genişletilmesindense işçi ve işveren arasındaki temel çatışma doğrultusunda derinleştirilmesi olarak değerlendirir. Ancak yalnızca çalışan çıkarları doğrultusunda kurgulanan bir uğraşı alanı tanımlamasını tatmin edici bulmamakla beraber, harekete geçme kuramıyla ilişkili savların şimdiye kadar göreceli olarak ihmal edilmiş anahtar konuların yeniden vurgulanmasını beraberinde getirdiğini ileri sürer. Müller-Jentch (2004: 11) için Kelly’nin çalışması, Eİ’deki zaman içerisindeki değişimleri açıklama kapasitesine sahip olmasına rağmen, Eİ’nin kurumlarının veya ulusal sistemlerinin arasındaki farkları açıklamaz. Godard’a göre ise (2011: 297-298), 1990’ların ortalarından 2000’lerin sonlarına kadarki dönem bir yukarı dalgalanma olarak değerlendirildiğinde, bu dalga 2008’le beraber aşağı kırılmaya başlamıştır. Eğer öyleyse, Kelly’nin çözümlemesi ışığında yeni bir grev dalgası beklemeliyiz. Bu durum Kelly’nin çözümlemesinin sorunlu tarafı olarak ele alınabilir. Algılanan adaletsizlik yalnızca işverenle ilişkilendirildiğinde, harekete geçmenin toplumsal eylemi grev etkinliği üzerinden sonuçlandırılmaktadır. Günümüzde şüphesiz ki yaygın ve artan bir adaletsizlik algısı vardır, ancak bu algı siyasi ve ekonomik sistemin geneline yönelik bir karşıtlıktır. O yüzden günümüzde savaş sonrası dönemin kurumsallaşmış çatışma mekanizmalarından ziyade, siyasal ve toplumsal düzensizlik biçimleri olarak yalnızca ekonomik sahada yer almayan, kurumsuzlaşan çatışmalardan ve onların göstergelerinden bahsedilebilir.

33

Çalışma ilişkisini anlamlandırmada, Marksçı kökenli diğer bir yaklaşım ise Harry Braverman’ın 1974 tarihli Emek ve Tekelci Kapitalizm adlı eseriyle tetiklediği emek süreci tartışmalarıdır. Braverman’ın ortaya koyduğu savlar, barındırdığı örgüt ve toplum anlayışı üzerinden öncelikle Taylorcu ve ardından ‘yöntemler temelinde Taylorculuk’un rakibi gibi gözükmesine rağmen ideolojik anlamda bir ikiz kardeş’ (Heydebrand, 1977: 91) olan İnsan İlişkilerci çalışma yaklaşımlarının karşısında konumlanır. Braverman’ın saptamaları işi yapmaya ilişkin bireysel kavrayışın nasıl bir yönetim – çalışan kutuplaşmasında ayrımlaştığının (işin nasıl yapılacağına ilişkin bilginin yönetim tarafından ele geçirilen ve denetlenen bir alana dönüşmesinin) ve işin her bir adımının belli yöntemlerle denetime konu edilmesiyle bütün bir emek sürecinin yönetsel amaçlar doğrultusunda işlevselleştirildiğinin ifadesi olmuştur. Taylorcu ‘bilimsel yönetim’ anlayışın sunduğu reçete giderek emek sürecini parça parça bölecek ve işin gerektirdiği kavrayışı işçiden sökerek (vasıfsızlaştırma) bunu artan yoğunlukla işlevsel akıla devredecektir. Bilimsel yönetimin neden olduğu bu ‘işin değersizleşmesi’ durumu, Braverman’a göre (1998: 86) açık bir şekilde emeğin sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda uyumlulaştırılmasını ifade eder.

Braverman’ın savlarına karşı temel eleştiriler, emeğin aşamalı olarak değersizleşeceği ve emek süreci üzerindeki yönetsel denetimin yoğunlaşacağına ilişkin düşüncelerinin doğrusal bir süreç olarak inşa edilmesine yöneliktir (Müller-Jentsch, 2004: 8-9). Friedman (1977: 78), denetimin bilimsel yönetimde olduğu gibi her zaman doğrudan olamayabileceğini, yöneticilerin emek gücü üzerindeki yetkesini kurma biçimlerinden birinin de firma çıkarları doğrultusunda işçilere belli bir hareket alanı tanıyarak sorumlu özerklik yüklemek olduğunu ekler. Edwards (1979) denetimi işyerlerinin biçimsel nitelikleri üzerinden çeşitlendirerek (işçi karşıtlığını savuşturabilmek için yönetsel aygıtın denetimi karmaşıklaştırması adına); küçük işyerlerinde kendini gösteren basit, makineleşmenin yoğun olarak kullanıldığı işyerleri için teknik ve sıradüzensel (hiyerarşik) gücün kurumsallaştığı büyük işyerleri için de bürokratik denetim biçimleri tanımlamıştır. Burawoy (1979: 30) ise mevcut ele alışların çalışanların nasıl oluyor da denetimin bu denli yoğun olduğu çalışma ilişkisine rıza gösterdiğini açıklayamadığını sorgulayarak; emek sürecini, kârlılık amacıyla temin edilmiş işbirliğinin sahip olduğu zorlama ve rıza bileşkesi çerçevesinde ele alır. Bu üç araştırmacının eleştirileri Braverman’ın savlarındaki genel yaklaşımı benimsemekle beraber bunu inceltici

34

eleştirilerle geliştirmişlerdir. Emek süreci yazınında yer alan diğer bazı eleştiriler ise Braverman’ın çözümlemesini değerli bulmakla beraber, benzer gerekçeleri daha da derinleştirerek onun yetersizliğini göstermeye çalışmıştır (Noon ve Blyton 2002: 154-155). Arsmtrong ise (1988:157), Braverman’ın çözümlemesini savunurken onun vasıfsızlaşmaya olan yaklaşımının kapitalist sistemin geneline ait bir eğilim olarak okunması gerektiğini ve bu sürecin kimi zaman aksayabileceğinin veya geriye sarabileceğinin bu eğilimin temel niteliğine ters olmadığını ileri sürmektedir. Hyman (2006: 39), Braverman’ın çözümlemesinde barınan genelleme ve soyutlama düzeyinin, aynı Marx’da olduğu gibi, yanlış anlaşılmalara neden olduğunu belirtirken; teknolojik değişimlerin yeni becerileri beraberinde getiriyor olmasının, onların kısa zamanda değersizleşen niteliğini de gizlemeyeceğine de işaret etmektedir.

Emek süreci yazınındaki bir diğer gelişme de Marksçı yaklaşımı öznelliği dışlayıcı olarak tanımlayıp, ondan kopuk bir çözümleme çerçevesi geliştirme girişimidir. Bu biçimdeki emek süreci yaklaşımları genel olarak Foucault’nun Nietzscheci güç ilişkileri çözümlemesinden yükselir. Foucault’nun çözümlemeleri ‘disiplinci toplum’ kurumlarını (hapishane, okul, fabrika, hastane…), bedeni disiplin etme biçimleri yönünden inceler. “Oluşturulan şey, beden üzerinde etkisi olan bir zorlamalar politikası, onun unsurlarının, beden hareketlerinin, davranışının hesaplı bir yönetimidir… kişinin, başkalarının onun istediklerini onun belirlediği tekniklerle, hızla ve verimlilikle yapması ve onun istediği şekilde hareket etmesi için onların bedenleri üzerinde nasıl söz sahibi olacağını tanımlamıştır. Bu nedenle disiplin, tâbi kılınan ve işlenen ‘uysal bedenler’ yaratır” (Foucault’dan aktaran Callinicos, 2007: 411). Bu bakış açısının tanımladığı güç ilişkileri, gücün kendini ortaya koyuş biçimleri açısından çalışma ilişkisinin ötesinde bir alana karşılık gelir ve daha çeşitli bir toplumsal denetim alanına işaret eder. Emek süreci kuramları açısından da işin değersizleşmesinden, işin gereklerini yerine getirme anlamında bir boyun eğdirişe uzanan daha çeşitli bir disiplin mekanizması tanımlanmıştır. Çalışma ilişkilerine konu olan denetim ise toplumsal mekanizmanın sahip olduğu çeşitli disiplin etme biçimlerinden sadece biridir. Hyman (2006: 42), Foucaultcu ve Marksçı emek süreci tartışmalarının birbirini tamamlayan tarafları olduğunu vurgulamakla beraber, Foucaultcu yaklaşımın en azından dört nedenle Marksizmden kopuk olduğunu ileri sürer: (1) dilsel ve söylemsel pratiklere yaptıkları aşırı vurgu, makro toplumsal dinamiklerle olan bağlantılarını koparmaları, (2) üretimin

35

gerekli bir toplumsal ve ortak bir süreç olduğunu yok sayarak insan öznelerin bireyselliği üzerinden tek taraflı bir ele alışa sahip olmaları, (3) çağdaş kapitalizmde ‘uysal bedenlerin’ oluşumuna çoğunlukla bir sorunsal olarak yaklaşılmaması, (4) emek sürecini dekoratif bir etikete indirgeyerek, sermaye ve emeğin işyerindeki özgün ilişkisinin bir yana bırakılması ile bağlamın boşaltılması.